1 Ekim 2022 Cumartesi

BELGE | İşçi-Köylü Kurtuluşu - Ölümünün 17. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya ve 'iki proğram', 'iki ayrı devrim' safsatası üzerine (Mayıs 1990)

SUNUŞ

Askerler, bir Kürt köylüsünü esir alırken, Hakkari, Ekim 1984.

İK yoldaşı inkara giden yolların başında, partimizin doğru SEY ve Milli Mesele görüşlerini revizyon girişimleri gelir. Bilhassa PKK'nin 1984 çıkışı sonrası Kürt hareketinin başarıları karşısında "gözleri kamaşan" kaçkınlar, başta partinin 11 İlke, sonra SEY, sonra da milli mesele görüşünü değiştirmeye giriştiler, bu konuda kendi anti-Marksist görüşlerini geliştirdiler.

11 İlke'yi sorgulamayla başlayan bu sürecin hep SEY ile sonuçlanması, şaşırtıcı değildir. Zira, doğal olarak, partinin görüşleri (onların hayalini kurdukları şey aksine) yamalı bohça değildir, her görüş belli bir sistem içerisinde oturmuştur ve birisinin (hele hele SEY gibi kilit birisinin) değişimi, diğerlerine etki eder.

2. MK oportünizminin yurt dışı kanadının, partimiz içerisinde geliştirip sonradan hizipleriyle sistemleştirdikleri oportünist görüşlerinden birisi de, "Türkiye'nin kapitalist ve Kürdistan'ın onun sömürgesi" olduğu, bu yüzden bu "iki ayrı ülkenin", "iki ayrı programla", "iki ayrı devrim" yaşayacağı, bunun "Türkiye'de silahlı ayaklanma, Kürdistan'da halk savaşı" olduğu, bu yüzden "Kürdistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist) inşa edilmesi gerektiğini" savundular.

Bu hizbin, "Devrimci Partizan" ismini verdikleri dergilerinde yazıp çizdikleri (ki bunların hizipçi yayınlarını, ayrılanlar harici o dönem "saflarda kalan" bir takım eski "önder yoldaşlar" el altından teşvik ediyordu) kar etmeyince ve tutunamayacakları belli olunca, çıkışlarından kısa süre sonra birden hızlı birlikçi kesildiler: İlgili dergide "TKP (M-L) kanatlarını" birleştirme çağrıları yaptılar. Bir kere birleşmeyi savundukları çizgileri dahi Parti'yi yakıp yıkmak, daha da çok bölmek olan bu bayların birlik çağrısı, aşağıdaki yazıda da görüleceği üzere tabii ki reddedildi.[1]

Peki bu baylar ne yaptı? Bir süre daha birlik teraneleri okudular. Baktılar karşılık yok, bunu bırakıp ikinci karta oynadılar. Tabii daha kendileri Türkiye Kürdistanı'na gitmezken, "Kürdistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)" örgütleme "girişimi" (!), fiyasko ile sonuçlandı. Kawa ile birlik görüşmelerine gittiler, Kawa şefi Hasan Hüseyin Yıldırım (Dergo)'ın bunları aşağılayıcı bir şekilde muamelesi sonrası bundan da caydılar. Sonra iki ayrı devrim programı savunan baylarımızın "Kürdistan kolu", resmen ayrılıp "Partizanên Şoreşgêrîn [sic] Kurdistan" kurdu. "Kuruluş deklarasyonu" adını verdikleri oportünist yazıda, boş laf salataları arasında Kawa milliyetçilerinin nasıl M-L oldukları, onlarla nasıl birleşmek istediklerini anlattılar.[2] Birkaç ay dahi geçmeden Mayıs 1993'de de birleştiler.[3] "Türkiye kolu" da zamanla kendisini lağvetti. Bir kısmı sonrasında başka tasfiyeci akımlara girdi. Bir zamanlar "önder yoldaşlardan" dediğimiz şefleri, kavgayı bırakıp köşelerine çekildi.

Kuşkusuz Partimizin bu meselelere değinen daha iyi, daha olgun yazıları da vardır. Yine de biz, hem Devrimci Partizan oportünistlerine cevap verdiği, hem de özellikle de ikinci yarısının onların yapmacık birlik çağrısına cevap olduğu için yayınlıyoruz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.10.01.

[1] "Ölümünün 17. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya ve 'iki proğram', 'iki ayrı devrim' safsatası üzerine". İşçi-Köylü Kurtuluşu. Mayıs 1990. Sayı: 90. Sayfalar: 12-17.
[2] "Kuruluş Deklarasyonu" (13-14 Mart 1993). Partizanên Şoreşgêrîn Kurdistan. Sayfalar: 22-25.
Özellikle şu ibret vesikası kısmı iyi okuyun:
"PSK'nın, KAWA Savaş ve Parti inşa Kongeresine [sic] yaklaşımı kısaca şöyledir: KAWA Kongresi, Marksizim-Leninizm'in [sic] Mao ile ulaştığı seviyeyi yeterince yakalamasa da, Enver Hoca'nın Mao'yu reddiyle birlikte Kawa'nın düştüğü hatalı çizgiden kopuş yönünde bir adım atılmaktadır. Uluslararası Komünist hareketin tecrübelerinden öğrenme (Stalin, Komüntern [sic]'in hataları vb.) yönünde yine bazı ileri adımlar sözkonusudur [sic]. İdeolojik açıdan sorunlar, bütünlüklü tarzda görme sözkonusu [sic] olmasa da eskiye kıyasla atılan adıma değer veriyor, ilerletilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Kürdistan'da Halk Savaşı, Silahlı mücadelenin rolü, köylülüğün önemi vb. noktalarda geçmiş AEP'çi çizgiden kopuşu ifade eden adımlar istenilen seviyede olmasa da dikkate alınması gereken ileri adımlardır. Eksiklik hata ve yanılgıları bulandırmadan, aksine mücadele yoluyla daha yüksek birlik yaratma perspektifiyle ele alıp, mücadeleyi dıştalamadan[,] Kawa ile birlik sürecine girmekten yanayız ve buna açığız."
Hulasa, "Kawa ile hemen hemen her önemli konuda birçok düzeyde ayrılıyoruz ama şu KKP (M-L)'sizlik canımıza tak etti, ne olur artık birleşelim!" anlayışıyla sadece Parti yıkıcılığı yapmadılar, savruldukça geriye savruldular. Kawa'nın Marksizmden birçok alanda kopuşunun temeli olan 1992 Kongresi, "Hoca'dan, Stalin ve Komintern hatalarından" kopuşmuş bunlara göre.
[3] "Kamuoyuna açıklama" (Mayıs 1993). KAWA Merkez Komitesi.; PŞK Merkez Komitesi. Newroz Ateşi. Haziran-Temmuz 1993. Yıl: 2. Sayı: 11. Sayfa: 81.

***

ÖLÜMÜNÜN 17. YILDÖNÜMÜNDE

İBRAHİM KAYPAKKAYA

VE

'İKİ PROĞRAM', 'İKİ AYRI DEVRİM' SAFSATASI ÜZERİNE


Türk, Kürt ve azınlık milliyetlerden Türkiye proletaryasının komünist önderi, Enternasyonal proletaryanın sıra neferi, Partimiz TKP-ML'nin kurucusu, önderimiz İBRAHİM KAYPAKKAYA'yı ölümünün 17. yıl dönümünde bir kere daha, ML-MZD'nin bilmine [sic] olan inancımızla saygıyla anıyoruz...

İbrahim KAYPAKKAYA'yı anmak, onun görüşlerini özümsemeden ve Türkiye deverimi [sic] için proletaryanın yol göstericisi olarak almaktan geçer. Biz, burada önder yoldaşımızın bu kez işkencehanelerindeki direnişlerini değil (çünkü halkımız İbrahimi [sic] çok iyi tanımaktadır), Kürt ulusal sorunundaki görüşlerini kısaca özetleyip, günümüz koşullarıyla uyumunu ve bu ML görüşlere yönelik revizyonist görüşlerin kısa bir eleştirinisi [sic] yapacağız.

"İKİ AYRI DEVRİM" "İKİ AYRI PROGRAM" safsatasını, yurtdışında partimizden ayrılan bir grup tasfiyeci dönekler, 'yeni' bir şeymiş gibi gündeme getirmeye çalıştılar. Daha da ötesi, 'Kürt sorununuir [sic, sorununu bir] kılıç darbesiyle çözdüklerini ileri sürdüler. Partimizin yıllardır doğru bir anlayış ve yaklaşım temelinde getirdiği ulusal sorun teorilerini sözde 'eleştiri yağmuru'na tuttular.

"İki ayrı deverim [sic], iki ayrı program"ının yüklendiği anlam, iki ülkenin kendi koşulları gereği deevrim [sic] programları ve ayrı ayrı devrim stratejileridir. Tasfiyeci döneklerde [sic] bu anlamda soruna yaklaşmaktalar zaten. Onlar, Türkiye devrimine bir bütünlük içinde değil, ezilen ulus milliyetçiliği temelinde yaklaşıyorlar. Ezilen ulus, yani Kürt milliyetçilerinin yıllardır getirdikleri görüşleri, onlar "yeni" olarak karşımıza çıkarmaktadır. Kürt milliyetçilerinin programlarıda [sic] aynıdır. "Kürdistan bir sömürgedir, bu nedenle ayrı örgütlenme ve ayrı program" diyorlar. Tasfiyecilerimiz, soruna 'sömürgecilik' açısından yaklaşmasalarda [sic], özü aynıdır. Yani, Kürt ulusalcılarının programlarını benimsemişlerdir. Çünkü seksiyon sorununda da iki ayrı devrim ve iki ayrı program olamaz. Onların seksiyona yaklaşımlarıda [sic] 'Bund'çular gibidir.

Türkiye'de esas olarak iki ulus yaşamaktadır. Ermeni, yahudi [sic], çerkez [sic], azeri [sic], arap [sic] azınlıklarıda [sic] olsada [sic] bu iki ulus gerçeğini ve azınlıklar olgusunun varlığını değiştirmiyor. Türkiye Kürdistanı batıya nazaran daha geri ve feodal ilişki ve yapının daha ağırlıkta olduğu bir gerçektir. Buna karşın proletarya, soruna bir bütün olarak yaklaşmak ve ulusal sorunun çözümünü proletarya önderliğindeki DHD içinde çözüm aramak zorundadır. Komünistler, soruna ulusal sınırlar içinde değil, sınıfsal olarak ele almalıdır. Ulusal çitleri proletarya kendi önüne dikemez. O, ulusal çitlerin ortadan kaldırılması ve bütün ulusların proletarlerin [sic] ve halkların kardeşliği ve sınıfsal çıkarları açısından soruna yaklaşır ve buna uygun örgütlenme ve çözümü önüne koyar.

"İki ayrı program" ve "iki ayrı" devrim, ister istemez kendi fedaralizmini [sic], yani uluslararası enternasyonal bir örgütlenmeyi değil, ulusal temellerdeki örgütlenmeyide [sic] beraberinde getirecektir. Bu anlayış, Kürt ve Türk ulusları dan proleterleri aynı çatı altında örgütlenmesini dıştalayacak ve ulusal kulüplerde ayrı ayrı örgütlenmelerini gündeme getirecektir. Bu tasfiyeci yaklaşım, ulusal sorunun proleter tarzda çözümünü değil, ulusal burjuva tarzda çözümünü önermektedir.

Neden İki Ayrı Program?

Kürdistan'ın feodal, Türkiye kesimini kapitalist olarak değerlendiren revizyonist-doğmatik [sic] mantık, soruna yaklaşımı mekaniktir. Çok uluslu bir ülkede yaşayan ulusların sosal [sic] ve siyasal yapılarının ayrı özelliklere sahip olması, iki ayrı programı gündeme getirir mi? Elbette hayır. Komünistler hiç bir [sic] çok uluslu ülkede soruna bu denli doğmatik ve mekanik yaklaşmamışlardır. Onlar, devrim programını tek olarak ele alıp öyle çözmeye çalışmışlardır. Rusya, Çin örnekleri önümüzde durmaktadır. Rusya'nın ortası kapitalist iken, Kafkasya ve Kafkas ötesi feodalizmin daha yoğun olduğu yerlerdi. Öte yandan, Polonya ve Ukranya [sic] Rusya'dan sanayi ve gelişmişlik bakımından daha ileriydi. Ancak, Lenin ve Stalin, bizim dönek tasfiyecilerimiz gibi, "iki ayrı Program" ve "iki ayrı devrim" gibi bir safsatalığı 'çözüm' olarak ortaya sürmediler. Çünkü bu tür bir çözüm, proletaryanın gücünü böleceği gibi, ister istemez tek merkezli proletarya partisininde [sic] inkarıdır. Proletaryanın Enternasyonal tip örgütlenmesinin reddini de beraberinde getirir ve en sonunda "ulusal-özerkliğe" varması kaçınılmazdır. Bugünkü Kürt milliyetçilerinin soruna yaklaşımlarıda [sic] tam da budur.

Çok uluslu bir ülkede, ulusların yaşadığı sosyal yapılarının farklılığı, onların ayrı örgütlenmesini ve ayrı devrim programlarını önüne koymasını getirmiyor ve getirmez. Ama, ulusal sorunun çözümüne, burjuva ulusalcılığı ya da "burjuva-demokratlığı" temelinde yaklaşılırsa, proletaryanın önüne, kaçınılmaz olarak ulusal sorunun çözümü sınıfsal temelde bir program ile çözülmesi değil, ulusal temelde çözülmesi konacaktır.

Çok uluslu bir ülkede, ulusların yaşadığı sosyal yapılarının farklılığı, onların ayrı örgütlenmesini ve ayrı devrim programlarını önüne koymasını getirmiyor ve getirmez. Ama, ulusal sorunun çözümüne, burjuva ulusalcılığı ya da "burjuva-demokratlığı" temelinde yaklaşılırsa, proletaryanın önüne, kaçınılmaz olarak ulusal sorunun çözümü sınıfsal temelde bir program ile çözülmesi değil, ulusal temelde çözülmesi konacaktır.

Tasfiyecilerimiz, "iki ayrı program" getirmekle, Proletaryanın önderliğinde Demokratik Halk Devrimi'nin ulusal sorunu çözemeyeceğinide [sic] belirlemiş oluyorlar. Böylece, Kürt proletaryasının önüne, birinci görev olarak; "ulusal bağımsızlık" konurken, Türk proletaryasınada [sic] şöyle sesleniyorlar; "sen kendi devriminle uğraş, Kürt'lerden elini çek". Böyle bir revizyonist anlayışın başka anlama gelir yanı yoktur.

