14 Haziran 2019 Cuma

21 Şubat 1973 Nehru'l-Bârid ve el-Beddâvî baskınları ve katledilen Türkiyeli devrimcilere dair

SUNU

Türkiye devrimci hareketinde çok önemli ve asil bir yeri olmasına rağmen pek bilinmeyen 21 Şubat 1973 tarihinde Nehru'l-Bârid (İngilizce latinizasyon: Nahr al-Bared, "Soğuk Nehir") ve el-Beddâvî Mülteci kamplarına yapılan baskın hakkındaki bu yazının hazırlanması, başta Bora Gözen arkadaş dahil 8 devrimci kardeşimizin faşist Siyonist katillerce katledilmeleri olmak üzere Filistin halkının ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinde kardeşçe enternasyonalist dayanışmada şehit düşen tüm Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin aziz hatıralarına bir vefa sorumluluğudur. Bu, aynı zamanda bu arkadaşları anarken sürekli ezber yazılar yazan bugünün Aydınlık hareketinin elinden bu konuyu kurtarıp, o dönemin veya ilgili şahısların birincil kaynakları üzerinden internet ortamında geniş çaplı derli toplu bir yazı kalması amacıyla hazırlanmıştır.

Kaynaklar sıralı olarak dizilse de maalesef (biz nasıl yapıldığını bilmediğim için) manuel olarak elle dizildi, yani kaynak veya dip not kısmına tıklarsanız sizi en alttaki ilgili kaynak veya dip nota iletmeyecektir, en aşağıya inip bakmanız gerekecek.

Ayrıca görsellerin her birine tek tek kaynak göstermek isterdim ama maalesef birçoğunu çok uzun zaman önce (o zamanlar üstüne bu kadar eğilmediğimden) kaynağını not almayarak kaydettim, bu yüzden bu çok spesifik olanları hariç fotoğraflara kaynak vermek maalesef mümkün olmayacak. Belirtmek de gerekir, kimi fotoğraflar üzerinde döndürme, perspektif gibi değişiklikler yaptım, yani o açıdan da orijinalindeki halini bulmak daha zor). Ayrıca bazı görseller şahsi kaynaklardan edinildiği için buradan isimlerinin verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece birçok konuda bana yardımcı olup birçok materyal ve bilgiyi ilettiği için bir kişiden buradan bilhassa bahsedip teşekkür edeceğim: 1974 yılında yurt dışında hazırlanan (ve benim [en azından bugünkü ilişkilerimle] temin etmem mümkün olmayan) broşürü bana ileten sayın M.D.'ye yürekten minnettarlığımı sunarım. Unutmadan, benim için röportajı ve basın açıklamasını çözümleyen dostum Sam'e de ayrıca teşekkür ederim.

"Vietnam zafer bayrağını Filistin'e teslim ediyor", Palestine Information Committee'nin düzenlediği dayanışma gecesine çağrı afişinden bir desen ("Ismail Shammout - Victory: Vietnam-Palestine" düzenlenip temizlenmiştir, başka versiyonları için bkz: 1, 2, 3).

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, İsrail'in Nehru'l-Bârid'e saldırıları ilk değildi. Kara Eylül isimli örgütün 5-6 Eylül 1972'de Münih'te İsrailli atletleri öldürmesi sonucu İsrail misilleme olarak mülteci kamplarını 8 Eylül 1972'de uçaklarla bombalamış, yaklaşık 200 mülteciyi katletmiştir.[1] Suriye sınırındaki kasabaların da vurulduğu bu eş zamanlı saldırı için İsrail'in açıklaması "Filistinli terörist odakların vurulduğu" yönündeydi,[2] İsrail'in savunması hep böyle olmuştu.

Bir bakıma açıklaması asılsız değildi zira Filistinli mülteci kamplarının iç işlerine o ülkeler karışmaz, iç güvenliği Filistinli örgütler sağlardı. Yani içerisi tamamen Filistinli örgütlerin denetimindeydi. Kendi polisleri, ilgili mercileri vb. vardı. Tabii ki bu kampların bir kısmı aynı zamanda Filistinli örgütlerin gerilla kamplarıydı. Hemen hemen her örgütün kendi gerilla kampı ve üssü vardı, genel olarak ise kampların hakimiyeti hususunda birbirlerinin arasında çekişme vardı.[bkz Not: 1]

Ama kesin bir şekilde söylenebilir ki emperyalizmin köpeği faşist siyonist İsrail, esasında bu kamp saldırılarıyla Filistinliler'den kendince intikamını masumları katledip gözdağı vererek alıyordu. Yine onlar, gerilla ile halk arasında bağı koparmanın bir yolu olarak da bu kamp baskınlarını kullanıyordu.

Bunlar ne ilk ne sondu. en-Nehru'l-Bârid yine 2 Ekim 1975 tarihinde bir daha saldırıya uğradığında, 170 kadar kişi ölüyordu. Bu saldırılar başka kamplar, başka tarihler vb. değişkenlerle '90'lara kadar aşağı yukarı bu sayılarda seyrederek devam etmiştir.[3]

Az biraz kampların ne olduğunu, nasıl işlediğini, kamplara saldırmanın ne demek olduğunu anlatıp, alt yapıyı kurduğumuza göre bizim konumuza girelim: 21 Şubat 1973.

Öncelikle Nehru'l-Bârid'in, stratejik olarak tamamen işlevsiz, hiçbir şekilde tehdit olacak bir kamp olmadığını belirterek söze girmeliyiz. Kampta sadece "Filistinli terör örgütlerinin" (!) büroları İsrail için tehdit (!) olabilir, bunlar da zaten uçaklarla vb. ile vurulabilir; bütün kampı yakıp yıkmaya gerek yoktur. İsrail'in bu saldırıları açıkça katliam amaçlıdır. Buna karşılık genel olarak saldırıların amacı genel bir katliam olsa da, 21 Şubat 1973'deki amaç biraz daha spesifiktir.

Genelde diğer saldırılarda vurulan hedeflerde sivil odaklar ve sivil kayıplar da önemli yer tutsa da, bu saldırıda sadece fedai kampları ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bürosu vurulmuştu. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin sorumluluğundaki vurulan kampta İranlı, Türkiyeli, Filistinli devrimciler de bulunmaktaydı. Kampta tek ağır silah olarak sayılabilecek silah, bir MC (orta makineli) tipiydi, zira kamp boşaltılıyor, takım takım kamptakiler kampı terk ediyordu.

Burada adı geçmişken, kısaca Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC)'ne değinelim. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)'nden "politikadan çok silaha dönük" diye kopan DC'nin ilk ismi Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) idi, sonradan isminden H'yi attı. 1974 yılında FKÖ'yü yöneten el-Fetih'in uzlaşmacılığına karşı FKÖ'den ayrılıp Reddiyetçi Cephe'yi kuranlardan birisi de FDKC'ydi. '70'lerin ilk yarısına kadar kısmen "Maocu" denebilecek bir çizgide olan DC, tipik bir Filistinli örgüt olarak pragmatist, esnek ve büyük oranda dış desteğe (bilhassa silah konusunda Sovyetler'e) bağımlıydı. Bu bağımlılığından dolayı mesela SSCB'nin sosyal-emperyalist bir devlet olduğunu, SSCB'de kapitalizmin restore edildiğini kabul etmiyor, ML-MZD'yi ise savunmuyordu.

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün parçası olan El-Fetih örgütünün üyesi Arap komandolar, İsrail sınırından 20 mil (32 km) ötedeki bir askeri kampta Mao'nun Seçme Sözler (Kızıl Kitap)'ini okuyor. Ürdün, 1970. Getty Images: 515170024.

Aynı fotoğraf daha az görüntü veren renkli bir versiyonu. Getty Images: 979185034
Renkli versiyonunda kesin bir tarih yok, 1970 notu düşülmüş. Renksiz büyük halinde 9 Mart 1970 tarihi düşülmüş. Alamy'de ise farklı bir taramada düşülen tarih 9 Mart 1970. Buna karşılık aynı gün çekildiği çok belli olan ve soldan ikinci komandoya benzeyen birisinin olduğu bir başka karede (Getty: 516483474) hem 18 Mart 1970 tarihi düşülmüş, hem de kamp yeri farklı tarif edilmiş (üsttekinin aksine sınıra 20 değil 2 mil var).


Nihayetinde bu uzlaşı, '70'lerin ikinci yarısının başı ve sonları arasında FDKC'nin Sovyetik çizgiye kaymasıyla son buldu. Bir zamanlar Sovyetler'in "Troçkist" diye saldırdığı bu örgüt artık üzerindeki "Maocu yaftasını" atmıştı. Buna karşılık, kamplarındaki örgütlerin iç işlerine karışmayışıyla (en azından diğerlerine nazaran bunu söyleyebiliriz), daha ideolojik yapısıyla ve kimi başka nedenleriyle Türkiyeli ve Kürdistanlı örgütlerce daha çok tutuldu.[bkz Not: 2] Sadece yazının bahsinin geçtiği dönem olan 12 Mart sürecinde TİİKP değil, daha sonraları PKK de dahil olmak üzere bilhassa 12 Eylül sonrası birçok Türkiyeli grup DC'nin kamplarında barınmış, DC yetkilileriyle temaslar sağlamıştır. 12 Mart-12 Eylül arası Türkiye solunda Filistin kampları durağan olsa da, 12 Mart öncesi durum daha farklıdır…

Görsel: Nebatiye-Arnon Kalesi direnişinde şehit düşen PKK üyesi Abdülkadir Çubukçu için hazırlanan bir afiş, üstte ortada FDKC logosu görülüyor. Kaynak: "Ölümünün 1. yıldönümünde enternasyonalist savaşçı Abdulkadir Çubukçu mücadelemizde yaşıyor". Serxwebûn [PKK Yayın Organı]. Temmuz 1982. Sayı: 7. Sayfa: 3.).

1968'de ilk önce iki kişi gider, Abdülkadir Yaşargün ve Mustafa Çelik (Şehit Ali). El-Fetih'e giren ikiliden Mustafa Çelik, 2 Arap fedai ile birlikte bir devriyenin kurtarılması amacıyla gönüllü olarak geride kalıp şehit düştükten sonra da (altlarındaki mayınların patlaması vasıtasıyla) düşmana kayıp verdirebilmiş, yiğit bir devrimci kardeşimizdi.[4] Arap halkının da gönlünde derin saygı kazanıp sevilen ve kamptaki Türk ve Kürt devrimcileri için onur olan bu devrimci kardeşimiz, Türkiye-T. Kürdistanı halkının Filistin halkıyla verdiği enternasyonalist mücadelede yitirdiği ilk şehittir.

Mustafa Çelik (Şehit Ali)
Babası Mustafa'nın şehadetnamesiyle poz verirken (Oktay Duman [Devrimcilerin Filistin Günlüğü kitap serisinin yazarı]'ın Facebook hesabından alınmıştır).

