15'ler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15'ler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2020 Cumartesi

TKP (M-L) öncesi komünizm şehitleri: Bolşevik TKP'nin şehitleri

Gülsüm Karamustafa'nın Mustafa Subhi ve 15'lerin yolculuğunu temsil eden çizimi (1977). SALT Research Archive 190546.

"Her insan bir gün ölür, ama her ölümün önemi aynı değildir. Eski bir Çin yazan olan Zuma Çien, "Bütün insanlar ölümlüdür, ama bazılarının ölümü Tay dağından da yüce, bazılarınınki tüyden de değersiz olabilir" demişti. Halk için ölmek, Tay dağından da yücedir, ama faşistler için çalışmak ve sömürenler ve ezenler için ölmek tüyden de değersizdir. Çang Zu-teh yoldaş halk için öldü, onun ölümü gerçekten de Tay dağından yücedir." -"Halka hizmet et" Mao Zedung

"Biliniz ki proletarya devrimi, mücadelede gözlerini kırpmadan hayatlarını feda edenlerin yerini dolduracak yeni insanlar yaratır. Bu insanlar başlangıçta daha az bilgili ve daha az eğitilmiş olabilirler, ama kitlelerle sıkı bağları vardır ve aramızdan ayrılmış bulunan dâhilerin yerini alacak, onların davasını sürdürecek, onların yolunu izleyecek ve onların başladığı işleri tamamlayacak yeni insan gruplarını yaratabilirler." -Lenin

TKP şehitleri denince kuşkusuz hepimizin aklına 15'ler, en başta da Mustafa Subhi yoldaş gelir. Subhi yoldaş, gerçekten de halkımızın önderlerinden, yiğit bir komünistti ve ölümü onurla karşıladı. Asla korkmadı, asla kaçmadı ve her gerçek komünistin karşılaşması çok olası olan o sonla karşılaştı. Onun anısı bütün Türkiye komünistlerinin yolunu aydınlatmaktadır.

Peki bunlardan başka TKP'nin şehitleri nedir? Kuşkusuz birkaç isim daha sayılabilir ama bunları sayanların sayacağı isimler genelde Menşevik TKP'den isimler olacaktır (burada şunu belirtelim: Menşevik TKP ile revizyonist olmakla birlikte halk saflarından olan TKP'yi (1922-53) anlıyoruz, sonradan kurulan (1962-1987) modern-revizyonist sosyal-faşist TKP'yi değil). Her ne kadar TKP üyesi veya TKP uzantısı bu örgütlerde kimi isimler kahramanca mücadele edip, bir kısmı cidden komünizm idealine olan inancıyla, bir kısmı da demokrat ve yurtsever ideallerle şehit düşse de (mesela gözaltında kaybedilen TKP'li işçi Salih Bozışık, işkencede katledilen ilerici Hasan Basri Alp vb.) ve bunları TDH'nin halk saflarından devrimci şehitleri olarak kabul etsek de, Bolşevik TKP şehitleri olarak kabul etmiyoruz, edemeyiz. "Cereyana göğüs germek Marksist-Leninist bir ilkedir." (MAO) Bu kişiler cereyana göğüs germe, akıma karşı durma cesaretini gösteremediler ya da o bilince ulaşmadılar. Revizyonist kliği mahkum edip Bolşevik esaslar üzerinde kurulu anti-emperyalist, anti-faşist, anti feodal özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi'ni gerçekleştirme yolunda silahı mücadeleyi örgütleyecek bir TKP kuramadılar.

Burada TKP tarihine değinmek görevi karşımıza çıkıyor. Henüz bitirilmemiş bir yazıdan konuyu açıklayacak bir alıntıyla bu konuya kısaca yaklaşımımızı ortaya koymak istiyoruz:

Esasen TKP, Mustafa Subhi yoldaşın ölümü sonrası yenilmiştir ve dağılmıştır. Farklı bölgelerdeki farklı gruplar hemen hemen neredeyse grup yapısını daha Subhi yoldaş dönemindeyken bile korumuşlardır.
(...)
Mustafa Subhi yoldaşın Kemalistlerce katledilmesi sonrası TKP yine birleştiği üç grup temelinde aynı şekilde dağıldı. Bir süre Komintern tarafından tanınan KP niteliğini THİF alsa da (THİF de Bolşevizm ve oportünizmin sarmaş dolaş olduğu, karma bir partiydi), bu parti de 1922'de sindirilince komünist hareket çöktü. Bakû kanadı (TKF Harici Komite) Türk-Rus antlaşması dolayısıyla lağvedilip (çünkü bu antlaşmaya göre iki taraf da kendi sınırları dahilinde karşı ülke aleyhinde faaliyet yürüten örgütlenmeleri dağıtma kararı almıştı ve bu tanıma TKP de uyuyordu) Gürcistan KP'sine bağlandı. Geriye kalan Aydınlık grubu ise ekonomist-Menşevik iğrenç kuyrukçu bir çizgi izlemeye koyuldu. 1925'de dağınık grupları birleştirip (buna Rum örgütlenmeleri ve Ermeni sol-sosyal-demokrat grupları da dahildi) TKP'yi inşa etmekle yükümlü bir kongre örgütlense de nihayetinde bu çaba azınlıkların çok az bireysel katılımını sağlayıp diğer grupların ise Aydınlık grubu altında birleşmeyi kabul etmesiyle ve nihayetinde Aydınlık grubunun TKP Kongresi niteliğinde toplandı.
Burada bir noktaya değinmek gerekir: Bütün bu kongreler (1920 Bakû, 1922 Ankara, 1925 Akaretler) resmi olarak TKP 1. Kongresi olarak adlandırıldı. Bu TKP'nin başlangıç tarihi konusunda sorunlar doğurmaktadır. Subhi yoldaş ve onun çizgisini savunanlar TKP'nin doğuşunu 10-16 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakû'da toplanan ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen komünist örgüt ve grupların delegeleriyle meşru olarak toplanan Kongre olarak görmektedir. Şefik Hüsnü'cü oportünistler ve devamcıları ise iki ayrı tarih tutmaktadır: Direkt ŞH vb.'leri tarafından savunulan 1925 tarihi (böylece TKP'nin Mustafa Subhi yoldaş liderliğindeki dönemi yok sayılmaktadır, gerçekten de ŞH oportünisti Subhi yoldaştan hiç hazzetmeyen bir oportünistti) veya Aydınlık gibi "miras açı" grupların savunduğu 1919 tarihi (yani TİÇSF'nin kuruluşu). TİÇSF, daha proletarya nedir onun bile tanımını yapamayan oportünist bir gruptu, yani bu grubun Türkiye'de ilk komünist grup olarak tanınması saçmadır. Yoksa bu yola gidilecekse, İ. Bilen (modern-revizyonist TKP'nin önderi) döneminde de ilk grup 1918'de kuruldu sonra dağıldı denilmektedir, o grubu başlangıç saymak gerekir. Lafzı geçmişken, modern-revizyonist sosyal-faşist TKP de TİÇSF'yi komünist ilan etmiştir ama o Bakû kongresini esas almıştır. Bunun esas sebebi İ. Bilen'in ŞH'den nefret etmesi, o dönemi oportünist görmesidir. Ama 1919'da TİÇSF'de Ethem Nejat yoldaş vb. de vardı (yani partiye tümden revizyonist demiyorlardı), bu konuda buldukları formül şuydu: TİÇSF evet Marksist bir partiydi ama sadece İstanbul merkezliydi, esas Tüm-Türkiye partisi olarak tüm grupları birleştirdiğinden TKP kabul edilmelidir. Yani kısaca, TKP'nin başlangıç tarihi meselesi oportünistlerle Marksistlerin konumunu tayin eden bir meseledir. Biz Marksistler bu yüzden TKP'nin kuruluşunu 10-16 Eylül 1920 kongresi olarak kabul ediyoruz.
Bundan sonra TKP esas olarak kongre toplamamıştır. 1926 ve 1932 yıllarında "TKP Aktifi Konferansları"ndan 1932'deki Konferans sonradan İ. Bilen TKP'si dönemi (4.) Kongre kabul edilmiştir. Bu yüzden onlar 12 Eylül sonrası 1983'de düzenledikleri Kongre'ye 5. Kongre demişlerdir. Bir de Pavli Adası'nda sonradan Troçkistlikle suçlanan (gerçekten Troçkist olup olmadıkları meselesi bir yana [zira bu Kongrenin bugüne ulaşan bir belgesi yoktur] bu grup Türkiye'de bir sosyalist devrim yapılmasını istemiş (?), aldığı konumlarla da ŞH kliğinden sözde sol özde sağ daha gerici bir konumda kalmıştır) grubun Kongresi vardır (1929 Haziran). Bu grup bir dönem "Muhalif TKP" diye bilinen bir grup olarak var olmuştur ve Türkiye'de bazı Troçkistler (Devrimci Marksizm) bu kongreyi "Stalinizme karşı ilk devrimci atılım" olarak savunmaktadır. Yine TKP (İşçinin Sesi) grubu da (bu grubun da aslen adı TKP'dir, TBKP kurulduktan sonra isim boşalınca bunlar kendi kongrelerini toplayıp isimlerini TKP yaptılar ama kimse umursamadı) bu Kongre'yi Troçkist değil, tasfiyeciliğe karşı devrimci bir duruş olarak nitelendirmiştir.
TKP'nin tarihi tevkifatlar tarihi olmuştur. İlk tevkifat 1925'de gerçekleşmiştir (önceki dönemin cinayet ve tutuklamalarını saymıyoruz) ama ilk önemli tevkifat 1927'de, 1926 Viyana Konferansı ile ŞH kliğinin Türkiye'deki adamı olarak atanan ama sonradan kavgadan kaçıp polise yoldaşlarını bildiren Vedat Nedim Tör sayesinde gerçekleşmiştir. Sonraki 1929 ve diğer tevkifatlar sürecinde TKP hep çökmüş ve sonra tekrar toparlanmaştır. 1946'da 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası oluşan konsensus sürecinde TKP legale çıkma girişiminde bulunmuş ama klikçilik bu süreçte de baş göstermiş, ilk kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ŞH kliğinin önderliğini kabul etmeyince ŞH kliği de Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ni kurmuş, aynı yıl ikisine de tutuklamalar başlamıştır. Son önemli tevkifat, 1951'de Nazım Hikmet'in yurt dışında kafadarı İ. Bilen'le başlattığı inisiyatifle birlikte daha çok legal alanlara dönük bir yarı-legal/illegal çaprazı bir örgütlenme sürecine girişilmiş ama Sevim Tarı'nın yakalanmasıyla başlayan tutuklamalar sonrası o dönemin bilinen solcu aydınları ve 1950'de afla salınan 1946 sürecinin tutuklularını da kapsayacak büyük bir TKP tutuklamasıyla sonlanmıştır. Bu tarihten sonra TKP bitmiştir. Dava sürecinde salıverilenlerin bir kısmı soluğu yurt dışında almış, grup kavgasına düşüp kafadalarını toplayıp rakiplerini tasfiye etmiş ve yurt dışında kendisine TKP-Dış Büro ismini vermiş, sonradan da direkt (hakkı olmayan) TKP ismini kullanmaya başlamıştır.
Bu sürecin özü, kısaca TKP tarihi budur.

Bugün Mustafa Subhi yoldaşı savunduğunu iddia eden bir parti hangi şehitleri sahiplenmelidir?


A) Ekim Devrimi'nin müdafaasında can veren Türkiyeliler

Mustafa Subhi yoldaş, Türkiyeli esirlerden teşkil ettiği bir Kızıl Rota ile Beyazlara karşı savaşmış, özellikle Çekler'e karşı mücadelede yer almıştır. Bu mücadelede Sovyet devriminin müdafaasında kızıl rotada şehit düşen bütün isimleri bilinmeyen şehitler, komünizm şehitleri olarak Türkiye ve T. Kürdistanı'nın öncüsü olan Proletarya Partisi'nce "TKP öncesinin komünizm şehitleri" olarak sahiplenilmeli ve onurlandırılmalıdır. Bu uğurda isimleri ve sayıları bilinmeyen bu kızıl orducuların anısı, halk ordusunun saflarında uzun süreli halk savaşının ilk safhası olan köylü gerilla savaşını yürüten savaşçıların mücadele azmini biliyor.

B) TKP'nin kuruluşu sonrası mücadelede can veren TKP ve Kızıl Alay üyeleri

B1) Zangezur şehitleri

Mustafa Subhi yoldaşın Türkiye'ye ilk dönme girişimi esasen Kızıl Alay ile olmuştur lakin bu süreçte Zangezur'da karşı-devrimci Daşnaksütyun kuvvetleriyle çatışmalar yaşanmış ve bu çatışmalarda 11 kızıl alaylı şehit düşmüştür. Bilinir ki, devrim süreçlerinde devrim ordularında bir komünist olmasa da devrime hizmet eden ve orduya girenler olur, bir de komünist olup orduya girenler. Bunlar genelde ordu içinde komünist grup kurar ve ordudaki askerleri sadece komünizme hizmete değil, direkt komünizme kazanmaya çalışırlar. Bunlar devrimci durumlarda safların genişlemesinde görülür (mesela Rusya'da İşçi-Köylü Kızıl Ordusu, mesela Çin'de Çin Halk Kurtuluş Ordusu). Bunların hepsi de direkt olarak komünisttiler diyemeyiz ama devrime ve komünizme hizmet eden askerlerdiler ve bu yüzden "TKP dönemi Kızıl Ordulu komünizm şehitleri" olarak anılmalı ve sahiplenmelidirler.

Bu üstteki iki örneğe dair bu şekildeki perspektif normalde değinilmiş ve hareketin bir yayınında da ifade edilmiştir.[1] Yine de bu konuda henüz yeterince bir sahiplenmede bulunulmadığı belli oluyor. Bu tavır aşılmalıdır.

B2) Yusuf Kemâl

Bu yoldaşın da yaşamına dair pek bir bilgi elimizde yok, Süleyman Nuri'nin anılarında bu yoldaşın, Subhi yoldaşın yolculuğundan önce gönderildiği ama Kars kalesinde Karabekir'in hışmına uğrayıp öldürüldüğünden bahsedilmektedir.[2] Elimizdeki kaynaklar ve bilgimiz doğrultusunda yoldaşa dair elimizde başka bir veri yoktur. Bu kişinin bir an Kürt Maksut'un yol arkadaşı olduğu düşünülebilir ama altta vereceğimiz alıntılarda Maksut yoldaşın yol arkadaşının Bekir Çavuş isimli birisi olduğu ifade edilmektedir. Yine Nedim Âgâh yoldaşın yol arkadaşı olmadığını Kars'ta öldürülüşünden anlıyoruz.

B3) 15'ler

15'ler üzerine çok daha detaylı bir inceleme elbette ki gereklidir (zira bu yoldaşların bir kısmına dair maalesef geniş bilgi yoktur) ama 15'ler zaten yeterince bilindiğinden, dolayısıyla ek olarak zaten "sahiplenilmeli" demeye gerek olmadığından ve bu yazının amacı olmadığından dolayı bunu geçiyoruz.

B4) Maria Subhi

Bu yoldaşın tam olarak doğum, ölüm vb. konularda şu andaki bilgiler tam değildir. Rusya'da Subhi'nin tanıdığı ve katip olarak yanına aldığı, sonradan evlendiği birisidir (dönüşte de konumu sekreterlik olarak geçmektedir).

Bu yoldaşın kimliğine dair farklı kaynaklarda farklı ifadeler geçer. Ahmed Cevad, Yahudi olduğunu söylemektedir.[3] Kimi Azerbaycan'dan ikincil ve üçüncül anlatımlarda Bakû Rusu olduğunu da işittik. Bu yoldaşa dair başka çelişkili bilgiler de vardır. Mesela, Subhi yoldaşı Kırım döneminden tanıyan birisi Bakû'da Vanda isminde Polonyalı bir kadınla evlendiğini söylemiştir.[4] İbrahim Topçuoğlu, Rusya Türkü olduğunu ve isminin Semiramis (ki kendileri ona Semra diye hitap ediyorlarmış) olduğunu yazmıştır,[5] ki bu gerçek değildir. Kendisini Kırım'dan tanıyanların şahitliği belki de Subhi'nin Rusya'da birden fazla kişiyle evlendiği (ve evliğinin bilinmeyen sebepler yüzünden bozulduğu) şeklinde yorumlanabilir (ki bizce bu çok zayıf bir ihtimaldir), ya da bu yoldaşın farklı isimler kullandığı şeklinde de anlaşılabilir. Her halükarda bilinen odur ki, Subhi yoldaşla birlikte son yolculuğuna çıkan kişi Maria'dır. Bu yoldaş, Yahya Kahya'nın adamlarınca el konulmuş, Rizeli kabadayılara satılmış ve defalarca tecavüze uğradıktan sonra ya öldürülmüş, ya da intihar etmiştir. Maria yoldaşın kanları, Kemalistlerin ve tetikçilerinin ellerindedir.