Tasfiyeci döneklerimiz, "iki''leri gündeme getirirken, iki ulustan proleterleri ve halkları böldüklerinin farkında olmamış olamazlar. 'İki'ler anlayışına sahip olan bir KP, ister istemez, kendi ulusundan proleterleri kendi devrimi için devreye sokacak ve kendi örgütlülüğü içine alacaktır. Ortaya çıkan sonuç ise, ulusal temelde örgütlenmededir [sic]. Her proleter, kendi ulusundan KP'nin içinde yer alacaktır.

İşte bu nedenle "iki"'ler, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının ortak örgütlenmesi ve ortak hareket etmesi önüne, 'ulusalcı' engeller çıkarıyor. Ayrıca, proletaryanın devrimini yapması ve ulusal sorunun çözümü için pratik bir çözüm değildir. Pratik bir çözüm olmadığı gibi, proletaryanın devrimi gerçekleştirmesi önünde önemli bir engel çıkarılmaktadır. Bu engel nedir? Proletaryanın ortak davası için birleşmesi yerine bölünmesidir. Proletaryanın önderliğinde en demokratik olarak çözülecek olan ulusal sorunu, proletaryadan alıp, ulusal burjuvaziye yüklemedir. Ve proletarya önderliğindeki DHD'nin içeriğini, burjuvazi önderliğindeki burjuva demokratik devrimlere indirgemektir. Tasfiyecilerimizin bunları bilmemesi olanaksızdır. Bilmelerine karşın, ulusal sorunun çözümünü, ezilen ulusal burjuvaziye bırakmayı daha pratik görüyorlar.

Lenin yoldaş, Polonya sorununu tartışırken şunları söylüyor;

"Polonya proletaryası Rusya'nın bütün proleterleri ile birlikte ortak savaşı aynı devletin çerçevesi içinde vermek istemesine karşılık, Polonya toplumunun gerici sınıfları, bunun tersini, ....." (UKKTH, sf.11)

Burada da görüldüğü gibi, ayrı bir program falan sözkonusu [sic] değil, tamamen tek merkezi bir parti içinde ve ortak düşmana karşı ortak mücadeleyi Lenin savunmaktadır. Ayrı program ve ayrı devrim safsatası yoktur. Lenin ve Stalin ulusal sorun üzerine olan tüm eserlerinde bu anlayış vardır. Bizim tasfiyeciler gibi soruna 'pratik'lik açıdan değil, sınıfsal ve enternasyonal proletaryanın çıkarları açısından yaklaşmaktadırlar. Üstelik, Polonya Komünist Partisi vardı. Yani RSDİP ile ortak çalışıyorlardı ve seksiyon tipi idi. Ama, Bundçular gibi bir federal yapıda değillerdi.

Tasfiyeci dönekler, bir taraftan seksiyon'u [sic] savunurken, bir taraftan da, 'iki ayrı program' ve 'iki ayrı devrim'i savunmaktadırlar. Bu birbiriyle çelişen şeylerdir. Her KP'nin önüne ayrı programlar ve aynı devrimler varsa, tek merkezlik ve ortak mücadele sözkonusu [sic] olamaz. Bu Komüntern [sic] değildir. Komüntern [sic] örgütlenmesiyle, çok uluslu bir ülkedeki örgütlenme aynı olamaz. "İki"ler kesinlikle ortak mücadeleyi, tek merkezli yönlendirmeyi dıştalar. Çünkü, her KP'nin önüne ayrı ayrı program ve devrim stratejileri getirmektedir. Öte yandan "ulusal çelişki öne geçti" diyerek, Türk proletaryasının önüne "sosyalist devrim', Kürt proletaryasının önüne ise, 'ulusal demokratik devrim' konmaktadır, onlar her ne kadar Kürt proletaryasının önüne ulusal demokratik deverim'in [sic] konduğunu söylesede [sic], özünde sadece ulusal sorunu, yani, ulusal sorunu sınıfsal sorundan ayırarak, Kürt milliyetçilerinin önermelerini getiriyorlar.

Çok uluslu bir ülkede, bir başka söylemle: ezilen ve ezen ulusun olduğu bir yerde, ulusal sorunun önem kazanmaması olası değildir. Bu sorun çözülmedikçe her zaman baş sorunlardan biri olarak varolacaktır [sic]. Bu, Rusya'da da böyle olmuştur, bir başka ülkedede [sic].... Bizim ülke için yeni bir sorun değildir. Mutlaka diğer ülkelerden farklılıklar vardır. Ancak, proletaryanın önüne esas çözüm olarak ayrı programlar ve ayrı devrim stratejileri olarak çıkmaz. Bu, her bölgenin, her yerel yapılanmanın ayrı ayrı özellikleri olduğunu dıştalamaz. Elbette Türkiye Kürdistan'ı [sic] ile Batı bölgelerindeki farklılıklar her yönüyle açıktır. Bu, partinin önüne, değişik alanlarda çalışan parti örgütlerinin önüne, yerel özellikleri ve beraberinde bu koşullara uygun kendi özgü çözüm yöntemlerinide [sic] getirecektir. Bu, ayrı program ve ayrı devrim olgusunu getirmez. Partinin her yönüyle esnek ve koşullara uygun çözüm yöntemlerini uygulamasını getirir. Her alanın genele bağlı olan ve olamayan sorunları vardır. Kürt ulusal sorunu genel bir sorundur. Yani, çeşitli milliyetlerden proleterlerin sorunudur. Ama bunun dışında genele bağlı olmayan kendine özgü bazı yerel sorunlarda [sic] vardırki [sic], bunu o alanda çalışan parti örgütü ele almak ve doğru bir çözüm yöntemi ile çözmek zorunda kalır. Kürt sorunun çözümü, ülkenin demokratikleşmesiyle direk [sic] ilintilidir. ülke [sic] demokratikleşmedikçe bu sorunun çözümü olanaksızdır. Ülkenin demokratikleşmesi de ancak, proletarya önderliğinde DHD ile olasıdır. Egemenlerden ülkenin demokratikleştirilmesi beklenmiyorsa (tasfiyecilerimizinde [sic] genel yaklaşımına bakarak, onlar adına söylersek beklediklerini sanmıyoruz), o zaman 'iki'ler saçmalığı nereden çıkıyor? Türkiye'de yaşayan bütün uluslardan prolterlerin ve emekçilerin sorunları ortaktır. Düşmanları ortaktır. Kurtuluşlarıda [sic] ortak olmak zorundadır. Bunun yolu da ortak örgütlenme ve ortak mücadeleden geçer. Tasfiyecilerimiz, 'iki'leri gündeme getirmekle, "önce ulusal sorun["] demiş oluyorlar. Çünkü proletaryaya başka seçenek bırakmıyorlar. Böylece, "önce ulusal sorun", "sonrada [sic] sınıfsal...". Bunun bir tek anlamı vardır: Ulusal sorun, sınıfsal sorunun önüne geçirilmiştir. Bir zamanlar Ukranyalı [sic] milliyetçi sosyalistlerin yaptığını, şimdi 1990 yılında bizim tasfiyeciler yapıyor. Lenin söyle diyor: "Bay Yurkeviç, iki ulusun proletaryasının birliğini, kaynaşmasını ve özümlenmesini, ukranya [sic] ulusal görevlerinin bir anlık başarısına feda ederken, gerçek bir burjuva gibi, hatta ileriyi görmeyen, dar görüşlü bir burjuva gibi davranmaktadır. ilkin [sic] ulusal görevler, ondan sonra proletaryanın görevleri, diyorlar burjuva milliyetçileri, ve onların ardından Yurkeviçler, Dontsovlar ve öteki yalancı marksistler bunu yeniliyorlar" (UKKTH, sf.31-32)

Tasfiyecilerimiz, "bizim söylediklerimizi çarpıtıyorlar" diye ayağa kalkabilirler. Bir çarpıklık varsa, çarpıtan biz değiliz, çarpık şeyler söyleyen, proletaryanın ulusal sorun konusundaki anlayışlarını çarpıtarak, ünlü burjuva milliyetçi sloganı olan "iki"'leri getiren sizlersiniz. Siz ulusal sorun öncelikli diyorsunuz, 'iki'lerle. Oysa, "Biz, herşeyden [sic] önce proletaryanın görevleri diyoruz, çünkü bu görevler, yalnızca emeğin ve insanlığın sürekli ve hayati çıkarlarını karşılamakla kalmıyor, ama aynı zamanda, bunlar, demokrasinin çıkarlarına da uygun düşmektedir: ve [sic] demokrasi olmadan ukranya [sic] ne özerk olabilir, ne de bağımsız" (age. Sf.32)

Lenin, proletaryanın önüne yalnızca ve yalnızca proletaryanın sınıfsal çıkarlarını önüne koyuyor. Lenin, Ukranya [sic] Rusya ve Kafkas ötesi ülkelerden ileri olduğu halde, Ukranya [sic] için ayrı bir program ve ayrı devrim stratejisi getirmiyor. Ama, bizim tasfiyecilere göre Lenin yanlış yapmıştır. Tasfiyeciler orada olsaydı kağıt üzerinde ne güzel ayrı ayrı program çizerlerdi. Ukranya'lı [sic] revizyonistler, Ukranya'da [sic] ulusal bilinç yönünde daha fazla hareketlenme ve bilinçlenme olduğu için bu tür milliyetçilikleri öne çıkarıyorlardı. Bizim tasfiyecilerimizde [sic] PKK'nın [sic] silahlı mücadelesi ile öne çıkan Kürt sorunu nedeniyle böyle bir yaklaşıma sapıyorlar. İbrahim Kaypakkaya yoldaşı şöyle eleştiriyorlar: "özgül durumu görmeyip, tüm uluslara aynı görevi içeren bir plan sunmak hatalıydı" (Komün, sy.1, sf.25) Burada her şey açık. Kürt proletaryası ile Türk proletaryasının önüne ayrı ayrı görevler konmaktadır. Kürt proletaryası ulusal sorun ile ilgilenecektir. Proletaryanın sınıfsal çıkarları temelindeki ortak devrim programı "özgül'den dolayı unutuluyor ve milliyetçi bir konuma düşülüyor. Çin'de de bir sürü ulusal topluluklar vardı. ÇKP ve MAO onların önüne ayrı program koymadılar, koymalarıda [sic] yanlış olurdu, proletaryanın devrimi çıkmaza sokardı. Fakat, bizim tasfiyecilerimizi dürtükleyen bir şeyler var. Bu da, revizyonist ideolojinin kurbanı olmasından kaynaklanıyor. Bir kere parti programından saptın mi [sic], nereye gideceğin belli olmaz. Bu karşı devrime kadar götürür insanı. Çünkü, revizyonizmin ve oportünizmin kalıcı bir durağı, berrak bir çizgisi yoktur. Rüzgar ne taraftan güçlü eserse, o tarafa savrulup giderler. Bugün Kürt milliyetçisi akımdan yana sallanıyorlar. Yarın Kürt hareketi ezilirse, Türk milliyetçiliğine sapmayacaklarını kimse söyleyemez.

Tasfiyecilerimizin incileri, öylesine milliyetçilik kokuyor ki, Kürt milliyetçileri bile geride bırakılmaktadır. Aynı derginin 29. sayfasında şunlar yumurtlanmaktadır:

"Bağımlı ulusun somut gerçeğinde, toprak devrimini esas almak hedef şaşırtmaktır. Devrimci proletarya, ilhaka karşı mücadele (aç.İKK [sic]) görevlerini, asgari programın asıl unsuru olarak ele almalıdır. Sosyal kurtuluş, ulusal kurtuluş mücadelesine bağlı (aç.İKK [sic]) olarak, elbette proletaryanın asgari gündeminin sorunları olacaktır."

Ulusal sorunu ekonomik ve siyasal temellerinden koparıp, demokratik devrim ile ulusal sorunu karşı karşıya koyan idealist ve küçük burjuva milliyetçi bir yaklaşım, Demokratik devrimin içeriğini boşaltan, emperyalizm olgusunu bir bütün olarak Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'ndan dıştalayan, ulusal sorunun çözümünü proletaryanın deverim [sic] davasının dışında gören burjuva milliyetçisi bir yaklaşım.... Bu özünde, Türk egemen sınıflarının emperyalizmin uşağı olduğunun da reddidir. Çünkü, mulusal [sic] sorun tek yönlü olarak ele alınmakta, bir bütün olarak emperyalizmin varlığı ile iktisadi ve sosyal temellerininde [sic] varolduğu [sic] görülmemektedir. Ayrıca, Türkiye kesiminin özgür olmadıkça, demokratikleşmedikçe, Kürdistan'ında demokratikleşemeyiceğinin [sic], ulusal sorunun çözümlenemiyeceğini [sic] görmezden gelmektir. Kürdistan proletaryası, Türk proletaryası ile ortak hareket etmedikçe Kürt sorunu çözülemez. Bugün PKK'nın en büyük hatası budur. O, milliyetçi bir yaklaşımla yola koyulmuştur. Ama, Türk Proletaryasının ve emekçilerin desteği olmadıkça, hiçbirzaman [sic] amacına ulaşamayacaktır. Ulusal sorun köylü sorunudur. Köylü sorunu var oldukça bu sorunda [sic] varlığını büyük sancılarla sürdürecektir. Köylü sorununun temelinde de toprak sorunu yatmaktadır. Nitekim Türkiye gerçeği böyledir. Türkiye'de toprak sorunu çözülmeden ülkenin özgürleşmesi olamayacaktır. Demokratik devrim ile bütünleşen ulusal sorun, ancak bu perspektif ile çözülebilir. Kürt ve Türk proletaryasının ortak hedefi bunlardır. Emperyalizmi, feodalizmi, komprador kapitalizmi yıkmadan, özgürlük hayaldir. Ulusal sorunda [sic] bu çerçevede çözülecektir.