Daha sonradan ise Devrimci Öğrenciler Birliği (DÖB, İstanbul merkezli Deniz Gezmiş arkadaşın liderliğindeki grup) üyeleri Filistin'e gitti. Mesela, Deniz arkadaşa FDHKC MK'si tarafından 15.04.1969 tarih ve 9248 sayılı numara ile verilen kimlikte isim olarak "Muhammed Ali", meslek olarak ise "Savaşçı" yazmaktaydı.

Deniz arkadaşın Filistin kamplarında olduğu günlerden kalma bir fotoğrafı.

Deniz arkadaşın FDHKC kimliği.

Deniz arkadaşın FDHKC kimliğinde kullandığı fotoğrafın tam hali, Selahattin Okur ile birlikte (Turhan Feyizoğlu'ndan temin edilmiştir).

Bunlardan sonra ise, 1970-1'de TİİKP gitmiştir. TİİKP kurulduktan sonra Almanya'daki ÇHC elçiliği vasıtasıyla ÇKP ile temas kurup Çin tarafından tanınmıştı. Doğal olarak, "UKH'nin bir parçası olunca" TİİKP çeşitli örgütlerle de temaslar sağladı, bunlardan birisi de FDHKC'ydi. Yine bir başka örnek aralarında mektuplaşmaların olduğu Pekin'de sürgünde olan Sihanuk'un FUNK (Kampuçya Birleşik Ulusal Kurtuluş Cephesi)'udur. Yine Almanya'daki örgütlenme de Almanya Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu (ATÖF) içerisinde yoğunlaşmıştır (bu 1974 yılına kadar böyle sürecek, daha sonrasında ATÖF, TKP/M-L'nin eline geçecektir). Ayrıca TİİKP, Almanya Komünist Partisi/Marksist-Leninistler'in 1977 yılında Üç Dünya Teorisi'nin reddine kadar kardeş partisi olduğu için, onun tarafından da desteklenmiştir. İşte FDHKC ile de bu sıralarda temas sağlanıyor.

FDHKC'ye başta Almanya olmak üzere Türkiye'den de gidenler dahil birçok kadro gönderiliyor. Daha sonradan Filistin'e gidenlerin hemen hepsi, 1971-1972 sürecinde TİİKP MK'sine muhalif oluyorlar ama ayrışmalarda hiçbir örgüte katılmıyorlar. Katılanların sayısı birkaç adettir (mesela bunlara birkaç örnek: Ali Mercan, Cem Somel...). Yeri gelmişken belirtmek de gerekir, 1971-2 iki çizgi mücadelesi sürecinin sonucunda revizyonist önderlikten kopulunca İK yoldaş, kamptaki kadrolara bir mektup yazıp ayrışmayı özetliyor lakin dediğimiz gibi katılan sayısı çok az oluyor. Ama kopmalar az olsa da hemen hemen hepsi muhalif; peki bu nasıl oluyor? Bunların çizgisi de hareket çökmüşken 1974 yılında yurt dışından boy veriyor, Ocak 1974 TİİKP YDK'nin parti öz eleştirisi. Esasen TKP/M-L tezlerinden, Endonezya Komünist Partisi öz eleştirisinden ve kimi belgelerden aşırmalarla yazılan bu öz eleştiriye merkez de 1975'de mahkum eder bir eleştiri yazıyor. Tabii büyük ihtimal kendilerinin etkileri yoktur ama kısaca Filistin'deki muhalefetin çizgisi bu öz eleştiridekine paralel çizgidir.

Konuya döner ve özetlersek, 1970-1971'de ilk başta Almanya'dan ve Türkiye'den kadrolar, daha sonradan ise 1972 yazında TİİKP çökünce Ağustos 1972 civarı ülke içindeki kendini atabilen kadrolar kamplara geliyor. İşte Bora Gözen arkadaş da bu dönemde, Ağustos 1972'de gidiyor.

Bora Gözen arkadaşın Filistin'e gidiş süreci üzerine biraz daha söylemekte yarar var. Esasen Raşit Gürdilek'in evinde 15-16/18 Mayıs 1972'de[bkz Not: 3] Doğu Perinçek, Bora Gözen ve Halil Berktay'ın katılımıyla yapılan TİİKP MK toplantısının sonucu olarak:

  1. Genel siyasi durum ve partinin durumu,
  2. Bora Gözen'in isteği üzerine DABK'a kendi sekreterliğinde Halis Özkan ve Ercan Enç'in de komiteye atanması [bkz Not: 4],
  3.  Bora'nın DABK bölgesine gidip bölgeyi tekrar diriltmesi,
  4. Kıra gönderilecek kadroların seçilmesi,
  5. Almanya'ya haber yollanması,

Meseleleri konuşulup karara bağlanmış, lakin bu toplantıdan birkaç gün sonra 24 Mayıs 1972'de yapılan operasyonla TİİKP Merkezi çökertilmiştir. Ayrıca bölgede TİİKP'nin yediği darbeler ve polis baskısının yoğunlaşması üzerine de hareket alanı kalmamış ve bunun sonucu olarak da Bora Gözen arkadaş ve diğer kadrolar, 1972 Ağustos'unda bölgeyi terk ederek Filistin'e gitmiştir. Cafer Topçu arkadaşın o dönem Faik Bulut'a söyledikleri şu sözler, durumun özetidir:[5]

"Arkadaşlar Antep-Malatya-Maraş çevresinde epeyce örgütleme çalışması yaptı. Hatta kırsal kesimlerde yerel örgütlenmeyi tamamlamış sayılırlar. Ancak bu arada geçmişte Oral (Çalışlar) arkadaşın yakalanışı, bir arkadaşın da polis vurarak kaçışı ['sonradan bunun Bora Gözen olduğunu, kendi ağzından Filistin kamplarında öğrenecektim' –FB] varlığımızı polise belli etmiş oldu. Kısaca kokumuzu aldılar, peşimizdeler. Gittikçe de sınıra doğru sıkıştırılıyoruz. Son çare olarak Filistin'e gitmeyi düşünüyoruz. Daha önce gönderdiklerimiz [Cengiz Çandar, Müfit Özdeş, Ömer Madra, Şahin Alpay] örgütten ayrıldılar. Daha doğrusu kendi canlarını kurtarmak için sınır ötesine atladılar. Kendilerini korumayı örgütü korumanın önünde tutar oldular. Dolayısıyla Filistin’le bağlantılarımız kopuk. Üstelik bir grup da bizden ayrılmak üzere. Bu durumda, gerilla savaşına başlamak ya da geçici polis takibinden korunmak için de olsa Filistin'e geçmeye mecburuz. Geçmek için öbür devrimci gruptan arkadaşlarla ilişkimiz var. Ama önce bir - iki kişi göndereceğiz. Var mısın?"

Bora'nın gittiği dönem Filistin kamplarında hemen herkes sözde "geri dönüp Halk Savaşına başlama" havasındaydı ama bunu fiile dökme niyetinde miydiler diye sorarsak, alacağımız cevap muhakkak ki hayır olurdu. Zira yukarıda anlattığımız üzere, İK yoldaş "gelin savaşa başlayalım" dediğinde katılan sayısı birkaç kişiydi.

1972 sonlarına doğru kamplar boşaltılmaya başlıyor. Cengiz Çandar'ın iddiasına göre (bkz: Mezopotamya Ekspresi, Aydınlık'tan Kaçanlar), 1973 başlarında Ömer Özerturgut kampa geliyor, kamptakilerle konuşuyor. Herkes muhalif, ama gitmeleri için pasaport-evrak gerek. Ömer kadrolara "partiye bağlı olursanız pasaportunuzu ayarlarım" diyor. Bunun üzerine anlaşıyorlar gitmek için ve Ömer'in gelmesini bekliyorlar. Bu şaibeli bir iddiadır ve tabii ki iddiadan öteye geçemiyor. Bir benzeri ama tersi de Aydınlıkçılar'ın Cengiz'in kampa baskın öncesi gelip gittiği, ki Cengiz Çandar bu iddiayı reddediyor; Faik Bulut ise Cengiz'in kampa geldiği bir olaydan bahsetmiyor.

Cengiz Çandar, 1970'de SBF'de Ho Chi Minh'i anma töreninde konuşma yapıyor. Fotoğrafta görünmese de en önde onu dinleyen kişi Doğu Perinçek. (Aydınlık'tan Kaçanlar)

Tarih 21 Şubat 1973…

O gece önce İsrail helikopterleri halk tarafından görülüp, Kifah-ı Müselleh (FKÖ'nün polis ve gizli servis teşkilatı)'e haber verilliyor, Kifah-ı Müselleh'in başvurduğu Lübnan makamları ise bu helikopterlerin "tatbikat yapan Lübnan ordusuna ait olduğu"nu söylüyordu. Bundan önce de kampta kimi başka tuhaflıklar yaşanmıştı. İşte böyle bir gecede o sırada kampta 7 Fedai, 12 de (birisinin ismi bilinmiyor) Türkiyeli devrimci bulunmaktaydı. Önce denizden yapılan bombardıman sonucu İsrail Komandoları karaya çıkarma yapıp, o sırada nöbette olan Bora Gözen ve Ali Kiraz arkadaşları katlettiler. Bora Gözen arkadaş mermisi bitince kalktığı süngü hücumunda boynuna aldığı süngü darbesiyle şehit düştü. Burada iki İsrail komandosu da öldürüldü. Geri kalanlar ise barakadaydılar. Baraka bu sırada yoğun havan atışı altındadır. Barakada bir MC model makineli tüfek vardır ama bu silah kurulduğu halde kullanılmaz. İşte tam bu sırada, yani silahın kurulumu bitmişken İsrail özel komandoları içeriye baskın yapar ve içeridekileri tarar. İçeriyi taradıktan sonra yangın ve basınç bombaları atarlar ki herkesin öldüğünden emin olsunlar. İçeriden yalnızca iki kişi kurtulur: Ali Ergun ve Hüseyin Tüysüz.[6] Bu iki kişi de, 12 Eylül sonrası birden İslam'ı tekrar keşfedip dinlerine dönüp hidayete ererler.[bkz not: 5]

Siyonist faşistlerin Şayetet 13, Unit-707 ve Sayeret Tzanchanim (paraşütçü komando) ortaklığıyla gerçekleştirdiği bu katliama verdikleri isim "Bardas 54-55 Operasyonu"dur.[7] 


Katledilen devrimcilerin yangın ve basınç bombalarının ardından bedenleri (1974 yılında basılan broşür).

Baskında Faik Bulut ise İsrail komandolarıyla çarpışır ve yakalanır, gayr-ı meşru bir şekilde İsrail komandolarınca İsrail'e kaçırılır ve İsrail'de işlemediği bir "suç"tan İsrail'deki mahkemede yargılanır. Mahkemede devrimci inancını savunur ve hapis cezasına çarptırılır. İsrail zindanlarında yıllarca yatar.