B5) Nedim Âgâh ve yol arkadaşı

Eczacı olan bu yoldaş, Subhi yoldaşın katliyle aynı dönemlerde veya katlinden sonra (tutuklanışını 20 Ocak 1921 tarihli basın veriyor), tıpkı Subhi yoldaşa yapılan örnekteki gibi, güya deniz üzerinden sınır dışı edilme bahanesiyle denize çıkarıldığı haberi yayılmış, lakin katledilip Karadeniz'e atılmıştır. Bu yoldaşın ölümü ilk defa Pavloviç'in Komünist Enternasyonal dergisindeki 1921/17 sayısında Subhiler hakkında yazdığı yazıda son dakika gelen bir haber olarak geçiyor. Pavloviç'in bu yazısında geçen Ahmed Cevad'ın mektubu daha önceden çeşitli kereler çevrilip kullanılmıştı ama Pavloviç'in yazısı tam haliyle ilk defa (derginin Almanca versiyonundan çevrilerek) Aydınlıkçılar tarafından basılmıştı. Lakin burada şöyle bir sorun vardı, orijinal Almanca versiyonunda mı hatalı uyarlanmıştı, yoksa çevirenden kaynaklanan bir sorun muydu bilemeyeceğimiz bir meseleden dolayı "Nadir Agaha" diye isim Türkçeleştirilmiştir.[6] Oysa ki orijinal Rusça yazıda "Nadim Agayha" diye geçmektedir.[7] Bu cinayeti daha sonradan farklı kaynaklar da işlemiştir.

Aslında bu örnek bile, Mustafa Subhi yoldaşın katledilmesi üzerine sonsuz tartışmalar yaratanlara cevap niteliğindedir. Subhi'yi "İttihatçılar'a garezi vardı diye İttihatçılar katletti" diyerek olaydan Kemalistleri aklamaya çalışanlar, buna ne diyor sizce?

Mustafa Subhi'yi İttihatçıların öldürdüğünü savunan Yavuz Aslan, aktardığı bazı yazışmalar ve istihbarat raporlardan Nedim Âgâh'ın öldürülmediğini iddia ediyor. Yazarın karışık verdiği bu yazışmaları sırasıyla burada koymakta yarar vardır.

Ülkeye doğru yola çıktığına ve Giresun'a geldiğine, oradan da Ankara'ya geçmek üzere yola çıktığına dair çekilen telgraf şöyledir:[8]

Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne
Trabzon
26/12/36 [26 Aralık 1920]
1- Dün 25/12/36'da Tuapse'den Giresun'a bir motorla gelen Mustafa Suphi adamlarından eczacı Nedim Agâh'ın Giresun'a çıktığı ve Ankara'ya gitmek üzere Bahr-i Cedit Vapuru'yla İnebolu'ya hareket ettiği Giresun mıntıka kumandanlığından bildirildiği maruzdur. Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne ve Şark Cephesi Kumandanlığı'na arz edilmiştir.
3. Fırka Kumandanı
Nuri

Müdafaa-i Milliye Vekâleti durumu 29 Aralık 1920'de BMM Başkanlığı'na bir tezkere ile bildirmiş ve Mustafa Kemal'e yapılacak muameleyi sormuştur:[9]

BMM Riyâset-i Celile'sine
29/12/36 [29 Aralık 1920]
Tezkere
25/12/36 tarihinde Tuapse'den Giresun'a bir motorla gelen Mustafa Suphi adamlarından eczacı Nedim Agâh'ın Ankara'ya gitmek üzere Giresun'dan Bahr-i Cedit Vapuru'yla İnebolu'ya hareket ettiği Üçüncü Fırka Kumandanlığı'ndan mevcut şifreli telgrafla anlaşılmakla, hususî malumatla ifa-yı muktezası ricasıyla maruzdur.

Mustafa Kemal'in ne cevap verdiğini saptayamamakla birlikte Yavuz Aslan, devamında önce tutuklanıp[10] sonra da "sınır dışı edildiği" bilgisini vermektedir.[11]

Ülkeden çıkarıldığına dair ilk yazışma şudur:[12]

12. Fırka Kumandanlığı'na
Karargâh
1 / 2 / 37 [1 Şubat 1921]
1. Türk komünistlerinden Mustafa Suphi ve onüç refikinin Bakû'da bulundukları esnada, Sibirya ve Türkistan'dan avdet eden Osmanlı üsera-i askeriyesiyle [esir askerleriyle -TÖ], diğer teba-i Osmaniye haklarında suver-i muhtelife [farklı suretler -TÖ] ile şipoyan ve tecavüzatta bulunduğu ve birçok bîgunahların idamıyla üseramızın sefalet ve perişaniyetlerinin temadisine mucip olduğu [sürmesine sebep olduğu -TÖ] hakkında memleket efkârında aleyhlerine hasıl olan kanaatin ve infialin neticesi olarak Mustafa Suphi ve rüfekası Erzurum'da ve güzerahtaki ahalinin heyecanlı tezahüratı karşısında kalmış, aynı nefret ve galeyyan Trabzon'da da toplanan bir cemiyyet tarafından da izhar edilerek hiçbiri şehire sokulmamak ve yolcular memleket halkının bu nefret adem-i kabulü karşısında daha ziyade kalamayarak derhal kiraladıkları bir motora rakiben sahilden açılmışlardır. Hükümetin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin tedabir-i sayesi ile canları mahfuz kalmıştır.
2. Giresun'a çıkan komünistlerden eczacı Nedim Agâh ve diğer refiki polis tarafından mevkufen Giresun'dan vapurla memleket haricine ihraç edilmiştir.
3. Mustafa Suphi Kafilesi'nden Maçka'da hastalanıp kalan Mehmet Emin ile Süleyman Sami'nin Türkistan'daki hidmet-i mezkûreleri [zikredilen hizmetleri -TÖ] hakkındaki müteaddit zevatın [birçok kişinin -TÖ] şahadetlerine binaen mûmaîleyhüma [adı geçenler -TÖ] halk tarafından serbestiye mazhar olunmuşlardır.
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir

Ülkeden çıkarıldığına dair ikinci yazışma şudur:[13]

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne
Kars
2/3.2.37 [2-3 Şubat 1921]
1. Bakû'da Türk üserası ve diğer Osmanlı tebası haklarında zulm ve tazyikattan ve telkinat-ı muzırrasından dolayı Erzurum'da ahalinin hakaret-i tezyifine uğrayan Mustafa Suphi ve 13 refiki Trabzon'da şehir haricinde toplanmış olan halkın tezahürat-ı şedidesi karşısında şehre girmeyerek, seyahatine de devam edemeyeceğini de anlayarak alelacele isticar ettiği bir motora rakiben Rusya'ya avdet etmek üzere 28/1/37'de sahilden açılmışlardır. Mezkûr kafileden olup Maçka'da hastalanarak kalan Mehmet Emin ve Süleyman Sami'nin Türkistan'daki hidemat-ı milliyelerini bilen ve takdir eden birçok kimselerin telkinatı ile mumaileyhümayı serbestiye mazhar kılmıştır. Keyfiyet Tiflis, Erivan ve Bakû'daki mümessillerimize bera-yı malumat bildirilmiştir. Giresun'a çıkan komünistlerden eczacı Nedim Agâh ile diğer bir refikinin de polis tarafından mevkufen vapurla memleketten ihraç edildiği 3. Fırka Kumandanlığı'nca bildirilmiştir.
2. Büyük Millet Meclisi Riyâseti'ne, Dahiliye, Hariciye, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne, Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne yazılmıştır.
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir

Daha geç bir tarihten 13. Fırka Kumandanı'nın Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne çektiği şifre telgrafta Nedim Âgâh'ın Batum'da olduğu ifadesi geçmektedir:[14]

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne
Trabzon
2 Temmuz 37 [2 Temmuz 1921]
1- Rize şubesinin mevkufen aldığı malumata nazaran Batum'da bulunup, ilk fırsatta kayık ve motorla Türkiye'ye geçmek isteyen komünistlerin isimleri: Batum Grubu Reisi Süleyman Nuri'dir. Evvelce mülâzım-ı evvel rütbesinde bulunan mumaileyh katib-i umumîdir. Âzâları Selahattin Batum'da Münteşir İştirak gazetesi Sermuharriri, Ali Rıza Muavini, Nurettin, Trabzonlu Hafız Mehmetoğlu Faik, Selanikli Feyzullah, İzmirli Ahmet Mithat, İsmail, Kadir, Lütfü, Naci, Salih Zeki, Mehmet Ali, İaşe Komiseri Şevki, Artvinli Ahmet Çakır, Nedim Agâh'tır.
2- Bakû'dan hareketle Tiflis'e gelen üç kişilik diğer grubun reisi Abdullah, katib-i umumisi Mesut Zeki'dir. Diğerlerinin esamesi grubun Batum'a musavallatında öğrenilecektir. Bunlardan maada Bakû'da Şark Şûrâları tarafından bir buçuk aylık müddet-i tahsiliyeyi bir komünist kursu açılmıştır. İlk yetiştirilmiş Üsera-i Osmaniye'den doksan beş kişi Anadolu'ya sevk olunmak üzeredir.
13. Fırka Kumandanı

Oysa ki böyle bir raporda isminin geçmesi demek, illa ki bu bilgi doğrudur demek değildir. Kaldı ki, istihbaratın nasıl alındığı belirtilmiyor ve "mevkufen aldığı malumat" diyor. Bu birinci elden bir tanıklık mıdır? Duyum mudur? Buna karşılık o dönem Batum'da olan Ahmed Cevad, bilindiği üzere anılarına ek olarak yazdığı ve ölümünden sonra yayınlanan yazıda "eczacı" dediği Nedim Âgâh'ın "hastalandığını""hava değişimi için Batum'dan Trabzon'a geçtiğini" ama "burada süngülenip denize atıldığını" yazmıştır.[15] Yine üstteki telgrafta "Batum Grubu Reisi" denilen Süleyman Nuri de, anılarında 3 yerde Nedim Agah'ın öldürüldüğünü yazmıştır.[16] İki kişi de (hele ki birisi sonradan Kemalistlerin safına dönen Ahmed Cevad), yıllar sonra niye bu konuda yalan desinler? Dahası, ölmeyip de Batum'a dönseydi, bu kişiden bu şekilde bahsetmelerinin imkanı var mıdır?

Aksi yönde kesin bir belge ortaya çıkmadıkça Nedim Âgâh üzerinde gereksiz tartışmalara girmek anlamsızdır. Nedim Âgâh yoldaşı Kemalistler alçakça katletmiştir ve onun ölümüyle Subhi yoldaşın ölümünün bu kadar benzerliği bile, Subhi yoldaşın cinayetine ışık tutmaktadır.

Maalesef ki, Nedim Âgâh yoldaşın "refiki" denen yol arkadaşına ne olduğunu bilmiyoruz, ismi de geçmediğinden dolayı kesin bir çıkarımda bulunamıyoruz. Nedim yoldaşın akıbetinden yola çıkarak, bu yoldaşın da ya aynen öldürüldüğünü, ya da bir sebeple Nedim yoldaşla aynı kaderi paylaşmadığını tahmin edebiliriz ama ikinci ihtimal, telgraflarda da birlikte "sınır dışı edildiklerinden" söz edildiği için bizce daha zayıftır.

B6) Osman Topçuoğlu

Osman Topçuoğlu

Bu yoldaşı Mustafa Subhi yoldaşın ölümünden sonraki süreçte Stravropol'da tifodan yattığı hastanede kaybettik.[17] Kardeşi İbrahim Topçuoğlu'nun yazdığı Neden İki Sosyalist Partisi isimli 3 ciltlik kitabın ilk cildinde kendisine var olmayan konumlar biçiliyor. Bu kitap birçok hata içermektedir ve bunların önemli bir kısmı hatalı bilgi, çarpıtma ve yalandır. Araştırmacı Mete Tunçay, bu kitaptaki birçok yanlışlığı da ortaya koymuştur. Yani kendisinin böyle bir konumda olmadığı açıktır. Yine de, Subhi yoldaşın grubuyla ilişkili olduğu da yayınlanan başka yayınlardan da anlaşılmaktadır. Bu yüzden yine şehit olarak kabul edilmesi doğru olandır.

B7) Kürt Maksut

İsmail Bilen dönemi TKP'sinde ismi hatalı olarak Mesut[18] diye zikredilen bu yoldaş, Subhi yoldaştan sonra şehit düşmüştür. Başka bir partili ile ülkeye parti işi için gönderilen yoldaş, üzerinde ele geçen komünist beyannameler ve talimatnameler yüzünden Kazım Karabekir tarafından idama yollanmıştır. Kendisini idam edenlere karşı yoldaşın tutumu, katillere "Toprağa dökülen kanlarımdan kızıl inkılap çiçekleri açacaktır" diyerek darağacına çıkmak ve darağacında "Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!"[19] diye son sözlerini söyleyerek onu idam edenlerin yüzüne partisine olan bağlılığını ilan etmek olmuştur. Yoldaşın hakkında pek bilgi olmadığından, hakkında iki anlatıyı buraya koyacağız.

İlki şöyledir:[20]

(...)
KAHRAMAN MAKSUT YOLDAŞ
Aslen Muş taraflarından harbi umumi zamanlarında jandarma karakof kumandanlığında bulunmuş ve bilâhere esir düşmüştür. Maksut yoldaş esaret zamanında Subhi ile beraber çalışmış Parti tarafından kızıl alaya teşkilâtçı olarak gönderilmiş ve orada parti teşkilâtının başında çalışmış bir arkadaştır.
Parti Maksut yoldaşın yetişkenliğini, faallik ve kabiliyetini, inkilâba ve partiye tam merbutiyetini göz önüne alarak teşkilât yapmak üzere kendisini şark vilayetlerine gönderdi. Bekir çavuş isminde bir yoldaşta onunla birlikle ve ona yardımcı olarak gönderilmiş idi. Fakat daha faaliyet yapma imkânını bulamadan, her ikiside, Karstan türk burjuvazisinin kanlı pençesine düştüler. Türkiye amele sınıfının ve emekçi kütlelerinin kurtuluşu uğrunda seve seve canlarını veren ölümü hakıkî bir inkilâpçiye yakışır bir tarzda karşılayan kahramanlarımızdan Maksut yoldaşın büyük şahsiyetinde görüyoruz. O, kendisini ve arkadaşlarını bekleyen akibeti evvelceden sezmiş gibi pençesinden kurtulamayacakları, ölümden hiç değilse kendi kavga ve mefküre yoldaşını kurtarma, amele sınıfının kavga saflarında hiç değilse arkadaşının yer almasını temin etmek için kendisini feda eden bir kahramandır.
Daha yolda iken üzerlerinde yakalandığı takdirde onların idam sehpasına sürükleye bilecek tekmil vesikaları kendisi alıyor; yoldaş Bekire yakalandıkları takdirde kendisini evvelce tanımadığını, ancak yolda rastladığını söylemesini tenbih ediyor. Yakalanınca da tahammül edilemez iskecelere rağmen arkadaşını ele vermiyor sabunlu ipe seve seve boynunu vermek suretile arkadaşını kurtarıyor. Burjuvazi cellatları karşısında, idam sehpasına götürülürken ve sabunlu ip boynuna geçirilirken Maksut yoldaş gösterdiği cesaret, mefküreye ve partiye tam bağlılık onu bu sıralarda görmüş ve buna şahit olmuş binlerce emekçi kalbini teshir etmiş ve onlara sınıfımızın kahramanlarını tanıtmıştır.
Onbeş kahraman ve Maksut ayni partinin, ayni sınıfın evlâtları olarak ayni sınıf ve mefküre için, ayni kahramanlıkla can verdiler.
Kara Denizin kara sularına gömülü onbeş kurbanın ve Karsın bir çukuruna atılmış Maksudun mezarı bizim sınıfımızın ve memleketimizin yoksulluk içinde azap çeken emekçilerinin kalplerindedir.
Bu inkılâp kahramanlarının ölümü şüphesiz sınıfımızın acıklı bir ziyaıdır. Fakat onlar geride kalan Türk komünistlerine inkilâba giden yolu sarsılmaz bir tarzda göstermiş bulunuyorlar. Biz bu yolda onların yollarından ve onlar gibi yüzbinlerce can vermiş olanların yolundan cesaret ve imanla yürüyoruz ve yürüyeceğiz.

İkincisi de şöyledir:[21]

(...)
Subhi yoldaş kendisi Türkiyeye gitmezden evvel şark vilayetlerine de Kürt Maksut isminde bir ajitatör göndermişti. Onu dahi Subhi hadisesinden sonra idam etmişler (iyi hatırlamıyorum galiba Erzurumda). Bu yoldaş öldürülürken: "toprağa dökülecek kanlarından kızıl inkılâp çiçekleri açacağını" söylemişti... Aradan tam on beş sene geçti. Ulu ölülerimizin yalnız "toprağa dökülen kanlarından değil", fakat Kara denizin kara dalgalarına karışan kanlarından kızıl çiçekler yetiştiğini memnuniyetle görüyoruz.
Yoldaşlarımızın öldürülmeleri hadisesi, o vakit dahi bizi ağlatmamış, ancak gayiz ve intikam duygularımızı şiddetlendirmişti. Şimdi de bu satırları şikâyet için yazmıyoruz, yalnız onların kıymettar hatıralarını takdis bahanesi ile nefret ve lânetimizi katillerin ve cihan burjuvazisinin yüzüne bir defa daha tükürmek için yazıyoruz. Bunlar bizim için çok büyük ziya olmakla beraber yeni nesil bundan ürkmemeli, belki ders almalı ve zamanı gelince de düşmanlarla o kadar katiyet ve azimle hesaplaşmalıdır.