Kürdistan'da Kürt ulusal hareketinin mücadelesinin sürmesi, hatta geniş destek görmesi, proletarya açısından sorunun özünü değiştirmemektedir. Rusya'da, Şubat Devrim'i [sic] ile birlikte bir çok [sic] uluslarda yerden mantar biter gibi ulusal devletler doğdu. Bunların bir kısmı ekim [sic] Devrimi ile yıkılırken, birkısmı [sic] uzun süre varlığını sürdürdü. Ama, ayrı devletlerin kurulmasına karşın, Bolşevikler, ayrı program ve ayrı stratejileri gündeme getirmedi. Üstelik tam o sırada Rusya'daki ulusal sorun, bugün Türkiye'de olduğundan daha da yakıcıydı ve çok çeşitlilik arzediyordu [sic]. Tasfiyecilerimiz, bugün PKK'nın durumuna bakarak, Kürt proletaryasının önüne apayrı bir program koyarak, Kürt halkını yanına çekebileceklerini sanıyorlar. Dert buradan kaynaklanıyor. Ezilen ulus yığınlarının ulusal baskıya karşı ayağa kalkmaları, proletaryanın asgari programını değiştirmez, tam tersi yığınların ayağa kalkışını olumlayarak, silahlı mücadele temelindeki programı en yakıcı şekilde pratiğe geçirmek ve tek merkezli ortak mücadele anlayışını daha da pekiştirmek olmalıdır.

Tasfiyecilerimizin yanar dönerlilikleri normal karşılanmalıdır. "Teorisyen" A. Derviş gibileri, dün PKK'ya "faşist" derken, bugün tam da onun çizgisine gelmesi hiçte [sic] yadırganacak bir olgu değildir. Saman alevi gibi yanıp sönen akımların, sık sık yön değiştirmesi tarihsel oportünizm kaynaklıdır.

İbrahim yoldaş, sınıf savaşımında belli bir devleti (Türkiye) temel olarak ele almış ve bu ülkede yaşayan bütün uluslardan proletarlerin [sic] biliğini [sic] savunmuş ve ortak bir hedef koymuştur. Ayrı ayrı programların koyulmasını hiçbir zaman gündeme getirmemiştir. Tasfiyecilerimizin yanılgılarından en önemlisi buradadır. Belirli bir devleti hedef alıp, çeşitli uluslardan proleterlerin önüne ayrı ayrı program koymak, devrimi baltalamaktan başka bir şey değildir. Hem ayrı ayrı program koyacaksın, ve hem de proleterlerin birliğini savunduğunu iddia edeceksin. Olmaz böyle bir saçmalık. Bu, BUND'cu bir programdır. Lenin yoldaş bu konuda şunları söylüyor:

"Rusya'da, ulusal, özerk ve bağımsız bir devlet kurma, şimdiye değin, bir tek ulusun, Büyük-Rus ulusunun ayrıcalığı olarak kalmıştır. Biz Büyük-Rus proleterleri, hiçbir ayrıcalığı savunmayız ve bu ayrıcalığı da savunmuyoruz. Savaşımızda belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz; belirli devlet içindeki bütün ülkelerden işçileri birleştiriyoruz. (aç.İKK [sic]); biz hiçbir ulusal gelişme yolunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollardan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz." (UKKTH, sf.78)

Tasfiyecilerimiz ise. Partimizi "doğmatiklikle" suçlarken, nedense hep "somut koşullar ile revizyonist teorilerini ispatlamaya çalışıyorlar. Bütün revizyonistlerin yaptığıda [sic] bu değil mi? Dogmatizmin, tasfiyecilerimizin paçasına kadar akmaktadır. Ne varki [sic], onlar bunu görmek istemiyorlar. "Yeni tez"lerle karşımıza çıkıyorlar. Ne de 'yeni tezler' değilmi [sic]?

İbrahim yoldaş, Kürt ulusal sorununa en doğru yaklaşımları getirmiş ve TKP/ML'in [sic] teorik görüşlerini oluşturmuştur. Onun şu sözleri, ulusal sorunu nasıl kavradığının en özlü tanımlamalarının kısa bir özetidir:

"Demokratik halk diktatörlüğü sisteminde; bütün milletlerin ve dillerin tam eşitliği garanti edilecektir. Hiç bir zorunlu dil tanınmayacaktır. Halk devletinin anayasası, her hangi bir milletin imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına her hangi [sic] bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendine yönetim gereklidir. Bu özerk ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları, ekonomik ve sosyal yurtlar, nüfusun milli bileşimi vb.... temeli üzerinde bizzat mahalli nüfus tarafından tayin edilecektir." (İ.Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf.259)

İbrahim yoldaş ve partimize getirilen, aslı olmayan eleştiriler, özünde burjuva milliyetçiliğini gizlemenin devekuşluğundan [sic] başka bir şey değildir. Fazla söze gerek yoktur. Tasfiyecilerimize önerimiz yol yakınken, bu tür safsataları ortalığa salmaktan vazgeçin. Bu halinizle proletaryaya zararlarınız var, belki o zaman, zararlarınızı azaltmış olursunuz.

BİRLİĞE DARBE VURANLARIN 'BİRLİK' ÇAĞRISI ÜZERİNE

Geçen yıl partimizin yurt dışı örgütü içinden ayrılan, "Tasfiyeci Mülteci Revizyonizmi", partimizden ayrıldıktan sonra, "Devrimci Partizan" adını alarak, tasfiyeciliğin son temsilcileri olarak siyaset sahnesine çıktılar.

Tasfiyeci ihanet odağı, görüşlerini tipik küçük burjuva kariyeristi olan "A. Derviş"in kaleminden görüşlerini ortaya koydular. Böylece Türkiye devrimini bir çırpıda çözdüklerini sandılar (?). Aslında onlar da çözemediklerinin farkındalar. Çünkü, küçük burjuvazinin, proletaryanın keskin sınıf mücadelesi karşısındaki tavizsiz tavrı ve silahlı mücadeleyi sürdürmedeki kararında kararlı oluşu sonucu, bu çizgiyi içine sindiremeyen çürümüş ve kokuşmuş unsurların, proletarya adına yola "çıkmaları" mümkün değildir. Onlar, siyasetlerini ve de partimizden ayrılmaları sığınmacılıktan vazgeçmeme üzerine oturttular. Daha önceki "Bolşevik" hizibi [sic], her ne kadar revizyonist bir çizgi ile ortaya çıkmalarına karşın, yurtdışında ellerinde tuttukları birsürü [sic] parti üyesini pasifize edip, tüm bir sığınmacı mantığıyla mücadeleye sırt çevirdiler. Dünün "aslanları", bugün, devrimci mücadeleye; "bir zamanlar bizde [sic] karışmıştık o işlere...." diyerek, "gençlik maceralarını" anlatır durumdalar. Yeni tasfiyecilerin de, aynı yolu seçmemeleri için hiçbir neden yoktur.

Bizim yeni tasfiyecilerimiz, istedikleri yolu seçmekte serbestler. Bu, onların bileceği bir iştir. Anckak [sic], bizimde [sic] bir çift sözümüz olacaktır, bunlara. İsdetikleri [sic] bataklığa batmakta, özgürler. Bu, bataklığa batmadan önce uyarmıştık. "gitmeyin, parti içinde devrimci mücadeleyi sürdürün" diye. Ama, onlar, kendilerini "çok değerli, bulunmaz önderler" gördükleri için, "Türkiye'ye gelerek harcanmak" istemediler. Haklılar da (?). Çünkü, "Lenin'de devrimi yurtdışından yönetmiş". Bunlar niye yönetmesin ki! Mantık bu olunca, insanın bataklığa düşmemesi için hiçbir neden kalmamış oluyor. Ve böylece, bataklığın yolu kaçınılmaz bir son oluyor.

Ne varki [sic], tasfiyecilerimiz, bugün keskin "birlikçi" olarak karşımıza çıkıyorlar. Ve çağrı üzerine çağrı yayınlıyorlar. Çağrı yayınlamaları, birlikten yana olmaları güzel bir şey. Güzel olmayan, bu birliğin samimi olmadığıdır. Yani, bir gün önce partiden ayrıl. Ve gerekçe; "birlikte yaşama koşulu kalmadı" olsun, ikinci gün; "birlikte yaşama koşulu var" diye ortaya çık. Sormazlar mı insana: "bu ne perhiz, bu ne turşu" diye. Nitekim, biz soruyoruz: Parti ile birlikte yaşamakan [sic] yanaydısanız [sic], neden partiden ayrılıp, partiyi yıpratmaya çalıştınız? Bunun cevabı, aslında onların ortaya koydukları siyasetin içindedir. Parti birliğine darbe vuranlar, iki gün sonra "birlikçi" kesiliyor. Devrimcilikten bir nebze nasibini alanların [sic] bile güldürecek bir tavır. Ama, aynı zamanda "devrimci siyaset bezirganlarına" karşı, kitlelerin nefretini kazandıran iğrenç bir tutumdur. İğrenç olan şey, 'birlik'te samimi olmamalarıdır. İğrenç olan şey; partinin birliğine darbe vurup, partiye önemli zararlar verip ve hiçbirşey [sic] yapmamışlar gibi, suçlarını gizleme tavrıdır. İğrenç olan şey; mevlana [sic] tekkesi kurduktan sonra, tekkelerini meşrulaştırma girişimleridir.

Okuyucularımızın bazıları, bunların neden partiden ayrıldıklarını bilmeyebilirler. Bu nedenle birlik çağrılarında samimi olup olmadıklarına karar veremeyebilirler. Kısaca da olsa, bunların ayrılık nedenlerini ortaya koyalım:

Bunlar, parti çizgisini yanlış buldukları için ayrıldıklarını söylemelerinin yanında, "bizi tasfiye ettiler" diyerek ortaya çıktılar. Hatta çoğunluğu, "bizleri Türkiye'ye göndermek istemeleri tasfiyeciliktir" diye, partiyi 'suçladılar'. Ayrı bir çizgi savundukları doğrudur. Bu çizgileri, revizyonist bir çizgidir. Ama bunları "parti içinden tasfiye etmek" istediğimiz yalandır. Partimiz bunlara, 3. Konferans sonrası şunu söylemiştir: "Parti disiplinini tanıdığınız sürece, partinin verdiği görevleri yaptığınız sürece, parti içinde kalırsınız. Bu, partimizin tüzük kuralları ve parti içinde iki çizgi mücadelesinin bir gereğidir[.]" Ama, onlar, partimizin verdiği görevleri reddettiler. Parti onlara Türkiye'de görev verince, bunu "tasfiyecilik" olarak değerlendirdiler. Demek ki, Türkiye'de mücadele etmek tasfiyecilikmiş (?)[.] Bunu ancak, devrim diye bir derdi olmayan mücadele kaçkınları söyleyebilir. Ne varki [sic], bunu söyleyenlerin başında "teorisyen", "büyük önder", "A. Derviş" geliyor. Bir taraftan partinin üyesi olarak kalmak isteyeceksin, öbür taraftan, partinin verdiği görevleri kabul etmeyeceksin? Bunun Leninist bir parti işleyişi ile ilişkisi yoktur. Bu ancak burjuva partilerde olabilir. Onlar bile, buna izin vermiyor. Ama, bunu yapan, "büyük önder", "A. Derviş"tir. Ve bu kişi, bugün "proletarya" adına soyunup ortaya çıkıyor. Aynı "Derviş", kendi tekkesindeki insanları acaba nasıl Türkiye'ye gönderebilecek?

Partinin verdiği görevleri yapmayanları, parti, saflarında tutamaz, tutmaz. Partinin verdiği görevleri kabul etmeyen parti üyeleri, partiden atılır. "Derviş" ve diğer tekkecilerin sonuda [sic] bu olmuştur. Türkiye'de görev kabul etmedikleri için, partiden atılmışlar, birer parti sempatizanı olarak kalmaları istenmiştir. Ama, bunu küçük burjuva "gururlarına" yediremedikleri için proletarya partisine karşı bir ihanet odağı hizip olarak çıkmayı, daha "gurur verici" buldular.

Ayrılıkları tutarlı olmadıkları gibi, birlik çağrılarında da tutarlı değiller. Partimizi "ML bir güç" olarak "gördüklerini" söylüyorlar. Madem Partimizi "ML" olarak değerlendiriyorsunuz, o zaman ne diye ayrıldınız? ML'ler birbirinden ayrılmaz, aksine birleşerek saflarını daha da sıklaştırmaya çalışırlar. Ama sizler tersini yapıyorsunuz? ortaya [sic] çıkan sonuç ise, sizlerin ayrılığınız bile tutarlı değildir. ML gördüğünüz bir örgütü ayrılmakla ve ayrı bir tekke kurmakla yıprattınız. Samimi olmadığınız, tutarsızlığınız burada ortaya çıkıyor. Madem ML görüyorsunuz, ne diye çağrı yapıyorsunuz? Yapmanız gereken, hatalarınızı kabul edip, özeleştiri yapmanızdır. Bunu sadece partimize karşı değil, halk ve devrimcilere karşı yapmalısınız.

Biz, sizi ML görmüyoruz. Parti tasfiyecisi bir grup olarak değerlendiriyoruz. Bu nedenlede [sic] örgütsel birlik sözkonusu [sic] olamaz. Partiyi bölmeye ve yıpratmaya çalışan, revizyonist görüşleri savunan bir grup ML olamaz. Kendine karşı dürüst davranmayan bir insan, başkalarına karşı dürüst olamaz. Öncelikle kendinize karşı dürüst olun. Halka ve devrime karşı dürüst olmanızı beklemiyoruz. Bunu isterdik, ama oluşumunuz, bu grubu oluşturan "önderlere" baktığımızda, bunun olamayacağı kanısındayız.

Tekkenizin ömrünü uzattığız sürece, devrime hiçbir yararınız olmayacaktır. Yararınız ancak, legal marksist tasfiyecilere olabilir, onlara kadro yetiştirirsiniz. Çünkü geçmiş benzerlerinizin şimdiki yerlerine bakarsanız bunu iyi anlarsınız. Aydınlıkçılara yeni kadrolar yetiştirmek istemiyorsanız, samimi özeleştiri yapıp, grubunuzu dağıtın.

Keskin "birlikçi" gözükerek, masumane pozlara bürünmekten vazgeçin. Böyle bir derdinizin olmadığını çok iyi biliyorsunuz. Böyle bir derdiniz olsaydı Partiden ayrılmazdınız. "Birlikçi" gözükerek, kitlelerden gerçek yüzünüzü gizleyemezsiniz. Çünkü yurtdışı hiziplerinin "keskin" laflarından kitleler bıktı. Kokuları insanları tiksindirmeye başladı. Yanlarına birkaç kişi alan ve bir dergi çıkaranlar, "proletarya" adına ortaya çıktıklarını söyleyerek, çok geçmeden Türkiye'deki legal tasfiyecilerin birer "teorisyeni" olup çıkıyorlar. Sizlerinde [sic] diğerleri gibi olmanız için çok neden var. Ne yazık ki, şu anda o süreci yaşıyorsunuz.