Aynı zamanda eş zamanlı olarak bir başka saldırı da el-Beddâvî Kampı'ndaki FKÖ bürosuna gerçekleşmiştir. Bu saldırıda kimliği bilinmeyen, sadece "Mustafa" ismi geçen (ama bu ismin gerçek adı mı, kod adı mı olduğu bilinmeyen) bir başka Türkiyeli daha şehit düştüğü bilgisi de vardır ama bu gencin devrimci mi, yoksa devrimcileri sınırdan geçiren kaçakçı mı olduğu da tam olarak bilinmemektedir. Bilinen tek şey, el-Beddâvî'de emperyalizmin orta doğudaki jandarması Siyonist İsrail'in alçak saldırılarında katledildiğidir.

Fotoğrafın altındaki (Arapça yazan değil, broşürü hazırlayanların Türkçe [görüntüde görülmeyen] yazdığı) yazı: "PEDDAVİ'YE YAPILAN KAHPE SALDIRIDA ŞEHİT DÜŞEN TÜRKİYE'Lİ DEVRİMCİ GENÇ MUSTAFA. ÖLÜMÜ GÜLEREK KARŞILADI!"
Aynı fotoğraf çözünürlüğü daha düşük ama düzgün bir versiyonu (aynı broşür temin edinilen versiyon farklı).

Baskından dönen katiller bizzat Moşe Dayan ve General David Elazar tarafından ziyaret edilmiş, General Elazar röportajcılara şu beyanı vermişti:[8]

"İnanıyorum ki bu oldukça önemli bir operasyondu, çünkü Avrupa'da ve diğer yerlerde halkımız aleyhinde faaliyet yürüten o teröristlerin üslerine karşı yapılmıştı."

İsrail saldırı sonrası "2 bölgede 7 gerilla kampına saldırıldığını, bu kamplarda Lod Havaalanı katliamını yapan Japon gerillanın eğitildiğini, 7 bölgenin ve düzinelerce gerillanın imha edildiğini, kampta Türk, Çinli, Japon, Acem ve Kıbrıslı gerillaların Arap gerillalarla birlikte eğitildiğini" şeklinde bir açıklama yapar.[9] Aslında doğru denilmektedir zira Lod Havaalanı Baskı'nı yapan Japon Kızıl Ordusu isimli küçük-burjuva anarşizan bireysel terörist örgütün gerillalarından Kōzō Okamoto bu kampta eğitilmiştir.[10]

Yine bir başka İsrail ordusundan yetkilinin açıklaması da şöyleydi:[11]

"Görev terörist kamplarını basıp yok etmek ve kamplardaki daha sonradan bize karşı savaşacak olan teröristleri öldürmekti. Operasyonun konsepti mümkün olduğunda sessiz gerçekleştirmek ve teröristlerle önce yüz yüze gelip ardından saldırmaktı. İkinci olarak [işi] eş zamanlı olarak yapmaya çalıştık, diğer bir ifadeyle bu iki kampı en az bir saat içinde veya aşağı yukarı aynı zamanlarda ele geçirmeye çalıştık. Baskıncıları üç birime ayırdık. İlki Nehru'l-Bârid'e, ikincisi el-Beddâvî'ye gönderildi. Baskıncıların çoğunluğu paraşütçüydü ve komutan düzeyindeydiler, elbette ki karışık bir şekildeydiler."

Yine operasyonda gözlemci olarak bulunan gazeteci Peter Lynch, baskını (taraflı olarak) şöyle anlatıyordu:[12]

"Röportajcı – Lübnan'a saldıran İsrail birlikleriyle 25 saatlik [bir yolculuktan] daha yeni döndünüz. Harekatı şahit olduğunuz kadar anlatabilir misiniz?
Peter Lynch – Şey, bu İsrail birliklerinin Lübnan'daki gerilla üslerine yaptığı şimdiye kadarki en derin baskındı. Ah, Hayfa'dan Lübnan limanı Trablusşam'a –ki Suriye sınırının sadece birkaç mil güneyindeydi- kadar 130 deniz mili [240.76 km] kuzeye hareket ettik. Arkada Tartus'taki Suriye deniz istihkamını görebiliyorduk ve hücumbottan bir grup paraşütçüyü lastik botlarla suya indirdik. Lastik botlar motorluydu. Kıyıya gidip sahile çıktılar. Sonra güç bağlandı ve aslında saldırılar birkaç saat sonra başladı.Gece 01.30 civarı sabahın erken saatlerinde kıyıda muazzam patlamalar, havada uçuşan roketler, kızıl izli mermiler, muazzam patlamalar vardı ve daha sonradan birden bire bir cephanelik patladı ve [patlama] sanki büyük bir havai fişek gösterisiydi. 
Röportajcı – Sence İsrailliler gerillaları hazırlıksız mı yakaladı? 
Peter Lynch – Kesinlikle. Bariz bir şekilde İsrail kuvvetlerinin yaklaştığından haberleri yoktu. Bütün zaman boyunca [radyoyu] karartmıştık [yayını gizledik demek istiyor –TÖ]  ve bence kesinlikle sürprize yakalandılar. 
Röportajcı – Zayiata dair herhangi bir tahmininiz var mı? 
Peter Lynch – Evet, İsrailliler ikisi hafif diğer ikisi ağır yaralı olmak üzere sekiz yaralı verdiler ve İsraillilerin bilgisine göre en azından 40 gerillayı öldürdüler."

Yıllar sonra MİT'te kırılmalar başladığında bir başka grupça harcanan eski MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman, anılarında şöyle yazıyordu:[13]

"… Çeşitli seviyelerdeki Teşkilat kuruluşları müttefik servisin kendi seviyelerindeki organlarıyla görüşürler. (abç) Bu görüşmede, yalnız uluslararası konular değil, ulusal konular da ele alınır. Her ülkedeki sol faaliyetler, milli azınlıkların faaliyetleri, tedhişçi Filistin'e karşı önlemler, yıkıcı diğer faaliyetler, anarşi hakkındaki ikili üçlü temaslar kurulur. Bu görüşmelerde genellikle yol gösterici olan, üstün tekniğiyle MOSSAD'dır ve MOSSAD'ın memleketimizde hayli geniş imkânları bulunmaktadır. Şahsi ve politik menfaatlerine engel olduğum için benim ekarte edilmem operasyonuna katılan karşı casusluk ekibindeki şahıs Beyrut'ta böyle temaslarda çok bulunmuştu. Lübnan'da CIA'yla beraber operasyonlara katılan, onlardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki bir kısım solcu genci hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan bu kişinin,(abç) şimdi kendisini benden daha temiz olarak göstermesini de şayanı hayret buluyorum."

Burada bahsedilen kişi Hiram Abas'tan başkası değildir.

Yine belirtmek gerekir, yıllar sonra Faik Bulut Türkiye'ye gelip anılarını Aydınlık gazetesinde tefrika ettirdiğinde kamp komutanı Ebu Muhammed'in "baskında sorumlu olabilecek karanlık bir insan olduğunu, bir ajan olabileceğini" yazmıştır (bu iddia daha sonradan anılarının kitaplaştırılıp genişletilmiş halinde daha etraflı olarak yer almıştır). Bunun üzerine aynı kamplarda kalan ve 23 Haziran 1972 tarihinde Samandağ'da arkadaşlarıyla yakalanan "2. Kuva-i Milliye Örgütü" isimli başlamadan biten bu örgütten Ali Arıcı, Aydınlık gazetesine şu açıklamayı iletmişti:[14]