Sonuç


Mustafa Subhi yoldaş ve onun Bolşevik TKP'sine proletarya hareketi her daim sahip çıkmıştır. Mesela, İbrahim yoldaş şöyle demiştir:[22]

"[Aydınlık'ın revizyonist tezlerinden bir dizi alıntı yapılıp devamla:]
TKP hakkında, Program Taslağı'nda söylenen şeyler bunlar. Bu görüşlere birkaç bakımdan katılmıyoruz.
Bir kere Taslakta, TKP hakkında ileri sürülen görüşler, akıl almaz çelişkilerle doludur. Yuvarlak ve demagojik ifadeler bir yana bırakılırsa, TKP hakkında söylenen olumlu şeyler, onun "mükemmel bir komünist hareket" ilân edilmesine yeter de artar bile. "Leninist bir örgüt" olmak, "Marksizm-Leninizme bağlı kalmak", "proleter enternasyonalizmine daima bağlı kalmak", "oportünizm ve Troçkizm gibi ihanet akımlarıyla durmadan mücadele etmek", son derece mükemmel bir komünist hareketin nitelikleridir.
Fakat, yine Program Taslağı'na göre, TKP'ni oportünist ve revizyonist bir parti ilân etmemek mümkün değildir. "Marksizm-Leninizmi yurdumuz şartlarıyla yaratıcı bir şekilde kaynaştıramamak", "yığınlar içinde kök salmayı başaramamak", otuz küsur yıllık legal ve illegal faaliyet dönemi boyunca "yığınları silahlı mücadele yolunda seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak" ve bütün bunlardan dolayı da "çökertilmek", su katılmamış bir revizyonist hareketin nitelikleridir.
Bir parti, bir yandan revizyonizmin ve oportünizmin bütün hastalıklarıyla sakatlanmış olacak, öte yandan, bu parti "Marksizm-Leninizme bağlı kalmış" olacak, "oportünizmle mücadele etmiş" olacak, "Leninist parti" olmakta devam edecek. Bu, en hafif deyimi ile, Marksizm-Leninizm'in ne olduğunu, oportünizmin ne olduğunu, Leninist partinin ne olduğunu anlamamaktır. "Ülke şartlarıyla kaynaşmayan", ondan kopuk bir "Marksizm-Leninizm"! "Yığınlar içinde kök salmayı başaramayan", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamayan", "teori ve pratiği kaynaştıramayan" bir "Leninist parti"!
Çoğu zaman halkın silahlı mücadelesi için şartların son derece elverişli olduğu otuz küsur yıllık mücadele döneminde, "yığınları silahlı mücadele için seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak", "teori ile pratiği kaynaştıramamak", "yığınlar içinde kök salamamak", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak", "burjuva iktidarların ağır baskı ve takibini altedememek" ve "çökertilmek"; buna rağmen "oportünizmden" azade olmak, üstelik "oportünizmle durmadan mücadele etmiş" olmak! Bunlar aklın alacağı şey değildir. Miras hesaplarıyla bu denli vahim çelişkilere düşmek, bir komünist harekete asla yakışmaz!
TKP hakkında, şahsi görüşlerim şunlardır: TKP, M. Suphi yoldaşın önderliği altındayken Leninist bir partiydi. M. Suphi yoldaşın Kemalistler tarafından hunharca katledilmesinden sonra, partinin önderliği revizyonistlerin eline geçmiştir. Şefik Hüsnü, otuz yıllık önderliği boyunca, revizyonist bir çizgi izlemiştir. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki TKP, bir müddet, Türkiye’de devrimi “sosyalist devrim” olarak tespit etmiş ve bunu da Kemalist iktidardan beklemiştir.
Daha sonra "sosyalist devrim" şiarından vazgeçmiş, fakat bu kez de aynen Menşeviklerin mantığıyla, Kemalist iktidarın demokratik devrimin görevlerini tamamlamasını ve sosyalist devrim için yolu düzlemesini beklemeye koyulmuştur. TKP, köylülerin devrimci rolünü reddetmiştir. İşçi sınıfı önderliğinde, köylülere dayanarak demokratik halk devrimini başarmayı ve durmadan sosyalizme geçmeyi, yani Marksist-Leninist kesintisiz ve aşamalı devrim teorisini reddetmiştir. Ülkemizin somut gerçeği ile Marksizm-Leninizm'in teorisini birleştirememiştir.
İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı ön plâna çıkarmıştır. Silahlı mücadele yolunu reddetmiştir. Kemalist iktidara kölece bir bağlılık göstermiştir. Refik Saydam hükümetini destekleyecek kadar Marksizm-Leninizm'den uzaklaşmıştır. Kemalist iktidarın, bütün azınlık milliyetlere, özellikle Kürt milletine uyguladığı amansız milli baskıyı, hatta kitle katliamlarını tasviple karşılamıştır. Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonraki otuz yıllık dönemde TKP, bir reform partisi olmaktan ileri gidememiştir. Şefik Hüsnü'nün yazıları, Marksizm-Leninizm'in alfabesi sayılacak en ilkel gerçekleri bile çiğnemektedir (Bak: Seçme Yazılar, Ş. Hüsnü, Aydınlık Yayınları).
TKP'nin çökertilmesi, revizyonist çizgisinin kaçınılmaz sonucudur [bunu daha sonradan Aydınlık revizyonistleri "TKP devrim yapamadı bu yüzden revizyonisttir diyorlar" şeklinde tahrif etti –BN]. Yakup Demir, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kaşarlanmış revizyonistlerle Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra TKP'nin izlediği çizgi arasında hiçbir fark yoktur. Gerek ideoloji ve politikası itibarıyla, gerekse örgütsel olarak TKP, Y. Demir, M. Belli, H. Kıvılcımlı revizyonistlerinde devam etmektedir. Yakup Demir kliği, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP'nin çizgisine gerçekten ihanet etmiştir, ama TKP'nin daha sonraki çizgisini olduğu gibi devam ettirmektedir.
TKP mirasçılığı havada bir iddiadır. Bir komünist hareket, M. Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP'nin mirasçısı olur, TKP saflarındaki militan işçi-köylü-aydın üyelerin kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları komünizm davasına derin inancın mirasçısı olur ama, TKP önderliğinin revizyonist çizgisinin mirasçısı olamaz.
Program Taslağı, "ne şiş yansın, ne kebap" mantığıyla kaleme alınmıştır."

Yine:[23]

"Şafak revizyonistleri TKP'nin, M. Belli'ye, H. Kıvılcımlı'ya ve Yakup Demir'e layık revizyonist geçmişinin mirasçılığını da kimseye bırakmıyor. TKP konusundaki görüşlerimizi de ayrı bir broşürde ele aldığımız için burada üzerinde durmuyoruz. Kısaca belirtelim ki, TKP, Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra, kesin sağcı ve revizyonist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüsnü, Kemalistlerden sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır.
Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, köylülerin devrimci rolünü asla kavramamıştır; işçi-köylü ittifakını asla kavramamıştır; daima burjuvaziyle ittifak kurmaya çalışmış ve daima da bunun cezasını çekmiştir, ama bu cezayı işçi sınıfımıza ve yoksul köylülerimize de çektirmiştir; Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, Kemalist iktidara sonsuz bir sadakat beslemiştir; silahlı mücadele yolunu reddetmiştir; önce Kemalist iktidarın tedrici devletleştirmeler yoluyla sosyalizme (!) varmalarını beklemiş, sonra da hayal kırıklığına uğrayarak Kemalistlerin sosyalist devrim için şartları olgunlaştırmasını beklemeye koyulmuştur; Kemalist iktidarın azınlık milliyetlere yönelen zulüm ve baskılarını alkışlamıştır.
Bu miras, bizim aç gözlü miras düşkünü bezirgânlara pek yakışıyor. TKP mirasında, kendi revizyonist tezlerini destekleyecek pek çok şey bulacaklarına eminiz. Fakat, komünizm davasına gerçekten bağlı bir hareket böyle bir mirası reddeder. Biz Mustafa Suphi yoldaşın ve onun önderliğindeki TKP’nin mirasçısıyız. Komünizm davasına, devrimci yürekten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzünden inançları ve enerjileri yanlış yollara kanalize edilmiş işçi, köylü ve aydın kadroların, subjektif olarak kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları "devrim" ve "komünizm" ateşinin sarsılmaz inancının mirasçılarıyız."

Evet, Mustafa Subhi yoldaş ve TKP'si sahiplenmiştir ama bugüne kadar diğer yoldaşların sahiplenilmesinde atıl kalınmıştır. Sadece 15'ler değil, Rus devriminin müdafaasında enternasyonalist mücadelede şehit düşenler, Zangezur'da 11 şehit, Yusuf Kemâl, Maria, Nedim Âgâh ve yol arkadaşı, Osman Topçuoğlu, Kürt Maksut da sahiplenilmelidir. Bolşevik TKP'nin sadece sayısı bilinen asgari 31, ihtimaldir ki 32 şehidi vardır. Bolşevik TKP'nin bize mirası budur.

Komünizm şehitlerimiz kavgamızın kızıl bayraklarıdırlar. Onlar, bizim herkesin gözü önünde yükseklere çektiğimiz proletaryanın ihtilalci kızıl bayrağına rengini kanlarıyla verdiler. Bu zamana kadar proletarya hareketi, komünizm şehitlerinin bir kısmına dair layığıyla bir eğilim göster(e)medi. Bu bir eksikliktir, herkesin gözü önünde göndere çektiğimiz kızıl bayrağın üstünde birkaç ufak lekedir. Onun kızıllığını bozan bu lekeleri ciddi ve titiz bir çalışmayla söküp atmalıyız. Bundan sonra komünizm şehitlerine, Bolşevik TKP'nin ihtilalci şehitlerine gereken önemi göstermeliyiz. Göğsümüzün kafesinden yüreğimizi çıkarıp güneşten düşen ateşe fırlatalım, yüreklerimizi Bolşevik TKP'nin şehitlerinin yürekleriyle yan yana koyalım.

Türkiye ve T. Kürdistanı halklarının bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve yüce komünizm ideali uğrunda anti-emperyalist, anti-faşist, anti-feodal, özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi'ni zafere ulaştırmada tek bilimsel yol olan Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi'nin köylü gerilla savaşı evresindeki gerilla savaşında yürüdüğü yolu aydınlatan kızıl fenerlerimiz, Bolşevik TKP'nin şehitlerinin anıları hiç sönmeyen kıpkızıl bir meşaledir parlayan!

[1] "Parti ve Devrim şehitleri Anma Haftası vesilesiyle, Türkiye komünistlerinin ilk şehitleri üzerine…". Özgür Gelecek Yolunda İşçi-Köylü. 12-25 Ocak 2007. Yıl: 4. Sayı: 65. Sayfalar: 16-19 [18, 19].
[2] "Çanakkale siperlerinden TKP yönetimine: Uyanan Esirler". Nuri, Süleyman. TÜSTAV. 1. Baskı, Haziran 2002. Sayfa: 366., öldürüldüğüne dair diğer ifadeler için bkz: age. Sayfalar: 360, 385-386., not: Bu kronolojik sıralama aynı şekilde Maksut yoldaş için de denmiştir ama Maksut yoldaş hakkında gerek S. Yılmaz'ın, gerek Salih Zeki'nin anlatımları bunun Subhi olayından sonra gerçekleştiği intibası uyandırdığından dolayı 2'ye karşı 1 durum göz önüne alınarak S. Yılmaz ve Salih Zeki'nin anlattığına paralel olan kronolojik sıralamayı esas aldık.
[3] Orijinalde: "1920 Moskova'sında Türk komünistleri [#1]". EMRE, Ahmet Cevad. Tarih Dünyası. 1 Aralık 1964. Yıl: 1. Sayı: 1.; bu yazı dizisi sonradan şurada aynen sıralı basılmıştır: "1920 Moskovasında Türk komünistler". EMRE, Ahmet Cevat. içinde: "Milli Azadlık Savaşı Anıları". Hikmet, Affan., Emre, Ahmed Cevat., Nevşirvanova, Cemile Selim., Nevşirvenov, Ziynetullah., Akbulut, Erden (der.). TÜSTAV. 1. Baskı, Mart 2006. Sayfalar: 45-76 [ilgili kısım 54., ayrıca bkz.: 62.]. 
[4] "Destanlaşan bir devrimci: Mustafa Suphi". Ozeraner, M.. içinde: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi". Sağlam, Önder (der.). Ürün Yayınları. Sayfalar: 71-97 [ilgili kısım: 92-93, 95-96.].
[5] "Neden 2 Sosyalist Partisi - 1946: T.K.P. Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960 I.". Topçuoğlu, İbrahim. Yayıncı yok, kendi yayını. 1. Baskı, Şubat 1976. Sayfa: 62.; ayrıca Semiramis (Semra) hakkında kitapta geçen diğer bahisler için bkz. Sayfalar: 64-65, 72, 81, 84-86.
[6] "Türk komünistlerinin ölümü". Pavloviç, Mihayl. içinde: "Türkiye Komünist ve İşçi Hareketi". Aydınlık Yayınları (No.: 62 [Komintern Belgelerinde Türkiye Dizisi-4]). 1. Baskı, Mart 1979. Sayfalar: 52-58 [58].
[7] "ГИБЕЛЬ ТУРЕЦКИХ КОММУНИСТОВ.". Павлович, Мих.. Коммунистический Интернационал. 1921. №.: 17. Sayfalar: 4427-4430.
[8] Orijinalde: ATASE, A.1./4283, Kl.549, D.17/7, F.68-1.'den naklen: "Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi: Türkiye komünistlerinin Rusya'da teşkilâtlanması (1918-1921)". Aslan, Yrd. Doç. Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. ISBN: 975-16-0939-9. Sayfa: 329.
[9] Orijinalde: ATASE, A.1/4283, Kl.549, D.17/7, F.68.'den naklen: age. Sayfa: 329.
[10] Orijinalde: İstikbâl. 20 Kânûn-i Sânî 1337 [20 Ocak 1921].'den haberin ilgili kısmını naklen: age. Sayfa: 330.
[11] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.590, D.123/37, F.41-3; ATASE, A.6/3152, Kl.887, D.28/31, F.30-1; ATASE, A.7/3178, Kl.935, D.6/1-A, F.25.'e atıfla: age. Sayfa: 330.
[12] Orijinalde: ATASE, A.6/3152, Kl.887, D.28/31, F.30-1.'den naklen: age. Sayfalar: 321-322.
[13] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.590, D.123/37, F.41-3.'den naklen: age. Sayfa: 321.
[14] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.1040, D.130/85, F.5-1.'den naklen: age. Sayfalar: 369-370.
[15] "1920 Moskovasında Türk komünistler [#2]". Ahmet Cevat Emre. Tarih Dünyası. 1 Ocak 1965. Sayı: 2. Sayfa: 151.; ayrıca şurada: "1920 Moskovasında Türk komünistler". EMRE, Ahmet Cevat. içinde: "Milli Azadlık Savaşı Anıları". Hikmet, Affan., Emre, Ahmed Cevat., Nevşirvanova, Cemile Selim., Nevşirvenov, Ziynetullah., Akbulut, Erden (der.). TÜSTAV. 1. Baskı, Mart 2006. Sayfalar: 45-76 [62-63.].
[16] "Çanakkale siperlerinden TKP yönetimine: Uyanan Esirler". Nuri, Süleyman. TÜSTAV. 1. Baskı, Haziran 2002. Sayfalar: 366, 385-386.
[17] "Neden 2 Sosyalist Partisi - 1946: T.K.P. Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960 I.". Topçuoğlu, İbrahim. Yayıncı yok, kendi yayını. 1. Baskı, Şubat 1976. Sayfalar: 9, 88.
[18] Mesela "... idam sehpasında “Yaşasın TKP” diye haykıran Mesut Yoldaş için, ..." şeklindeki bir ifade için bkz: "İSMAİL BİLEN’İN 5. KONGRE AÇIŞ KONUŞMASI" (1983). TÜSTAV.
[19] Aynı yer
[20] Orijinalde: "Bir kızıl Askerin Hatırası" (16 Aralık 1935). Yılmaz, S.. içinde: "15'LER HATIRASI: TKP'nin Canavarca Öldürülen Önderi MS arkadaşlarına ithaf 1921-1936" (TKP yayını, 1936). Sayfalar: 75-78.; Transkripsiyon metin: a) "Türkiye'de Sol Akımlar - 1925-1936 (Cilt: 2)". Tunçay, Mete. İletişim Yayınları. 2. Baskı (İletişim'de 1.), 2009. Sayfalar: 634-635., b) "Bir kızıl Askerin Hatırası" (16 Aralık 1935). Yılmaz, S.. içinde: "15'LER HATIRASI". Tunçay, Mete. [3. Baskı, Sosyal Tarih Yayınları'nda 1.,] Mart 2020. İstanbul. Sayfalar: 74-76.; not: Yazım hataları aynen orijinaldeki gibi geçirilmiştir.
[21] Orijinalde: "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz" (15'ler Hatırası için yazılan yayınlanmamış daktilo metin, 20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. Sayfalar: 98-99.; Transkripsiyon metin: a) "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz" (15'ler Hatırası için yazılan yayınlanmamış daktilo metin, 20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. Sayfalar: 98-99. içinde: "Karanlıkta kalmış bir eylemci: İttihatçi komünist Salih Zeki (Kuşarkov)". Avagyan, Arsen. Sosyal Tarih Yayınları. [1. Baskı,] Ocak 2020. İstanbul. Sayfalar: 112-113., b) "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz". (20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. içinde: "15'LER HATIRASI". Tunçay, Mete. [3. Baskı,] Mart 2020. İstanbul. Sayfalar: 92-94.; not: Yazım hataları aynen orijinaldeki gibi geçirilmiştir.
[22] "TİİKP Program Taslağı Eleştirisi" (Ocak 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: "Bütün Eserleri". Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan'da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 316-318.; not: abç.
[23] "Şafak revizyonizmi ile ayrıldığımız başlıca noktalar" (Haziran 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: "Bütün Eserleri". Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan'da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 543-544.; not: abç.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

ÇEVİRİ | Mustafa Subhi hakkında Türkçe'de 4 yeni çeviri

Mustafa Suphi yoldaşın (en azından bizim Türkçe kaynaklar içerisinde göremediğimiz) bir konuşmasını, yoldaşa dair üç yazıyı ve bu yazılardan birinde ek olarak verilen bir belgeyi size sunmanın gururunu yaşıyoruz. Aşağıda çevirisini sunduğumuz yazılar şunlardır:

  1. "Mustafa Subhi". Nuriyev, İ. "Sovyet Kırımı için can verenlerin anısına, 1918-1920: Makaleler ve Hatırat Derlemesi" ["МУСТАФА СУБХИ". Нуриев, И. "Памяти павших за Советский Крым. 1918-1920: сборник статей и воспоминаний". государственное издательство крымской АССР. 1940. SS: 49-55.]
  2. "Türk komünisti Subhi yoldaşın konuşması". Subhi, Mustafa. "Sovyet Rusya ve Dünya Halkları" ["Rede des türkischen Kommunisten Gen. Subhi.". Subhi, Mustafa. "Sowjet-Russland und die Völker der Welt – Reden Auf der Internationalen Versammlung – In Petrograd am 19. Dezember 1918". Verlag der Kommunistischen Internationale. Petrograd, Zmolny, Zimmer 32-33. No: 26. 1920. Sayfalar: 28, 30, 32-33.]
  3. "Mustafa Subhi Rusya'da". Subayev, N. A.. ["Мустафа Субхи в России". Субаев, Н. А.. Вопросы истории. 1983. №.: 5. SS: 173-175.; ayrıca bkz: transkripsiyon metin; ayrıca bkz: http://annales.info/sbo/contens/vi2.htm#83_5].
  4. "Volga Bölgesinde Türk savaş esirleri: Tarihten parçalar (1915-1919)". Subayev-Kazanlı, Niyaz. Yılların Sesi. N. 1/2. 1999. ["Турецкие военнопленные в Поволжье: фрагменты истории (1915-1919 гг.)".  Субаев-Казанлы, Нияз. Гасырларавазы-эхо веков. №.: 1/2. 1999.]