Bu hizibin önderleri, 3. Konferans öncesi partimizin yönetimindeydiler. 3. Konfkeransta çizgileri mahkum edildi. 12 Eylül sürecinde partinin aldığı yenilgiden birinci derecede sorumludurlar. Ama, bunun hesabını vermeden, "birlik" çağrıları ile kendilerini aklayabileceklerini sanıyorlar. Önce, Partimize ve halka bunun hesabını vermelisiniz. DABK mayrılığında [sic] birinci derecede sorumlusunuz. Önce, partiye verdiğiniz bu kaybın hesabını vermelisiniz. Geçmişiniz pürü pak değil bayler [sic]. Oldukça lekelisiniz. Kitlelerin karşısına, 'hiçbirşeyiniz [sic] olmamış' gibi çıkamazsınız. Önckelikle [sic] bunların hesabını vermelisiniz.

Ayrılık nedenlerinizin gerçek nedenlerini kitlelere açıklamalısınız. "Bizi tasfiye yettiler" gibi, uydurma ve suçlarınızı örtmek için ortaya sürdüğünüz gerekçelere kimse inanmadı ve inandırıcı değildir. Bugün kalkıp, sağda solda; "beni doğuya değilde [sic], batıya gönderselerdi Türkiye'ye gelirdim" diyen, "büyük önder" "Derviş" gibi, yalanlarla kimseyi kandıramazsınız. Bu tür yalanlar sizleride [sic] kurtarmaya yetmeyecektir. Bunu iyi bilmelisiniz. "Derviş"in neden Türkiye'de görev kabul etmediğinin belgesi elimizdedir. Gerekirse o belgeyi dergimizde yayınlarız. Bu, nedenle yalanlara baş vurmadan, samimi olun.

Gelelim birlik sorununa: Biz proletaryanın birliğinden yanayız. Bugün, proletaryanın tek temsilcisi partimiz TKP/ML[']dir. Bu, proletaryanın en yüksek birliğidir. Bu, ideolojik, örgütsel ve siyasal birlik demektir. Biz, parti içinde iki çizgi mücadelesinin varlığını kabul eder ve buna göre hareket ederiz. Bizde [sic] birlik istiyoruz. Bu nedenle proletaryayı ve tüm emekçileri parti etrafında örgütlemeye ve mücadeleye çağırıyor ve çalışıyoruz. Diğer birlik ise, proletarya partisi ile, bu düzene karşı olan halk kesiminde çeşitli siyasetler ile sağlanan ya da sağlanmak istenen eylem birlikleri ya da çeşitli ittifaklardır. Partimiz birincisine önem verdiği gibi, ikincisine de önem vermektedir. Sizin sözünü ettiğiniz birlik ise, partimiz ile örgütsel birliktir. Partimiz, sizin önerdiğiniz iki örgütün birleşmesi şeklinde çağrınıza olumsuz cevap veriyor. Çünkü, siz, bu konuda samimi değilsiniz. Dün ayrıldığınız, bugün birleşmeye çalışıyorsunuz. O zaman ne diye ayrıldınız? Bunun nedenlerini yukarıda açıkladık. Partimiz, kendi safına gelmek isteyen tüm devrimcilere açıktır. Ancak, bu, partimizin tüzük ve programını kabul eden herkes parti içinde yer alabilir. Bu sizler içinde [sic] geçerlidir. Bir şartla: partiye verdiğiniz zararların hesabını vererek. Samimice özeleştiri vererek partimiz saflarına gelebilirsiniz. Tek tek özeleştiri verin gelin. Parti özeleştirinizi değerlendirir ve karar verir. "TKP/ML'in [sic] güçlerini birleştirme" gibi, hayallerden vazgeçin. Tek bir TKP/ML vardır. O da, partimiz TKP/ML'dir. Öncelikle partiye karşı oluşturduğunuz tasfiyeci tekkenizi dağıtın. En samimi tavrınız bu olur. Çürümüş, dökülmüş, mücadele kaçkınları ve parti düşmanlığı güden insanlarla bir yere varamazsınız. Sizlerin protipi [sic] olan "Bolşevik Partizan"dan ders almalısınız. Saflarınızdaki, bazı samimi ve dürüst unsurlarıda [sic] çarçur etmeyin. Hatalarınızı kabul edip, özeleştiri vermekle küçük düşmezsiniz. Küçüak [sic] burjuvazi, özeleştiriyi, kendi sınıfı açısından "gurur kırıcı" bulur. Proletarya ise, hatalarına karşı samimi ve açıktır. Hatalarını kitlelere açmaktan, özeleştiri vermekten çekinmez. Çünkü, hatalarını kitlelerden gizleyenler, kitleleri örgütleyemez ve devrimci mücadeleye seferber edemez.

Bizim size çağırımız; madem birlik istiyorsunuz, bu bataklıktan kurtulmak istemenizin ilk işareti olabilir. Bunu daha da ileri götürerek, kurduğunuz mevlana [sic] tekkesini biran [sic] önce dağıtın ve tek tek özeleştiri vererek parti saflarına katılın, tekkenizi daha fazla uzattığınız zaman, çürümüş ve kokuşmuş mücadele mkaçkınlarına [sic] bir sığınak olmaktan öteye gidemezsiniz. Çürümüşlere sığınak olmaktan vazgeçin.

"Devrimci Partizan" safında yer alan dürüst insanlara sesleniyoruz; Proletarya partisine düşmanlık olarak ortaya çıkan, mücadele kaçkınlaklarını [sic] gizlemek ve proletaryanın devrimci eleştirisinden kurtulmak için kendilerine sığınak sandıkları tekke kuran, "önderleri" kaderleri ile baş başa bırakın. Partimize, devrime ve halka daha fazla zarar vermelerine ortak olmayın. Ve BİRLİĞE BALTA VURANLARIN "BİRLİK"te SAMİMİ OLMADIKLARINI GÖRÜN.

23 Eylül 2022 Cuma

ANI | Kamer Unutkan - 20 Temmuz 1992'de katledilen Emre Bilgin'in anısına saygıyla... (19 Temmuz 2021)

SUNUŞ


Emre Bilgin yoldaş, Metris zindanında.

Halk için seve seve şehit düşen yoldaşlarımız, aynı zamanda insan yönü tam birer insandılar. Bu sıcak anıyı, yazım hataları vb. konularda ufak düzeltme ve değişikliklerle burada yayınlıyoruz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.09.24.


***

20 Temmuz 1992'de katledilen Emre Bilgin'in anısına saygıyla...


12 Eylül faşizminin olabildiğince terör estirdiği ve korku histerisi yarattığı bir süreçte yaşamımın en güzel ve mutlu anlarını yaşadığım Metris'te devrimcileri tanıdım. O koşullarda devrimci dayanışmayı ve olması gereken insani özelliklerin çoğunu orda yaşadım. Şimdi esamesini bulamadığımız bu yaşanmışlıklara karşı, kavgada yitirdiğimiz dostların anılarına saygı gereği yaşanmış güzellikleri ve onurlu duruşları da anlatmak, vicdanını ve değerlerini yitirmemiş insanlara düşmektedir. Ben de Endercan Yıldız ve Emre Bilgin ile yaşadığım bir sürü güzel anılardan kısa bir anımızı paylaşmak istedim. Yitirdiklerimizin anısına saygı ile...

Koğuşun yatakhane kısmından yemek yediğimiz, sohbet ettiğimiz ve kısa voltalar atabildiğimiz gazino bölümü dediğimiz kısma geçtiğim an, "Yirmi üç! Biraz daha gür bir sesle yirmi üç!" bağırtısına Endercan Yıldız kiwram bana dönerek "kewra bu bizim Allahsız Emre'nin sesidir bak hele ne diyor" demesiyle ve yatakhaneye dönmemle MLSPB davasından Kenan Büyük'ü, pencere önündeki ranzanın üst katında yazışarak mesajlaşırken gördüm. Aniden bana dönerek "Sarı[1] seni istiyor" dedi. Hızla pencerenin önündeki yattığım yatağa çıkarak, "Hayırdır?!" dememle parmakla yazmaya başladı.[2] İkinci kelimenin ortasında yazılanı karıştırınca Emre'ye "Karıştırdım, yeniden yaz" dememle "Yuh!" dercesine elini bana doğru sallayıp, yeniden yazmaya başladı. Peş peşe iki sefer daha karıştırdım dememle, "git Endercan kiwramı çağır" demesiyle, kendisine bağırarak "dinine yandığımın daha acemisiyim, sen de acayip hızlı yazıyorsun, bir de kızıyorsun" diyerek gazino bölümünün kapısından "Kewra, Sarı seni çağırıyor" dememle heyecanla seyrettiği ve oynamak için sıra beklediği satranç oyununu bırakarak, hızla gelip yazışmaya başladı. Bu yazışma şeklini daha yeni öğrenmeye çalıştığımdan, ranzanın ikinci katına çıkarak yazışmanın sonucunu beklemeye başladım. Yaklaşık 5 dakikaya yakın bir yazışmanın sonucunda Endercan, hışımla yataktan aşağı atlayarak "Allahsız oğlu Allahsız, halen akıllanmamış." dedi. "Ne oldu? Ne var?" dememle bana doğru dönen Endercan'ın, hiddetli ve nevri dönmüş yüzünü görünce, çok kötü şeylerin olduğunu hissettim. "Şenel efendi parti organına yazdığı raporu gönderirken, notu yakalatmış. Operasyonda yakalanan arkadaşların şube tavırları, düşmana verdikleri ve vermedikleri ile ilgili hatta örgütsel durumları ifade eden geniş bir şekilde yazdığı raporu arkadaşlara gönderirken yakalatmış." "Haber kesin mi? Kimden öğrenmiş?" dememle hiddetle "Dinine yandığımın kimden öğrenecek o Allahsız Şenel, Sarı'nın arka koğuşunda ya, morsla o haber vermiş."[3] demesi ile ürperdim ve korku ile ne yaptığımın farkında olmadan gazino bölümüne geçtim. Dursun Yeşilbaş'ın "Ne oldu, bir şey mi var?" sorusuna, "Bir şey yok" deyip, gerisin geri şuursuzca yatakhaneye dönerken kapıda Endercan ile karşılaştım. Bana kısık sesle "Kewra, bu olay aramızda kalsın. Böyle bir manyaklığımızı bunlar duymasın! Bizi maskara ederler." dedi. Zaten öyle bir dünyam yıkılmıştı ki kimseyle konuşacak halim yoktu. Birlikte gazino bölümüne geçerek 4 adımlık volta atmaya başladık. İkimizin de konuşacak mecali yoktu. Yarın çıkacağımız ilk mahkemeye odaklandım. İlk mahkemede tahliye olma olasılığım herkesçe çok yüksek demeleri ile ben karamsar bir şekilde "Şenel benimle ilgili ne biliyor? Ne yazmış olabilir? Gerçi benim gönül bağının dışında, örgütsel bir ilişkim yok, ne yazabilir ki?" soruları içerisinde dolanıp durdum. Uzun süre volta atmanın sonucunda yorulduğumdan Endercan'a dönerek "geç oldu, ben yatacağım" dedim, kafasını tamam anlamında sallamasıyla omzuna dokunarak, yatağıma gittim. Volta atarken kafamda dolaşan soru işaretleri beynimi zonklatarak dolanıp duruyordu. Bir türlü uykum gelmiyordu. İki veya üç saatlik bir uyku sonucunda kahvaltı için uyandığımda, tabiri caiz ise gözlerinden uyku akan, yorgun ve gergin yüzünü gördüğüm Endercan'ı görünce üzüldüm. Kafamı iki eliyle, sevecen bir şekilde tutarak kulağıma "Kiwram, dik dur, bunları da aşacağız!" diyerek elini omuzuma atıp koruyucu bir abi ve yoldaş edası ile kahvaltıya geçtik. Kahvaltının hemen bitiminde koğuş mazgalını açan asker "Kamer Unutkan, Endercan Yıldız, mahkeme, hazırlanın" demesiyle yine küçük voltamıza başladık. Endercan, akşamdan beri yaşadığımız endişe ve kaygının verdiği stresle, bana fısıldayarak "Kewra, arkadaşlar seninle konuştu, değil mi?" dedi. "Hangi konuda?" dememle, "Mahkemede alacağımız tutumla ilgili, kimlik bildiriminden önce mahkeme heyetine şube ve cezaevindeki işkencelerle ve Hasan Ataç'ın infaz edilip kimsesizler mezarlığına gömülmesi ile ilgili suç duyurusunu tutanaklara geçireceklerine dair söz verirlerse kimlik bildiriminde bulunacağız. Aksi durumda kimlik bildiriminde bulunmayacağız. Arkadaşlar, tahliye olma olasılığının yüksek olmasından kaynaklı, bu tavra uyma zorunluluğunun olmadığını söylediler. Eğer tavra uyarsan, tahliye olmaz ve ceza alma olasılığın da olur." "Kiwra, arkadaşlara da söyledim, bu insani bir sorun. Zaten şubeden başım dik gelmedim, ömür boyu boynuma bir yük daha takmak istemiyorum. Ömür boyu vicdan hesabı ile yaşayacağıma, sonucuna katlanırım daha iyi." dememle boynuma sarılarak sevinçle "Yoldaşıma da bu yakışır." dedi. Bir kaç dakikalık voltamızdan sonra koğuş kapısı açıldı. "Kamer Unutkan, Endercan Yıldız, çıkın, mahkeme... "

15-20 kişilik asker grubu, koridorda ikimizi bir kaç metre ayırarak, yarısı benim etrafımı, yarısı Endercan'ın etrafını sarmıştı. Önümdeki asker bana sert bir şekilde "Soyun!" deyince, "Soyunmayacağım, bu bir insanlık dı-..." derken kelimem bitmeden sağımda ve solumda duran ikişer asker, kollarımdan ve ayaklarımdan tutup havaya kaldırarak yere bıraktı ve üstümdekileri çıkarıp çırıl çıplak bıraktılar. Nasıl yaptıklarını anlayamadan bir kaç saniyede bunlar oldu. Aynı şeyi Endercan da yaşıyordu. O sırada ikimizin gür seslerimizle "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, kahrolsun faşizm" vb. sloganlarımıza, koğuşlardaki arkadaşlar da sloganları ile destek vermekteydiler. Ellerimi önüme ve arkama koyarak ayağımla elbiselerimi bir araya toplayıp üstümü giyindim. Askerler ikimizi aralarına alarak Metris'teki mahkeme salonuna getirdiler. Geldiğimizde Emre Bilgin ve Selman yoldaşı görünce, hemen sarmaş dolaş olup arkadaşlık ve dostluğun sıcaklığını yaşadık. Emre, Selman'ın kulağına bir şeyler fısıldamaya başlamasıyla Endercan'ın "O Allahsız Şenel'in yakalattığı not ile ilgili ne biliyorsunuz" sorusuna Emre, "Fazla bilgim yok, şimdi gelir. Ona hep birlikte sorarız"  deyip, Selman'ı bizden bir iki adım daha uzaklaştırarak fısıltı ile konuşmaya başlayınca, biz de illegal bir şeyler konuşuyorlardır diye sırtımızı onlara dönerek arkadaşların getireleceği koridora doğru bakmaya başladık. Bir iki dakika sonra Şenel ve Nesimi'nin kelepçelerini sökmeleri ile birlikte, bizi görmenin sevinci ile bize doğru yaklaştıklarında Endercan, hışımla Şenel'in iki yakasını sert bir şekilde tutarak "Dinine yandığımın adamı, halen akıllanmadın mı? Bizimle ilgili not yakalatmışsın." dedi. Şaşkın bir yüzle "Ne notu?.. Ne yakalatması?.." demesi ile Emre'nin kendine has, hin gülmesi ile Endercan hışımla Emre'ye dönerek "Ulan Allahsız oğlu Allahsız, bizi tezgaha getirdin" deyince Emre ve Selman'ın kahkahaları ile benim de jetonum düştü. Hep birlikte gülme krizine girdik.


[1] Emre Bilgin'e beyaz tenli ve sapsarı saçlarından dolayı herkes Sarı diye hitap ederdi.

[2] Metris'te askerlerin duymaması için parmakla normal yazı yazıyormuş gibi yapar, karşıdaki de yazıyı tersten okuyarak haberleşirlerdi.

[3] Metris'te bir diğer haberleşme metodu da, tıraş fırçasının arkasıyla, rakamlarla kodlanan 29 harfin, duvara tıklayarak haberleşilmesiydi.


Kaynak

2 Eylül 2022 Cuma

BELGE-RÖPORTAJ | Hüseyin Aslan hakkında babası Zülfü Aslan ile röportaj (1978?)

 SUNUŞ


Hüseyin Aslan yoldaş.

Sunduğumuz bu röportaj, 2 Eylül Direnişi'nde şehit düşen Hüseyin Aslan yoldaş hakkında oportünist Halkın Yolu (HY)'nun iddialarını çürütmek amacıyla ilk defa 1978 yılında Partizan'ın özel sayısında yayınlanmıştır. Bir önceki yayınımızda Hüseyin Çaparoğlu yoldaşımız hakkında kendi yaptığımız özgün bir röportajı koyarken, diğer şehidimiz olan Hüseyin Aslan yoldaşı boş bırakmanın doğru olmayacağını düşündük. Tekrar yayınlarken herhangi bir düzeltme yapmadık.

Hüseyin Aslan yoldaşımızı ve 5'i partimiz üye ve taraftarı olan 12 devrim şehidini saygıyla anıyoruz. Ölümsüz anıları sönmeyen birer meşaledir.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.09.02.

***

HÜSEYİN ASLAN'ın babası: "oğlum halk menfaatları [sic] için şehit düştü"

Adınız, soyadınız: Zülfü Aslan.
Babanızın adı: Düzali.
Hiç okula gittiniz mi: Hayır okula gitmedim. Okuma yazmam yok.
Peki askere gitmeden eveli [sic] ne iş yapıyordun: 1931 yılında İstanbul'a gittim.
Niçin gittin: Çalışmak için.
Ne işte çalıştın: Hamallık yapıyordum.
Ne zaman asker oldun: 1935 yılında askere gittim. 1937 yılında terhis oldum.
Peki askerden döndükten sonra ne işle uğraşıyorsun [sic]: Evlendim, artık aile sorumluluğunu üzerime aldım. 1937-1939 yıllarında postacılık yapıyordum.
Postacılığı nasıl yapıyordunuz: Biz, Tunceli, Nazimiye, Mazgirt postalarını taşıyorduk. Araba felan [sic] yoktu, çoğu zaman hayvan bulamıyorduk sırtımızla taşıyorduk. Bazen 2-3 haftada ancak eve uğruyorduk.
Niçin postacılık yaptın da başka bir işle uğraşmadın: O zamanlar para yoktu, herkez [sic] bir ekmeğe muhtaçdı [sic]. Bende [sic] evi geçindirmek için mecburdum. Buralarda daha değişik iş bulamadığım için gidip çalışalım da 5 kuruş alıp, ev ihtiyaçlarını temin edelim [dedim]. 2 yıl hizmetim oldu.
1939'lardan sonra ne yaptınız?: Alman harbinde tekrar itihatlığa [sic] alındım, 2 yılda [sic] orada kaldım ve 1941'lerde döndüm.
İhtiyatlıktan döndükten sonra köyde mi kaldın: Hayır, evi çoluğu çocuğu geçindirmek için İstanbul'a çalışmaya gittim.
Kaç yıl ve ne çalıştın: 3 yıl Çeltik Fabrikasında işçilik yaptım.
Peki 3 yıl çalıştıktan sonra köye mi döndün orada mı kaldın: Hayır, köye döndüm. Artık tekrar rençberlikle uğraştım.
Kaç dönüm araziniz var: 15 dönüm yani 15 teneke tohum ekiyoruz.
Bununla geçim yapıyor muydun: Hayır, bir su değirmeni vardı 98'de biri [1/98] bana düşüyordu. Yani 80 teneke buğdaydan 10 teneke bana düşüyordu. O zamanda zahire almaktan az çok kurtuluyordum. Bir de köylerde inşaat yapıldığı sıralarda 5-6 bilmedin 10 gün öyle çalışıyordum. İyi kötü çoluk çocuğu geçindiriyordum.
Ne kadar davarınız var: Küçük baş hayvan 15 tane, büyük baş hayvan 5 tane, kümes hayvanlarımız yok.
Arazin yine 15 dönümlük mü?: Evet yine aynısıdır Ne sattım ne de satın aldım.
Kaç çocuk babasısınız: Sekiz çocuk babasıyım.
Çocuklarından ölen var mı?: Evet, 3 kız 1 erkek oğlum.
Kız çocukların ne zaman vefaat [sic] etti: Bir kaç [sic] sene bundan eveli [sic] biri yanarak diğer ikisi de hastalanarak öldüler.
Ya Oğlunuz?: Oğlum 5.9.1977 yılında halk menfaatlarını önde tutarak savaştı ve şehit düştü. 
Oğlunuzun doğum tarihi: Nazımiye-1950.
Kaç çocuk babası: Üç çocuk babasıdır. 
Kaç yaşında okula başladı: 7 yaşında başladı, 12 yaşında ilkokulu bitirdi.
İlkokuldan sonra okula devam etti mi?: Hayır.
Neden?: Fakir olduğumuzdan okutmaya gücümüz yetmiyordu. Ben artık yaşladım [sic] evin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak kimsemiz olmadığından 12 yaşından sonra sorumluluk altına girdi. 
Daha sonra ne yaptı?: İlkokulu bitirdikten sonra çalışmak için İstanbul'a amcasının yanına yolladım. Amcasıylan [sic] birlikte lastik fabrikasında işçi olarak çalıştı. 
Kaç yıl?: 4 yıl çalıştıktan sonra 8 aylık daktilo kursuna gitti, bonservis aldı.
Askere ne zaman gitti: 1969-1970'lerde, askere gitti, 1971-1972'lerde askerden köye döndü.
Ne zaman evlendi: Köye döndükten birkaç gün sonra evlendi. Evliliğin 2. ayında tekrar İstanbul'a gitti. Amcasının vasıtasıyla AKBANK Osmanbey Şubesinde müstahdem olarak çalışıyordu.
Size yardımı oluyor muydu?: Evet ev ihtiyaçlarımızı o karşılıyordu. 5-6 yıl orada çalıştıktan sonra 1977'de altıncı ayında izinli olarak buraya geldi. Burda [sic] bazı nedenlerden dolayı izninin bitiminden bir kaç [sic] gün gecikmişti. Oraya gittiğinde iş veren geciktiğini bahane ederek işten atılmıştı. (Aslında sarı sendikaya bağlı oldukları, bu sendika vasıtasıyla burdan [sic] atmak ve devrimci bir sendikaya bağlamak amacıyla işten atılmıştır.) Atıldıktan sonra Ümraniye'de bir konut yapmak buradan kurtulmaya çalışıyordu, ama orda [sic] çıkan olaydan düşmanların karşısında dağ gibi dikildi ve şehit düştü.
Şimdilik kaç nüfussunuz: 9 kişiyiz. 
Peki aile geçimini nasıl yapıyorsunuz?: Aile geçimimizi şehit düşen oğlum Hüseyin ve iki küçüğü var. Şimdi de onlar geçimimizi yapıyorlar.
Nasıl sağlıyorlar?: Hem rençberlikten hem de sağda solda gurbette işçilik yaparak, sağlıyorlar.
Devrim için şehit düşen oğlunuz için ne diyorsunuz?: Evet oğlum halk menfaati için şehit düştü. Katillerini bilsem ben cezalandıracağım.
Peki oğlunuzun ölen diğer devrimcilerden ayrıldığı bir taraf var mı?: Hayır, onlar oğlumdan daha fazla mücadele ettiler. Mesela İBRAHİM, ALİ HAYDAR ve daha niceleri. Söyliyeceklerim [sic] bu kadar.

Oğlum mücadelenizde başarılar dilerim. 

"HÜSEYİN ASLAN'ın babası: "oğlum halk menfaatları için şehit düştü". Partizan. 2 Eylül 1978. Özel Sayı: 2. Sayfalar: 1, 4.

***

"YİĞİT, MÜCADELECİ, FEDAKAR ARKADAŞIMIZ
HÜSEYİN ARSLAN
1 MAYIS Mahallesinin onuru için verilen kavgada vuruldu..
ÖLDÜ
Anısı hep yaşayacak.

AKBANK'LI EMEKÇİ ARKADAŞLARI"

"(VATAN-564) | HÜSEYİN ARSLAN [...]". Akbank'lı emekçi arkadaşları. Vatan. 8 Eylül 1977. Sayfa: 7.




BELGE-RÖPORTAJ | Hüseyin Çaparoğlu hakkında Kemal Kaçar ile yazılı e-röportaj (1 Ocak 2017)

SUNUŞ


"Beş değil, on iki kişi..."

Hüseyin Çaparoğlu yoldaş (kaynak: "1 Mayıs Mahallesi şehitleri ölümsüzdür!". Halkın Kurtuluşu Yolunda Gençlik. 19 Eylül 1977. Sayı: 13. Sayfa: 1.)

2 Eylül Direnişi şehitlerinin anısına, direniş şehitlerinden Hüseyin Çaparoğlu yoldaşın hayatı ve mücadelesi üzerine 2017 tarihinde yaptığımız bir yazılı burada yayınlıyoruz. Röportajın belirtildiği gibi, tarihi eskidir, 5 seneden bugüne bazı şeyler değişti. Mesela röportajda bahsi geçen Ethem Çaparoğlu, hayatını kaybetti.

Yine röportajda Hüseyin Çaparoğlu için, hatırladığı kadarıyla Halkın Birliği taraftarı denmiştir. Halkın Birliği de kendisini cidden savunmuştur.[1] Oysa ki Partizan da Hüseyin Çaparoğlu'nu savunmuş, HB ve Halkın Kurtuluşu (HK)'nin kendisini sahiplenme, Halkın Yolu (HY)'nin ise diğer şehit Hüseyin Aslan'ı basit bir CHP'li olarak gösterme çabasını girişimini sahtekarlık olarak nitelendirmiş, hatta bu konuda babası Zülfü Aslan'la röportaj da basmıştır.[2] Vaktinde Ali Türker Ertuncay'a sorduğumuz soruya da, şöyle cevap vermişti:[3]

"(...) 40 yıl sonrası anımsamaya çalışıyorum. Hüseyin Çaparoğlu anımsadığım kadarıyla bir örgüt içinde örgütlü militan olarak yer almıyordu. Ancak mahallenin o yıllarında halkta herkes bir siyasal çevre üzerinden çok kolaylıkla kategorize edilebiliyordu. Bizim çevremizden bir arkadaştı diye anımsıyorum. Ama sadece o kadar."

Biz, Partizan ile Proletarya Partisi'nin sahiplenişini kabul edip, bunu temel alıyor ve yoldaşı şehidimiz olarak kabul ediyoruz. O dönemden İstanbul İl Komitesi veya Devrimci Ses (DS) adına çıkan bildiri/bildiriler varsa, buna sahip olanların yayınlaması halinde daha doğru bir bilgiye ulaşılabileceğini düşünüyoruz.

Hüseyin Çaparoğlu yoldaş halk için öldü. Halk için ölmek, Tay dağından yücedir; emperyalistler ve sömürücüler için ölmekse, tüyden de hafiftir. Ümraniye'nin kanla sulanmış tepeleri, gecekonduları kentsel dönüşüm adına rantla zenginlerin gökdelenleri, köşkleri için satmaya çalışanların planlarından da yücedir.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.09.02.

[1] "Faşist polis yoksul gecekondu halkını katletti — Yaşasın 1 Mayıs Mahallesi halkının yiğit direnişi! | Hüseyin arkadaşın kanı mücadele bayrağımızı kızıllaştırıyor". Halkın Birliği. 13 Eylül 1977. Sayı: 17. Sayfa: 9.
[2] "1 Mayıs mahallesi halkının haklı mücadelesi ve Oportünist basının marifetleri". Partizan. 2 Eylül 1978. Özel Sayı: 2. Sayfa: 3.; "HÜSEYİN ASLAN'ın babası: "oğlum halk menfaatları için şehit düştü". Partizan. 2 Eylül 1978. Özel Sayı: 2. Sayfalar: 1, 4.
[3] Ali Türker Ertuncay'a internet üzerinden sorduğumuz soruya verdiği cevaptan (19 Mayıs 2019).