"1972 yılı Ocak ayında bir arkadaşımla birlikte Filistin'e gitmeye karar verdik. Bir kaçakçıyla anlaşma yapıldıktan sonra, tıpkı Faik Bulut'un anlattığı gibi mayın tarlası içinde arka arkaya tek sıra halinde sürünerek Suriye'ye geçtik. Daha sonra, "İki gün Savaşı" diye adlandırılan Şubat 1972 İsrail-Suriye savaşına tanık olduk. Tabii Filistin Kurtuluş Örgütü'ne bağlı olarak. 
Sonra Lübnan'a gittik. Bir minibüsle Lübnan'ı dolaşarak önce Beyrut'a, daha sonra Trablus'a uğradık. Muhayyem Bedeviye'ye (bir Bedevi köyü) yerleştik. Burada Antepli arkadaşlar da vardı. Kaldıkları ev köyün cephaneliğiydi. Filistinlilere aitti. Burada 1-2 ay kadar kaldık. Eğitimler yapıldı. Bora Gözen ve arkadaşlarının İsrail tarafından öldürüldüğü yer olan Nahr-el Bared kampının inşasına da o günlerde başlandı.
 Kamp tamamlanınca biz de oraya girdik. Kaldığımız köyde önce Filistinlilerle ortak nöbet tutuyorduk. Yemek yapılmasına yardım ediyorduk. Daha sonra yöneticimiz "Nöbet bizi ilgilendirmez, Araplar kendileri tutsunlar" şeklinde emir verdi. Bu, bizim siyasi şefimizdi. Bir de askeri şefimiz vardı. 
Bir sabah eğitim alanından döndüğümüzde kaldığımız odanın önünde silah yüklü bir kamyon ve ilk defa gördüğümüz birkaç Filistinli vardı. İçkiliydiler. İçlerinden biri Arapça olarak "Ben sizin komutanınızım, bundan sonra benim sözümü dinleyeceksiniz" deyince bizim teşkilattan bazıları bu lafı edene sille tokat saldırdılar. Kavga daha sonra önlendi. Ancak aramıza bir soğukluk girmişti. 
Faik Bulut'un bahsettiği kamp komutanı Ebu Muhammed ile biz burada karşılaştık. 
Esas kamp komutanı Ebu Muhammed'di. Onu tanıyanlardan hiç kimse hakkında iyi söz etmedi. 
Biz Nahr-el Bared'e taşınmadan önce, Ebu Muhammed'den silah istedik. Bizi hep "yarın, yarın" diye oyaladı. Sonunda açlık grevi yaptık. Bize verdikleri ne varsa hepsini çıkarıp geri verdik. Grevimiz sabahtan öğlene kadar sürdü. Filistinliler böyle bir protesto şekliyle daha önce karşılaşmamışlardı. Çok şaşırdılar. Her istediğimizi vereceklerini söylediler. Bunun üzerine biz de grevi bozduk, Nahr-el Bared'e yerleştik.
 Bu kamptan dışarı çıkmak yasaktı. Ama biz çıkıyorduk. Çünkü kendimize ait silahlarımız vardı. Filistinliler bizim ileri-geri hareket etmemizden çekiniyorlardı ve bize karşı müsamahalı davranıyorlardı. Filistinliler bir Türkten şüphelendiler. Daha sonra zararsız fakat dengesiz olduğuna kanaat getirdiler. Ebu Muhemmed'in adamları "gel sana judo, karate öğretelim" diye eline süngü veriyor, kızdırıp sağa sola saldırtıyorlardı. 
Bu kampta bizden başka 3-4 Eritreli, 3-4 İranlı ve Filistinliler vardı. Türkler içinde ise birkaç THKP-C'li vardı. 
Kamp hayatımız çeşitli anlaşmazlıklarla, kavgalı bir vaziyette devam etti. Daha sonra bir gece iki jiple birlikte Suriye'ye yollandık. Bora Gözenler biz orayı terkettikten sonra gelmişler. Biz silahlı olarak Suriye sınırına gelince, hazırladığımız planı uyguladık. Bu plana göre, jipin farlarını nöbetçinin gözüne tutarak içindekileri görmesini önledik. Bizler bu durumdan yararlanarak jipin arkasından, sınır karakolunun açığından geçip ilerde tekrar jiple birleştik. Yolumuza devam ettik. 
Tartus'a vardık. Burada tekrar bir Filistin kampında kaldık. Bunun nedenini ben bilmiyorum. 15 gün kadar orada barındık. Daha sonra Türkiye'ye yollandık. 
İki jipin içindeyiz, bir Mercedes taksi bize öncülük ediyordu. Ebu Muhemmed Mercedeste. İki jipte 14 kişiydik. Balık istifi olmuştuk. Sınıra kadar geldik. Burada Ebu Muhammed, bizi bir deniz motorcusu ile tanıştırdı. Bu kaçakçı bir Araptı. Deniz motoruna binip hareket etmemiz gerektiği halde, edemedik. Adam motorun arızalı olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine dağa çıkıp bekledik. Motorcu bize her gün yiyecek getiriyordu. Orada sekiz gün oyalandık.  
Bu arada radyoda Sıkıyönetim Komutanlığının bir bildirisini dinledik. Bildiri şöyle idi: "Bölgemizde kır eşkiyaları görülmüştür. Bütün askeri birliklerimiz teyakkuz durumundadır. Bölgedeki vatandaşların güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmalarını istiyorum vb. vb." 
Biz bundan kuşkulanmıştık. Şöyle bir karar vardık. Sıkıyönetim bildirisi kır eşkiyalarının görüldüğünü söylüyordu. Oysa biz Suriye'deydik. O halde bu bildiri bizimle ilgili değildir diye düşündük. Motorcu yanımıza gidip geldikçe, devamlı olarak bizim teşkilat şeflerinden bilgi sızdırmak istiyordu. Motorcu Ebu Muhammed'i çok soruyordu. Bir gün Ebu Muhammed'in gerçek ismini sordu. Biz de "Bu soruya cevap vermemiz yasaktır" dedik. 
8 gün sonra geldiğinde "Bu akşam gidiyoruz. Hazırlanın" dedi. Sahile inip motora bindik. Yola çıktık. Açıklardan dolaşarak Samandağ'ın Çevlik Köyü yakınlarında motor açıkta durdu. Biz de suya atlayarak teker teker sahile çıkmaya başladık. Motor gitti. Sahilde biraraya geldiğimizde ne tarafa gideceğimize şeflerimiz karar verdi. Pusulamız olmadığı için yıldızlara bakıyorduk. Daha önce Suriye'de son konak yerine aldığımız karar şuydu: Dağlardan yürüyerek Kırıkhan'a varacaktık. Bu yolculuğumuz 4 gün sürecekti. Halbuki elimizde El Fetih'in verdiği iki günlük yiyecekler vardı. 
Kırıkhan'da bir NATO üssünü basacaktık, söylenenlere göre. Oysa asıl gaye, bizi müsait bir yerde ekerek silahları satıp para elde etmekti. Çünkü aynı işi daha önce yapmışlardı. Bu durum mahkemede ortaya çıkmıştı. Esasında Ebu Muhammed de durumu biliyordu. Bize kendi kullanmadıkları tipteki silahları vermişlerdi. Tomson, G3, Sımırnof, mavzer gibi. Onlar atış gücü kuvvetli olan Klaşinkof kullanıyorlardı. 
Biz iki günlük kumanya ile dört gün idare etmeye karar verdik. Üzerimizde, sırt çantaları, içinde el bombaları, roketatar mermileri, tanksavar mermileri, tahrip kalıpları, bomba saatleri vb. cephaneler vardı. Yükümüz bir hayli ağırdı. Kişi başına 40 kilo yük düşüyordu. İlk gece dağda yolumuzu şaşırdık. Kavgalar da böylece başladı. Şefler birbirlerine küfrederek bağırıp çağırıyorlardı. Daha fazla ilerleyemeyeceğimizi anlayınca yattık. Yanımızda Beyrut'ta bastırdığımız binlerce Kuvayi Milliye gazeteleri vardı. Bunları taşıyamayacağımızı anlayınca orada naylonlara sarıp gömdük. Sabahleyin kalktığımızda tepemizde helikopterlerin ve uçakların uçtuğunu gördük. Biz bunları pek önemsemedik. O gün akşama kadar yürüdük. İçimizden ilk fire veren arkadaşın dizi sakatlandı. Yürüyecek hali kalmamıştı. Kendisine bir miktar para verildi, memleketine gönderildi. 
Daha sonra jandarma, helikopterler, hatta uçaklarla bizi sürekli takip etti. Sonunda hepimiz yakalandık. Türkiye'ye girişte bizi birinin ele verdiği kesindi. Hatta, Sıkıyönetim Komutanlığı daha biz Türkiye'ye girmeden bildiri yayınlamıştı. El Fetih'in silahlarını para karşılığı satan kişilerin, daha sonra yeni bir menfaat elde etmek için bizleri de satması akla yatkın bir ihtimaldir. 
Bizim olay, daha sonra Bora Gözenlerin öldürülmesi olayı bütün bunlar Türkiye ve İsrail gizli servislerinin Filistin'e kadar uzanan kolları olduğunu göstermektedir."

Yazılanlar tamamen açık, bu operasyon MİT'in (diğer bütün konularda olduğu gibi) bu konuda CIA-MOSSAD-SAVAK ile yaptığı bir işbirliği sonucu yapılan ortak bir harekâttır.

Lakin bu saldırı sadece tek yönlü değil, çift yönlü bir saldırıdır. Yukarıda da açıklandığı üzere, MİT-CIA-MOSSAD-SAVAK ortak saldırısıdır ama hedef sadece "Türkiyeli devrimcilerin müttefiklerinin isteği sonucu öldürülmesi" değildir. Bu, sadece bir yönüdür. Bunun diğer bir yönü de, saldırının aslında aynı zamanda Arap topraklarına karşı bir saldırganlık olduğudur. Nitekim aynı gün içinde haydut devlet İsrail, aynı zamanda bir Libya uçağını da vurup yolcular ve mürettebat dahil 113 kişinin barındığı uçakta 108 kişiyi öldürmüştür.[15]

en-Nehru'l-Bârid Katliamı büyük yankı uyandırdı. O dönem Beyrut'ta çıkan el-Hayat gazetesi saldırıya tam 3 sayfa ayırıp Türkiyeli devrimcilerin şehadetini açıkladı.[16] 21 Şubat 1973 tarihli Lübnan Daimi Temsilcisi Edouard Ghorra'nın Birleşmiş Milletlere yazdığı kimi diğer hasarların da verildiği mektuba göre Nehru'l-Bârid'de 17 ölü 10 yaralı, el-Beddâvî'de ise 13 ölü 10 yaralı vardı ve sayının artabileceği belirtiliyordu.[17] Yine bir başka kaynağa göre, Nehru'l-Bârid'deki ölü sayısı 40'a yakındı.[18]

Olay öyle etkiliydi ki, 28 Şubat 1973'de FKÖ'nün üç lideri Yaser Arafat, Ebu Cihad ve Ebu İyad aynı anda yaklaşık 10 dakikalık bir telefon görüşmesi yaptı. Kıbrıs'taki ABD hayalet radar üssü konuşmayı banda aldı, çevirdi ve dağıttı. Olay ardından Filistin'in Sesi haber programları sıklıkla "Nehru'l-Bârid'i unutma!" "Nehru'l-Bârid şehitlerinin intikamları alınacaktır!" diye biten yayınlar yaptı. Nehru'l-Bârid'in misillemesi için çeşitli eylemler yapıldı.[19]

Katliamdan sağ kurtulanlardan birisi (yukarıda bahsedilen iki dönekten birisi yani) henüz daha dönmemişken katliamı şöyle anlatıyordu:[20]

"Ben 10.30-12.00 nöbetçisi idim. Nöbetler, kapıda bir kişi tarafından tutuluyordu. Bir kişi de nöbetçi başkanı olarak üçer saat ara ile bekliyordu. Benim nöbetim sırasında 9.00-12.00 arası ... isimli Filistinli bir arkadaş nöbetçi başkanı idi. Nöbetim bittikten sonra Faysal [Ali Kiraz] ile Hasan [Bora Gözen]'ı uyandırıp nöbeti teslim ettim. Faysal da simirnof, Hasan'da Nato silahı vardı. Ben uyuduktan sonra 12.00-1.30 arasında aniden silah ve top sesleriyle uyandık. Kapının tek kanadını açtık. Ve arkadaşlar MC (orta makineli) silahını kapının ağzına kurdular. Kifah-ı Müsellah'ın ışıkları yanıyordu. Remzi [Yücel Özbek] arkadaş "herhalde Kifah-ı Müsellah ile Lübnan ordu birlikleri arasında çatışma var" dedi. Ve Nato silahını aradı. Nato nöbetçilerdeydi. Remzi arkadaş, kapıdan teker teker çıkıp duvardan atlamamızı söyledi. Fakat ne kendisi, ne de biz çıkamadık. Çünkü, devamlı olarak her iki taraftan da ateş ediliyordu. MC silahını da dışarı çıkıp kullanmaya hiçbirimiz cesaret edemedik. Bu bizim çok büyük bir hatamızdı. Çünkü o şekilde odaya kısılmıştık ki, yüzde doksan hepimiz de ölüm bekliyordu. Eğer iki kişi MC'yi kullanmış olsaydı, belki bir kısmımız kurtulabilirdi. Daha sonra saldırı hızlandı. Tavana el bombaları atılmaya başlanmıştı. Bunun üzerine Muhammet [Şükrü Öktü] arkadaş, üzerimize battaniye alarak, şarapnellerden korunmamızı söyledi. Herkes battaniyelere sarındı ve duvar diplerine uzandı. Ben de kapının arka tarafındaki köşeye uzanarak parkayı çektim. Biraz sonra bir ses duydum. Bu ... arkadaşın sesiydi. "Yaralandım, bana yardım edin" diyordu. Kimseden ses çıkmadı. Ben de kendisine sesini çıkarmamasını, şimdi bu durumda birşey yapamayacağımızı ve biraz sabretmesi söyledim. Bunun üzerine ... yattığı yerden kalkarak yanıma geldi. Ve sırtüstü uzandı. Bir müddet sonra İsrail komandoları aniden içeriyi tarayarak girdiler ve Arapça olarak yedi kişi saydılar. Bunlar çıktıktan sonra çok şiddetli bir patlama oldu. Bütün vücudumun bir et yığını haline geldiğini zannettim. Kafam uğulduyor ve gittikçe nefesim daralıyordu. Aniden bir çırpınmayla doğruldum. Her taraf yerle bir olmuş, yanıyordu. Hemen üzerimdeki parkayı çıkararak sürüne sürüne yıkık odadan dışarı çıktım. Çıkarken ... arkadaşın üzerine bastığımı hatırlıyorum. Fakat ... arkadaş daha önceden yaralı olduğu için patlamadan sonra onun da ölmüş olabileceğini düşündüm. 5-6 metre süründükten sonra durup sağıma soluma bakındım. Hiç kimse yoktu. Bu arada arka tarafımda ... arkadaşın da Muhayyeme (Filistin halkının oturduğu bizim gecekondularımıza benzeyen mahalle) gittiğini gördüm. Ben de sürüne sürüne deniz kenarına indim ve bir çukura gizlendim. Bu sıralarda iki tane büyük helikopter oralarda dolaşmaya başladı. Bir iki el ateş edildiyse de düşmedi. Medrese tarafından bana doğru ateş ediliyordu. Bana bağırmışlar, fakat duymamışım. Daha sonra üç kişinin bana doğru geldiğini gördüm: Kamp mesülü ve iki Filistinli... 
Yoldaşlar! Bu olay bana, Mao Zedung yoldaşın şu sözünü anımsattı: "Savaş, savaşarak öğrenilir" .... Bu saldırı rastgele bir saldırı değildi. Türkiye, İsrail, hatta Lübnan'ın ortaklaşa düzenledikleri bir saldırıdır. Halkımız arasında söylenen şu sözü unutmayalım: Su uyur, düşman uyumaz. Biz düşmanı taktik olarak küçümsemekle ve burjuvaziye güvenmekle ağır kayıplar verdik. Hatalarımızdan dersler çıkaralım, şehitlerimizin kanlarını yerde bırakmayalım! İhtilalci selamlar..."