Mustafa Suphi yoldaşın ölümü çokça istismar edilen bir mevzudur. İddia odur ki, Sovyetler Birliği Suphi yoldaşın ölümünü hasır altı etmiştir, uzun yıllar söz konusu bile etmemiş, önce 1951'de Türkiye ile Sovyetler'in arası bozulunca Türkiye'ye karşı hasımlık ve saldırı amaçlı sert ve daha öncekinden daha farklı ithamlar içeren bir üslupla (Walter Z. Lauquer), daha sonradan ise TKP Dış Bürosu aracılığıyla kendisini TKP ilan eden İ. Bilen sosyal-faşist kliğinin Şefik Hüsnü dönemine karşı palazlanması amacıyla (Doğu Perinçek) veya tamamen Türk düşmanı mantıkla ölümünden 50 yıl sonra (!) (Yavuz Aslan) öldürülüşünden söz eder olmuştur. Gerçek ise daha farklıdır. Esasen M. Suphi'ye tam olarak ne olduğunun bilgisi aylar sonra, Ahmed Cevad Emre'nin Suphiler'in ölümüne dair 2 Nisan 1921 tarihli mektubunun Pavloviç'e ulaşmasıyla ve Pavloviç'in bu mektubu ve mektuptan yola çıkarak hazırladığı bir yazıyı Komünist Enternasyonal dergisinin 1921/17 sayısında "Türk komünistlerinin ölümü" başlığıyla yayınlamasıyla ortaya çıkmıştır (Die Kommunistische Internationale'den önce Rusça olarak da yayınlanmıştır lakin esas yayıldığı yer burasıdır). Bundan önce Suphiler'in akıbetine dair haber alınma girişimleri Türk yetkililerinin "deniz kazası" yalanıyla geçiştirilmiştir. Gerçek ise Türkiye Komünist Gençler Birliği'nden Abdülkadir'in layihasının hazırlanıp sunulmasıyla ve bu bilginin mektupta Pavloviç'e bildirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Yani öncelikle Sovyetler bunu hasıraltı etmemiştir, her ne kadar bir terslik ve aksilik sezildiyse de tam durum hakkında bilgi edinilmediğinden tam vaziyetin öğrenilmesine çalışılmış, bu sürede de zaruriyetten sessiz kalınmıştır.

Peki, Sovyetler başta andı da sonradan anmayı mı bıraktı? Esasen buna verilecek cevap biraz daha değişiktir: Partiyi ele geçiren Şefik Hüsnü Kliği (ki bu klik de daha sonradan 1926 Viyana Konferansı'nda kendi içinde bölünmüştür) adım adım kendi İKG'sini Mustafa Suphi'nin ardında bıraktığı Harici Büro'dan teşkil edilen Teşkilat Bürosu'nun yerine geçirmesiyle Suphi adım adım unutturulmuştur. Bakü kanadı etkinliğini yitirince ve KUTV'da denetim ŞH'nin yamaklarınca zaptedilince Suphi'nin izleri Parti içinde (bu klik eliyle) yavaş yavaş silinmeye başlanmıştır. Elbette ki Şefik Hüsnü Kliği, 28-29 Kanunisani'yi TKP içindeki inanmış devrimcilerin yüreklerinden ve bilinçlerinden silemedi, ona açıkça Parti sathında saldıramadı ama mümkün olduğunca unutturmaya çalıştı ve bunu en doğru olarak da kendi ekonomist-Menşevik çizgisini Bolşevik çizgi yerine geçirmesiyle becerdi.

1951 Tevkifatı sonrası parti çökertildi. Milli-burjuvazinin reformist partisi olan revizyonist TKP, tamamen bitirildi. Buna karşılık yurt dışına kaçabilen kadrolar ve 27 Mayıs sonrası afla kurtulanlar soluğu yurt dışında aldı, Sovyetler'deki İ. Bilen gibilerinden müteşekkil grupla birleşip Dış Büro'yu kurdular. Daha sonradan bu Dış Büro, Büyük Polemik sürecinde modern-revizyonist SBKP'nin bir kuklası oldu ve kimi has adamlarını birleştirip diğerlerini atarak kendisini TKP ilan etti. Ortada artık milli-burjuvazinin çıkarlarını temsil eden reformist revizyonist-Menşevik TKP değil, sosyal-emperyalizmin maşası sosyal-faşist ve modern-revizyonist bir TKP vardı. Bunlar TKP'yi yeniden biçimlendirirken uzun yıllar TKP'nin lideri olan Şefik Hüsnü'ye karşı sırtlarını yaslayabilecekleri bir konum kazanabilmek umuduyla M. Suphi'ye sarıldılar ama onlar M. Suphi'nin ihtilalci sancağını kendilerine ne kadar maske yapmaya çalışsalar da maske asla bir insanın yüzü yerine geçemez; bir köpeğe insan maskesi taksan da köpek yine de bir köpektir! Bunların bu ikiyüzlü haydutluğu Doğu Perinçek'inki gibi M. Suphi'yi hor görmeye bahane olamaz! Ya da gerici Yavuz Aslan'ınki gibi "hain" emellere delil olamaz. Kaldı ki böyle olsa bile o dönemin Sovyetler'i artık kendi halkı üzerinde sosyal-faşist bir diktatörlük, dünya halklarını tehdit edip savaş kışkırtıcısı rolü oynayan sosyal-emperyalist bir güç ve Marksizmin amansız düşmanı modern-revizyonist bir diktatörlüktür; yani hiçbir koşul altında UKH'yi ve ilerici insanlığı, ezilen uluslar ve halkların ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin meşruiyetine halel getirmez, onları bağlamaz!

Sunduğumuz birinci yazı, en üstte ismi geçen 1940 tarihli kitap için İ. Nuriyev tarafından yazılmış ve kitabın 49.-55. sayfaları arasında yer almış "Mustafa Subhi" isimli makaledir. Bu kitap, Moskova'daki Rus Devlet Kütüphanesi'nde online olarak "FB K 65/300" kayıt numarası ile görüntülenebilir. Bu yazı için belki çok kritik bir konuda çok kritik bir bilgi sunuyor diyemeyiz ama Nuriyev'in makalesi eldeki bilgilerle birkaç hoş çelişkiler içermektedir ki bunlar da bazı detaylarda ilgi çekici tartışmalar oluşturabilir. Özellikle Nuriyev'in şahitliği ilginç bir husustur. Okumuş olanlar hatırlayacaktır ki "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi" isimli eserde de kimi ilginç şahitlikler mevcuttur. Bunları, çelişen yerlerde mevcut bilgilerle karşılaştırmasını notlarda yapacağız (kendi notlarımız bütün yazılarda "{…}" şekliyle verilecektir). Ayrıca kitapta kullanılan Suphi'nin fotoğrafını da ek olarak buraya yükleyeceğiz. Kitabın Suphi ile alakalı kısmını bir Ermeni enternasyonalist yoldaşımız bizim için Rusça'dan İngilizce'ye çevirmiştir, biz de onun çevirisi aracılığıyla Türkçe'ye çevirmiş bulunmaktayız. Kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Elbette ki çevirideki olası tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.

Sunduğumuz ikinci yazı ise, Mustafa Suphi'nin 19 Aralık 1918 tarihinde Zinovyev başkanlığında Petrograd'da toplanan enternasyonalist toplantıda yaptığı bir konuşmadır. Bu konuşma, esasen Suphi'nin konuşmalarının genellikle en bilinenlerinin yayıldığı "28-29 Kanunisani 1921" kitabında yer almamaktadır. Bundan başka kaynaklarda da (en azından tam haline) rastlayamadık. Yani metnin orijinal Türkçesi ya (bizim elimizdeki) kaynaklar arasında yok, ya da biz gözümüzden kaçırdık. Bu metin Komintern tarafından basılan ismi yukarıda zikredilen kitapta yer almıştır. Mustafa Suphi'nin bu konuşmasından kimi alıntılar Edward Hallet Carr'ın "The Bolshevik Revolution III" isimli eserinde yer almıştır (mevzu bahis kitap Türkçe'de Metis Yayınları'ndan çıkmıştır: "Sovyet Rusya Tarihi - Bolşevik Devrimi 1917-1923 [Cilt: III]". Carr, Edward Hallet [çeviren: Birkan, Tuncay.]. Metis Yayınları. 1. Baskı, Eylül 2004.). Genellikle eski sol ile Osmanlı'nın yıkılışı-Türkiye'nin kuruluşu dönemlerini çalışan ve alanındaki temel eserlerden olan meşhur Türkiye'de Sol Akımlar isimli iki ciltlik dev eserin yazarı olan Mete Tunçay, kitabının 1. cildinde Carr'ın kitabının İngilizcesi'nden bu alıntıları kimi yerlerde not olarak almıştır ("Türkiye'de Sol Akımlar 1908-1925 [Cilt: I]". Tunçay, Mete. İletişim Yayınları. [5. Basım] 1. Baskı, 2009. Sayfa: 330/DN 160.). Bundan başka Carr'ın eserinden yayılan bu birkaç alıntı hariç bu konuşmanın başka bir versiyonu (gözlemlediğimiz kadarıyla) Türkçe'de yayınlanmamıştır. Bu konuşmayı Türkçe'ye çevirerek bu eksikliği gidermek amacını taşıyoruz. Yazı, (Suphi'nin diğer yazıları gibi) geniş bir teorik çerçeve sunmuyor ve Suphi'nin Marksist bilgisini geniş çerçevede tahlil etmemize pek olanak vermiyor, kaldı ki nihayetinde çok da derin bir konuşma değildir. Yine de konuşmadaki kimi hatalı terim kullanımlarından yola çıkarak mevzu bahis dönemde (1918) Marksizmde daha geri olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bu konuşmadaki bu teorik olarak görece geri oluşundan hareketle Sovyet tarihçilerinin eldeki kaynaklarla kesinliği tam olarak saptanamayan kimi iddialarıyla (mesela Suphi'nin 1915'ten beri RSDİP üyesi olduğu iddiası gibi) Suphi'nin gerçek yaşantısı hakkında bir çelişki de olduğunu düşünebiliriz. Her halükarda bilinmeyeni tanıtmak-unutulanı hatırlatmak perspektifinde hareket eden bizler için çevrilmesini gerekli gördüğümüz bir konuşmadır. Komintern tarafından basılmış ismini yukarıda zikrettiğimiz kitaptan önce Almanca'dan İngilizce'ye, İngilizce'den de Türkçe'ye çevrilmiştir. Ayrıca kitapta kullanılan Suphi'nin fotoğrafını da (esasen üstte çıkan fotoğrafın daha farklı [ve daha kaliteli] bir kopyasıdır) ek olarak buraya yükleyeceğiz. Kitaptan haberdar olmamızı Mikail Fırtınacı sağlamıştır, kendisine teşekkür ederiz. Elbette ki çevirideki olası tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.

Üçüncü yazı, Suphi'nin Rusya yaşantısı üzerine detaylı bilgi veren bir Sovyet tarihçisinin, N. A. Subayev'in kısa bir yazısıdır. Bu yazı, daha erken dönem Sovyet yazarlarına nazaran efsanelere daha az değinmekte ve Rusya'daki yaşantısının detaylarına dair kısaca ama daha geniş şekilde bilgi edinmemizi sağlıyor. Elbette ki çevirideki olası tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.

Sunduğumuz dördüncü yazı Volga'daki Türk savaş esirleri hakkında Niyaz Subayev-Kazanlı'nın bir yazısıdır. Lakin çevirirken yazının tamamını değil, sadece direkt olarak Suphi ile alakalı olan kısmını ve orijinalde yazıya ek olarak verilen bir kısa dilekçeyi çevirmeyi daha uygun gördük. Dilekçe Molla Nur Vahidof'un Mustafa Suphi'nin Rus vatandaşlarıyla aynı imtiyazlara ve haklara sahip olması için yazdığı bir dilekçedir. Bu belge Türkçe'ye çevrildi mi bilmiyoruz, Türk solu isimli Aydınlık artığı faşist çete gibi devrimci simaların istismarı ve en ilkel faşist söylemlerin üretilmesi üzerinden kendisini var eden faşist çetenin yaptıkları dezenformasyon dolu yayınlarında (güya "Mir Seyyid Sultan-Galiyev Ekim Devrimi'nin Lenin ve Troçki ile birlikte 3. büyük adamı"ymış (!), kendisi "milli-komünizmin babası"ymış (!), hatta ve hatta "üçüncü dünya devriminin de babası"ymış (!), bakın hele şu Menşevik dönmesi cengavere!) belki  bu belgeyi de çevirmiştir, lakin incele(ye)medik. Her halükarda ufak bir belge olarak sunuyoruz. Elbette ki çevirideki olası tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.

Yazılar içinde kimi zaman çeviriyi anlaşılır olması için "[… kelime …]" şeklinde dolduran kelimeler koyduk, bunlar bizimdir. Bundan başka "[…]" kullanılan bütün notlar ve referanslar yazarlarınındır, biz bütün yazılarda notlarımızı (yukarıda bir yazı üzerinden açıkladığımız üzere) "{…}" ile verdik.

Son olarak ısrarla ve altını çize çize birkaç defa belirttiğimiz üzere tekrar belirtelim ki; bütün çevirilerde olası çeviri hataları bizim sorumluluğumuzdadır. Bunu ısrarla belirtiyoruz çünkü, hataları veya çeviri yanlışlıklarını (mümkünse doğrularıyla!) yorum kısmında bize bildirirseniz düzenleriz ve bunu yapmaktan mutluluk duyarız! Buna ek olarak, kimi yerlerde çeviri biraz çiğ dursa da (bu elbette ki bizim yetersizliğimizin bir ürünüdür), anlam olarak bozukluk olmadığını düşünüyoruz.

Sayfamız başta genç devrimciler olmak üzere tüm devrimcilere çeşitli alanlarda çeşitli türden kaynaklar sunmak, eski kaynak ve belgeleri/bilgileri bugüne aktarabilmek için bazı çalışmalar yapmayı planlamaktadır. Bunlar arasında (daha önceden yaptığı gibi) Türkiye halklarının yetiştirdiği değerli komünistlerin yaşamlarını bilinmeyen-unutulanlarıyla ortaya koymak (misal, hali hazırda yayınlanan Mehmet Zeki Şerit yoldaş hakkındaki yazı), TDH/TKH'deki bilinmeyen-az bilinen olayları belgelerle ve (görece) detaylı bilgilerle geniş çaplı bir şekilde bugüne taşımak (misal, hali hazırda yayınlanan 21 Şubat 1973 en-Nehir el-Berid baskını hakkındaki yazı), Türkiye komünist hareketine yabancı olan Marksist-Leninist-Maoistler'in ve diğer devrimci-ilericilerin bilgilenmesi için kimi zaman yabancı dilde (İngilizce) yayın yapmak (misal, şu anda hazırlanmakta olan TKP (M-L) 1976 ayrılığı ve 1972 TİİKP'den kopuş üzerine yazı), Türkçe'de yayınlanmamış kimi belge ve kayda değer yazıların çevrilmesi (misal, bu derleme), hatta yakında başlatacağımız bir proje ile birlikte geçmişte yayınlanan ve bugün temini çok zor olan, veya çok yüksek meblağlarda satışa sunulan komünist-devrimci-yurtsever yayınların .pdf'lerinin yayınlanması gibi projeler vardır. Sonuncusu hakkında daha fazla bilgi, bu proje hayata geçirilecekken daha etraflıca verilecektir.

Sözlerimizi 1923'te Suphiler'in anısına yayınlanan kitaptan şu alıntıyla bitirmek istiyoruz:

"Biz Suphi'nin yürüdüğü yoldan yürüyoruz."

TARİHİMİZDEN ÖĞRENİYORUZ

-----------------------------------------------------------------------------------

İ. NURİYEV

MUSTAFA SUBHİ

[Kitapta çıkan Mustafa Suphi'nin fotoğrafı, sayfa: 49.]

Tanınmış Sovyet yazarı P. Pavlenko,{1} romanı "Barikatlar" (Paris Komünü kahramanları hakkında bir eser)'ın ithaf kısmında Mustafa Suphi'nin ismi Komünist Enternasyonal'in zamansız bir şekilde ölümle karşılaşan savaşçıları Fin Jokinen, Fransız kadın Labourbe, Estonyalı Lander, Amerikalı Reed, Koreli Hoya ve İranlı Eminbeyli'nin isimleri yanında yer alır.{2} Türk Mustafa Subhi haklı bir şekilde onların yanında yerini aldı: O Enternasyonal Komünizmin sancağı altında savaştı ve zafer için canını verdi.
Yoldaş Mustafa Subhi İstanbul'un bir entelektüel ailesinde doğdu.{3} Babası{4} İstanbul'daki rüştiyelerden birinde ders vermekteydi. Mustafa Subhi eğitimini Türkiye'de aldı,{5} daha sonradan Paris'e gitti ve orada Sorbonne Üniversitesi'ne girdi. Mezuniyetinden sonra yurduna döndü ve İstanbul Üniversitesi'nde profesör olarak atandı.
Mustafa Suphi devrimci faaliyetine henüz daha öğrenciliğinde başladı.{6} Türk gençleri ve işçileri arasında devrimci faaliyette bulundu. İstanbul'un sosyalist basınında ("İfham" gazetesi editörüyken){7} yaklaşmakta olan emperyalist savaşa karşı şiddetle karşı çıktı. Türkiye'nin monarşist hükûmeti Subhi'ye zulmetti, onu tutuklatıp Sinop hapishanesine hapsetti. Lakin 1914'te, savaşın daha ilk günlerinde, ateşli devrimci hapisten kaçtı ve sıradan bir tekneyle Karadeniz'i cesurca geçip oradan Kafkaslar'a hareket edeceği Sivastopol'a çıktı.
Suphi Rusya'da uzun yıllar kaldı. Burada komünist dünya görüşünü oluşturdu, burada, iki devrimin de deneyimiyle bir Bolşevik olarak çelikleşti.
Suphi devrimci propagandayı bırakmadı. Tümden yönetici sınıflarınca emperyalist bir savaşa sürülen Türk emekçilerinin çıkarlarıyla ilgilendi, "İkbal" gazetesinde savaşın anlam ve amacını açıklığa kavuşturan bir dizi makale yazdı. Bu gazete Kafkaslar'da çıkmaktaydı. Bu makalelerden "Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti"{8} başlıklı birisi Kırım (Bahçesaray)'da yayınlanan Tercüman gazetesinde 3 Ağustos 1914'te tekrar basıldı.
"Söylediklerimin hepsini özetlersem" yazıyor Subhi yoldaş, "Türkiye'nin menfaat ve selameti bu dehşetli davaya koşulmamaktır. Buna ahden bir mecburiyeti de yoktur. Bitaraf kalması ise hem menfaati, hem de altı yıllık siyaseti muktezasıdır. Türkiye'nin bu muktezaya göre, hareket edeceğinden ümid varım. Türkiye böylece hem öz millet ve kuvvetini boş yere hare ve israftan çekinen [bir devlet olur]."{9}
Çarist hükûmet ilk başta Mustafa Subhi gibi büyük bir akademisyen ve politikacının Türkiye'den Rusya'ya sığınmasına ferah bir şekilde karşılık verdi. Rusya'yla savaşa giren Türkiye'ye karşı Mustafa Subhi'nin kalmasından faydalanabileceğini düşündü. Ama Çarist politikacılar hayal kırıklığına uğradı.
Yoldaş Subhi Kafkaslar'dan Urallar'a geçti. Burada bir grup tutsak Türk askeriyle tanıştı. Subhi yoldaş onların arasında devrimci faaliyete başladı, sosyalizm idealinin ve savaş yağmacılığına karşıtlığın propagandasını yaptı. Subhi'nin faaliyetlerinin niteliğini öğrenince Çarist yetkililer onu takip ettiler ve yakaladılar. Yekaterinsburg (şimdi Sverdlovsk) şehrinde bir hapishaneye hapsedildi.{10}
Kısa bir süre sonra Şubat burjuva demokratik devrimi patlak verdi. Devrim Subhi yoldaşı hapisten kurtardı. O derhal savaş esirleri arasından birkaç şehirde sol-sosyalist gruplar oluşturma faaliyetine devam etti. Daha sonradan bu gruplar temel alınarak komünist örgütler teşekkül edildi. Ekim arefesinde Subhi yoldaş Moskova'ya gitti ve burada Büyük Sosyalist Devrime iştirak etti. Rusya'nın Türki dilli emekçilerinin devrimci aydınlanmasında aktif bir şekilde yer aldı. 1918'de Subhi yoldaş Milliyetler Halk Komiserliği'nde ilk Türk komünist gazetesi "Yeni Dünya" (Noviy Mir)'nın yayınlanmasının sorumlusu oldu.
Subhi yoldaşın editörlüğünde gazete Türk savaş esirleri üzerinde hızlı bir şekilde otorite kurdu. Mustafa Subhi yoldaşın usta ve keskin kalemince yazılan detaylı bilgilendirici makaleler o dönem için Türk hükûmetinin bir dizi karanlık eylemini göz önüne serdi.
Yoldaş Subhi'nin rehberliği ve inisiyatifinde gazetede bir uluslararası propaganda departmanı oluşturuldu. Etkisi hızlı bir şekilde aynı zamanda diğer milliyetlerden emekçiler üzerinde de yayıldı. "Komünist Manifesto", "Lenin'in Kısa Biyografisi", "RSFSC Anayasası", "Komünist Parti (Bolşevikler) Programı", "Ücretli Emek ve Sermaye", "Bolşevizm nedir?", "Sovyet İktidarı Nedir?", V. İ. Lenin'in tezleri "Proletaryanın Mevcut Devrimdeki Görevleri Üzerine" ve bir dizi başka eserler de Türki dillere çevrilip basıldı.{11}
Enternasyonal skalada etkin olarak Subhi yoldaş, Komünist Enternasyonal'in Birinci Kongresi'nde yaratılmasında yer aldı (Mart 1919), Komintern Yürütme Komitesi'ne seçildi.{12} Ama o yılın Nisan'ının sonunda Kızıl Ordu İngiliz-Fransız müdahalecilerini Kırım'dan sürdüğünde, Subhi yoldaş yarım adaya geldi. Onunla birlikte Türk dilini iyi bilen 15-20 komünist de geldi. Parti ve Sovyet organlarının kararları uyarınca Yeni Dünya gazetesi Simferopol'a taşındı. Burada aynı zamanda Mustafa Subhi tarafından düzenlendi.
Simferopol'a gelişinin ardından Subhi, Bolşevik Partisi Bölge [Oblast] Komitesi [Obkom]'nde Müslüman Bürosu'nun başkanı olarak çalıştı. Onun yönetiminde Yeni Dünya gazetesi Kırım Tatarları arasında komünizm fikrinin yayılmasında, Sovyet inşasının her yönden parıldamasında, karşı-devrimci milliyetçilere karşı mücadelede etkin bir rol oynadı.
Subhi yoldaş mevzu bahis gazetenin sayfalarında keskin ve usta kalemiyle yazılmış geniş emekçi kitleleri sosyalist inşa çalışmasına aktifçe katılmayı çağırdığı makaleleriyle belirdi. Kısa bir süre içinde Mustafa Subhi yoldaş Kırımlı emekçiler üzerinde engin bir otorite elde etmeyi başardı.
Mustafa Subhi yoldaş ve yoldaşlarının gelişinin ardındaki ilk günlerde biz, Simferopol'un bir grup emekçi Tatar genci onları ziyaret ettik. Subhi yoldaş orada değildi, o yüzden oradaki diğer komünistlerle konuştuk. Konuşmamız kapıyı birden açan 35-40 yaşlarında güçlü yapılı bir adamın belirmesiyle kesildi.
"Akkiy yoldaş", dedi.
Bütün konukların yüzünde bir hayranlık ve saygı ifadesi belirdi.
İçeriye giren adamın siyah saçları ortadan iki eş parçaya ayrıktı ve kelebek gözlüğünün küçük camları ardından zeytin gibi kara zeki gözleri bakmaktaydı. Bu ince bez pelerin ve bot giyinmiş, uzun ve sağlıklı adam Mustafa Subhi yoldaştı.
"Akkiy yoldaş, Bölge Komitesi'ne gidiyorum, bir saat içerisinde dönerim." dedi ve bizi fark ederek bir adım yaklaştı.
Çavuş yoldaş bizi onunla tanıştırdı:
"Subhi yoldaş, yerel gençlerle tanış."
"Memnun oldum", dedi Subhi ve sıcak bir şekilde bizi karşıladı. "Ziyaretinize çok memnun oldum yoldaşlar. Gençleri severim. Buraya gelir gelmez ilk arzum gençleri toplayıp onlarla bir konferans yapmaktı. Umarım hepinizle daha sonradan tekrar karşılaşır ve daha geniş bir görüşme yapar ve görevlerimiz hakkında konuşuruz."
Subhi kısa süre sonra sözünü yerine getirdi. Onun inisiyatifinde ve aktif katılımında Mayıs başlarında Kırım emekçi Tatar gençliği için ilk siyasi kurslar açıldı. Bu kısa kurslarda (1 ila 1.5 ay sürdüler) Mithat Rafetof, Ali Badaninski ile birlikte ayrıca Mustafa Subhi de ders verdi.
Bu kurslarda yaklaşık 25-30 kişi eğitim gördü. Kursların sonunda Kırım'da çeşitli komiserliklerde çalışmak üzere gönderildiler.
Daha sonradan Subhi yoldaşın inisiyatifiyle gençlik için "Kırım Haberleri" adıyla bir gazete teşkil edildi. Bu gazetenin sadece üç sayısı gün ışığına çıktı.
Subhi yoldaş sıkça yürüyüşlerde ve toplantılarda konuştu. Subhi yoldaş tarafından verilen dünyada durum, din-karşıtlığı teması vb. üzerine açık ve derin bilgilendirici dersler ve raporlar, Simferopol şehrinin geniş emekçi kitlelerini her daim ilgisini çekti.
Subhi yoldaş tarafından Mayıs 1919'da yapılan bir konuşmayı hatırlıyorum.
Simferopol "rüştiye" okulu (şimdi 12. Tatar Okulu) bahçesi yürüyüş için toplanan kitleyle dolmuştu. Kürsüde M. Subhi yoldaş din karşıtı bir rapor okudu. Bilimsel verilerle silahlanarak dinin zararlarını kanıtladı ve ruhbanları teşhir etti.{13} Bütün dinleyicilerin dikkati Subhi yoldaşın raporuna kitlenmişti. Yürüyüşte Simferopol'un en seçkin mollaları da vardı ama tek biri bile bir tek söz söylemeye cesaret edemedi.
O sırada komünist Dost-Mambet Hacı elini kaldırdı ve haykırdı:
"Kahrolsun dindarlık!"
Bu sözleri işiten mollalardan birisi yekinip sandalyesinden fırladı ve kalabalığa dönerek konuştu:
"Cemaat! Bunların hepsi ateisttir, imansızdır. Uçurumun en dibine gelmişlerdir. Sizleri doğru yoldan çekip çıkararak imansız Bolşevikler yapmak istiyorlar. Bunların sopayla defedilmesi gerekmektedir."
Subhi yoldaş histerik yakarmaları dinene kadar bekledi ve tekrar yerini alarak bir dinin temsilcisi olmasına rağmen inancının doğruluğunu kanıtlayabilecek bilimsel, ikna edici tek bir gerçeği bile dile getiremeyen ve getiremeyecek olan bağırıp çağıran mollayı işaret etti ve karakteristik coşkunluğuyla devam etti:
"Yoldaşlar, dini inanç perdesi ardına bürünüp halkı arsızca kandıran bu gibi karşı-devrimci düzenbazlara karşı devrimin nihai sözü, kafaya tek bir kurşun olacaktır!"
Son sözler molla bilincini kaybedip yere düştüğü anın neredeyse ramağında söylenmişti. Bir iki kişi onu kalabalığın arasından çekip çıkardı.
Subhi yoldaşın faaliyeti Sovyet ve parti inşasının birçok yönünü etkiledi. Onun 1919 yazında Kırım'daki kısa konaklayışı Kırım Cumhuriyeti tarihinde parlak bir iz bıraktı. Haziran 1919 sonlarında Kızıl Ordu geçici süreliğine Kırım yarımadasını terk etti. Ayrıca Subhi yoldaş da Kırım'dan ayrıldı.
Bir buçuk yıl geçti. Ocak 1921'de Mustafa Subhi 16 komünistle birlikte muteber amaçlarını yerine getirmek için, yurtlarının emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtulması için Kafkaslar'dan Türkiye'ye yola çıktılar. 1920 devrimi sonrası iktidara gelen Türk burjuvazisi, Subhi yoldaşın [ülkeye] girmesine izin verdi. Ama bu benzersiz bir ihanetti. Komünistlerin Türk topraklarına ayak basmasından itibaren kendilerine karşı provokasyonlar başladı. Türk burjuva milliyetçileri komünistlere karşı her yerde suçlu çeteleri diktiler. Polis bir eliyle peşlerine katil takıyor, diğeriyle "koruyor"du. Hükûmet seçkinleri de aynı şekilde davranıyordu.
Komünistler Trabzon'a vardığında onları limana yönlendirdiler, silahsızlandırıp birkaç altıpatlarlarını da aldılar ve zorla onları bir bota yerleştirdiler. Bot derhal yola çıktı. Arkalarından silahlı adamlarla dolu başka bir bot geldi. Komünistler bağlanıp vahşice süngülendi ve denize atıldılar.
Ertesi gün Türk hükûmetinin gazetesi "Türkiye'de ölüm cezası yok" başlığıyla komünistler grubunun ölümüne ithafen iki yüzlü bir makale çıkardı.
Nitekim Türk burjuvazisi, Türk ulusunun en iyi evlatlarını, içlerinden en bilge ve parlak zihinli olanını katletti: Mustafa Subhi.
Kırım'da Mustafa Subhi ismini taşıyan sokaklar, (Simferopol'da) sinema salonları, (Kerç'te) kulüpler, (Yalta'da) sanatoryumlar, (Kuybışev rayonunda) kolhozlar ve diğer kuruluşlar vardır.
Tutarlı bir Marksist ve büyük bir devrimci, yetenekli hatip, örgütçü ve yazar Mustafa Subhi yoldaşın Komintern'in sancağını yüklerde taşıyan parlak anısı, Kırımlı emekçilerin yüreklerinde mukaddes bir yere yerleşmiştir.

* 1 Pyotr Andreyeviç Pavlenko (29 Haziran [yeni takvimle 11 Temmuz] 1899 – 16 Haziran 1951): Rus kökenli Sovyet yazarı, 1920'den itibaren SBKP üyesi. 1924-1927'de Türkiye'de bulundu, ilk hikayelerini Doğu halkları üzerine verdi. Sanatın çeşitli dallarında eserler verdi, Kış Savaşı'nda ve Büyük Yurtseverlik Savaşı'nda yer aldı. Yüksek Sovyet'te çalıştı, çeşitli madalya ve nişanlar aldı. Hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bkz: http://publ.lib.ru/ARCHIVES/P/PAVLENKO_Petr_Andreevich/_Pavlenko_P.A..html (RUSÇA)
* 2 "Mustafa Subhi, / Türk, 1919'da Simferopol'da Beyaz Muhafızlarca baş aşağı asıldı" ("Мустафы Субхи, / турка, повешенного белогвардейцами вниз головой в Симферополе в 1919 голу")
* 3 Giresun'da doğdu, aslen Samsunlu.
* 4 Babası Ali Rıza Özütürk hakkında bkz: "Mustafa Suphi'nin Babası Ali Rıza Bey'in Hikayesi". Birinci, Ali. "Mete Tunçay'a Armağan".  Koraltürk, Murat. (der.) / Bora, Tanıl. (der.) / Alkan, Mehmet Ö. (der.) İletişim Yayınları. 1. Baskı, Haziran 2007.
* 5 Gerçekte eğitim hayatı Kudüs, Şam, Erzurum (orta öğrenim), İstanbul Hukuk Mektebi ve ardından Sorbonne'dur.
* 6 Bu doğru bir iddia değil, aksine Mustafa Suphi erken dönem faaliyetlerinde Paris'te öğrenciyken İTC'nin yayını Tanin'de muhabirlik yaptı ve Türk Büyükelçiliğince fonlanan Osmanlı Talebe Birliği'nin yöneticiliğini yaptı. Bir Fransız raporuna göre bu birliğin kimi üyeleri muhalifleri denetlemekle görevliydi, konuyla ilgili bkz: "Bolşevizm ve Doğu: Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Partisi 1918-1921" (1977). Dumont, Paul. Birikim. Mart 1980. Sayı: 60. Sayfalar: 38-55 [38]; Mustafa Suphi'nin aleni olarak liberal görüşleri savunduğu erken dönem yazıları için bkz: "İlk Yazılar 1. Cilt (1908-1910)". Suphi, Mustafa. Amaç Yayınları. 1. Baskı, 1989 [maalesef dilce sadeleştirilmiş olan bu eserin yine maalesef devamı gelmedi].
* 7 Yazara göre Türkçü, hatta kısmen pan-Türkist olan İfham sosyalist basından!
* 8 "Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti". Subhi, Mustafa. İkbal. 27 Temmuz 1914.
* 9 Bir yere kadar orijinal metin ve Rusça çeviri uyumludur, lakin orijinal metinde "[…]" daha farklıdır, burada yazarın çevirdiği şekli aldık. "Söylediklerimin hepsini özetlersem" kısmı ise orijinal metindeki alıntıyı aldığımız yerde olmadığından yazarın yazdığı yerden çevirdik, Suphi'nin adı geçen makalesinden orijinal alıntı için bkz: "Türkiye Komünist Fırkası'nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi – Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilâtlanması (1918-1921)". Aslan, Yrd. Doç. Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. Sayfa: 17.
* 10 Gerçek daha farklı, Mustafa Suphi savaşın başlaması ve Osmanlı'nın Rusya'ya karşı savaşa girmesiyle Mustafa Suphi de ajanlık şüphesinden dolayı Kaluga'ya sürüldü ve burada devrimci faaliyeti yüzünden tutuklanmadı, aksine tutuklanıp buraya, oradan da Urallar'a sürüldükten sonra (bkz: aşağıda sunduğumuz 3. yazı) devrimcilerden etkilenip (1915) sosyalist oldu. Tam olarak Bolşevik olma tarihini bu tarih olarak kabul etmeyenler, başta sol-SR tarzı bir çizgiye yakın olduğu, daha sonradan Bolşevik olduğu tahminlerini yapanlar da var. Bunların temel argümanları 1918'deki Türk sol-Sosyalist ve Komünistler Konferansı'dır. Ama Paul Dumont'un konferansa dair verdiği bilgiler neticesinden çıkan sonuç (bkz: Dumont, Paul. agm.) bu konferansın Moskova'dan gelen mümkün olan her sosyalisti ortak platformda birleştirme talebinden dolayı böyle geniş çerçeveli tutulmuşluğudur (ki Dumont bu konferansın sonunda fikir ayrılıklarından dolayı pek de başarılı geçemediğini belirtir).
* 11 Mustafa Suphi'nin Manifesto çevirisi yarım kalmış, tamamlanamamıştır. Mustafa Suphi'nin çevirisini yazdığı yarım defteri yıllar sonra Mete Tunçay elde etmiştir. Eğer Suphi bu çeviriden başka bir çeviriye daha girişip o çeviriyi bitirmişse de, bu konuda bir bilgimiz yok. Bu eserlerden başka Dumont "Lenin'in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Görüşleri", Buharin ve Preobrajenski'nin "Komünizmin Alfabesi" gibi eserler de dahil "10 kadar broşür" çevrildiğini bildirmektedir (agm). Mete Tunçay Eylül 1920'ye kadar 12 kitabın çevrildiğini, bunların dördünün basıldığını sekizinin basılmakta olduğunu, 5 kitabın ise çevirisi üzerinde çalışıldığını belirtip şu listeyi vermektedir (kaynak: age. Sayfa: 332/DN 169.): a) Basılanlar: "Lenin'in Tercüme-i Hali" ["Zinovyev'in bir nutkundan iktibas olunmuştur", "Yeni Dünya gazetesinin ilâvesidir"], "Şûralar Hükûmeti Nedir" [V. A. Kabrinski], "Komünist (Bolşevik) Programı", "Burjuvazi Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü" [Lenin], b) Çevrilen ve basılmakta olanlar: "Kanunuesasî", "Komünist Programının Şerhi", "Komünist Beyannamesi (Manifest)", "Say ve Sermaye", "Bolşevizm Nedir" [Almanca'dan çeviren Türkiye İştirakiyun 'Komünist' Teşkilâtı], "Kırmızı Ordu Kıtaatı", Fırka Hücreleri Talimatnamesi", "Çocuk Dostu; Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programlarıdır", c) Çevirisinde çalışılanlar: "Komünizm Elifbası" [Buharin-Preobrajenski, Azerbaycan Merkezî Matbuat İdaresinin Türk Şubesi Neşriyatı], "Hükûmet ve İnkılâp", "Altına İbadet", "Büyük Başlangıç", "Enternasyonal Tarihi", "Mahkeme ve Sosyalizm Kanunuesasîsi"; Ayrıca Dumont bu çeviri kurulunun başında İttihatçı Küçük Talat'ın olduğunu ve "işini sadık bir şekilde yaptığını" da belirtiyor (bu gibi İttihatçılar'ın TKP'ye nasıl kabul edilmesi zorunda kalındığını Dumont aynı makalede kısa ve öz olarak da açıklıyor, agm.). Buna karşılık dediğimiz gibi ortada direkt olarak Suphi'nin yaptığı bir Manifesto çevirisi vardır. Suphi'nin iyi Fransızca ve az biraz Rusça bildiğini de hesaba katarsak (bkz: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi"), tüm çevirileri Küçük Talat'ın yapmadığını farz edebiliriz. Son olarak tekrar Manifesto çevirisine değinmek gerek, Suphi yarım çevirisini 1919'da bırakmıştır ama 1920 Eylül'ünde hali hazırda çevrilmiş ve basılmayı bekleyen bir Manifesto çevirisi daha vardır. Mete Tunçay'ın "Manifesto'nun çevrilmesi tamamlanmadı" iddiası ne derece kesindir, buna ne derece kesin gözüyle bakılacağı bilinemez bizce. Çevirisini Suphi yapmasa bile, Suphi'nin yarım çevirisi ile Şefik Hüsnü'nün tam çevirisi arasında (Suphi veya değil) birisinin bir çeviri yapıp basmadığı ne derece kesindir? Dediğimiz gibi bizce bu konuda kesin olarak var sayımda bulunulamaz.
* 12 Değil KEYK'ye seçilmek, Suphi oy hakkı olan delegelerden bile değildi. Sadece Komintern 1. Kongresi'nde bir konuşma yaptı. Suphi'yi Komintern ilk kongresinde Komünist Enternasyonal dergisinde delegelerin çıkan toplu fotoğrafında Troçki'nin sağında (bakana göre solda kalıyor) görebiliriz.
* 13 Burada geçen olayın tamamı çok ilginçtir zira Mustafa Suphi, "Doğu Halkları 1920 Kurultayı Delegesi Anketi"ne verdiği cevaplarda din kısmının karşısına İslam yazmıştır (bkz:  "Mustafa Suphi'ler – Şahsi Dosyası – Değerlendirmeler – Anmalar". Aziz, Rüstem (der.). Sosyal Tarih Yayınları. 1. Baskı, Ocak 2009. Sayfa: 22., ayrıca Suphi doğum yerine de [genelde Giresun diye bilinmesine rağmen] Samsun yazmıştır), bu yukarıdaki bilgiyle ankette bariz bir antagonistik çelişki vardır. Buradan iki sonuç çıkmaktadır:
a) Mustafa Suphi din kısmına yazarken kökeni yazmıştır, yani Türk-Sünni kökenli olmak babında köken belirtmiştir ama ateisttir. Bu yine de, Rusya'nın Müslüman halkları için faaliyet yürütmesine engel olmamıştır ve belki de biraz da bu yüzden M. Suphi ankette din sorusuna İslam yazmıştır.
b) Bu tanıklık uydurma bir olaydır.
Yine de (her ne kadar mevzu bahis dönemde uygulanan politikayı etraflı bilmesek de), Sovyetler'in yörede anti-din faaliyeti yapması (daha doğrusu, Sovyetler'e bağlı olan Tatar Bolşevikler'in kendi iradeleriyle yapması) pek imkansız durmuyor (o dönem Müslüman sosyalistlerinin ve komünistlerinin [ve hatta kimi Tatar batıcı aydınlarının] bir kısmında radikal bir din karşıtlığı vardı ve bu konuda kimi sol-oportünist hatalar o dönem işlendi). Dahası, Suphi bir kurguyla anılacaksa bunu din üzerinden bir örnekle anlatmanın kazancı ne derece olabilir?
Ben kesin olarak bilemeyeceğimizi belirtmekle birlikte, birinciye inanılabileceğini düşünüyorum. Eğer bu birincideki gibi bir olaysa, Paul Dumont'un yukarıda zikrettiğimiz yazısındaki "Suphi'nin de dahil Türkiyeli komünistlerin program hazırlığındaki dine hassasiyetinin sadece toplumsal tepkiden değil, aynı zamanda bir nebze bireysel ilişkiden de doğduğu" şeklindeki varsayımı çürümüş olabilir. Bu tanıklık çok önemli bir tanıklıktır (Suphi hakkında kendisinin verdiği beyandan bile daha önemlidir belki de!) zira bir konuyu tamamen çözüme bağlayabilir ve akla şu yeni soruyu getirir: Acaba ne zamandan beri? Yine de mevcut durumda bu tanıklık bir çözüm yaratacak kadar kuvvetli değildir.
Bu arada ankete değinmişken bir hususu daha belirtmekte fayda var: Suphi anketi doldururken devrimci harekete katılışını 1906 olarak yazıyor ve Türkiye, Fransa ve Rusya'da devrimci harekete iştirak ettiğini iddia ediyor. Eğer ki burada kastettiği şey "1908 Devrimi" ise, bu bir nebze anlaşılabilir. Ama Suphi Fransa'da 1908 sonrası görülüyor (bkz: Dumont, agm). Suphi'nin tezini 1910'da teslim edişini kıstas alırsak, Suphi'nin 1909 sonrasında da İTC'yi (kendisi kopana kadar) meşru görüp görmediği [yani İTC'nin muhalefete ve halka karşı kendi kazanımlarıyla elde ettikleri hakları geri almak şeklinde saldırısı ve 1908'in meşru tabanını yitirmesi sonrası] şeklinde karmaşık bir sorun ortaya çıkıyor; dahası burada Suphi'nin koyu bir anti-İttihatçı olduğunu da hesaba katarsak (ki kimileri onun komünistliğini bu koyu anti-İttihatçılığına bağlıyor ve komünistliğini güç kazanmak için bir oyun olarak nitelendiriyor!) mesele daha da karmaşıklaşıyor. Üstelik üstte bahsettiğimiz yazılarından da görülebileceği üzere kendisi halen daha dönemin burjuva-liberal bir Osmanlı aydınıdır. Yani bu koşullarda "Suphi 1908'i ve İTC'den sonraki dönemini bir çeşit (burjuva-milliyetçi) devrimcilik olarak mı görüyor?" şeklinde bir soru beliriyor. Eğer ki bunu görmüyorsa, yani Suphi 1906'dan beri sosyalist devrimci mücadelede olduğunu iddia ediyorsa o zaman tamamen yalan söylüyordur. Ama tarih ilginçtir, yani 1906 yılından itibareni alması, tarihi 1906'ya kadar çekmesi ilginç bir muammadır. Sonuç olarak Sovyet tarihçilerinin Suphi Türkiye'de ve Fransa'dayken de devrimciydi görüşü kuru bir propagandadan ziyade, Suphi'den doğan bir yanlış bilgilendirme de olabilir. Ama mesela bu sefer de, bu örnekteki gibi, erken dönem yazılarından kimi alıntılar edilip onu kendilerine uyarlamaya çalışmaları şu gerçeği de ortaya çıkarıyor: Suphi'nin komünist olmadan önceki görüşleriyle de tanışmışlar, buna karşın bilerek kendileri bu kurguyu üretiyorlar. Nitekim, Jean Jaures'la ahbaplık-tanışlık, Osmanlı Sosyalist Fırkası'na üyelik (!!! http://bse.sci-lib.com/article107274.html) gibi şeyleri Suphi yazmadı.

-----------------------------------------------------------------------------------

Türk komünisti Subhi yoldaşın konuşması

[Kitapta "Gen[osse]. Subhi (Türkei)" altyazısıyla çıkan Mustafa Suphi'nin fotoğrafı, sayfa: 31., bu fotoğraf daha yüksek bir çözünürlükte aynı kitaptan yapılan bir tarama ile (belirli bir ücret karşılığında) IISG'den temin edilebilir.]

Burada, Petrograd'da, bütün dünyanın geleceğini değiştirmekle yükümlü büyük devrimin merkezinde, ezilen Türkiye ve Türk köylüleri namına, yağmacı emperyalizmin ve batının vahşi medeniyetinin demir pençeleri altında acı çeken halklar namına konuşmak ne büyük bir şans! Köleleştirilip ezilen Türk halkını "barbar bir halk" olarak nitelendirdiler. Şüphesiz ki Türkiye'de de diğer memleketlerde olduğu gibi cinayetler işleyip halkın kanını emen bir avuç barbarlar ve hainler yok değildir, bunlar yalnızca Ermeniler'in değil, aynı zamanda yoksul Türk halkının da ölümüne kanını emen Türk paşalarıdır. Köleleştirilen halk kitleleri değil, padişahlar ve paşalar bu türden barbarlardır. Yoldaşlar! Ekim Devrimi'nden beri Rusya'da bulunan işçi-köylü temsilcileri sermayeye karşı savaşmaya ve hepsinden de öte kendilerine "yöneticiler" diyen açgözlü barbarları yok etmeye karar vermiştir.
8 ay önce Türk generalleri Hazar Denizi, İran ve Türkistan kıyılarını işgal edip ele geçirmek amaçlı bir Türk ordusu göndermeye niyetlendiğinde, Türk devrimcileri cesaretle Moskova'da kızıl bayrağı yükseltip Türk generallerinin bu maceraperest özlemlerine karşı çıktı. Sesimizi bastırmak için Moskova'daki Türk büyükelçisi Rusya'dan hemen sürülmemiz isteğiyle acele taleplerle Rus Cumhuriyeti hükûmetine baskı yaptı; aynı zamanda Müslüman halkın merkezlerinde, Taşkent'te, Orenburg'da ve Kazan'da aleyhimizde propaganda yaptırdı ve çalışmamızı baltalamak için her türden çaba gösterdi. Burjuva gazetelerinde bize yönelik şu minvalde soruların olduğu yazılar çıktı: Bunlar ne türden adamlardır ki Türk ordusunun Asya'daki zaferini bütün Müslüman dünyası kutlarken bunlar Türk-Tatar ulusunun inancıyla ve kutsalıyla dalga geçmektedirler? Bunların dini ve milliyeti nedir? Ve elçilik aracılığıyla bu Cizvitlik{1} sualleriyle cümle Müslüman alemini kandırmaya çalıştılar. Biz Türk enternasyonalistleri için vatanın ruy-i zemin, milletin nev-i beşer olduğunu ciddiyetle ilan ettik. Ve böylece cesaretle devrimin kızıl bayrağını yükselterek akıma karşı, Türk emperyalizmine{2} kapılan halk kitlelerinin [yanlış yönelimine] karşı durmaya karar verdik. Elbette ki fikirlerimizi gerçekleştirme yolunda bir süre yalnızdık. Ama şimdi bütün doğu bizimle birliktedir. Yoldaşlar! İngiliz-Fransız haydutları Türk emperyalistleri[nin desteğ]i[y]le birlikte İstanbul'u işgal ettiklerinde, hakkımızda yalanlar yayanların hepsi sessizliğe gömüldüler; her şey açıklığa kavuştu ki ezilen yoksul sınıflar için Rus devriminden daha iyi bir dost yoktur!
Henüz daha 1908'de gençliğin bir kısmı anlamıştır ki, halk kendi kurtuluşunu ancak sosyalist devrimde bulabilir. Ama sosyalizmle ilgili herhangi bir bağı olan her şey bastırılmıştı, ve ezilen halkların müdafaasında yer alan bir hatibin, unutulmaz Jaurès'ın gür sesi yabanda yankılanmıştı. Yalnızca Jaurès'ın arkadaşları onun başlattığı işi yarıda koymamıştı; ve şimdi, Rusya'da, bir devrimci ocak teşekkül etmiştir. Rus yoldaşların, sosyal dünya devrimi yoluyla Doğu'nun ekonomik ve sosyal yeniden doğuşunun gerçekleşebileceğine inancı, büyük Ekim olaylarından sonra bizim içimizde daha da büyüktür.{3}
Sizlere bu inancın yalnızca Türk proletaryası değil, aynı zamanda Türk aydınları üzerinde de giderek hakim oluşuna dair ilginç örneği kanıt olarak sunmak istiyorum. Ekim Devrimi sonrasında İstanbul Üniversitesi'nde "kimin Nobel Barış Ödülü'yle ödüllendirilmesi gerektiği" konusu tartışıldı, Türk gençliği, Türk profesörlerinin baskısına rağmen, ödülü Lenin yoldaşa layık gördü{4} ve bir kez daha doğuda sosyal-devrim fikrinin derinlere kök saldığının kanıtı oldu. Büyük öğretmen Lenin yoldaş fikirleriyle, özlemleriyle ve eylemleriyle devrimci dünyayı temsil etti ve Türk gençliği yaptığı seçimiyle bu dünyayla ne kadar yakından bağlı olduğunu kanıtladı. Bence Türk halkının Rus Devrimi'ne sempatisine dair bundan daha öte konuşabilmek imkansızdır. Ancak mücadelesinde sosyal dünya devriminin sunağında birçok kurbanlar veren Rus sosyal devrimi, savaş alanlarında yalnız olmadığını bilmelidir, Türk proletaryasının ve Türk aydınlarının hissiyatı ve kalp atışları onlarla birdir.
O kahramanlar emin olabilir ki, güney güneşinin altında aynı şekilde ezilen Türk proletaryasının öfkesi gelişmekte, büyüğü Rus mücadele yoldaşlarının savaş naralarını kendi payına atacağı günleri beklemektedir.
Yoldaşlar! Yakın doğuda bile Rus Devrimi'ne ruhlarının derinliklerinden sempati duyan Türk halkı içerisinden gelen ateşli devrimciler mevcuttur.
Kısaca doğudaki hareketin nasıl dünya devrimini alakadar ettiğine de değinmek isterim. Şuna samimiyetle inanıyorum ki doğudaki devrimin batıdaki devrimle doğrudan bir bağı vardır. Biz Rus Devrimi saflarında faaliyet gösteren Türk devrimcileri samimiyetle inanmaktayız ki doğuda devrim sadece doğunun Avrupa emperyalizminden kurtuluşu için gerekli değildir, aynı zamanda Rus devriminin desteklenmesi için de gereklidir.
Yoldaşlar! Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa'da uzanmaktadır, ama vücudunun geri kalanı Asya ve Afrika'nın bereketli topraklarına uzanmıştır. Biz Türk sosyalistleri için birincil başat görev doğuda kapitalizmi sarsmaktır. Yalnızca bu yolla İngiliz-Fransız sömürgeci üretimi ham maddeye erişmektedir. Türkiye, İran, Hindistan ve Çin, İngiliz-Fransız sanayicilerine kapılarını kapatarak Avrupa borsası üzerinde söz sahibi olabilmesini sağlar ve kaçınılmaz olarak iktidarın proletaryanın eline geçeceği, sosyalist sistemin kurulabileceği bir krizi yaratır. Ama bu yalnızca çeşitli ülkelerde devrimci hareketin uyandırılması ve doğu halklarının İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı ayaklanmasıyla mümkün olabilir.
Peki doğuda devrim kıvılcımı nasıl çakabilir?
Ben sıkça toplantılarda doğu sorununu tartışırım, doğu halklarının mistik yaşantısını konuşur ve bu insanları daha yakından tanımak arzumu ifade ederim. Daha henüz Çarlık rejimindeyken doğu çalışmaları doğulu ülkelerin sömürülmesinde daha iyi araçlar bulabilmek amacıyla kullanılmıştır. Ama şimdi aynı mesele ezilen doğunun kurtuluşu için çalışılmaktadır. Doğu çalışmalarını daha deneyimli araştırmacılara teslim ederek avucumuzdaki silahı daha sıkıca tutmalı ve hedefimizi ihmal etmemeliyiz: Doğuda devrimci bir merkezin örgütlenmesi. Doğuda halkların Avrupa sermayesine karşı ayaklanması aynı derecede bugün gelişimi bütün ülkelerin proletaryasını gergin tutan{5} Rus Devrimi ve genç Alman Devrimi için de gereklidir. Alman devrimi sıkça kez İngiliz-Amerikan tiranlığınca tehdit edilmiş ve doğunun yardımını beklemektedir.
Bir Birleşik Devrimci Cephe yaratmak için Sovyet iktidarının ilk yapması gereken görevlerinden birisi, Alman birliklerinin boşalttığı yerleri geri alması olmalıdır.{6} Batı kapitalizmini oyalamak için doğuda devrimci hareketi desteklemek, genç Alman Devrimi'ni desteklemekten daha az önemsiz değildir.
Türk askeri-devrimci örgütü çoktandır Rusya'da teşekkül etmiştir. Şu anki durumda binlerce Türk Kızıl Ordusu askeri Kızıl Ordu saflarında, Sovyet Cumhuriyeti'nin değişik cephelerinde hizmet vermektedir. Yakında hep birlikte Türkiye'ye ilerleyeceklerdir!{7}
Bizler dünya devriminin proletaryanın kolektif zaferiyle bitmesinin ardından İstanbul'u, dünyanın bu peri masalı şehrini, Enternasyonal'in başkenti olarak hayal ediyoruz. Doyumsuz emperyalizmin şimdiye dek sürekli olarak kanlı kavgalarına sebebiyet veren Aya Sofya… Aya Sofya, Sovyet Sosyalist Dünya Cumhuriyeti'nin mabedi olmalıdır ve uğruna yüzyıllarca kanlı savaşlar yapılan haç ve hilâlden ziyade, Aya Sofya camiinin üzerinde Enternasyonal'in ışık saçan kızıl yıldızı olacaktır!

* 1 Cizvit, Katolik kilisesine bağlı olarak misyoner faaliyetleri yapmak için 1534'te Aziz Loyolalı İgnatius tarafından kurulan İsa Cemiyeti isimli tarikatın üyesine verilen isim. Suphi burada mollaların ve Tatar-Osmanlı gericilerinin kendilerini Hıristiyanlık-dinsizlikle suçlamasını kastediyor.
* 2 !!!, eğer ki burada Suphi, emperyalizmle yayılmacılığı ya da savaş kışkırtıcılığını kastediyorsa, bu en iyi ihtimalle emperyalizm ne bildiğini ama burada sadece hatalı bir tabir kullandığı anlamına gelir, en kötü ihtimalle ise emperyalizmin ne olduğunu bilmemektedir yahut bu konuda teorik olarak zayıftır. Bir başka ihtimal ise, Suphi alenen Türkiye'nin emperyalist bir devlet olduğunu, yani kapitalizmin nihai kertesine ulaşmış bir ileri kapitalist devlet olduğunu iddia ediyor demektir (ki TKP belgelerinden gördüğümüz kadarıyla [en azından sonrasında] bu tür bir iddia mevcut değildir). Kanımızca, Suphi (derin teorik bir bilginliği olduğunu iddia edemesek de [zira yazıda görüldüğü üzere bu tür bir hatalı kullanım biraz da bilinç geriliğinden kaynaklıdır]) bu ifadeyi 1. türden, yani Osmanlı yayılmacılığını-savaş kışkırtıcılığını "emperyalizm" kelimesiyle tarif etmek için kullanmıştır. Elbette ki sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal Osmanlı toplumunun değil emperyalistliği, kapitalist bir toplum olarak nitelendirilmesi bile abesle iştigaldir.
Lakin, her ne kadar burada bu ifadenin kullanılmasından Suphi'nin bu dönemde (Aralık 1918) teorik olarak pek de gelişkin olmadığını söyleyebilirsek de, hep bu şekilde kaldığını söylemek de pek doğru olmaz. Kronolojik olarak incelediğimizde de görebileceğimiz üzere, Suphi (ve çevresi) esasen başlangıç için temel Marksist klasikleri de 1919 ortalarından-sonlarından itibaren çevirmeye başlamışlardır. Suphi'nin 1918 Aralık'ındaki halinden yola çıkarak, 10 Eylül 1920 ve 28-29 Ocak 1921'deki konumunu aynı görmek, pek doğru olmasa gerek.
Elbette ki tüm varsayımımız, çevirimizde bir hata yoksa geçerlidir lakin biraz daha ileride yine aynı ifadenin kullanılmasından bu ihtimali biraz düşük sayıyoruz.
* 3 Büyümüştür demek istiyor.
* 4 "Lenin'e öğrenciler arasında da büyük sempati vardı. Osmanlı Darülfünunu'nda bir grup öğrenci, Nobel Barış Ödülü’nün Lenin'e verilmesini önerdiler. Darülfünun binasına Lenin posteri astılar." "Osmanlı'da sosyalistler de vardı". Yalçın, Soner. OdaTV. 10 Mayıs 2009.
* 5 Canlı, diri tutan anlamında kullanıyor.
* 6 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı (her ne kadar kimi birlikler 1919'a kadar terhis edilmese de) 11 Kasım 1918'de Almanya'nın yenilgisiyle bitmiştir.
* 7 Buna karşılık Suphi, Mustafa Kemal'e yazdığı mektuplarında daha uzlaşıcı bir tavır almıştır.

-----------------------------------------------------------------------------------

N. A. SUBAYEV

MUSTAFA SUBHİ RUSYA'DA

Türk enternayonalisti, Türk Komünist Partisi kurucularından Mustafa Subhi Mevlevizade'nin faaliyetleri birçok defa araştırmacıların ilgisini çekmiştir.[1] Yine de hayatının kimi sayfaları ortaya çıkarılamamıştır. Bu [dönem] özellikle Subhi'nin Fransa'daki faaliyetleri ve Fransız sosyalistleriyle ilişkisi, Çarist hükûmet tarafından Türk vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı'nda Uralsk'daki devrimci faaliyetleri vb.'dir. Arşiv dokümanlar ve süreli yayınlar ile Subhi'nin yaşamını ve 1914-1915'de Türkiye'den Kırım'a ve Kaluga'ya geçişini aydınlatmaya çalışacağız.
Subhi'nin sosyal faaliyetleri Fransa'da Sorbonne Sosyal Bilimler Fakültesi'ndeyken başladı. Yurduna döndükten sonra İstanbul'da ders verdi, muhalif "İfham" gazetesini bastı, Millî Meşrutiyet Fırkası grubunun bir üyesiydi.[2] 1913'te, Genç Türk hükûmetinin siyasetini eleştirdiği için Enver Paşa Subhi'yi tutuklatıp o dönemin mevcut düzeninde birçok muhalifin yattığı Türk Bastille'ine, Sinop Kalesi'ne sürdü. Bu kalede mahkumların durumu biliniyordu, özellikle Sinop'taki Rus konsolos yardımcısı V. Cuiçi'nin İstanbul'daki başkonsolosluğa ve St. Petersburg'daki Dış İşleri Bakanlığı 1. Departmanı'na yazdığı raporlarında [bu görülüyordu]. 15 Haziran 1913 (bu ve sonrasında eski tarihle)'te konsolosluğa ve 24 Haziran'da dış işlerine yazdığı raporda Vezir Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesine dahiliyet dolayısıyla 600 şüphelinin Sinop'a sürüldüğü ve içlerinde bir yüksek öğrenim ["liseum"] profesörü M. Subhi'nin olduğunu bildiriyordu.[3] Konsolos yardımcısı hepsinin mahkemesiz sürüldüğünü, 17'sinin –tanınmış yetkililer ve görevliler- şehirde denetim altında tutulduğunu not etti.
1914 baharında bir grup siyasi tutsak Sinop'tan kaçtı. Şehirde yaşayan birkaç tutsak{1} nispeten daha hürdü. Kaçışı organize edenler onlardı. Rusya'dan dönen taka sahibiyle anlaşarak 24 Mayıs gecesi kayıkla denize açıldılar ve kendilerini ayın 29'unda Balıklava'ya{2} ulaştıran takaya geçtiler. Daha sonradan 14 firari güvenle Sivastopol'a ulaştı.[4] Birkaç Kırım ve St. Petersburg gazetesi firar hakkında sansasyonel haberler yaptı. Nitekim 30 Mayıs'ta "Kırım Habercisi" [Krymsky Vestnik, Крымский вестник] Subhi'nin bir askeri yoldaşı {?} ile birlikte gazetenin yönetim merkezini ziyaretini haber verir "Sivastopol'da Türk siyasi sığınmacıları" isimli bir haber yayınladı. Subhi firarın koşullarından, Türkiye'de Genç Türk rejimine ve onların gelecekteki planlarına dair muhalif fikirlerinden bahsetti. Aynı gün Sivastopol'dan aldığı bilgiyle Petersburg "Söylev"[?] (Речь) gazetesi firariler hakkında ufak bir haber bastı. Haklarında daha etraflı bilgi 31 Mayıs tarihli "Petersburg Habercisi" [Petersburg Kuriyer, Петербургский курьер]  ve daha sonrasında ise "Kazan" [Казань] gazetesinde verildi.
Yerel yetkililer de ayrıca firarla ilgilendi. 29 Mayıs'ta belediye başkanına sığınmacıların gelişini bildirip haklarında takip başlatılmasını istedi. Petersburg'da Sivastopol'da kalmalarına itiraz etmediler ama devrimcilerin olup olmadığını öğrenmek istediler.[5] Sivastopol Jandarma Ofisi kaçanlar arasında Türk Genelkurmayı görevlileri, eski yetkililer, büyük tüccarlar, iki işçi ve –Van Genel Valisi'nin oğlu, bir muhalefet gazetesinin editörü– bir profesörün olduğunu öğrendiler.[6] Firariler "Kazan" kahve dükkanında durakladılar, arkalarında gizli polis takibi vardı.
Subhi yerel gazete bürolarını ziyaret etti, arkadaşlarıyla birlikte Bahçesaray'da şehrin manzara yerlerini inceledi, arkadaşlarıyla bir bankaya uğradı. Bir Bahçesaray gazetesi muhabiriyle yaptığı söyleşide, büyük bir çoğunluğu tüccarlar ve eski yetkililerden müteşekkil her vilayetten büyük sayıda siyasi tutsağın Sinop'ta olduğundan söz etti. Eskiden 1908 Jön Türk Devrimi sonrası hayata geçen siyasi parti ve cemiyetlerin üyeleri olduklarını ve şimdi Genç Türk iktidarının siyasetine muhalif olduklarını, devrimi derinleştirmek ve halkın durumunu geliştirmek için mücadele ettiklerini söyledi. Subhi liderleri emekçi halka ve ulusal azınlıklara düşmanca tavır takınan ve dış politikada siyasetleriyle Türkiye'nin yarı-sömürge durumunu daha da kötüleştiren Jön Türk Devrimi'nin ilgisizliğinden memnuniyetsizliklerini belirtti.[7]
Sivastopol Jandarma Ofisi yönetiminin bir raporuna göre, Temmuz 1914 başlarında Bakü'ye gitmek üzere ayrıldı.[8] Kısa süre sonra Bakü gazetelerinin birinde "Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti" isimli yazısını yayınladı.[9] Ayrıca Rusya'nın Dünya Savaşı'na dahil oluşunun ilk günü 1 Ağustos'da Kırım ve Kafkasya gazetelerinde de tekrar basıldı. Türk egemenlerinin Türkiye'yi Kayzer Almanyası'nın safında savaşa sokma niyetlerinden söz etti. Subhi savaşa dair tutumunu ortaya koydu, bir takım sosyal sorunları ortaya koydu ve bunları cevaplandırmaya çalıştı. Türkiye'de seferberlik ilanına ilişkin Türkiye'nin Avrupa savaşına girip Yunan problemini zor yoluyla çözüp çözmeyeceğini sordu. Yalnız Yunan meselesinin değil, diğer ciddi meselelerin de Avrupalı devletlerin dahiliyeti olmadan Türkiye'nin meseleyi çözemeyeceğini belirtti. Türkiye ne yapmalıydı, Üçlü Anlaşma [İttifak] safına mı, Antant [İtilaf] safına mı girmeliydi? Hiçbiri, Subhi herhangi bir askeri ittifaka dahiliyetin zorluklarla dolu olduğuna inandı. Ülke savaşı değil, halkın yaşantısını geliştirmeyi düşünmeliydi. Türkiye için barış ne kadar uzun sürerse, o kadar iyiydi. Yazar ülkesinin henüz geçmiş savaşlardan (İtalyan-Türk [Trablusgarp] 1911-1912 ve Balkan 1912-1913) toparlanamadığını, ekonomisinin daha yeni yeni yaralarını sarmaya başladığını, ülkenin Fransa'ya olan borcunu henüz ödemediğini ve bankaların işlerini henüz yoluna koymadığını belirtti. Türkiye Avrupa katliamına dahil olmamalıydı. Ülkenin savaşan taraflardan birisine katılması halkın çıkarlarına zarar verirdi. Nihayetinde, hiçbir Avrupalı devlet Türkiye'ye ayakları üzerinde doğrulmasında yardım etmemişti. Onun sonucu: Yurdunun menfaati için ülkenin tarafsızlığa ihtiyacı vardı.
Daha henüz 1918'de Subhi Sovyet hükûmetinin barış kararı ve dünya savaşının Leninist değerlendirmesiyle tanıştığında, tekrar Türkiye'nin savaşa katılmasının sonuçları üzerinde eğildi, ama [bu sefer] meseleyi pasifist bir konumundan değil, sınıf konumundan, devrimci konumdan ele aldı. Makalelerinde Rusya ve Türkiye tarihini karşılaştırarak geçmişlerinde ortak özellikler buldu ve yurdunun devrimci Rusya'nın yaptığı yoldan savaştan çıkmasını istedi. Almanya'nın müttefiki olarak Türkiye Kafkasya'da Rusya'ya karşı askeri operasyonlar yürüttü, birçok Türk askeri kendisini Rus esaretinde buldu. Subhi hemşerilerinin yaşamları ve yaşam standartları ile ilgilendi. Batum'a ziyareti bir tesadüf değildi.[10] Kısa süre sonra yetkililerin emriyle Sarıkamış'tan, Artvin'den, Tiflis'ten, Sohum'dan, Batum'dan, Nahçivan'dan, Gagra'dan, Gudaut'a'dan ve Tuapse'den Türk savaş esirleri cephe hattından uzağa, Rusya'nın derinlerine sürüldüler. Aynı dönemde Rus hükûmeti bütün Türk vatandaşlarını gözaltına almaya karar verdi. Subhi ve yoldaşları bunların arasındaydılar. 22 Ekim 1914'te 975 savaş esiri Kaluga'ya gönderildi.[11] Kasım başlarında Kafkasya'dan bir tren geldi. Subhi'ye ayrı bir sivil gözaltı olarak yaşama şansı tanınmıştı. İlk başta Starom Torg'da Orlov Podvorya'sına{3} yerleşti, daha sonradan Blagoveşçenskaya Caddesi'nde bir apartmana taşındı.{4}
Kaluga ilindeki Türk savaş esirleri Moskova-Kiev Demiryolu Hattı'nın onarımında, pomeşçik mülklerinde, ekonomide ve Kaluga'nın kendisinde çalıştırıldılar. 1 Ocak 1915 itibariyle [Kaluga'da] 2000'i aşkın savaş esiri vardı.[12] Oblast arşivi kaynakları Subhi'nin Kaluga valisine 29 Kasım 1914 ve 26 Temmuz 1915 tarihli dilekçelerini içermektedir. Subhi İstanbul'da yüksek öğrenim enstitüsünde profesör olduğunu, politik ekonomi öğrettiğini ve aynı zamanda Genç Türk yönetimine muhalif olan Türkiye'de yaşayan diğer halklar için idari özerklik savunan İfham gazetesinin direktörü olduğunu yazdı. Devamla bazı otobiyografik bilgiler verdi, Sinop'a sürgününden ve Batum'da gözaltına alınışına atıf yaptı,[13] kendisinin ülkeyi felaket getiren bir savaşa sürükleyen Jön Türk hükumetinin ilkeli bir muhalifi olduğunu ve Kafkasya gazetelerinin sayfalarında bu politikaya karşı çıktığını söyledi. Aynı zamanda anlaşılır sebeplerden dolayı kendi ülkesindeki sosyal ve siyasi faaliyetlerini gizledi.{!} Sıkışık ekonomik durumundan söz edip kendisine bir siyasi sığınmacı için koruyucu pasaport ve bir geçim kaynağı sunulmasını istedi.
Kaluga valisi Polis Departmanı'na bir araştırma talebi gönderdi, ayrıca polise başvuranın gerçek durumunu saptamasını istedi. 12 Ağustos 1915'de pristav [mübaşir] Subhi'nin 30 yaşında, bekar, olduğunu, ayda 15 ruble verdiği eşyalı bir odada kaldığını, Fransızca dersi verdiğini ve bundan 25 ruble kazandığını valiye bildirdi. Bu nedenle ödeneğin kendisine verilmesi reddedildi ve anlaşılan o ki pasaport meselesi mevzu bile edilmedi.[14] 9 Eylül 1915'te Kaluga valisi, St. Petersburg'tan Türk savaş esirlerinin ve sivil Türk tutukluların Uralsk'a gönderilmesi istenen bir telgraf aldı. Bir hafta sonra 741 kişi Kaluga'dan sürüldü. Bunların arasında Subhi de vardı.[15] Urallar'da Subhi devrimci Marksizme bir yönelim yaşadı. İşletmelerde esirlerle-emekçilerle çalışarak devrimci hadiselerin bir katılımcısı oldu, Rusça çalıştı, Urallar'ın Bolşevikleriyle temasa geçti, savaş esirleri arasında devrimci propaganda yürüttü ve 1915'te RSDİP saflarına katıldı.[16] Urallar'da Petrograd'da silahlı ayaklanmanın başarısını ve Geçici Hükûmet'in devrilişini haber aldı.
Subhi'nin yurdunun kaderine ve savaşın ne getirdiğine dair düşünceleri, Sovyet Rusya'da kendisinin redaktörlüğünü yaptığı Moskova'da NARKOMNATS'ta basılan Türk enternasyonalistlerinin organı Yeni Dünya ("Eni Dunya", Ени дюнья) gazetesindeki makalelerine yansıdı. Daha sonradan kendisi Moskova'da, Kazan'da, Kırım ve Taşkent'te çeşitli parti görevlerini yerine getirdi ve Ukrayna'da Denikin'e ve Petluryacılar'a karşı savaştı. Yeni Dünya Sovyet hükûmetinin onun tarafından çevrilen dokümanlarını yayınladı, Brest-Litovsk barış konuşmalarında Kafkasya'nın bir kısmının Türkiye'ye teslimini öneren Jön Türkler'in fetihçi emellerini ortaya çıkardı. Emperyalist müdahale ve iç savaş yıllarında Subhi, diğer enternasyonalistlerle birlikte, Sovyet iktidarını savundu. O Komintern'in 1. Kongresi'nin delegelerinden birisiydi, başkanı seçildiği Türkiye Komünist Partisi 1. Kongresi'ni Eylül 1920'de Bakü'de örgütleyenlerdendi.
1921 başlarında Subhi yurduna döndü ama diğer arkadaşlarıyla jandarmalar tarafından yakalandı, öldürüldü ve Trabzon civarlarında denize atıldı. Çok trajik bir şekilde kısa hatayı sonlandı.


[1] Nafigov, D. "NARKOMNATS Merkezi Müslüman Komiserliği'nin Faaliyetleri" Sovyet Doğu Araştırmaları, 1958, N. 5 [Нафигов Д. Деятельность Центрального мусульманского Комиссариата при Наркомнаце. - Советское востоковедение, 1958, N 5]; ag yazar. "Mollanur Vahidov". Kazan. 1960 [его ж е. Мулланур Вахитов. Казань. 1960]; Ludşuveyt, E. "1918 Yazında Moskova'da Sol Türk Sosyalistleri Konferansı". içinde: Doğu Seçkisi Cilt II. Erivan, 1966. [Лудшувейт Е. Конференция левых турецких социалистов в Москве летом 1918 года. В кн.: Востоковедческий сборник. Т. II. Ереван. 1966]; Subayev, N.-Hamidullin, F. "Mustafa Subhi Tataristan'da, 1918-1919". Asya ve Afrika Halkları, 1969 N. 2 [Субаев Н., Хамидуллин Ф. Мустафа Субхи в Татарии в 1918 - 1919 гг. - Народы Азии и Африки, 1969, N 2]; Patlacan, E. "Mustafa Subhi'nin biyografisinden". Bugünkü Asya ve Afrika, 1970 N. 11 [Патлажан Е. Из биографии Мустафы Субхи. - Азия и Африка сегодня, 1970, N 11]; Hayrettinov, R. "Terek [Türk?] enternasyonalistler". içinde: Koreşteşler [?]. Kazan. 1972 [Хайретдинов Р. Терек интернационалисты. В кн.: Корэштэшлэр, Казань. 1972]; Subayev, N. A. "Tarihi bir kaynak olarak Türk enternasyonalistlerinin organı “Yeni Dünya” (1918-1919)". Asya ve Afrika Halkları, 1975, N. 2 [Субаев Н. А. Орган турецких интернационалистов "Ени дюнья" как исторический источник (1918 - 1919). - Народы Азии и Африки, 1975, N 2]; Vodnov, V. A. "Mustafa Subhi'nin siyasal faaliyetlerinin başlangıcı". Asya ve Afrika Halkları, 1982, N. 5 [Воднёв В. А Начало политической деятельности Мустафы Субхи. -, Народы Азии и Африки, 1982, N 5]; Akıncı, A. "Öldürülmelerinin 47-inci yıldönümü münasebetiyle MUSTAFA SUPHİ'leri anıyoruz". Yeni Çağ, 1968, N. 1 (43); Mete Tunçay "Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925)". Ankara. 1967.; "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi". İstanbul, 1978., vd.
[2] Rozaliyev, Yu. N. "İnanmış enternasyonalist". içinde: "Mücadeleye Adanmış Yaşam". 1964. s. 510 [Розалиев Ю. Н. Убежденный интернационалист. В кн.: Жизнь, отданная борьбе. М. 1964, с. 510.]
[3] Rus Dış Politikası Arşivi (AVPR), f. Politarşiv, op. 1, d. 1212, pp. 142 - 143. [Архив внешней политики России (АВПР), ф. Политархив, оп. 1, д. 1212, лл. 142 - 143.]
[4] TSGAOR SSSR, f 102, 1914, d. 300"b", ll. 9, 10, 17. [ЦГАОР СССР, ф 102, 1914 г., д. 300"б", лл. 9, 10, 17.]
[5] Ibid, ll. 9, 10.
[6] Ibid, ll. 15, 17.
[7] Tercüman [Терджеман], Bahçesaray [Бахчисарай], 8.VI.1914.
[8] TSGAOR USSR, f. 102, 1914, d. 300 "b", l. 17 [ЦГАОР СССР, ф. 102, 1914 г., д. 300"б", л. 17.]
[9] İkbal [Икбаль], Baku [Баку], 1.VIII, 1914.
[10] Batum Haberleri [Батумские вести], 4.Х.1914. Bu sayı bir gazete çalışanıyla Subhi'nin Türkiye'nin savaşa katılmasına dair bir mülakat içeriyor.
[11] Kaluga Bölgesi Devlet Arşivi, f. 783, op. 1, d. 1091, l. 17 [Государственный архив Калужской области, ф. 783, оп. 1, д. 1091, л. 17.]
[12] Ibid., D. 1185, l. 10.
[13] Ibid, t. 32, op. 4, d. 1503, ll. 249, 254.
[14] ibid., L. 311.
[15] aynı yerde, op. 1, d. 1090, l. 195.
[16] Hayrettinov, R. op. cit., s. 85. [Хайретдинов Р. Ук. соч., с. 85.]

* 1 Sürgünleri kastediyor olmalı.
* 2 Kırım'da bir liman şehri.
* 3 Rusya'da olan bir çeşit han.
* 4 Eğer ki bu bilgiler doğruysa (ki, yalan söylemesi için bir gerekçe göremiyoruz) Suphi'nin savaş esirleri kampında kaldığı genel bilinen algı yanlış (en azından Kaluga için), Suphi sadece sürgüne gönderilmiş. Belki de bunun sebebi savaş esiri değil sivil bir ("potansiyel ajan") Türk olmasıdır; yahut da Osmanlı'nın savaşa girmesine muhalefet edişinden dolayı ona bu daha geniş kolaylığın sağlanmasıdır.

-----------------------------------------------------------------------------------

Volga Bölgesinde Türk savaş esirleri: Tarihten parçalar (1915-1919)
(alıntılar)

(…)
1918 yazında, Mustafa Subhi,[III] Müslüman sosyalistlerinin yaklaşmakta olan Haziran'daki kongresi için Müslüman sosyalist hareketini canlandırma amacıyla bağlantılı olarak Haziran ayında, çalışma arkadaşı Edhem Nejat{!}'la Kazan'a geldi. Müslüman Komiserliği'nden "Aş" muhabirine verdiği bir röportajda detaylı olarak Sovyet Rusya'da ve Türkiye'de sosyalist hareketin görevlerini detaylı olarak açıkladı. Subhi ayrıca Petzold imalathanesinde Türk savaş esirleri kampında da bir konuşma yaptı.
İç savaş koşulları ve delegelerin az bir kısmının gelmesi dolayısıyla Müslüman sosyalistler kongresi gerçekleşmedi. Ancak Subhi, ileride gerçekleşecek olan Türk sosyalistlerinin Moskova'daki konferansı için delegelerinin Kazan'dan toplandığı bir toplantı toplayabilmeyi başardı.
1918 Ağustos'unun başından Eylül'e kadar Kazan, Beyaz Çekler'in elindeydi. Moskova'daki Müslüman Sosyalist Komiserliği'nin kararıyla Volga bölgesi, Urallar ve Sibirya'da Müslüman devrimci örgütlerinin yeniden yapılandırılması için M. Sultan-Galiyev başkanlığında bir Acil Durum Komitesi acilen kuruldu. M. Subhi, Beyaz Çekler tarafından çökertilen MMK'nin Bilimsel Kolejyumu'nu tekrar kurmakla görevlendirilmişti. Subhi bu görevini yerine getirdi.
Aynı zamanda, yurtlarında sosyalist harekete katılan Türk görevli ve askerlerin de yardımıyla Kazan'da Türk Sosyalistleri Örgütü'nün Kazan branşının yaratılması için aktif olarak hazırlıklara başladı. 25 Eylül'de saat 11'de Gainutdin Sabitov ticarethanesinin 2. katında Türk Sosyalistleri Kazan Branşı'nın örgütsel toplantısı başladı.[4] Konuklara Türk savaş esirlerinin Sovyet Rusya'da ve Türkiye'de sosyalist harekette görevlerinin açıklandığı bir hoş geldin konuşmasıyla toplantı M. Subhi tarafından açıldı. Cevdet Ğali [Ali?] toplantının başkanı, Nihat Nusret sekreteri olarak seçildi. Toplantı gündemine şu problemler konuldu: Türk Sosyalistlerinin Türkiye şubesinin yaratılması, Kızıl Ordu Türk Rotası'nın siyasi komiserinin seçilmesi, Kazan ve Kafkasya Türk savaş esirlerine destek için bir departman açılması, şehirdeki savaş esirleri kampında propaganda yapılması.
Nihat Nusret, konuşmasını Müslüman Sosyalist Komitesi ve diğer Müslüman halk örgütleriyle yakın bağlar kurulmasına adadı. Delegelerin alkışları arasında Subhi oybirliğiyle Türk Rotası'nın komiseri seçildi.
26 Eylül'de ikinci toplantı açıldı. [Toplantı] başkan[ı] departmanın yönetim biriminin (komite ve üyeleri) seçilmesini önerdi. Kişisel bir tartışma sonrası komiteye savaş esirleri yetkilileri olarak Osman Hattat (Başkan), Rıza Baykıroğlu (Sekreter), İlyas Myrarihoğlu, İhsan Saduloğlu (1. Tatar-Başkır Tabur'unda Türk Rotası komutanıydı), Sabri Receboğlu (komite üyesi) seçildi. Savaş Esirleriyle Dayanışma Departmanı'na Mithat Ali vi[?] Rızaoğlu, Mehmet Baykıroğlu ve Cevdet Ali'nin seçilmesi önerildi. Örgütsel toplantı Türk Rotası'nın tabura büyütülmesini öneren bir öneriyi onayladı.
Nitekim [böylece] Türk Sosyalistleri Kazan branşı Kazan'da oluşturuldu. Ancak faaliyeti çok kısa bir zaman aralığını kapsadı.

Niyaz Subayev-Kazanlı
Tarih Bilimleri Doktoru

(…)
[III] Subhi, Mustafa (1882-1921) – Profesör, siyasi sığınmacı, Merkezi Müslüman Komiserliği Kurulu üyesi, Doğuda Propaganda {Şubesi?} Başkanı, Bolşevik Partisi üyesi, Rusya'da Türk savaş esirlerinin sosyalist hareketinin aktif bir lideri, Müslüman komünist hareketinin yaratılmasının destekçisi.

(…)
[4] Aş. 28 Nisan 1918. [Эш.-1918, 28 апреля.]
[5] aynı yerde, 29 Eylül [1918]. [Там же, 29 сентября.] {Çevirmen notu: Metin içerisinde 5 nolu kaynağın notunun nereye düşüldüğünün eklenmesi unutulmuş, sondan 3. Paragrafta bir yerde kullanıldı büyük bir ihtimal.}

MERKEZİ MÜSLÜMAN KOMİSERLİĞİ BAŞKANI MOLLA NUR VAHİDOF'UN DIŞ İŞLERİ HALK KOMİSERLİĞİ'NE SİYASİ SIĞINMACI MUSTAFA SUBHİ'YE RUS VATANDAŞLIĞININ SAĞLANMASI TALEBİ ÜZERİNE TAVRI

8 Mayıs 1918[1]

Siyasi sığınmacı, İstanbul Ticaret, Endüstri ve Yüksek Öğrenim Enstitüsü Profesörü, siyasi düşünceleri yüzünden Sinop'a sürgüne gönderilen Mustafa Subhi Bey, sürgünden 10 Mayıs 1914[2] tarihinde kaçtı. 12 yoldaşıyla Rusya'da Sivastopol'a vardı.[3]
Şu günlerde Subhi Bey Enternasyonal Propaganda Departmanı Kurulu üyesidir ve Merkezi Müslüman Sosyalist-Komünist Komitesi tarafından yayınlanan Yeni Dünya gazetesinin üyesidir.
Hali hazırdaki bilgilere ve sunulan sertifikalara göre [Profesör] Subhi Bey, 4 yıl boyunca Kaluga ve Uralsk şehirlerinde askeri görevden mesul olarak yaşadı, defalarca eski Geçici Hükûmete kendisini Rus devletinin himayesinde bir siyasi sığınmacı olarak tanıması için başvuruda bulundu ama dilekçesine belirli bir sonuç alamadı.
Hali hazırda sığınmacılara dair bir kararname yayınlamıştır, buna dayanarak Profesör Subhi Bey'i Rus Cumhuriyeti'nin himayesine kabul etmenizi ve kendisine Rus Cumhuriyeti vatandaşlarına sunulan bütün hakların geçici olarak tanındığı bir sertifika sunmanızı talep ediyorum.
Komiserlik Başkanı (imza)
Sekreter (imza)

[1] Bize göre Vahidof'un dilekçesi zamansızdı {erkendi}. M. Subhi Bolşevikler'in fikirlerinin genel çerçevesinde yaşadı ve faaliyette bulundu, dünya devrimine işaret etti (devrim ihracını dışlamadı). M. Subhi Türkiye'de devrimin kaçınılmazlığına işaret etti, kendisini bunun için hazırladı ve sürgündeki kadrolarını eğitti. Bolşevikler devrim ihracını dışlamayan "dünya devrimci ateşi"ne büyük umutlar bağlamıştı. Oldukça açık ki bu dilekçeye bir cevap verilmedi. Görünüşe göre Çiçerin, Stalin'e danıştıktan sonra, M. Vahidof'un dilekçesine cevap vermedi.
[2] Eski stil.
[3] Toplamda 14 firari vardı. Birisi genç bir çocuklaydı.