***


- Öncelikle merhaba, sorularımıza yanıt vermeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Belki sorduğumuz soruların bazıları yaraları deşme gibi bir olay yaşatabilir ama lütfen mazur görünüz, niyetimiz sadece o yiğit savaşçılardan geriye belge bırakabilmektir.
Öncelikle akrabalık kısmından başlayayım, babanızın amca oğlu olduğunu söylemiştiniz. Babanızın direkt öz amcası mı yoksa bir akrabayı nitelemek için mi amca dediniz?
— Hüseyin Çaparoğlu'nun babası ile. Hüseyin Çaparoğlu ile babam, kardeş torunları iki erkek kardeş olduğu için birbirine çok yakın bir aile olarak akrabalığını devam ettirmişler. Halen öyledir.   

- İstanbul'a yerleşmesinin sebepleri nedir? O sırada babanız da İstanbul'da mıydı?
— Harunuşağı'ndan İstanbul göç etmelerinin asıl nedeni: Harunuşağı'nın toprakları pek verimli değildi, bunun etkisi olmakla beraber Hüseyin Çaparoğlu'nun ailesi komşularına göre hali vakti yerinde olan bir aileydi. Göçün temel sebebi olarak, kol gücü ve hayvan gücü ile yapılan tarımsal üretimin zorluğu, buna karşılık toprakların verimsizliği ile beraber elde edilen hasadın hiç kimseyi memnun etmemesi, Çaparoğlu ailesini de hoşnut etmemesi, İstanbul'a göçün önemli bir nedenidir. Diğer önemli bir neden de, 1964 yılında olan bir kan davasıdır. 1965 yılında Çaparoğlu'nun kabilesinden Hüseyin Polat adında bir kişi öldürüldü. O zamanki feodal anlayışa göre mutlaka intikamının alınması gerekirdi. Hüseyin Çaparoğlu'nun babası böyle bir kan davasının tarafı olmak istemediği için çocuklarını alarak İstanbula göçmüştür. Babam köyde kalmıştır, İstanbul'a gitmemiştir.

- Eğer babanız o dönem İstanbul'da ise '71 devrimcilerinin mücadelesi babanızı ve Hüseyin'i nasıl etkiledi?
— Bizim köylüler '68 kuşağı ile erken tanıştılar. İbrahim Kaypakkaya, Ali Taşyapan gibi dönemin devrimci liderleri bizim köyü mesken tutmuşlardı. 1972'de H. Çaparoğlu'nun babası öldüğünde, cenazesi köye getirildiğinde Hüseyin'in abisi Ethem, bu solcu gençlerle tanıştı ve konuştular, ben buna şahit oldum. Ali Taşyapan ve Ali Mercan (şimdi Aydınlık hareketinin Avrupa sorumlusu olan dönek) konuşurlarken solcu gençler, Hüseyin'in abisi Ethem'e nerde oturduklarını bildiklerini söylediler. Ethemler'in evinin adresini ve şeklini tarif ettiler. Hüseyin Çaparoğlu, militan düzeyinde değil de sempatizan düzeyinde o zaman Halkın Birliği gazetesi etrafında örgütlenen Kaypakkaya çizgisindeki arkadaşlarla bir ilişkisinin olduğunu bilmekteyim. 

- Hüseyin'in ailesinden bahsedebilir misiniz? Mesela o dönem annesi-babası yaşıyor muydu, ya da (1965'den bahsediyorum) evlenmiş miydi?
— Hüseyin öldürülmeden evvel annesi ve babası, kendisinden bir kaç sene önce ölmüşlerdi. Hüseyin, 1970'li yılların başlarında bir yakın akrabamızla evlendi. Öldüğünde tahminen 3-4 yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Hasan isimli çocuk Paris'te yaşamaktadır. Hüseyin'in ağabeyi ve Ethem Xemgin ismi ile Kürt ve Alevi tarihi üzerinde bir çok eseri bulunan Ethem, Ümraniye'deki gecekondu direnişinde alnını sıyıran bir kurşun nedeniyle yaralanmıştı. O da sonraları Almanya'ya iltica etmiştir. Şimdi Alman vatandaşıdır. Son dönemlerde sağlığının bozulduğunu bilmekteyim. Hüseyin'in büyük ağabeyi Hasan Çaparoğlu, bundan 2 yıl önce vefat etti. Hüseyin'in ayrıca biri üvey olmak üzere 5 ablası bulunmaktadır. Hüseyin, ailenin en küçük çocuğudur.

- Hüseyin devrimci mücadeleye hangi dönemlerde katıldı?
— Hüseyin'in devrimci mücadeleye sempatizan düzeyinde katkı sunduğunu bilmekteyim. Ben o zaman liseyi bitirmiştim. İstanbul'da değildim. Ailemiz köyde yaşamaktaydı, babam Almanya'da işçiydi. Ben haber aldığımda Mersin'deydim. Cenazesine katılmak için ben ve babam İstanbul'a geldik. Cenazesine yetişemedik. Cenazesinde bulunan abim cenazesinin çok kalabalık bir insan grubuyla kaldırıldığını söylemişti. Hüseyin'in cenazesinin kaldırıldığı gün 6 tane daha cenaze vardı. Bunlardan birisi yanılmıyorsam Halkın Yolu grubundan olan Hasan Kızılkaya isimli devrimcinin cenazesi çok kalabalık bir törenle memleketi Antalya'ya gönderilmişti.

- 2 Eylül Direnişi ve şehadetinden bahsedebilir misiniz?
— Hüseyin'i 2 Eylül günü polis saldırısı başladığında onu en son görenler elinde kazma veya bir kürek olduğunu, bunlarla yapılan gecekondularının yıkılmasını engellemek için polise karşı koymaya çalıştığını söylediler. Nasıl öldüğünü gören yok. Olaylar bittikten sonra morgda Hüseyin'in cesedi teşhis edilmiştir. Hüseyin'in boynunda parmak izi olduğunu söylediler. Sağ yakalanıp elleri ile boğazı sıkılarak, kafasına yakın mesafeden ateş edilerek öldürüldüğü tahmin edilmektedir.


- Mezarı nerededir?
— Hüseyin'in mezarı İstanbul'un Maltepe ilçesi, Gülsuyu mezarlığındadır.

- Cevaplarınız için çok teşekkür ederiz, gerçekten çok bilgilendiriciydi. Size uzun ömürler diliyoruz.

1 Ocak 2017, orijinal materyalden marjinal yazım, noktalama ve çeşitli kelime düzeltmeleri-düzenlemeleri yapılmıştır.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

BELGE-RÖPORTAJ | Kazım Çelik yoldaşın ablası Aslı Çelik'le röportaj (2003?)

SUNUŞ

"Önce halkın öğrencisi, sonra öğretmeni olmak", komünist önder Kazım Çelik yoldaşı en basit haliyle ifade edebilecek, işte bu meşhur sözdür.
Okuyucu, Kazım Çelik yoldaşın ablası Aslı Çelik'le yapılan röportajı, daha önceden yayınladığımız anı ile birlikte okumalıdır. Bu tarz bir kombine okuma, sanıyoruz ki faydalı olacaktır.
Aslı Çelik ile röportajı, hem aileden birisinin bir şehidi en yalın ve duru haliyle anlatımı, hem de içerdiği önemli bilgiler dolayısıyla yayınlıyoruz. Dileriz ilgi çekici bulunacaktır.
Gelebilecek bazı gereksiz itirazlara peşinen hatırlatıyoruz: 1) Röportaj bizim yeni yaptığımız bir şey değildir, aksine hareketin yayın organlarında çıkmıştır, 2) Bu yayın organlarının arşivi erişime açıktır, gizli saklı bir şey de yoktur, 3) TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) düşmanlarının istismar edebileceği olgusu (tıpkı yakın geçmişte yaptırılan mezardan önceki mezar meselesindeki gibi), bilgiye sansür uygulamak gerektiği demek olamaz.
Yazıdaki yazım ve/veya dizgi hatalarına müdahale yapmadık, sadece eksik olan yerlerde bazı köşeli parantez içinde noktalamada ek yaptık, fotoğrafların da altına (orijinalinde olmayan) altyazıları ekledik.

***

Ölümsüz önderimiz Kazım Çelik yoldaşın çelikten yoğrulmuş mücadele dolu anısına saygıyla.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.08.23.

***

Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu!

20 Mayıs 1987 tarihinde dört yoldaşıyla birlikte bir ihbar sonucu devlet güçleriyle girdikleri çatışmada şehit düşen Proletarya Partisinin şehit düşen üçüncü Genel Sekreteri Kazım Çelik'in ablasıyla söyleşi yaptık.

[Aslı Çelik]

- Bize Kazım Çelik'i anlatır mısınız?
- Aslı Çelik: Kardeşim köyde doğdu, köyde okudu. Lise sona kadar benim yanımda okudu. Lise dönemlerinde İstanbul'a çalışmaya geldi. İstanbul’a gelmeden önce benim yanımda oturuyordu. Okula gider gelir, hiç ders çalışmazdı. Öğlen okuldan geldiğinde soba yakardık. Odun kırdırırdım ona. Odun kırarken kızlar "A.. bak Kazım gelip odun kırıyor" diyorlardı. Ben de "bak bu kızlar sınıfı geçecek sen kalacaksın" diyordum. "Göreceksin" diyordu. "Onlar kalacak ben geçeceğim" diyordu. "Sen kitabı eline almıyorsun ki nasıl geçeceksin" diyordum. Öbürleri kafalarını dersten kaldırmazken o sınıfını geçiyordu gerçekten de. Çok yardımseverdi.
Birgün [sic] böyle oturuyoruz. Kahvaltı yapıyoruz. Sanayağ [sic] vardı sofrada, tereyağımız yoktu. Sanayağ [sic] yerken oturur sallanırdı. Elinde ekmek sanayağ [sic] kağıdını sıyırırdı. Ben de ona bakaraktan güldüm. "Ne yapıyorsun kağıdı yiyeceksin" dedim. Yerim, yiyemezsin derken dedim "sen o kağıdı ye ben sana ikibuçuk [sic] lira vereceğim." "Bak yerim" dedi. Ben inanmadım. Gerçekten de o kağıdı ağzına koydu çiğnemeye başladı. Kağıdı yedi yuttu. Kararlı olduğunu o zamandan anladım. Onun davasına bağlı olduğu, devrimci olduğu o zamandan belliymiş.

Devrimci düşüncelerle nasıl tanıştı?
- İstanbul'a geldi çalıştı. Döndüğünde geldi "kendi paramı kendim kazandım" dedi. inşaatlarda çalışıyordu. Tabi [sic] ne yaptığını ne ettiğini birgün [sic] söylemedi bana. Ne işle uğraştığını hiç bilmiyorduk. Tamam duyarlıydık ama ne iş yaptığını hiç bilmezdim. [']80 sonrası biz köydeydik. Birgün [sic] polisler kapımıza geldi. "Ne oluyor" dedim. "Senin kardeşini arıyoruz" dediler. "Burda [sic] mı oturuyor" dediler. Ben biliyorum burdaydı [sic]. "Yok" dedim. "İstanbul'da oturuyor". "Ne yapmışlar" dedim. "Duvarlara yazı yazmışlar" dediler. O günden sonra göremedim, haber verdiler kaçtı. Bir gün yazı yazdıklarında gitmişler bir eve. Evlerin içinde küçük bir lavabo gibi bir şey vardır. Orda ellerini yıkamışlar. O boya suda akınca çıkmış dışarıya. Boyalı suyun aktığını farkeden [sic] polisler gidiyor orayı basıyorlar. Diyorlar ki "kim yaptı" bunu. "Kim yıkadı elini?" "Kazım Çelik yıkadı" diyorlar. Onlar da düşüyorlar Kazım Çelik'in peşine. Tabi [sic] bulamıyorlar. Ondan sonra kendisini [']81'miydi [sic], [']82'miydi [sic] neydi tam hatırlamıyorum İstanbul'da vatan caddesinde [sic] yürüyordum. Yürürken birden karşıma çıktı şok oldum. Biz de İstanbul'da oturuyorduk. Bize uğramıyordu. Sonra Beyoğlu'nda üç arkadaşıyla birlikte karşılaştım. Onları nasıl gördüm, arkalarından gittim, üçünü birden kucakladım. "Durun polis" dedim. Döndü bana güldüler. Yerini bile bilmiyordum. Keşke bilseydim üstünü başını alsaydım diye düşünüyordum.

- Kazım Çelik'in kişiliği nasıldı? İnsanlarla ilişkisi nasıldı? Bize anlatır mısınız?
[-] Çok konuşmazdı O. Birşey [sic] sorduğun zaman tek tek söyler, yavaş söylerdi. Ailede ben biraz bağırırdım. Sesli konuşurdum. Oysa çok rahat sakin konuşurdu hep.
Köylülerin tarlalarını biçerlermiş, otlarını kaldırırlarmış, onlara yardımcı olurlarmış. Köylerde yaşlısı genci onu görenler Kazım'a Piro diyorlarmış. "Keşke o ölmese de bizim çocuklarımız ölseydi, keşke o ölmeseydi de biz ölseydik" diyorlarmış. Malatyada [sic] köylüler anlatıyor. Çocuklar çok seviyormuş[,] Piro geldi diye gidip dizlerine oturuyormuş, tepesine çıkarlarmış. "Biz de Piro gibi olacağız" diyormuş.
O kadar paylaşımcı, o kadar yardımsevermiş ki... Mesela dayımların köyüne giderlermiş, köyde kendisine bir çift çorap verirlermiş, o çorabı orda alır öbür arkadaşına verirmiş. Bir gün İstanbul'da görüştük kendisiyle, para lazımmış. O zaman benden geldi tam 5 bin lira aldı. Daha sonra o 5 bin lirayı getirdi bana geri verdi. Ben çok üzüldüm o zaman. Çok tutumlu biriydi. Partinin parasını 5 kuruş fazladan vermez yürüyerek gidebileceği yere yayan yürürdü. Parti parasını gereksiz yere harcamazdı asla. Öylesine dürüst bir insandı. Kazım Çelik, davasına çok emek verdi. Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu.

- Kazım Çelik hiç hapishanede kaldı mı?
[- ']78'miydi [sic] tam hatırlamıyorum. Malatya’da cezaevinde bir arkadaşı varmış. Herhalde arkadaşını görmeye gidiyor. Orda [sic] yakalanıyor. Çok işkence görüyor[,] hiç birşey [sic] söylemiyor. Onun Kazım Çelik olduğunu anlayamıyorlar. Hiçbir şey kabul etmediği için de bırakmak zorunda kalıyorlar. Tam çıkarken haber geliyor. Sakın salmayın bu Kazım Çeliktir [sic] diye. Ama geç kalıyorlar. Tabi [sic] O[,] o kadar rahat davranıyor ki onları bile hayrette bırakıyor. "Nasıl olur da bu elini kolunu sallayarak gider" diye hayret ediyorlar. Bizim bundan gene haberimiz çok geç oldu. Bir gün haber geldi gittik köye. Kolu alçıdaydı. Gene de çok dirençliydi. Hep ayaktaydı.

["Parti Genel Sekreterimiz Kazım Çelik'i [Ölümünün?] 2. Yılında Anıyoruz!", Aslı Çelik'in çerçeveletip duvara astığı çizim]

- Şehit düştüğü haberi size nasıl ulaştı, neler yaptınız?
[-] Ben o zaman Beyoğlu'nda çalışıyordum. Ne olmuş bilmiyorum ama kulaktan kulağa "Kazım Çelik şehit olmuş" diye yayılmış. Bunu kızkardeşim [sic] duyuyor ama inanmıyor, bize de söylemiyor. Ben sonradan öğrendim. Hemen memleketi aradım. Önce onlar da bilmiyordu. Araştırdım 'doğruymuş' dediler. "Nerde" dedim. Elazığ'da olduğunu söylediler. Neredeyse üzerinden bir ay geçmiş. Biz apar topar Elazığ'a gittik. Ben şubeye gittim. Onlar da "yok" dediler "böyle birşey [sic] olamaz" dediler. Bir sürü resimler gösterdiler şehit olanların. Tanıyamadım ben. Kardeşimi tanıyamadım resimlerden. Parçalanmış insanlar. Bunlar şehit olduktan sonra bir de hepsine sırayla göğüslerinden kurşun sıkılmış. O arada da Palu'da olan olayları dia gibi birşeyden [sic] gösterdiler. Resimlerden gördüğüm kadarıyla tam net tanıyamadım. Benzettim yan duruş haliyle.
Memlekete gittik, biri diyordu "dün burdaydı [sic]". Öbürü diyor ki "öbür gün burdaydı [sic]" hep bizi öyle oyaladılar. Biz onun için inanamadık öyle birşey [sic] olduğuna. Sonradan tekrar şubeye gittik. En son karar verdik mezar açtırmaya. Gittik üç tane mezar var. Birinci mezarı açarken bir kan kokusu geldi. Ben hemen kenara çekildim. Babam da kimseyi bırakmadı açsın. "Ben açacağım" dedi. Beni bırakmadı, ben kenarda kaldım. Ben kenarda kaldığım için birinci mezarı göremedim. Mezarı kapattılar sonra. İkinci mezarda zaten hiçbir şey belli değildi. Üçüncü mezarı açtılar o değil sonradan öğrendim Ali Kayadoğanmış [sic]. Kardeşimin boyu uzundu. Mezarlar küçük ya ben hep uzun mezar aradım. Babam geri karakola gitmiş, karakol gene beni çağırdı. Beni teselli etmek için mi yoksa kendileri de inanmadıkları için mi bilmiyorum. Bir de Hıdır Aykır vardı arkadaşı. Birlikte şehit olmuş. Emniyet amiri "bu cenazeler karışmış” dedi. "Nasıl olur" dedim "Ne yapıyorsunuz siz" dedim "insanları öldürüyorsunuz birini oraya birini oraya mı atıyorsunuz" dedim. "Yok" dedi "bu askeriye gibi değil ki künyelerini falan alsınlar". Bana gösterdiğine göre Elazığ'da kalan benim kardeşim görünüyor Ovacık'a giden Hıdır Aykır görünüyor. Sonra ben onlara inanmadığım için Ovacık'a gittim. Hıdır Aykır'ın köyüne gittim amcasını gördüm. Adam dedi ki "bacım istersen mezarı açtırayım". Ben yıkadım ama kadınlar gördü, "bu Hıdır Aykır değil" dediler. Ama öbür taraftan gidip Hıdır Aykır'ı alan, onu tanıyan gençler ona da dediler ki "yok bu Kazım Çelik değil" dediler. "Hıdır Aykır" dediler.

Şimdi ben böyle bir şüphede kaldım. Elazığ'daki mi Kazım Çelik yoksa Ovacık'taki mi? Kafam karışıyor.

Kaynak: "Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu!". Yeni Demokrasi Yolunda İşçi-Köylü. 9-22 Mayıs 2003. Yıl: 1. Sayı: 2003-8 [8]. Sayfa: 24.

BELGE | Zeki Uygun - V. İ. Lenin ölümsüzdür! (Ocak 1985)

SUNUŞ


Türkiye komünistlerinin medâr-i iftihârı, yiğit TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) Partizanı Zeki Uygun ("Hoca", "Sarı", "Serdar", "Ali" veya köylülerin taktığı isimle "Aliye ma" ["Bizim Ali"] ile "Perişan") yoldaş. Fotoğrafı edindiğimiz yerden kardeşinin notu: "... Saray cezaevinde yaptığı, deniz kabuklarıyla bezediği ve anısı olan bir çerçeve (içinde kendi resmiyle)."

Türkiye proletaryasının yetiştirdiği en değerli komünistlerden Zeki Uygun yoldaşımızın yazılarından yayınlamaya, Lenin'in ve Leninizmin sadık öğrencisi olan yoldaşımızın dünya proletaryasının önderi ve öğretmeni Vladimir İlyiç Lenin yoldaşımızı anan yazısını yayınlayarak devam ediyoruz.
Zeki Uygun yoldaşın bu yazısı, ilk defa İşçi-Köylü Kurtuluşu (İKK)'nun Ocak 1985 tarihli 61. sayısında yayınlanmıştır.[1] Zeki Uygun yoldaşın bu yazının sahibi oluşu ise İKK'nin Ocak 1988 şehit özel sayısında ifşa edilmiş ve tekrar basılmıştır.[2] İmzasız ve başlıksız verilen ön açıklamada şöyle yazıyordu:[3]

"AÇIKLAMA: 21 Ocak 1924'te bedenen kaybettiğimiz Enternasynal proletaryanın büyük öğretmeni, M-L-MZD biliminin büyük ustalarından Lenin yoldaşın ölümünün 61. yıldönümü vesilesiyle Ocak 1985'te Zeki Uygun yoldaşımızın kaleme aldığı ve daha öncede [sic] yayınlanmış olan bir yazısını hem güncelliğinden ve hemde [sic] yoldaş Zeki Uygun'un anısna [sic] bir kez daha yayınlamayı gerekli görüyoruz."

Zeki Uygun yoldaşımızın bu ufak yazısı, Lenin'i ve Leninizmi gerçekten anmak ve yaşatmak nasıl olur, onda anmaya ve yaşatmaya değer ne vardır konusunu en basit haliyle işlemektedir. Bu yazının öğreticiliği ve güncelliği hiçbir zaman eksilmeyecektir, tıpkı yoldaşımızın diğer eserleri gibi.

Yazıda yazım ve/veya dizgi hataları aynen müdahale edilmeden geçirilmiştir.

***


Zeki Uygun yoldaş, gerçek bir komünistti. O, yalnızca 2. MK'nin sağ hattının ve kaçkınlığının değil, her türden revizyonist, oportünist, Troçkist/yarı-Troçkist, anarşist, liberal, kısacası envâ'-i türden anti-Marksizmin uzlaşmaz düşmanıydı.
Yine o, sadece Marksizmin ârîliğine dönük saldırılar karşısında uzlaşmaz değil, Türkiye proletaryasının Mustafâ Subhî yoldaş sonrasında yetişen ikinci yılmaz komünist önderi olan İbrahim Kaypakkaya yoldaşa ve onun kanıyla çizdiği Türkiye devriminin yoluna yönelen her türden saldırının uzlaşmaz bir düşmanıydı. Şimdi onun ismini ve hatırasını, onun mâddî ve ma'nevî yâdigârını istismar eden her türden oportünist tekke, el birliği etmişçesine onun fikirlerini hasıraltı etmek yollarına bakıyor. Bizce bu çok normal, tabî'î bir sonuçtur. Ne yapabilirler ki? Türkiye'ye yarı-feodal değil diyenler ile bunu gizliden gizliye yapanlar, Zeki Uygun gibi bir komünist önder karşısında tutunabilirler mi?
Zeki Uygun yoldaş parti birliğini ve partinin parti programatik görüşleri üzerinde ısrarı savunmadı mı? Zeki Uygun yoldaşın ölümünü yaratan koşulları dayatıp, bir de onun uğruna öldüğü 3. Konferansı tanımayan asi çete ideolojisi DABK, bugün nereye savruldu? Hem parti yıkıcılıkları, hem de şimdiki savruluşlarıyla Türkiye devriminin yoluna karşı kara bir bayrak kaldırdılar. Bugünkü kır kaçkını hizip, her türden yozlaşma ile parti değerlerini sadece küçük düşürmekle kalmadı, bir de alay konusu oldular. Bu hizip şimdi yurt dışında, kendilerinin olmayan "savaşın sıcaklığında" "siperlere yatarak" kendilerinin "olan" savaşın gününü bekliyorlar. İçerisinde oldukları hem güç birliği, hem cephe, hem devrim birliği diye katılımcılarının ayrı ayrı farklı şekillerde tanımladıkları garabet içerisinde ülkeye girebilecekken,[4] "çıkartma yapacakları" "doğru zamanı", "doğru yeri", "doğru düzeyi" bekliyorlar. İK yoldaşın, Şafak revizyonistlerinin "öz eleştirel/muhalif" yurt dışı kanadını ti'ye almak için "cephe gerisi için Almanya mı yoksa Cezayir mi daha uygun olurmuş diye tartışıyorlarmış, bizce en iyisi aya gitmeleri, zira orada polis yoktur" minvalli sarf ettiği sözlerini onlara da hatırlatırız. Aya çıkın baylar, sonuçta orada ne toprak devrimi, ne KSİ sorunu, ne de düşman yoktur! HS'yi HS yapan bütün bu şeyler olmadan orada boşluğa karşı yürüteceğiniz HS'de zafer elde etmemenizin imkanı da yoktur!

***


Aliye ma yoldaşımız tarihe ölümsüz harflerle adını yazdırdı. Biz de onun anısına, onun uğruna şehit düştüğü bayrakları ülkemiz burçlarına dikeceğiz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.08.22.

[1] "Ölümünün 61. Yıldönümünde; Enternasyonal Proletaryanın ve Ezilen Dünya Halklarının Yüce Önderi ve Öğretmeni VİLADİMİR [sic] İLİÇ LENİN'in Ölümsüz Anısı Önünde Saygıyla Eğiliyoruz! — V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". ... [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1985. Sayı: 61. Sayfalar: 9-10.
[2] "V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1988. Özel Sayı. Sayfalar: 23-24.
Ayrıca çeşitli yerlerde çeşitli alıntıları yayınlanmışsa da, şurada bir de özet denebilecek çeşitli bölümlerinin seçmelerinden oluşmuş bir yayın çıkmıştır: "Vladimir İlyiç Lenin ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. Devrim Yolunda İşçi-Köylü. 17-30 Ocak 2003. Yıl: 2. Sayı: 2003-2 [44]. Sayfa: 7.
[3] "V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1988. Özel Sayı. Sayfa: 23.
[4] Mesela geçenlerde şehit düşen Alankuş, bilindiği gibi, bu tarz bir ortak birlikle ülkeye girmişti.

***

Ölümünün 61. Yıldönümünde; Enternasyonal Proletaryanın ve Ezilen Dünya Halklarının Yüce Önderi ve Öğretmeni VİLADİMİR [sic] İLİÇ LENİN'in Ölümsüz Anısı Önünde Saygıyla Eğiliyoruz!

V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!