Yine diğer hayatta kalanın katliama dair anlatısı da şöyleydi:[21]

"İlk nöbetçi bendim. Akşam altıdan sekize kadar nöbet tuttum. Bitirdim nöbeti, barakaya döndüm ve yattım. 
Bir gürültü oldu. Hepimiz uyandık. Sürekli böyle patlamalar olurdu. Böyle durumlarda herkes ayağa kalkardı, ne olup bittiğini anladıktan sonra yeniden yatılırdı. Kural buydu. Gürültüyle birlikte yerimizden fırlamıştık ki, arkadan başka patlamalar oldu. 
Şubat'ın 21'ini 22'sine bağlayan geceydi bu, 1973 yılında. İlk patlama geceyarısı olmuştu. 
 Sürekli patlamalar oluyordu birbirinin ardı sıra. Çevreye ışıklar saçılıyordu. Bizim biraz üst tarafımızda Filistinlilerin polis teşkilatı vardı. Onlar ateş ediyorlardı. Karşılıklı ateş sesleri geliyordu. Biraz düşündük, ne yapalım diye. Dışarı çıkıp çıkmama konusunda karar veremiyorduk. Çünkü tam bizim bulunduğumuz yeri havan topuyla dövüyorlardı. Etrafta şarapneller parçalanıyordu. Ne yapacağımızı tam kararlaştıramadık. Bir yandan da bize bırakılan destek silahını bulmaya çalışıyorduk. Küçük silah nöbetçideydi. Biz büyük silahı kurmaya çalışırken kapıdan ateş etmeye başladılar. 
Ben bacağımdan yaralandım. Arkadaşlar yanlara attılar kendilerini. Sürekli ateş ediliyordu. Ben ayaktaydım. Kenara çekilirken karnımdan da yaralandım. O anda yapacak bir şey yoktu. Arkadaşların üzerine düştüm. Birtakım gölgeler girer gibi oldu içeri. Ne yaptıklarını tam olarak izleyemedim. Çıktılar dışarı. Yeniden bir patlama oldu. Bu patlamayla ben bayılmışım. Ondan sonra arkadaşları öldürmüşler. 
Son patlamayla birlikte baraka çökmüş. Duvarlar dışarıya doğru yıkılmış. Patlama temelden almış götürmüş duvarları. Kendime geldiğimde kafam temele sarkıyordu. Ben daha yüksekte kalmıştım. Kopuk kopuk görüntüler hatırlıyorum. Aradan ne kadar zaman geçtiğini ise çıkarmak çok güç. Bir ara bir arkadaşı kaçarken gördüm. Sonra karnımda bir acı hissettim. O sırada bizim arkadaşlara saldırıyorlarmış. Benim her tarafım kan içindeydi, gözlerim, saçlarım yanmıştı. Yine de öldüğümden emin olmak için karnımdan bir kere daha süngülemişler. Duyduğum acı bundan ötürüymüş. 
Kendime geldiğim zaman ortalık durulmuştu. Kafam temelden aşağı sarkıyordu. Yavaşça doğruldum. Kimseyi göremedim. Biraz uzağımda bir ateş yanıyordu. Kalktım düşe kalka yürümeye çalıştım. Üst taraftaki mahalleye ulaştım, bir eve girdim. Sesim çıktığı kadar bağırdım. Bir süre sonra birileri geldi. İlk önce onları da İsrailli sandım. Aralarında konuştular. Filistinli olduklarını anladım. Beni bir arabaya koydular ve hastaneye götürdüler."

Bu kadar açıklamadan sonra şunu gösterelim, işte siyonist faşistlerin yakıp yıktığı Nehru'l-Bârid kampı:[22]


Onların anısı Filistinli Arap ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halklarının birliğini ve dostluğunu pekiştirdi. 27 Şubat 1977 tarihinde Köln'de yapılan bir anmaya Filistin Kurtuluş Örgütü'nün gönderdiği bir mesaj şöyleydi:[23]

"Filistin Kurtuluş hareketi ile Türkiyeli devrimcilerin birbirlerini karşılıklı desteklemeleri, yakın doğu ülkelerinin gerçekten bağımsızlığa kavuşmaları ve Filistin, Türkiye ve bütün bölge halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını gerçekleştirerek demokratik toplumlar yaratmak üzere birlikte mücadele etmeleri tesadüf olmayıp ortak menfaatlerinin bir ifadesidir. 
Halklarımızın bu hedefler için verdiği mücadelenin şehitleri bizim için esin kaynağıdır. 
Mücadelemizde ve tuttuğumuz yolda ısrar ettiğimiz sürece onların kanı boşa akmış olmayacaktır. 
Verdiğimiz şehitler aynı zamanda Siyonistlerin kurtuluş hareketine karşı işlediği cürümleri de mahkum ediyor, haklı amaçlarımız uğruna mücadele azmimizi sağlamlaştırıyor. 
Bu yüzden bu yoldaşların ölüm yıl dönümünü anmak sadece sizler için değil, silahlı Filistin direniş hareketi ve bütün ilerici insanlar için de bir görevdir. 
Yaşasın Türkiye ve Filistin Halklarının Ortak Mücadelesi! 
Zafere Kadar Devrim!"

Yine yıllar sonra o dönem El-Feth'de üsteğmen olan ve Şehit Abu Sabri Fedayi Kampı gerillalarının komutanı olan Ebu Nimer kod adlı bir Arap gerilla, Vatan gazetesi muhabiri Mehmet Kızıloğlu'na Filistin'de şehit düşen 9 arkadaşı şöyle anlatıyordu:[24]

"Gerçek isimleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değilim. Ancak bu cana yakın arkadaşlarla aramda su sızmazdı. İsrailliler ile yaptığımız şiddetli bir çarpışma sonunda şehit düştüklerini duyunca sanki dünya tepeme yıkılmıştı. Düşman geri püskürtülmüştü. Diğer şehit Filistin savaşçıları ile onları yan yana gömdük ve bu gençlerin anısına bir saygı olarak gömüldükleri şehitliğe onların adını verdik."

Daha sonradan ortalık sessizleşti ve Ebu Nimer ayağa kalkarken şu sözler döküldü dudaklarından: "Allah rahmet eylesin." İşte Filistin halkı uzun yıllar böyle andılar bu devrimci kardeşlerimizi!..

Sonuç olarak Nehru'l-Bârid'de 8, el-Beddâvî'de 1 Türkiyeli bu saldırıda, diğer Arap kardeşleriyle şehit düştü. Nehru'l-Bârid'deki devrimci kardeşlerimiz Enternasyonalizm ve Halkların Kardeşliği Mezarlığı'na gömüldüler. Yıllar sonra bu mezarlık, yapılan bombalamalar esnasında vuruldu, aynı zamanda mezarlıktakilerin kayıtları da savaşın arbedesinde kayboldu. Bu yüzden naaşlar, karışık olarak ve isimsiz gömülmek zorunda kaldılar, böylece mezarları kayboldu. Yani Onlar şimdi, Arap topraklarında, Arap kardeşleriyle bir olmuş bir şekilde yatmakta, bu topraklar üstünde kardeş Arap ulusunun İsrail saldırganlarını yenip kovduğu zafer gününü beklemektedirler.

Bu devrimci kardeşlerimiz hatalı görüşleri savundular. Onlar, TİİKP-Şafak revizyonizminden (her ne kadar son dönemlerde kısmen muhalif de olsalar) asla tam olarak kop(a)madılar. Lakin onların o gün savunduğu görüşler, bugünkü karşı-devrimci kontra Aydınlık siyasetiyle bir tutulmamalıdır. Mesela bugünkü "Kubilay" bozmalarına rağmen, onların Kemalizm hakkındaki (hatalı) görüşlerinin "Marksizan" bir izahı vardı. Onlar Kemalizmin bir küçük-burjuva hareketi olduğunu kabul edip bu hareketin 1930'larda emperyalizmle birleştiğini savunuyorlardı ve şimdiki ukalaların aksine onlar, Kemalizmi (doğal olarak) kusursuz bulmuyorlar, biz Kemalistiz demiyorlardı. Mesela, dün M. Belli oportünistinin "Kemalist hareket milli devrime vatansever olduğu için katıldı" şeklindeki anti-Marksist görüşünün aksine (bugün bu görüşe Aydınlık'ın [belki eski kurmayları değil ama] tetikçi vazifesi gören yeni yetme aşağılık döküntüleri aynen imzasını da atar) Bora Gözen arkadaş, Çetin Yetkin'e verdiği röportajda bunun basit bir "vatanseverlik" olamayacağını şöyle söylüyordu:[25]

"Ben aslında bunun uygun bir benzetme olmadığı kanaatindeyim. Çünkü, biz amacımızı saklamayız, hiçbir zaman saklamayız, amacımızı söyleriz… [Milli-burjuvazinin –TÖ] Katılmasının nedeni aslında vatanseverlik duygusu değildir. Millî burjuvazinin millî demokratik devrime katılmasının nedeni doğrudan doğruya onun objektif çıkarlarının doğrultusundadır. Örneğin, Türkiye pazarına sahip çıkmak, ham madde ve kaynaklarına sahip çıkmak… bu gibi objektif çıkarlarından dolayı katılacaktır. Ve aslında her sınıf millî demokratik devrime kendi çıkarı için katılır."

Burada Bora Gözen durumun flu bir sınıflar üstü "vatanseverlik" değil, aksine (Kemalistlerin m-b olduğunu var sayarak [ki bu görüş hatalıdır]) "milli mesele kendi iç pazarına hakim olma meselesidir" Marksist görüşünden hareketle bir kendi çıkarı meselesi olduğunu göz önüne koymaktadır. Bugün Aydınlık'ın beyni boş, bilinçsiz, ezber sözleri ardı sıra dizen ve içinde bulundukları çetenin niteliğinden dolayı büyük oranda ihtimaldir ki kendisi de çeteci bir karakterde olan tabanındaki alıklara bunları söyleseniz, size "vatansız" derler.

Yine bu arkadaşların başka bir hatalı yönü de şuydu: Türkiye'ye dönüp savaşı başlatma kararlılığında olmadılar, İK yoldaşın çizgisini benimsemediler. Bu onların küçük-burjuva sınıf karakterlerinin kaçınılmaz sonucuydu. Lakin onlar, ülkeye dönme şeklinde devrimci bir cesaret gösteremeseler de (veya bu devrimci çizgiye iştirak etmeseler de), inançlarını yitirmediler. Emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme ve faşizme karşı kinleri azalmadı; aksine emperyalizmin uşağı Siyonist İsrail'e olan kinleriyle birleşip pekişti.

Onların ölümü, ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri Arap halkını çok üzdü. Onların yiğitliğini, iyiliğini Arap halkı dilinden düşürmedi. Kendilerini tanıyanların üzüntüsü bir kat daha da fazlaydı. Onlar öldü ama halkımız onları unutmadı. Halkımız bu faşist cinayeti her daim lanetlemiş, onun sorumlusu olan emperyalizmi, siyonist katilleri, faşist komprador patron-ağa düzenini ve MİT-CIA-MOSSAD-SAVAK faşist işbirliğini her daim lanetlemiştir. Halkımız ne Arap topraklarında defnedilmiş evlatlarını, ne de onların acısını unutmamıştır. Ama halkımız acısını kine ve nefrete dönüştürme kararlılığındadır. Bu yolda görev biz Marksist-Leninist-Maoistler'e düşmektedir. İbrahim yoldaşımız "Bizler yaşadığımız sürece yoldaşlarımızın ve bütün yurtseverlerin faşizme karşı verdiği cesur ve kararlı mücadeleyi yürütmekle görevliyiz."[26] derken çok doğru bir şekilde, tarihteki iyi ve ileri olan her kazanım, isim ve olayın proletaryaya ve ilerici insanlığa ait olduğunu, onun mücadele azmini bilediğini ifade ediyordu. Halkımızın Arap topraklarında yatan bu evlatları zayi gitmemiştir. Onlar bizim, sadece bizim de değil bütün yurtseverlerin bilinçlerinde yaşıyor ve yaşayacaktır.

1974 yılında basılan broşürde kullanılan fotoğrafın altındaki Arapça metinde şöyle yazıyor: "Bir grup direnişçi, şehitlerin mezarını kazıyor." Faik Bulut'un cenazelerine dair anlatımı da şu şekildedir: "(...) Nahr El Bared mülteci kampında yaşayan 30 bin kişi kendi davaları için şehit olan bu yiğit insanlara karşı son saygı duruşunda kadını erkeği, yaşlısı genciyle önlerinden geçip cansız vücutlarını öptüler ve birer gül sunarak yolcu ettiler onları ölümsüzlüğün ülkesine."[27]

----------------------------------------------

KAYNAKLAR
Genel Kaynaklar:
- "Uçurumun Kenarındaki Türkiye: 3 – Türkiye İhtilalci İşçi-Köylü Partisi Dosyası". Töre Devlet Yayınevi. 1. Baskı, 1973. İstanbul.
- "Filistin'de Ölen Şehitlerin Anısına". t.y. (Nisan 1974 öncesi, tahmini Şubat 1974).
- "Bundan iki yıl önce Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşımızı anıyoruz – Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu, Ali Kiraz, Ahmet Özdemir, Gürol İlban, Şükrü Öktü, Yücel Özbek Dünya Halklarının Kurtuluşu için canlarını verdiler". Aydınlık. 17 Şubat 1974. Sayı: 54. Sayfa: 12.
- "Bir devrim işçisi: Bora Gözen – Ondan yadigar kalan her şey, halkın davasına bağlı kalmayı hatırlatıyor" [Mayıs 1973]. Perinçek, Doğu. Aydınlık. Ekim 1975. Sayı: 56. Sayfalar: 40-42.
- "Filistin'de Şehit Edilen Türkiye'li Proleter Devrimcileri Anıyoruz". Gençlik Yıldızı. 20 Şubat 1976. Sayı: 6. Sayfa: 12.
- "Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşın anısına". Aydınlık. Mart 1976. Sayı: 61. Sayfalar: 4-14.
- "Belgesel Yayınlar No: 3 – İki Lider İki Örnek! İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek'in Polis İfadeleri". Le-Ya Yayınevi. 1. Baskı, Ocak 1979.
- "Belgesel Yayınlar No: 4 – Halk Düşmanlarının Gerçek Yüzlerini İyi Tanıyalım! Halil Berktay'ın Doğu Perinçek'e Mektubu ve Polis İfadesi". Le-Ya Yayınevi. 1. Baskı, Ocak 1979.
- "Üçüncü Adam Anlatıyor – MİT CIA İlişkisi". Savaşman, Sabahattin. Kaynak Yayınları. 1. Baskı, ? [Not: Esasen 30 Temmuz 1979 ile 5 Ağustos 1979 tarihleri arasında Aydınlık gazetesinde yazı dizisi olarak çıkan bu kitap, Mehmet Eymür'ün anıları Milliyet gazetesinde tefrika edildiği dönemde Aydınlıkçılar'ın Eymür'e cevap verme amaçlı iki kesim arasında bahsi geçen Sabahattin Savaşman'ın anılarının tefrikasının tekrar basılması amacıyla birkaç ekle birlikte (Eymür'ün anılarından ilgili kısım ve Perinçek'in cevabı) toplam 3 bölüm olarak basılmıştır ama neden bilmiyoruz, kitapta basım tarihi yok. "Acaba bizdeki korsan baskı mı?" diye düşünerek Nadir Kitap'tan ilanlara baktığımızda, onlarda da tarih geçmediğini gördük Hepsi de korsan olamayacağına göre bundan vasarken cidden tarih koymadıkları anlaşılıyor (aceleye geldiyse demek!). Bizdeki kopyanın ön sayfasında (herhalde iki kere el değiştirdiyse demek ki, iki tane) elle yazılan tarih var: Birisi "30.5.1992", diğeri "4.6.1992". Kitabın arka iç kapağında ise bir adres ve tel numarası da olan Rahmi Taş ismine bir kaşe vurulmuş (bu isim elle ön sayfaya da yazılmış ama karalanmış). Yani toparlarsak, kitabın künyesinde tarih yok ama olayın geçtiği dönemin Mayıs-Haziran 1991 oluşunu hesaba katarsak, kitap ihtimaldir ki Temmuz 1991-Mayıs 1992 arası bir tarihte basılmıştır ama kesin bir tarih veremiyoruz.]
- "Filistin Rüyası:  İsrail Zindanlarında 7 Yıl". Bulut, Faik. Öteki Yayınevi. 2. Basım, 1995.

Spesifik kaynaklar:
[1] "The Sunni Tragedy in the Middle East: Northern Lebanon from al-Qaeda to ISIS". Rougier, Bernard. Princeton University Press. 13 Ekim 2015. Sayfa: 116.
[2] "Israeli Planes Strike Arab Guerrilla Bases". Hattiesburg American. September 8, 1972. Sayfa: 1.
[4] "EL FETH'de TÜRK GERİLLALARI #9: ŞEHİT ALİ'nin CESEDİ BİLE emperyalistlere ÖLÜM SAÇMIŞ".  Çetiner, Yılmaz (röportaj). Milliyet. 4 Mayıs 1970. Sayfa: 7.
[5] Bulut, Faik. Age. Sayfa: 51.
[6] "Filistin'in devrimci Türk fedaileri". Yalçın, Soner. Sözcü. 3 Ağustos 2014. [belirtmek gerekir ki o arkadaşların hepsi Türk değildir ama Soner Yalçın gibi eski Aydınlıkçı bir ulusalcı herhalde bunu pek umursamaz]
[13] "CIA'nın Ortadoğu zinciri Teşkilat: Üçüncü adamın not defteri #3 - Teşkilat-İsrail-İran üçgeni". Aydınlık. 1 Ağustos 1979. Sayfa: 8.; aynı metin kitap olarak bkz: Savaşman, Sabahattin. age. Sayfa:  24.
[14] "12 Mart'ta "Kuvvayi Milliye Örgütü" davasında yargılanan Ali Arıcı'nın açıklaması: Bora Gözenlerin öldürüldüğü kampın komutanı şüpheli bir kişiydi". Arıcı, Ali. Aydınlık. 14 Nisan 1980. Sayfa: 8.
[15] "Forgotten History: The Case of Libyan Arab Airlines Flight 114". Katsineris, Steven. Media Monitors Network. 2 Şubat 2008., ayrıca o dönem NY Times'ta çıkan bir haber için bkz: "ISRAELIS DOWN A LIBYAN AIRLINER IN THE SINAI, KILLING AT LEAST 74; SAY IT IGNORED WARNINGS TOLAND". Smith, Terence. 22 Şubat 1973.
[16] "Filistin'de Şehit Edilen Türkiye'li Proleter Devrimcileri Anıyoruz". Gençlik Yıldızı. 20 Şubat 1976. Sayı: 6. Sayfa: 12.
[17] "LETTER DATED 21 FEBRUARY 1973 FROM THE PERMANENT REPRESENTATIVE OF LEBANON TO THE UNITED NATIONS ADDRESSED TO THE PRESIDENT OF THE SECURITY COUNCIL"., bundan sonra İsrail Elçisi Yosef Tekoah, utanmadan bu mektubu "yalanmak" gibi bir girişimde de bulunmuştur, bkz: "Tekoah: Lebanon’s Reaction to Raid is One of Distortions, Lies". Jewish Telegraphic Agency. 23 Şubat 1973.
[18] Rougier, Bernard. age. ags.
[19] "Yasir Arafat: A Political Biography". Rubin, Barry M. / Rubin, Judith Colp. Oxford University Press. USA, 3 Mart 2005. Sayfalar: 63, 64.
[20] "Filistin'de Ölen Şehitlerin Anısına". Sayfalar: 7, 9.; bu anlatı belki de bir rapordan, belki de yazılı veya sözlü bir anlatıdandır; maalesef bunu tam olarak teyit edebilecek durumumuz yok.
[21] "İsrail Zindanlarında 7 Yıl Faik Bulut anlatıyor #5 - Anadolu'nun Filistin'e armağanı | Baskından sağ kurtulan bir Türk anlatıyor". Bulut, Faik. Aydınlık. 5 Nisan 1980. Sayfa: 8.; aynı anlatının biraz daha farklı hali için ayrıca bkz: Bulut, Faik. age. Sayfalar: 96-7.; bu da aynı şekilde belki rapordur, belki de rapor değil yazılı veya sözlü bir anlatıdır, ayrıca hangi versiyondakinin esas hali olduğunu bilemiyoruz (yani ilk çıktığında düzenlenmişti de Faik Bulut orijinalini mi koydu, yoksa Faik Bulut bu anlatıyı kullanırken hatalı mı geçirdi) ama ilk çıkan halini kullanmayı daha uygun bulduk.
[22] "Lebanon: Aftermath Of Israeli Attack On Refugee Camps Near Syrian Frontier". Reuters (via British Pathé). 22 Şubat 1973 [doğrusu 21 Şubat olabilir, Reuters'un kayıtlı tarihleri çoğunlukla hatalı].
[23] "Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 9 şehit için mesajı". Halkın Sesi. 15 Mart 1977. Sayı: 100. Sayfa: 4.
[24] "Mehmet Kızıloğlu'nun Lübnan izlenimleri – 13. Yılında Filistin Kurtuluş Örgütleri #3: «İsrail saldırısında ölen Türklerle Filistinlileri yanyana gömdük ve şehitliğe onların ismini verdik»". Kızıloğlu, Mehmet. Vatan. 1 Ocak 1978. Sayfa: 3.
[25] "Türkiye'de Soldaki Bölünmeler 1960-1970: tartışmalar-nedenler-çözüm önerileri". Yetkin, Dr. Çetin. Toplum Yayınevi. 1. Baskı, Mayıs 1970. Sayfa: 173.
[26] "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi". Behram, Nihat. May Yayınları. 2. Baskı, Mart 1977. Sayfa: 34.
[27] "İsrail Zindanlarında 7 Yıl Faik Bulut anlatıyor #5 - Anadolu'nun Filistin'e armağanı". Bulut, Faik. Aydınlık. 5 Nisan 1980. Sayfa: 8.