21 Ocak 1985 tarihi, enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının büyük önder ve öğretmeni, yüce Bolşevik Partisinin kurucusu ve mimarı, Büyük Ekim Devriminin simgesi, dünyanın ilk proletarya diktatörlüğü devleti olan SSCB'nin yaratıcısı Viladimir [sic] İliç Lenin'in, 21 Ocak 1924'te Moskova yakınlarındaki Gorki'de hayatını kaybedişinin 61. yıldönümüdür.
Ölümünün 61. yıldönümünde, V. İ. Lenin'i, ölümsüz anısını önünde bir kez daha saygıyla eğilerek anıyoruz.
V. İ. Lenin ismi, ölümsüzlük sembolü olarak dünya tarihi içinde müstesna bir yere, son derece büyük bir anlam ve öneme sahiptir. Bütün ömrünü, en küçük bir kişisel menfaat dahi gözetmeksizin, yüce Bolşevik Partisine, Rusya Devrimine, çeşitli milliyetlerden Rusya proletaryası ve halkına, proleter dünya devrimine, enternasyonal proletaryaya ve ezilen dünya halklarına adayan, bu uğurda yorulmak nedir bilmeyen ve adeta insanlık tarihinin mucizelerini yaratan V. İ. Lenin; bu son derece amansız ve çetin, ama bir o kadar da şanlı ve yüce çok yönlü, geniş kapsamlı teorik, ideolojik, siyasi örgütsel, kültürel ve pratik mücadelesiyle adını, dünya tarihinin sayfaları arasına altın harflerle ve hiç bir [sic] zaman silinmeyecek biçimde kazımıştır.
Hiç kuşkusuz ki, Lenin'i Lenin yapan tayinedici [sic] öğe; onun gerek Rusya devriminin, gerekse proleter dünya devriminin çok yönlü ve geniş kapsamlı sorunlarına ışık tutma doğrultusunda ortaya koyduğu ve Marksizm bilimi hazinesine kattığı teorik eserleri, ölümsüz fikirleri, yani Leninizmdir. Lenin'in yüce ve ölümsüz anısı içerisinden bu belirleyici öge çıkarılıp alındığında, ya da bu öge Lenin'in anısı içerisindeki müstesna yerine gereği gibi ve bilinçlice oturtulmadığında, geriye ortada aziz derekesine düşürülmüş basit bir "Lenin sülüeti [sic]"nden başka bir şey kalmaz. Ki, bu, Lenin'in yüce ve ölümsüz anısına yapılmış en büyük saygısızlık olur.
V. İ. Lenin, enternasyonal proletaryanın yüce öğretmenleri Karl Marks ve Friedrich Engels'in sadık bir öğrencisi, onların yarattığı bilimsel sosyalizm öğretisinin, yani Marksizmin kararlı bir savunucusu ve uygulayıcısıdır. Marksizmin evrensel gerçeğini alabildiğine derinden kavrayan Lenin; sadece onu, değişen iç ve dış, ulusal ve uluslararası şartlara, zaman ve mekana bağlı olarak, son derece yaratıcı bir tarzda uygulamakla kalmamış, aynı zamanda ona ölümsüz katkılarda bulunmuş, onu alabildiğine derinleştirip zenginleştirmiş, sonuçta emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Marksizmi, daha da tam ifade etmek gerekirse, genel olarak proleter devrimin teori ve taktiği, özel olarak proletarya diktatörlüğünün teori ve taktiği olan Leninizmi yaratmıştır.
Açıktır ki bu, kesinlikle, Leninizmin Marksizmden tamamiyle ayrı bir şey olduğu ve Marksizmden Çin seddiyle ayrıldığı anlamına gelmez, gelemez. Tam tersine, Leninizm, Marksizmin doğrudan devamı ve onun ilkelerinin, gelişen toplumsal hareketliliğin yeni koşullarına yaratıcı bir tarzda ve derinleştirilerek uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu gerçeği, Lenin'in sadık öğrencisi, Leninizmin kararlı savunucusu büyük usta Stalin yoldaş, en özlü biçimde şöyle dile getirmektedir:
"Lenin'in Marksizme ne yeni bir ilke eklediğini, ne de eski ilkelerden herhangi birini çıkardığını sanmıyorum. Lenin, Marks ve Engels'in en sadık talebesi olmuş ve eserleriyle de olmaktadır. Lenin Marksist ilkeleri daima temel olarak almıştır. Fakat O, sadece Marks ve Engels'in doktrinin[in] yapımcısı olmamış, bu doktrini devam ettirmiştir. Bunun anlamı nedir? Bu, şöyle açıklanabilir: Lenin, Marks ve Engels'in doktrnini [sic], gelişen toplumun yeni koşullarına uydurarak, kapitalizmin ve emperyalizmin yeni boyutlarını gözönüne [sic] alarak geliştirmiştir. Böylece Marks'ın doktrinini, sınıf mücadelesinin yeni koşulları içinde geliştirip ilerleten Lenin, Marks ve Engels'e kıyaslanacak olursa, Marksizmin hazinesine yeni bir şeyler katmış olur. Ne var ki, bu yeni şeyler, Marks ve Engels'in öne sürdükleri ilkelerden ayrılmamakta, tam aksine bu ilkelere dayanmaktadır." (Amerikan İşçi delegasyonu ile 9 Eylül 1927'de yapılan söyleşi'den [sic] — Bkz: J. Stalin, Lenin, sf: 49-50, Yol Ynl.)
O halde kelimenin gerçek anlamıyla Lenin'i savunmak, onu layıkıyla anmak ve onun ölümsüz anısını her türden açık ve gizli, dolaylı ve dolaysız saldırıya karşı korumak ne demektir?
Bunun, her şeyden önce Leninizmi, dolayısıyla Marksizmi, daha tam söylersek Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung yoldaşların Marksist-Leninist mirasının bütününü; her türden iç ve dış, açık ve gizli, dolaylı ve dolaysız saldırılardan korumak; bu mirası kararlılıkla savunmak; yaratıcı bir tarzda değişen ve gelişen toplumsal hareketlilik şartlarına uygulamak; onu mümkün olduğu kadar geliştirmek, zenginleştirmek ve derinleştirmek demek olduğu, gerçek Marksist-leninistler açısından tartışma götürmez bir gerçektir.
Yine tartışma götürmez bir gerçektir ki, bütün bu görevlerin mümkün olduğunca çok yönlü ve geniş kapsamlı bir biçimde yerine getirilmeye çalışılması, halihazırda içinde bulunulan mevcut dünya ve ülke şartlarında, çok daha özel bir anlam ve önem kazanmaktadır. Çünkü bu miras, bugün, her zamankinden daha da çok daha da pervasız biçimde, her renk ve boydan, açık gizli, iç dış, dolaylı dolaysız saldırılara maruz kalmakta, adeta iğdiş edilmekte, içi boşaltılmaya çalışılmakta, onun gerçek özü, bin bir yol ve yönteme başvurularak çıkarılıp bir kenara atılmakta ve ortalıkta geriye Marksizmin, Leninizmin, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung'un lafzından başka bir şey kalmamaktadır.
Bu saldırılar alabildiğine çok yönlü ve çok çeşitlidir. Bunların Lenin/Leninizm konusunda somutlaşan, dolayısıyla Marksizme ve Marks, Engles [sic], Lenin, Stalin, Mao Zedung'un Marksist-Leninist mirasının bütününe (mevcut şartlarda özellikle de Mao Zedung'un mirasına) yönelen bu saldırıları, en genel hatlarıyla öncelikle iki kategoriye ayırabiliriz:
1. Lenin ve Leninizme açıktan ve doğrudan saldıranlar; bunlara klasik emperyalistler ve çeşitli klasik burjuva ve feodal dünya görüşüyle onların paraleline düşen gericiler örnek gösterilebilinir.
2. Lenin ve Leninizme sözde sahip çıkar görünen, ama ya onun temel ilkelerini iğdiş ederek, ya da onun özünü boşaltarak hatta bir çok hayati ilkelerini açıktan reddederek, Lenin ve Leninizmi, Marksizme ve diğer ustalara karşı çıkartarak, dolayısıyla diğer ustaların ve bizzat Marksizmin şahsında somutlaştırılarak sürdürülen saldırılar; yani "Leninizm" kılığına bürünerek, ya da "Marksizm", ve hatta bir çok durumlarda "Marksizm-Leninizm" kılığına bürünülerek sürdürülen saldırılar; bunları da kalın bir çizgiyle ikiye ayırmak gerekir:
a) Karşı-devrimci akımlar: Başta Kruşçev-Brejnev modern reizyonizmi [sic] olmak üzere, "üç dünyacı" (bu akımın başını çeken Çin'li [sic] hainler son dönemlerde Marksizmin artık "eskidiği" yollu bir safsatayı piyasaya sürmeye yeltenecek kadar açık Marksizm düşmanı kesildiler), Tito'cu [sic] modern revizyonist ve "Euro-komünist" (bunlar Leninizmin proletarya diktatörlüğü vb. gibi bir dizi temel ilkelerini açıktan reddediyorlar) akımlar vs... Ayrıca modern revizyonizm-Troçkizm kırması çizgiyle, AEP dönek hainleri de (saldırılarını özellikle Mao Zedung yoldaşın şahsında yoğunlaştırarak) bu ML düşmanı ideolojik saldırı cephesine katılmıştır.
b) Sınıfsal konumları itibarıyla devrimci saflarda bulunupta [sic] şu ya da bu şekilde Lenin ve Leninizme, ya da bu maske ardında sığınarak diğer ustalara saldıran çeşitli küçük-burjuva ve orta burjuva akımlar...
İşte mevcut şartlarda, Lenin ve Leninizmi gerçek anlamda savunmak, her şeyden bütün bu çok yönlü. açık gizli, dolaylı dolaysız saldırılara karşı amansız ve acımasız biçimde savaşmak demektir. Ve en önemlisi de bütün bu saldırıları başarıyla bertaraf etmenin en güçlü silahı yine Leninizmin bizzat kendisi olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, halihazırda çağımız içindeki en zayıf ve en cılız anını yaşamaya sürüklenmiş durumda bulunan uluslararası komünist hareket ve onun tek tek özgül parçalarının görevi, her zamandan daha da çok Leninizm (ve Marksizm) silahına sarılarak, bütün bu çok yönlü saldırılara karşı mücadele etmektir. Ancak bu mücadele içinde, yani zıtlarıyla mücadele ede ede ML gelişebliir [sic], güçlenebilir, yeniden dünyayı titreten maddi bir güç haline gelebilir.
Açıktır ki, Lenin yoldaşın ölümsüz anısı, bugün içinde bulunulan yenilgi yılları ve zor devrimcilik döneminde, Partimize de her zamankinden daha da çok yol göstermeye ve ışık tutmaya devam etmektedir. Bunun bilinciyle hareket etmeli, yukardaki genel görevimizin yanı sıra, mevcut ülke ve dünya şartlarında, çok yönlü zor ve ağır görevlerle karşı karşıya bulunduğumuz bir ortamda, Lenin yoldaşı layıkıyla anmanın, her şeyden önce:
* İçinde bulunulan yenilgi yılları ve zor devrimcilik döneminin, Leninist bir tahlilinin yapılması, buna yol açan nedenlerin aranılıp bulunması, bu dönemin karşımıza koyduğu çok yönlü genel ve özgül görev ve sorunların bilincine varılması, dolayısıyla alabildiğine büyük bir şevk ve çabayla bütün bunların üstesinden gelinmeye çalışılması;
* Lenin gibi gerçek bir komünist önderin ve Leninist bir merkezi önderlik çekirdeğinin; komünist teorinin yaratılmasında; komünist partisinin şekillendirilmesi ve inşasında; komünist bilincin sınıf mücadelesine sokulmasında; yığınlara komünist bilincin taşınmasında; devrime başarıyla önderlik edilmesinde vs. olduğu gibi; bu tür dönemlerin genel ve özgül sorunlarının, mümkün olduğunca bilinçli tarzda ortaya konulmasında ve çözülmesinde de oynayacağı tayinedici [sic] merkezi rolün çok daha iyi biçimde bilincine varılması, bu tür komünist önder ve önderlik çekirdeklerinin düşman saldırılarından korunması için azami çabanın sarfedilmesi;
* Leninist parti ruhunun alabildiğine yüceltilmesi; partinin dalgalandırdığı komünizmin kızıl bayrağının yere düşmesine ve ayaklar altında sürünmesine kesinlikle ve ne pahasına olursa olsun meydan verilmemesi; bu bayrak etrafında, gerçek dostların en iyi şekilde felaket anlarında belli olacağı diyalektik gerçeği bir an için olsa dahi akıldan çıkarılmadan, çok daha sıkı bilinçli ve örgütlüce kenetlenilmesi; onun her türden tehlike ve saldırılara karşı gözbebeği gibi korunması; üzerine lekeler sürülmesine olanak tanınmaması; ve her zamankinden daha da çok yükseklere kaldırılması;
* İçinde bulunulan döneme, iç ve dış, objektif ve subjektif şartlarına uygun; bu dönemin yaratıcı bir tahliline dayanan; onun olumlu ve olumsuz yönlerini, avantaj ve dezavantajlarını, parçaya ve bütüne, içe ve dışa yönelik, esas ve tali, genel ve özel sorun ve görevlerini, kısacası tüm ilişki ve çelişkilerini mümkün olduğu kadar bilince çıkaran ve hesaba katan, doğru, bilimsel ve diyalektik bir Leninist taktik çizginin saptanması ve izlenmesi; bu doğrultuda, gerek genel olarak devrimci hareketin, gerekse özel olarak komünist hareketin kayıplarının asgariye indirilmesi; yaraların ihtimamla sarılması; mevcut güç ve imkanların titizlikle korunması; ileriye doğru, eskisinden çok daha güçlü bir sıçramanın yapılabilmes [sic] için, gereken güç ve enerjinin, mümkün olan en küçük imkandan ve fırsattan yararlanılarak, biriktirilmeye çalışılması: [sic]
* Leninist "devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz" ilkesi her zamankinden daha da çok akılda tutularak, ülkemiz devriminin bugün gelinen noktada bariz biçimde içine düştüğü teorik ve pratik tıkanıklığın, öncelikle de teorik açıdan açılabilmesi ve aşılabilmesi açısından teorik eğitim, faaliylet [sic] ve mücadeleye — ki, teorik mücadele sınıf mücadelesinden ayrı bir şey değil, onun siyasi ve ekonomik mücadeleyle birlikte ve en az onlar kadar önemli olan üçüncü bir biçimidir — gereken önemin verilmesi;
* Leninist özeleştiri ilkesine, her zamankinden çok daha sıkı biçimde sarılınması; mevcut duruma düşülmesinde, şu ya da bu biçimde, şöyle ya da böyle rol oynayan bütün hata, zaaf ve eksikliklerin cesaretle açığa çıkarılıp, amansız ve acımasız biçimde köklerinin kurutulması doğrultusunda gereken azami çabanın sarfedilmesi; bu temelde ortaya konulacak ideolojik-siyasi-örgütsel mücadele ürünleriyle, komünist hareketin, devrimci kadroların, işçi sınıfının ve yığınların eğitilmeye, ilerletilmeye çalışılması;
* Her türden anti-Leninist akımın, gerek uluslararası planda, gerekse ülke düzeyinde alabildiğine cirit attığı: [sic] enternasyonal proletaryanın on yıllar süren zorlu mücadeleler sonucu elde ettiği büyük kazanımlarını hemen hemen bütünüyle yeniden uluslararası gericiliğe kaptırdığı: [sic] ve uluslararası komünist hareketin çağımız içindeki en zayıf anını yaşamaya sürüklendiği mevcut iç ve dış şartlarda; Leninizmin bayrağının en güçlü biçimde yeniden yükseklere kaldırılması; enternasyonal proletaryanın bu ağır yenilgisinden çıkarılacak ilkeli ve doğru derslerin ışığında, tohum içinde çıkacak bitki, bütün bir bozkırı tutuşturacak kıvılcım misali, Leninist öğretinin, tekrar dünyayı titreten büyük bir maddi güç haline getirilmesi; komünizmin yüce ruhunun nelere kaadir [sic] olduğunun dost düşman herkese bariz biçimde gösterilmesi... demek olduğunu asla unutmamalıyız.
Lenin'i, adına ve ölümsüz anısına uygun tarzda ve layıkıyla anmak, açıktır ki, ancak bu ve benzeri somut derslerin çıkarılabilmesiyle mümkün olur. Aksi taktirde, çoğu sahte, "Leninistlerin" yaptığı gibi, keskin "Lenin" çığırtkanlığı yapmış olunmaktan öteye geçilemez.
Bu doğrultuda, ülkemiz komünist hareketi olarak, ölümünün 61. yılında, yüce Lenin'in ölümsüz anısının önünde saygıyla eğilerek, Leninizmin kızıl bayrağını daha da yükseklere kaldıralım!