Not: 1 - Hatta bu meseleler '80'lerde kamp savaşlarına dönecek, Filistinli örgütler direkt olarak birbirlerini öldürmeye başlayacaklardı. "Türkiye'de sol içi şiddet" "örgüt içi infaz" "çocuk gerillalar/çocuk istismarı" üzerine destanlar yazan devlet kara propagandasının gönüllü kalemşörleri (ehem Aytekin Yılmaz ehem!) Filistin kamplarını görse akıllarını yitirirlerdi belki de ama bu bizim konumuz değil.
Not: 2 - Fetişleştirilenin aksine '70'lerde FHKC, Türkiye solunda pek popüler ve örgütlerle temaslı değildi. Bir tek MLSPB vardı (bu konuda bazı anlatımlar için bkz: Devrimcilerin Filistin Günlüğü 2), ki o kamplarda eğitim gören (başta yöneticileri olmak üzere) birçok MLSPB üyesi daha sonradan şehit düştü. Ek olarak, organik bir ilişkisi olmamakla birlikte ideolojik olarak FHKC'yi "M-L" gördüğünden dolayı Dev-Sol, o dönem legal yayın yapan Devrimci Sol Yayınları (1984 Ölüm Orucunda şehit düşen Haydar Başbağ yazı işleri müdürüydü) bir inceleme kitabı yayınlamıştır. Kaynak vb. verilmeyen (ve büyük ihtimal büyük kısmı az miktarda bir kaynağın yerelleştirilmesinden ibaret olan) bir "bilimsel-araştırma" idi bu kitap (bkz: "Filistin Sorunu ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi – FHKC". Devrimci Sol Yayınları.).
Not : 3 - İfadeler birbiriyle çelişmektedir. Doğu Perinçek polis ifadesinde "15 veya 16 Mayıs'ta bir ara" derken, Raşit Gürdilek "Doğu'nun gelişinden 4 gün sonra Bora'nın geldiğini ve ertesi gün gittiğini" polis ifadesinde veriyor. Yani, ya Doğu Perinçek'in "15-16 Mayıs günlerinden birinde" beyanı doğru, ya da Raşit'in ifadesinden yola çıkılarak saptanan 18 Mayıs tarihi. Ek olarak belirtmek gerekir, Doğu Perinçek ifadesinde kimi noktalarda kasten hatalı bilgi verdiğini bildiriyor (bu konu Le-Ya Yayınevi Doğu'nun ifadesini bastığında tekrar dillendirildi), bu yüzden doğrusuna tam emin olamıyoruz. Ek olarak Halil Berktay ise "Mayıs 1972" sonları şeklinde flu bir tarih verdiğinden kendisinden pek bir bilgi edilinemiyor.
Not: 4 - Atansalar da, bunlar gönderilmemiştir.
Not: 5 – Bu iki kişinin sonraki gelişimine dair Soner Yalçın şöyle yazıyordu ("İsrail saldırısında sekiz Türk devrimci can verdi". Yalçın, Soner. Hürriyet. 4 Ocak 2009.):
"Bunlardan "Küçük Ali" [Ali Ergün –TÖ] iyileştikten sonra Almanya’ya gitti. 1974 genel affından sonra Türkiye’ye döndü. Ankara Üniversitesi’nde yarım bıraktığı hukuk öğrenimini tamamlayarak avukat oldu.
 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra önce milliyetçi, sonra dinci oldu. Eşini tesettüre soktu. Daha önce içinde bulunduğu sol hareketler hakkında Prof. Aydın Yalçın’ın çıkardığı "Forum" adlı dergiye muhalif yazılar yazdı.
Halen Ankara’da yaşıyor. Avukatlık yapıyor. 
Ölüm tarlasından kurtulan "Kayserili" [Hüseyin Tüysüz –TÖ] de 1974 genel affından sonra Türkiye’ye döndü. Malatya-Sivas-Kahramanmaraş yöresinde köy köy dolaşıp saz çalarak hayatını kazandı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra o da hidayete erip İslamcı oldu. Sazı bırakıp kendini tamamen ibadete verdi. İstanbul’a taşındı. Grafiker oldu. Aynı yerde çalışan başörtülü bir kızla hayatını birleştirdi. 
Halen İstanbul’da yaşıyor ve aynı işi yapıyor."

EK-1

Yazı esasen bitse de son olarak bu arkadaşlar için yazılmış en meşhur marş olan "Dokuz Şehit İçin" isimli marşa ufak bir incelemeyi de buraya eklemek istiyoruz. Yazarı Doğu Perinçek'tir, Aydınlık Korosu tarafından bestelenip '70'lerde icra da edilmiştir. Aşağıdaki sözler (dizilim ve birkaç ufak detayda) Aydınlık korosunun icrasından farklıdır, şu kaynak kıstas alınarak yazılmıştır: "Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşımızı anıyoruz" | "Dokuz şehit için". Halkın Sesi. 22 Şubat 1977. Sayı: 97. Sayfa: 10.


"Şehit düştü dokuz yiğit 
Dağdan bir çığ kopmuş gibi 
Uzak toprakta kanları 
Gelincikler açmış gibi

Anadolu'dan armağan 
Özgür Filistin'e kurban 
Göğüslerden dökülen kan 
Gözlerde kor yakmış gibi

Şu dünyada bir nesneye 
Yanar içim göynür özüm 
Yiğit iken ölenlere 
Gök ekini biçmiş gibi

Bizim yolun erenleri 
Ekinlere benzer gider 
Kimi yiter, kimi biter 
Yere tohum saçmış gibi

Şehitlerin kanlarıyla 
Yoğruluyor dostluk harcı 
Kardeş Filistin halkıyla 
Yürekler birleşmiş gibi

Başlarında Bora Gözen 
Kinimizi taşa yazan 
Boynunda süngü yarası 
Kızıl Bayrak açmış gibi

Cafer yapı ustasıydı 
Köylülerin Salman'ıydı 
Devrimin sadık evladı 
Yüreklerden taşmış gibi

Yedi kilitten de geçti 
Kerim Mamak'tan kaçtı 
Gençlik Birliği bayrağı 
Ondan rüzgar almış gibi

Sımsıkı tutuyor Ali
Kabzasından mavzerini 
Döğüştü son kurşuna dek 
Bir destan yazarmış gibi

Geçip yurdundan Ahmet'in 
Köpüğünde selam taşır 
Acısından ol yiğidin 
Fırat Suyu susmuş gibi

Yücel devrim savaşında 
Korku bilmez yiğit idi 
Palandöken'in başında 
Bir kartal vurulmuş gibi

Devrimin hamalı Şükrü 
Yorulmayan yürüyüşçü 
Omuzlarında Şafak'ı 
Sonsuza taşımış gibi

Gürol'un kalbinde yıldız 
Nasıl kıpkızıl yanarmış 
Marks, Lenin ve Mao Zedung 
Kafaya mıhlanmış gibi 

Bora Gözen
- Bora Gözen hakkındaki kıt'ada "boynunda süngü yarası" kısmı, bir gerçekliğe işaret eder. Baskın sırasında Bora Gözen, Ali Kiraz'la birlikte nöbetteydi, bu yüzden ilk saldırıda ikisi şehit düştü. Bora Gözen, mermisi bitene kadar çarpışmış, en son mermisi bitince de kaçmamış veya teslim olmamış, süngü hücumuna kalkmıştı. Bora, süngü hücumunda boynuna isabet eden karşı süngü saldırısıyla şehit düştü.

Cafer Topçu
- "Cafer yapı ustasıydı / Köylülerin Salman'ıydı" kısmında Cafer'in inşaat işçiliği yapışından söz ediliyor. Yine Salman, Cafer Topçu'nun kod adıydı.

Kerim Öztürk
- "Yedi kilitten de geçti / Kerim Mamaklar'dan kaçtı / Gençlik Birliği bayrağı / Ondan rüzgar almış gibi", Kerim Öztürk, aynı davadan bir arkadaşının salıverilme kağıdını kullanarak Mamak Cezaevi'nden 7 kapıyı da geçip kaçmıştı. İhtilalci Gençlik Birliği üyesiydi.

Ali Kiraz
- Ali Kiraz dediğimiz gibi, Bora'yla o sırada nöbetteydi. "Sımsıkı tutuyor mavzerini / Dövüştü son kurşuna dek" kısmı bundan söz ediyor.

Ahmet Özdemir
- Ahmet Özdemir, 1974 yılındaki broşürde Elazığlı olarak geçiyor ama küçük kardeşlerinin bir mektubuna göre ("Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşın anısına". Aydınlık. Mart 1976. Sayı: 61. Sayfa: 13) İstanbul Kasımpaşa doğumlu. İhtimal ki şiir yazılırken baştaki geçen bilgi kıstas alınmıştır.

Şükrü Öktü
- Şükrü Öktü'ye örgütü "Proletaryanın hamalı" der, bunun sebebi de Şükrü'nün hamallık yapmasıdır. Evet, Türkiye'de temaslı olduğu çevre tamamen yakalanınca devrimcilerle temas kurmak için Avrupa'ya gider, burada geçinmek için hamallık yapar ve kazandığını örgüte verir. Şafak da o dönem TİİKP'nin 15. sayıya (Mayıs 1972) kadar çıkan illegal yayın organıdır.

Yücel Özbek
- Yücel Özbek, Erzurumlu'ydu, bu yüzden Palandöken deniyor.

Gürol İlban
- Gürol'un kısmında bir şey yok, parti üyesi değildi zaten, 1. Kongre'de Parti Onur Üyeliği'ne getirildi.

Bu kadar, dediğimiz gibi şiiri yazan Doğu Perinçek'tir ama çoğu kısmını ya direkt olarak Yunus Emre'nin "Geldi Göçtü Ömrüm Benim" şiirinden almış, ya da onun ve onun gibi halk ozanlarının ve şairlerin tekke-halk edebiyatından esinlenmiştir.

EK-2: Bir not

Bazen bu saldırının "Elrom eyleminin misillemesi olarak yapıldığı" minvalli yazılar görürsünüz. Bunlar bizce kuruntudan ibarettir, zira bu yönde (en azından bizim gördüklerimiz arasında) hiçbir doküman/resmi beyan yok. Olmadığı gibi de Elrom kaçırıldığında da o kamplar oradaydı, Kara Eylül söz konusu olunca 2 gün sonra bombalarken niye söz konusu "Türkiyeli devrimcilerden intikam almak" (hem de alakasız bir örgüt olan TİİKP üzerinden!) olunca İsrail neredeyse iki yıl, hem de neredeyse kampın boşaltılma evresine kadar beklesin? Kanaatimizce bunlar işi magazinleştirip daha ilgi çekici yapmak isteyenlerin taktikleri, gerçek olmadığına inanıyoruz. Bizce bu, Türkiye'de hemen hemen devrimci hareketi sindiren devletin Filistin'dekilere de bir "ayar çekme" hamlesiydi. Nitekim, işe yaradı da.

EK-3: Ali Kiraz'la bir anı

"Filistin'de Ölen Şehitlerin Anısına". Sayfa: 32.

"ALİ KİRAZ ARKADAŞIN BİR ANISI 
Bir gün işçi ve genç arkadaşlarıyla birlikte Mao Zedung'un HALKA HİZMET ET adlı yazısı[nı] inceliyorlardı. İçlerinden birisi sordu: "Peki, ya halk savaşında bir arkadaşımız ölürse, biz ne yapmalıyız?" Ali arkadaş, ona şöyle cevap verdi: "Silahlarımızı onun anısına üç el havaya ateşleyip, yolumuzdan şaşmadan devam edeceğiz!""



EK-4: Ali Kiraz'ın bir raporundan alıntılar

Ali Kiraz'ın Filistin'de gördükleri silah eğitimine dair yazdığı bir eleştiri raporundan alıntılar ("Filistin'de Ölen Şehitlerin Anısına". Sayfa: 33):

"Yoldaşlar! Raporuma Mao Zedung yoldaşın şu sözleriyle başlamak istiyorum: '... savaşmayı hiç okula gitmemiş olanlar da savaşarak öğrenebilirler. Devrimci savaş kitlelerin eseridir ve genellikle önce öğrenmek sonra yapmak meselesi değil, önce yapmak sonra öğrenmek meselesidir.' 
Dünya halklarının kurtuluş mücadelesi şüphesiz birbirini destekler. Amerikan emperyalizmine, İsrail Siyonizmine ve Arap gericilerine karşı silah elde, yiğitçe savaşana ve Sovyet sosyal-emperyalizminin sinsi oyunlarına teslim olmayan Filistin halkının milli kurtuluş hareketini desteklemek bizim enternasyonal görevimizdir. Biz yayın organlarımızda, bildirilerimizde, Filistin direnme hareketine geniş yer vererek daima onlarla dayanışma içinde olduğumuzu ortaya koyduk. Hatta bazı yoldaşlarımız bunu pratikte de ispatlayarak, savaşta, Filistin savaşçılarıyla silah arkadaşlığı ve kader birliği yaparak Filistin halkının sevgi ve saygısını kazanmışlardır. Biz de Filistin Devriminin tecrübelerinden yararlanarak, ülkemizde emperyalizme, faşizme ve yerli gericiliğe karşı silahlı mücadelede halkımızın en ön saflarında çarpışarak ona önderlik edebilmek ve bütün dünya devrimleri için geçerli olan askeri taktikleri öğrenmek gayesiyle oraya gitmiştik..." "... Eğitim, umduğumuz şekilde olmamasına rağmen, mutlaka mücadelemizde gerekecek çok şeyler öğrendik." 
[..., bu kısım eğitim sırasındaki hataları sıralıyor –TÖ] 
Genellikle hatalarımızı ancak bu şekilde sıralayabildim. Bu eleştiriyi hatalarımızdan dersler çıkararak bir daha yapmamak ve mücadelemizde birbirimize çelik bağlarla bağlı, her yönden kaya gibi sağlam olmamız için ve bütün güçlüklere yılmadan göğüs gereceğimize inanarak yaptım. İhtilalci selamlar..."

 EK-5: Kerim Öztürk'ün firarı üzerine

"Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşımızı anıyoruz" | "Kerim Öztürk, yedi kilitli Mamak zindanlarından kaçtı!". Halkın Sesi. 22 Şubat 1977. Sayı: 97. Sayfa: 10.

Kerim'e dair ayrıca şu haberlere bakabilirsiniz:

- "Mamak’tan kaçışın 42 yıllık sırrı". Dolapçı, Ercan. Aydınlık. 21 Şubat 2015.
- "46 yıl sonra gerçekleşen buluşma". Tanrıkulu, Musa. Aydınlık. 21 Şubat 2019. (bu haber aynı zamanda Kerim'in ailesine yazdığı son mektubu da içermektedir).

"KERİM ÖZTÜRK, YEDİ KİLİTLİ MAMAK ZİNDANLARINDAN KAÇTI! 
Kerim Öztürk 12 Mart faşist darbesinden sonra devrimci mücadeleyi kararlılıkla sürdürdü. Ağır baskı şartları onu bir an olsun tereddüte düşürmedi. Kerim, proletaryanın yiğit bir evladı, proleter devrimci hareketin sadık bir savaşçısıydı. O kalbinin son atışına kadar halka, proletaryaya ve proleter devrimci harekete sadık kaldı. 
Kerim Öztürk, 14 Eylül 1971 gecesi Ankara Bülbülderesi'ndeki evine yapılan polis baskınında yakalandı. Başlarında Ümit Erdal'ın bulunduğu I. Şube işkencecileri 20 gün boyunca Kerim'e işkence yaptılar. Kerim en zor anlarında bile birlikte yakalandığı arkadaşlarının moral kaynağı oldu. Polise boyun eğmedi. 
Kerim diğer arkadaşlarıyla birlikte faşist diktatörlüğü yıkmak için gizli faaliyette bulunduğu ve gizli Şafak gazetesi dağıttığı iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesi tarafından tutuklandı. Mamak askeri cezaevine kondu. 
Mamak Cezaevi 28'inci Tümen'in içinde bulunan, kuş uçurtmamak için sıkı tedbirlerin alındığı, mahkumların yedi kat kilidin altında tutulduğu, koğuş kapılarında askerlerin beklediği, dört bir yanı nöbetçi kuleleriyle çevrilmiş, mahkumların günde dört kez sayıldığı bir zındandır. Kerim, dört yıl boyunca bu cezaevinden kaçabilen tek tutukludur. Kerim'in cezaevine getirilmesinden 15 gün kadar sonra kendisiyle aynı davadan tutuklu bir sanığın tahliye kararı gelmişti. Kerim'in bu sanığın kimliğine bürünerek yedi kat kilidin arasından elini kolunu sallayarak çıkıp gittiği daha sonradan anlaşıldı. 
Proleter devrimci insan yenilgilerden karamsarlığa kapılmaz. Umudunu yitirmez. En güç durumlarda bile mutlaka bir çıkış yolu bulmak iyimserliğini mutlaka korur. Çünkü proleter devrimci, geleceğin biricik sahibi olan proletaryanın temsilcisidir. 
Proleter devrimci gözünü bir an olsun devrimin ve halkın menfaatlerinden uzaklaştırmaz. Devrim ve halk için mücadeleden başka bir düşüncesi yoktur. İşte kilide vurulamayan, işkence ve zulümle ortadan kaldırılamayan ruh budur. Kerim Öztürk'ü proleter devrimci hareketin saflarında aktif olarak yer alabilmek için Mamak zindanlarından çıkaran ruh budur. 
Kerim Öztürk proleter devrimci uyanıklığın ve cesaretin bir örneğidir. Faşizm halkın azılı düşmanı olduğu için güvenebileceği tek şey, demirler, kilitler, elektrik işkenceleri ve falakadır. Bir kilit vurur, güvenemez bir tane daha vurur, iki, üç, dört; onlarcakilit ve zincir. Zincirler ve asırlardır sürdürülen zindancılığın tecrübeleri: Bütün bunlar halkın dehası ve proleter devrimci uyanıklık karşısında acizdir. Faşizmin görünüşte korkunç olan demirden mekanizması aslında çürüktür. Bu mekanizmanın sayısız çatlaklarından yararlanmak gerekir; Kerim Öztürk bunun parlak bir örneğini vermiştir."  

EK-6: Cafer Topçu'nun çocukluk arkadaşlarının mektubu

"Filistin'de şehit düşen sekiz arkadaşımızı anıyoruz" | "Cafer Topçu'nun çocukluk arkadaşları diyor ki: DEVRİM İÇİN ŞEHİT DÜŞEN ARKADAŞIMIZIN BİR HATIRASINI OTURDUĞUMUZ TOPRAK EVDE GÖRMEK İSTİYORUZ.". Halkın Sesi. 22 Şubat 1977. Sayı: 97. Sayfa: 10.


"Bizler Eşmepınar köyü gençleri olarak köyümüzün ıssız yaylalarında birlikte hayvan otlattığımız arkadaşımız Cafer Topçu'nun anısını bir kere daha selamlıyoruz. Ne Amerika ne Rusya Bağımsız Demokratik Türkiye! 
Köylümüz, arkadaşımız Cafer Topçu'nun derginiz tarafından bastırılan bir resmini ve Filistin'de nasıl şehit düştüğünü, devrimci harekete nasıl katıldığını anlatan bir yazı gönderiniz. Biz Eşmepınar gençleri önemle istiyoruz. Bilhassa devrim uğruna şehit düşen arkadaşımızın bir hatırasını oturduğumuz toprak evde görmek bizim için büyük mutluluktur."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder