22 Ağustos 2022 Pazartesi

BELGE-RÖPORTAJ | Kazım Çelik yoldaşın ablası Aslı Çelik'le röportaj (2003?)

SUNUŞ

"Önce halkın öğrencisi, sonra öğretmeni olmak", komünist önder Kazım Çelik yoldaşı en basit haliyle ifade edebilecek, işte bu meşhur sözdür.
Okuyucu, Kazım Çelik yoldaşın ablası Aslı Çelik'le yapılan röportajı, daha önceden yayınladığımız anı ile birlikte okumalıdır. Bu tarz bir kombine okuma, sanıyoruz ki faydalı olacaktır.
Aslı Çelik ile röportajı, hem aileden birisinin bir şehidi en yalın ve duru haliyle anlatımı, hem de içerdiği önemli bilgiler dolayısıyla yayınlıyoruz. Dileriz ilgi çekici bulunacaktır.
Gelebilecek bazı gereksiz itirazlara peşinen hatırlatıyoruz: 1) Röportaj bizim yeni yaptığımız bir şey değildir, aksine hareketin yayın organlarında çıkmıştır, 2) Bu yayın organlarının arşivi erişime açıktır, gizli saklı bir şey de yoktur, 3) TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) düşmanlarının istismar edebileceği olgusu (tıpkı yakın geçmişte yaptırılan mezardan önceki mezar meselesindeki gibi), bilgiye sansür uygulamak gerektiği demek olamaz.
Yazıdaki yazım ve/veya dizgi hatalarına müdahale yapmadık, sadece eksik olan yerlerde bazı köşeli parantez içinde noktalamada ek yaptık, fotoğrafların da altına (orijinalinde olmayan) altyazıları ekledik.

***

Ölümsüz önderimiz Kazım Çelik yoldaşın çelikten yoğrulmuş mücadele dolu anısına saygıyla.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.08.23.

***

Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu!

20 Mayıs 1987 tarihinde dört yoldaşıyla birlikte bir ihbar sonucu devlet güçleriyle girdikleri çatışmada şehit düşen Proletarya Partisinin şehit düşen üçüncü Genel Sekreteri Kazım Çelik'in ablasıyla söyleşi yaptık.

[Aslı Çelik]

- Bize Kazım Çelik'i anlatır mısınız?
- Aslı Çelik: Kardeşim köyde doğdu, köyde okudu. Lise sona kadar benim yanımda okudu. Lise dönemlerinde İstanbul'a çalışmaya geldi. İstanbul’a gelmeden önce benim yanımda oturuyordu. Okula gider gelir, hiç ders çalışmazdı. Öğlen okuldan geldiğinde soba yakardık. Odun kırdırırdım ona. Odun kırarken kızlar "A.. bak Kazım gelip odun kırıyor" diyorlardı. Ben de "bak bu kızlar sınıfı geçecek sen kalacaksın" diyordum. "Göreceksin" diyordu. "Onlar kalacak ben geçeceğim" diyordu. "Sen kitabı eline almıyorsun ki nasıl geçeceksin" diyordum. Öbürleri kafalarını dersten kaldırmazken o sınıfını geçiyordu gerçekten de. Çok yardımseverdi.
Birgün [sic] böyle oturuyoruz. Kahvaltı yapıyoruz. Sanayağ [sic] vardı sofrada, tereyağımız yoktu. Sanayağ [sic] yerken oturur sallanırdı. Elinde ekmek sanayağ [sic] kağıdını sıyırırdı. Ben de ona bakaraktan güldüm. "Ne yapıyorsun kağıdı yiyeceksin" dedim. Yerim, yiyemezsin derken dedim "sen o kağıdı ye ben sana ikibuçuk [sic] lira vereceğim." "Bak yerim" dedi. Ben inanmadım. Gerçekten de o kağıdı ağzına koydu çiğnemeye başladı. Kağıdı yedi yuttu. Kararlı olduğunu o zamandan anladım. Onun davasına bağlı olduğu, devrimci olduğu o zamandan belliymiş.

Devrimci düşüncelerle nasıl tanıştı?
- İstanbul'a geldi çalıştı. Döndüğünde geldi "kendi paramı kendim kazandım" dedi. inşaatlarda çalışıyordu. Tabi [sic] ne yaptığını ne ettiğini birgün [sic] söylemedi bana. Ne işle uğraştığını hiç bilmiyorduk. Tamam duyarlıydık ama ne iş yaptığını hiç bilmezdim. [']80 sonrası biz köydeydik. Birgün [sic] polisler kapımıza geldi. "Ne oluyor" dedim. "Senin kardeşini arıyoruz" dediler. "Burda [sic] mı oturuyor" dediler. Ben biliyorum burdaydı [sic]. "Yok" dedim. "İstanbul'da oturuyor". "Ne yapmışlar" dedim. "Duvarlara yazı yazmışlar" dediler. O günden sonra göremedim, haber verdiler kaçtı. Bir gün yazı yazdıklarında gitmişler bir eve. Evlerin içinde küçük bir lavabo gibi bir şey vardır. Orda ellerini yıkamışlar. O boya suda akınca çıkmış dışarıya. Boyalı suyun aktığını farkeden [sic] polisler gidiyor orayı basıyorlar. Diyorlar ki "kim yaptı" bunu. "Kim yıkadı elini?" "Kazım Çelik yıkadı" diyorlar. Onlar da düşüyorlar Kazım Çelik'in peşine. Tabi [sic] bulamıyorlar. Ondan sonra kendisini [']81'miydi [sic], [']82'miydi [sic] neydi tam hatırlamıyorum İstanbul'da vatan caddesinde [sic] yürüyordum. Yürürken birden karşıma çıktı şok oldum. Biz de İstanbul'da oturuyorduk. Bize uğramıyordu. Sonra Beyoğlu'nda üç arkadaşıyla birlikte karşılaştım. Onları nasıl gördüm, arkalarından gittim, üçünü birden kucakladım. "Durun polis" dedim. Döndü bana güldüler. Yerini bile bilmiyordum. Keşke bilseydim üstünü başını alsaydım diye düşünüyordum.

- Kazım Çelik'in kişiliği nasıldı? İnsanlarla ilişkisi nasıldı? Bize anlatır mısınız?
[-] Çok konuşmazdı O. Birşey [sic] sorduğun zaman tek tek söyler, yavaş söylerdi. Ailede ben biraz bağırırdım. Sesli konuşurdum. Oysa çok rahat sakin konuşurdu hep.
Köylülerin tarlalarını biçerlermiş, otlarını kaldırırlarmış, onlara yardımcı olurlarmış. Köylerde yaşlısı genci onu görenler Kazım'a Piro diyorlarmış. "Keşke o ölmese de bizim çocuklarımız ölseydi, keşke o ölmeseydi de biz ölseydik" diyorlarmış. Malatyada [sic] köylüler anlatıyor. Çocuklar çok seviyormuş[,] Piro geldi diye gidip dizlerine oturuyormuş, tepesine çıkarlarmış. "Biz de Piro gibi olacağız" diyormuş.
O kadar paylaşımcı, o kadar yardımsevermiş ki... Mesela dayımların köyüne giderlermiş, köyde kendisine bir çift çorap verirlermiş, o çorabı orda alır öbür arkadaşına verirmiş. Bir gün İstanbul'da görüştük kendisiyle, para lazımmış. O zaman benden geldi tam 5 bin lira aldı. Daha sonra o 5 bin lirayı getirdi bana geri verdi. Ben çok üzüldüm o zaman. Çok tutumlu biriydi. Partinin parasını 5 kuruş fazladan vermez yürüyerek gidebileceği yere yayan yürürdü. Parti parasını gereksiz yere harcamazdı asla. Öylesine dürüst bir insandı. Kazım Çelik, davasına çok emek verdi. Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu.

- Kazım Çelik hiç hapishanede kaldı mı?
[- ']78'miydi [sic] tam hatırlamıyorum. Malatya’da cezaevinde bir arkadaşı varmış. Herhalde arkadaşını görmeye gidiyor. Orda [sic] yakalanıyor. Çok işkence görüyor[,] hiç birşey [sic] söylemiyor. Onun Kazım Çelik olduğunu anlayamıyorlar. Hiçbir şey kabul etmediği için de bırakmak zorunda kalıyorlar. Tam çıkarken haber geliyor. Sakın salmayın bu Kazım Çeliktir [sic] diye. Ama geç kalıyorlar. Tabi [sic] O[,] o kadar rahat davranıyor ki onları bile hayrette bırakıyor. "Nasıl olur da bu elini kolunu sallayarak gider" diye hayret ediyorlar. Bizim bundan gene haberimiz çok geç oldu. Bir gün haber geldi gittik köye. Kolu alçıdaydı. Gene de çok dirençliydi. Hep ayaktaydı.

["Parti Genel Sekreterimiz Kazım Çelik'i [Ölümünün?] 2. Yılında Anıyoruz!", Aslı Çelik'in çerçeveletip duvara astığı çizim]

- Şehit düştüğü haberi size nasıl ulaştı, neler yaptınız?
[-] Ben o zaman Beyoğlu'nda çalışıyordum. Ne olmuş bilmiyorum ama kulaktan kulağa "Kazım Çelik şehit olmuş" diye yayılmış. Bunu kızkardeşim [sic] duyuyor ama inanmıyor, bize de söylemiyor. Ben sonradan öğrendim. Hemen memleketi aradım. Önce onlar da bilmiyordu. Araştırdım 'doğruymuş' dediler. "Nerde" dedim. Elazığ'da olduğunu söylediler. Neredeyse üzerinden bir ay geçmiş. Biz apar topar Elazığ'a gittik. Ben şubeye gittim. Onlar da "yok" dediler "böyle birşey [sic] olamaz" dediler. Bir sürü resimler gösterdiler şehit olanların. Tanıyamadım ben. Kardeşimi tanıyamadım resimlerden. Parçalanmış insanlar. Bunlar şehit olduktan sonra bir de hepsine sırayla göğüslerinden kurşun sıkılmış. O arada da Palu'da olan olayları dia gibi birşeyden [sic] gösterdiler. Resimlerden gördüğüm kadarıyla tam net tanıyamadım. Benzettim yan duruş haliyle.
Memlekete gittik, biri diyordu "dün burdaydı [sic]". Öbürü diyor ki "öbür gün burdaydı [sic]" hep bizi öyle oyaladılar. Biz onun için inanamadık öyle birşey [sic] olduğuna. Sonradan tekrar şubeye gittik. En son karar verdik mezar açtırmaya. Gittik üç tane mezar var. Birinci mezarı açarken bir kan kokusu geldi. Ben hemen kenara çekildim. Babam da kimseyi bırakmadı açsın. "Ben açacağım" dedi. Beni bırakmadı, ben kenarda kaldım. Ben kenarda kaldığım için birinci mezarı göremedim. Mezarı kapattılar sonra. İkinci mezarda zaten hiçbir şey belli değildi. Üçüncü mezarı açtılar o değil sonradan öğrendim Ali Kayadoğanmış [sic]. Kardeşimin boyu uzundu. Mezarlar küçük ya ben hep uzun mezar aradım. Babam geri karakola gitmiş, karakol gene beni çağırdı. Beni teselli etmek için mi yoksa kendileri de inanmadıkları için mi bilmiyorum. Bir de Hıdır Aykır vardı arkadaşı. Birlikte şehit olmuş. Emniyet amiri "bu cenazeler karışmış” dedi. "Nasıl olur" dedim "Ne yapıyorsunuz siz" dedim "insanları öldürüyorsunuz birini oraya birini oraya mı atıyorsunuz" dedim. "Yok" dedi "bu askeriye gibi değil ki künyelerini falan alsınlar". Bana gösterdiğine göre Elazığ'da kalan benim kardeşim görünüyor Ovacık'a giden Hıdır Aykır görünüyor. Sonra ben onlara inanmadığım için Ovacık'a gittim. Hıdır Aykır'ın köyüne gittim amcasını gördüm. Adam dedi ki "bacım istersen mezarı açtırayım". Ben yıkadım ama kadınlar gördü, "bu Hıdır Aykır değil" dediler. Ama öbür taraftan gidip Hıdır Aykır'ı alan, onu tanıyan gençler ona da dediler ki "yok bu Kazım Çelik değil" dediler. "Hıdır Aykır" dediler.

Şimdi ben böyle bir şüphede kaldım. Elazığ'daki mi Kazım Çelik yoksa Ovacık'taki mi? Kafam karışıyor.

Kaynak: "Kendisini davasına vermiş, hep onun peşinden gidiyordu!". Yeni Demokrasi Yolunda İşçi-Köylü. 9-22 Mayıs 2003. Yıl: 1. Sayı: 2003-8 [8]. Sayfa: 24.

BELGE | Zeki Uygun - V. İ. Lenin ölümsüzdür! (Ocak 1985)

SUNUŞ


Türkiye komünistlerinin medâr-i iftihârı, yiğit TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) Partizanı Zeki Uygun ("Hoca", "Sarı", "Serdar", "Ali" veya köylülerin taktığı isimle "Aliye ma" ["Bizim Ali"] ile "Perişan") yoldaş. Fotoğrafı edindiğimiz yerden kardeşinin notu: "... Saray cezaevinde yaptığı, deniz kabuklarıyla bezediği ve anısı olan bir çerçeve (içinde kendi resmiyle)."

Türkiye proletaryasının yetiştirdiği en değerli komünistlerden Zeki Uygun yoldaşımızın yazılarından yayınlamaya, Lenin'in ve Leninizmin sadık öğrencisi olan yoldaşımızın dünya proletaryasının önderi ve öğretmeni Vladimir İlyiç Lenin yoldaşımızı anan yazısını yayınlayarak devam ediyoruz.
Zeki Uygun yoldaşın bu yazısı, ilk defa İşçi-Köylü Kurtuluşu (İKK)'nun Ocak 1985 tarihli 61. sayısında yayınlanmıştır.[1] Zeki Uygun yoldaşın bu yazının sahibi oluşu ise İKK'nin Ocak 1988 şehit özel sayısında ifşa edilmiş ve tekrar basılmıştır.[2] İmzasız ve başlıksız verilen ön açıklamada şöyle yazıyordu:[3]

"AÇIKLAMA: 21 Ocak 1924'te bedenen kaybettiğimiz Enternasynal proletaryanın büyük öğretmeni, M-L-MZD biliminin büyük ustalarından Lenin yoldaşın ölümünün 61. yıldönümü vesilesiyle Ocak 1985'te Zeki Uygun yoldaşımızın kaleme aldığı ve daha öncede [sic] yayınlanmış olan bir yazısını hem güncelliğinden ve hemde [sic] yoldaş Zeki Uygun'un anısna [sic] bir kez daha yayınlamayı gerekli görüyoruz."

Zeki Uygun yoldaşımızın bu ufak yazısı, Lenin'i ve Leninizmi gerçekten anmak ve yaşatmak nasıl olur, onda anmaya ve yaşatmaya değer ne vardır konusunu en basit haliyle işlemektedir. Bu yazının öğreticiliği ve güncelliği hiçbir zaman eksilmeyecektir, tıpkı yoldaşımızın diğer eserleri gibi.

Yazıda yazım ve/veya dizgi hataları aynen müdahale edilmeden geçirilmiştir.

***


Zeki Uygun yoldaş, gerçek bir komünistti. O, yalnızca 2. MK'nin sağ hattının ve kaçkınlığının değil, her türden revizyonist, oportünist, Troçkist/yarı-Troçkist, anarşist, liberal, kısacası envâ'-i türden anti-Marksizmin uzlaşmaz düşmanıydı.
Yine o, sadece Marksizmin ârîliğine dönük saldırılar karşısında uzlaşmaz değil, Türkiye proletaryasının Mustafâ Subhî yoldaş sonrasında yetişen ikinci yılmaz komünist önderi olan İbrahim Kaypakkaya yoldaşa ve onun kanıyla çizdiği Türkiye devriminin yoluna yönelen her türden saldırının uzlaşmaz bir düşmanıydı. Şimdi onun ismini ve hatırasını, onun mâddî ve ma'nevî yâdigârını istismar eden her türden oportünist tekke, el birliği etmişçesine onun fikirlerini hasıraltı etmek yollarına bakıyor. Bizce bu çok normal, tabî'î bir sonuçtur. Ne yapabilirler ki? Türkiye'ye yarı-feodal değil diyenler ile bunu gizliden gizliye yapanlar, Zeki Uygun gibi bir komünist önder karşısında tutunabilirler mi?
Zeki Uygun yoldaş parti birliğini ve partinin parti programatik görüşleri üzerinde ısrarı savunmadı mı? Zeki Uygun yoldaşın ölümünü yaratan koşulları dayatıp, bir de onun uğruna öldüğü 3. Konferansı tanımayan asi çete ideolojisi DABK, bugün nereye savruldu? Hem parti yıkıcılıkları, hem de şimdiki savruluşlarıyla Türkiye devriminin yoluna karşı kara bir bayrak kaldırdılar. Bugünkü kır kaçkını hizip, her türden yozlaşma ile parti değerlerini sadece küçük düşürmekle kalmadı, bir de alay konusu oldular. Bu hizip şimdi yurt dışında, kendilerinin olmayan "savaşın sıcaklığında" "siperlere yatarak" kendilerinin "olan" savaşın gününü bekliyorlar. İçerisinde oldukları hem güç birliği, hem cephe, hem devrim birliği diye katılımcılarının ayrı ayrı farklı şekillerde tanımladıkları garabet içerisinde ülkeye girebilecekken,[4] "çıkartma yapacakları" "doğru zamanı", "doğru yeri", "doğru düzeyi" bekliyorlar. İK yoldaşın, Şafak revizyonistlerinin "öz eleştirel/muhalif" yurt dışı kanadını ti'ye almak için "cephe gerisi için Almanya mı yoksa Cezayir mi daha uygun olurmuş diye tartışıyorlarmış, bizce en iyisi aya gitmeleri, zira orada polis yoktur" minvalli sarf ettiği sözlerini onlara da hatırlatırız. Aya çıkın baylar, sonuçta orada ne toprak devrimi, ne KSİ sorunu, ne de düşman yoktur! HS'yi HS yapan bütün bu şeyler olmadan orada boşluğa karşı yürüteceğiniz HS'de zafer elde etmemenizin imkanı da yoktur!

***


Aliye ma yoldaşımız tarihe ölümsüz harflerle adını yazdırdı. Biz de onun anısına, onun uğruna şehit düştüğü bayrakları ülkemiz burçlarına dikeceğiz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.08.22.

[1] "Ölümünün 61. Yıldönümünde; Enternasyonal Proletaryanın ve Ezilen Dünya Halklarının Yüce Önderi ve Öğretmeni VİLADİMİR [sic] İLİÇ LENİN'in Ölümsüz Anısı Önünde Saygıyla Eğiliyoruz! — V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". ... [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1985. Sayı: 61. Sayfalar: 9-10.
[2] "V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1988. Özel Sayı. Sayfalar: 23-24.
Ayrıca çeşitli yerlerde çeşitli alıntıları yayınlanmışsa da, şurada bir de özet denebilecek çeşitli bölümlerinin seçmelerinden oluşmuş bir yayın çıkmıştır: "Vladimir İlyiç Lenin ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. Devrim Yolunda İşçi-Köylü. 17-30 Ocak 2003. Yıl: 2. Sayı: 2003-2 [44]. Sayfa: 7.
[3] "V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1988. Özel Sayı. Sayfa: 23.
[4] Mesela geçenlerde şehit düşen Alankuş, bilindiği gibi, bu tarz bir ortak birlikle ülkeye girmişti.

***

Ölümünün 61. Yıldönümünde; Enternasyonal Proletaryanın ve Ezilen Dünya Halklarının Yüce Önderi ve Öğretmeni VİLADİMİR [sic] İLİÇ LENİN'in Ölümsüz Anısı Önünde Saygıyla Eğiliyoruz!

V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!

21 Ocak 1985 tarihi, enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının büyük önder ve öğretmeni, yüce Bolşevik Partisinin kurucusu ve mimarı, Büyük Ekim Devriminin simgesi, dünyanın ilk proletarya diktatörlüğü devleti olan SSCB'nin yaratıcısı Viladimir [sic] İliç Lenin'in, 21 Ocak 1924'te Moskova yakınlarındaki Gorki'de hayatını kaybedişinin 61. yıldönümüdür.
Ölümünün 61. yıldönümünde, V. İ. Lenin'i, ölümsüz anısını önünde bir kez daha saygıyla eğilerek anıyoruz.
V. İ. Lenin ismi, ölümsüzlük sembolü olarak dünya tarihi içinde müstesna bir yere, son derece büyük bir anlam ve öneme sahiptir. Bütün ömrünü, en küçük bir kişisel menfaat dahi gözetmeksizin, yüce Bolşevik Partisine, Rusya Devrimine, çeşitli milliyetlerden Rusya proletaryası ve halkına, proleter dünya devrimine, enternasyonal proletaryaya ve ezilen dünya halklarına adayan, bu uğurda yorulmak nedir bilmeyen ve adeta insanlık tarihinin mucizelerini yaratan V. İ. Lenin; bu son derece amansız ve çetin, ama bir o kadar da şanlı ve yüce çok yönlü, geniş kapsamlı teorik, ideolojik, siyasi örgütsel, kültürel ve pratik mücadelesiyle adını, dünya tarihinin sayfaları arasına altın harflerle ve hiç bir [sic] zaman silinmeyecek biçimde kazımıştır.
Hiç kuşkusuz ki, Lenin'i Lenin yapan tayinedici [sic] öğe; onun gerek Rusya devriminin, gerekse proleter dünya devriminin çok yönlü ve geniş kapsamlı sorunlarına ışık tutma doğrultusunda ortaya koyduğu ve Marksizm bilimi hazinesine kattığı teorik eserleri, ölümsüz fikirleri, yani Leninizmdir. Lenin'in yüce ve ölümsüz anısı içerisinden bu belirleyici öge çıkarılıp alındığında, ya da bu öge Lenin'in anısı içerisindeki müstesna yerine gereği gibi ve bilinçlice oturtulmadığında, geriye ortada aziz derekesine düşürülmüş basit bir "Lenin sülüeti [sic]"nden başka bir şey kalmaz. Ki, bu, Lenin'in yüce ve ölümsüz anısına yapılmış en büyük saygısızlık olur.
V. İ. Lenin, enternasyonal proletaryanın yüce öğretmenleri Karl Marks ve Friedrich Engels'in sadık bir öğrencisi, onların yarattığı bilimsel sosyalizm öğretisinin, yani Marksizmin kararlı bir savunucusu ve uygulayıcısıdır. Marksizmin evrensel gerçeğini alabildiğine derinden kavrayan Lenin; sadece onu, değişen iç ve dış, ulusal ve uluslararası şartlara, zaman ve mekana bağlı olarak, son derece yaratıcı bir tarzda uygulamakla kalmamış, aynı zamanda ona ölümsüz katkılarda bulunmuş, onu alabildiğine derinleştirip zenginleştirmiş, sonuçta emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Marksizmi, daha da tam ifade etmek gerekirse, genel olarak proleter devrimin teori ve taktiği, özel olarak proletarya diktatörlüğünün teori ve taktiği olan Leninizmi yaratmıştır.
Açıktır ki bu, kesinlikle, Leninizmin Marksizmden tamamiyle ayrı bir şey olduğu ve Marksizmden Çin seddiyle ayrıldığı anlamına gelmez, gelemez. Tam tersine, Leninizm, Marksizmin doğrudan devamı ve onun ilkelerinin, gelişen toplumsal hareketliliğin yeni koşullarına yaratıcı bir tarzda ve derinleştirilerek uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu gerçeği, Lenin'in sadık öğrencisi, Leninizmin kararlı savunucusu büyük usta Stalin yoldaş, en özlü biçimde şöyle dile getirmektedir:
"Lenin'in Marksizme ne yeni bir ilke eklediğini, ne de eski ilkelerden herhangi birini çıkardığını sanmıyorum. Lenin, Marks ve Engels'in en sadık talebesi olmuş ve eserleriyle de olmaktadır. Lenin Marksist ilkeleri daima temel olarak almıştır. Fakat O, sadece Marks ve Engels'in doktrinin[in] yapımcısı olmamış, bu doktrini devam ettirmiştir. Bunun anlamı nedir? Bu, şöyle açıklanabilir: Lenin, Marks ve Engels'in doktrnini [sic], gelişen toplumun yeni koşullarına uydurarak, kapitalizmin ve emperyalizmin yeni boyutlarını gözönüne [sic] alarak geliştirmiştir. Böylece Marks'ın doktrinini, sınıf mücadelesinin yeni koşulları içinde geliştirip ilerleten Lenin, Marks ve Engels'e kıyaslanacak olursa, Marksizmin hazinesine yeni bir şeyler katmış olur. Ne var ki, bu yeni şeyler, Marks ve Engels'in öne sürdükleri ilkelerden ayrılmamakta, tam aksine bu ilkelere dayanmaktadır." (Amerikan İşçi delegasyonu ile 9 Eylül 1927'de yapılan söyleşi'den [sic] — Bkz: J. Stalin, Lenin, sf: 49-50, Yol Ynl.)
O halde kelimenin gerçek anlamıyla Lenin'i savunmak, onu layıkıyla anmak ve onun ölümsüz anısını her türden açık ve gizli, dolaylı ve dolaysız saldırıya karşı korumak ne demektir?
Bunun, her şeyden önce Leninizmi, dolayısıyla Marksizmi, daha tam söylersek Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung yoldaşların Marksist-Leninist mirasının bütününü; her türden iç ve dış, açık ve gizli, dolaylı ve dolaysız saldırılardan korumak; bu mirası kararlılıkla savunmak; yaratıcı bir tarzda değişen ve gelişen toplumsal hareketlilik şartlarına uygulamak; onu mümkün olduğu kadar geliştirmek, zenginleştirmek ve derinleştirmek demek olduğu, gerçek Marksist-leninistler açısından tartışma götürmez bir gerçektir.
Yine tartışma götürmez bir gerçektir ki, bütün bu görevlerin mümkün olduğunca çok yönlü ve geniş kapsamlı bir biçimde yerine getirilmeye çalışılması, halihazırda içinde bulunulan mevcut dünya ve ülke şartlarında, çok daha özel bir anlam ve önem kazanmaktadır. Çünkü bu miras, bugün, her zamankinden daha da çok daha da pervasız biçimde, her renk ve boydan, açık gizli, iç dış, dolaylı dolaysız saldırılara maruz kalmakta, adeta iğdiş edilmekte, içi boşaltılmaya çalışılmakta, onun gerçek özü, bin bir yol ve yönteme başvurularak çıkarılıp bir kenara atılmakta ve ortalıkta geriye Marksizmin, Leninizmin, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung'un lafzından başka bir şey kalmamaktadır.
Bu saldırılar alabildiğine çok yönlü ve çok çeşitlidir. Bunların Lenin/Leninizm konusunda somutlaşan, dolayısıyla Marksizme ve Marks, Engles [sic], Lenin, Stalin, Mao Zedung'un Marksist-Leninist mirasının bütününe (mevcut şartlarda özellikle de Mao Zedung'un mirasına) yönelen bu saldırıları, en genel hatlarıyla öncelikle iki kategoriye ayırabiliriz:
1. Lenin ve Leninizme açıktan ve doğrudan saldıranlar; bunlara klasik emperyalistler ve çeşitli klasik burjuva ve feodal dünya görüşüyle onların paraleline düşen gericiler örnek gösterilebilinir.
2. Lenin ve Leninizme sözde sahip çıkar görünen, ama ya onun temel ilkelerini iğdiş ederek, ya da onun özünü boşaltarak hatta bir çok hayati ilkelerini açıktan reddederek, Lenin ve Leninizmi, Marksizme ve diğer ustalara karşı çıkartarak, dolayısıyla diğer ustaların ve bizzat Marksizmin şahsında somutlaştırılarak sürdürülen saldırılar; yani "Leninizm" kılığına bürünerek, ya da "Marksizm", ve hatta bir çok durumlarda "Marksizm-Leninizm" kılığına bürünülerek sürdürülen saldırılar; bunları da kalın bir çizgiyle ikiye ayırmak gerekir:
a) Karşı-devrimci akımlar: Başta Kruşçev-Brejnev modern reizyonizmi [sic] olmak üzere, "üç dünyacı" (bu akımın başını çeken Çin'li [sic] hainler son dönemlerde Marksizmin artık "eskidiği" yollu bir safsatayı piyasaya sürmeye yeltenecek kadar açık Marksizm düşmanı kesildiler), Tito'cu [sic] modern revizyonist ve "Euro-komünist" (bunlar Leninizmin proletarya diktatörlüğü vb. gibi bir dizi temel ilkelerini açıktan reddediyorlar) akımlar vs... Ayrıca modern revizyonizm-Troçkizm kırması çizgiyle, AEP dönek hainleri de (saldırılarını özellikle Mao Zedung yoldaşın şahsında yoğunlaştırarak) bu ML düşmanı ideolojik saldırı cephesine katılmıştır.
b) Sınıfsal konumları itibarıyla devrimci saflarda bulunupta [sic] şu ya da bu şekilde Lenin ve Leninizme, ya da bu maske ardında sığınarak diğer ustalara saldıran çeşitli küçük-burjuva ve orta burjuva akımlar...
İşte mevcut şartlarda, Lenin ve Leninizmi gerçek anlamda savunmak, her şeyden bütün bu çok yönlü. açık gizli, dolaylı dolaysız saldırılara karşı amansız ve acımasız biçimde savaşmak demektir. Ve en önemlisi de bütün bu saldırıları başarıyla bertaraf etmenin en güçlü silahı yine Leninizmin bizzat kendisi olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, halihazırda çağımız içindeki en zayıf ve en cılız anını yaşamaya sürüklenmiş durumda bulunan uluslararası komünist hareket ve onun tek tek özgül parçalarının görevi, her zamandan daha da çok Leninizm (ve Marksizm) silahına sarılarak, bütün bu çok yönlü saldırılara karşı mücadele etmektir. Ancak bu mücadele içinde, yani zıtlarıyla mücadele ede ede ML gelişebliir [sic], güçlenebilir, yeniden dünyayı titreten maddi bir güç haline gelebilir.
Açıktır ki, Lenin yoldaşın ölümsüz anısı, bugün içinde bulunulan yenilgi yılları ve zor devrimcilik döneminde, Partimize de her zamankinden daha da çok yol göstermeye ve ışık tutmaya devam etmektedir. Bunun bilinciyle hareket etmeli, yukardaki genel görevimizin yanı sıra, mevcut ülke ve dünya şartlarında, çok yönlü zor ve ağır görevlerle karşı karşıya bulunduğumuz bir ortamda, Lenin yoldaşı layıkıyla anmanın, her şeyden önce:
* İçinde bulunulan yenilgi yılları ve zor devrimcilik döneminin, Leninist bir tahlilinin yapılması, buna yol açan nedenlerin aranılıp bulunması, bu dönemin karşımıza koyduğu çok yönlü genel ve özgül görev ve sorunların bilincine varılması, dolayısıyla alabildiğine büyük bir şevk ve çabayla bütün bunların üstesinden gelinmeye çalışılması;
* Lenin gibi gerçek bir komünist önderin ve Leninist bir merkezi önderlik çekirdeğinin; komünist teorinin yaratılmasında; komünist partisinin şekillendirilmesi ve inşasında; komünist bilincin sınıf mücadelesine sokulmasında; yığınlara komünist bilincin taşınmasında; devrime başarıyla önderlik edilmesinde vs. olduğu gibi; bu tür dönemlerin genel ve özgül sorunlarının, mümkün olduğunca bilinçli tarzda ortaya konulmasında ve çözülmesinde de oynayacağı tayinedici [sic] merkezi rolün çok daha iyi biçimde bilincine varılması, bu tür komünist önder ve önderlik çekirdeklerinin düşman saldırılarından korunması için azami çabanın sarfedilmesi;
* Leninist parti ruhunun alabildiğine yüceltilmesi; partinin dalgalandırdığı komünizmin kızıl bayrağının yere düşmesine ve ayaklar altında sürünmesine kesinlikle ve ne pahasına olursa olsun meydan verilmemesi; bu bayrak etrafında, gerçek dostların en iyi şekilde felaket anlarında belli olacağı diyalektik gerçeği bir an için olsa dahi akıldan çıkarılmadan, çok daha sıkı bilinçli ve örgütlüce kenetlenilmesi; onun her türden tehlike ve saldırılara karşı gözbebeği gibi korunması; üzerine lekeler sürülmesine olanak tanınmaması; ve her zamankinden daha da çok yükseklere kaldırılması;
* İçinde bulunulan döneme, iç ve dış, objektif ve subjektif şartlarına uygun; bu dönemin yaratıcı bir tahliline dayanan; onun olumlu ve olumsuz yönlerini, avantaj ve dezavantajlarını, parçaya ve bütüne, içe ve dışa yönelik, esas ve tali, genel ve özel sorun ve görevlerini, kısacası tüm ilişki ve çelişkilerini mümkün olduğu kadar bilince çıkaran ve hesaba katan, doğru, bilimsel ve diyalektik bir Leninist taktik çizginin saptanması ve izlenmesi; bu doğrultuda, gerek genel olarak devrimci hareketin, gerekse özel olarak komünist hareketin kayıplarının asgariye indirilmesi; yaraların ihtimamla sarılması; mevcut güç ve imkanların titizlikle korunması; ileriye doğru, eskisinden çok daha güçlü bir sıçramanın yapılabilmes [sic] için, gereken güç ve enerjinin, mümkün olan en küçük imkandan ve fırsattan yararlanılarak, biriktirilmeye çalışılması: [sic]
* Leninist "devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz" ilkesi her zamankinden daha da çok akılda tutularak, ülkemiz devriminin bugün gelinen noktada bariz biçimde içine düştüğü teorik ve pratik tıkanıklığın, öncelikle de teorik açıdan açılabilmesi ve aşılabilmesi açısından teorik eğitim, faaliylet [sic] ve mücadeleye — ki, teorik mücadele sınıf mücadelesinden ayrı bir şey değil, onun siyasi ve ekonomik mücadeleyle birlikte ve en az onlar kadar önemli olan üçüncü bir biçimidir — gereken önemin verilmesi;
* Leninist özeleştiri ilkesine, her zamankinden çok daha sıkı biçimde sarılınması; mevcut duruma düşülmesinde, şu ya da bu biçimde, şöyle ya da böyle rol oynayan bütün hata, zaaf ve eksikliklerin cesaretle açığa çıkarılıp, amansız ve acımasız biçimde köklerinin kurutulması doğrultusunda gereken azami çabanın sarfedilmesi; bu temelde ortaya konulacak ideolojik-siyasi-örgütsel mücadele ürünleriyle, komünist hareketin, devrimci kadroların, işçi sınıfının ve yığınların eğitilmeye, ilerletilmeye çalışılması;
* Her türden anti-Leninist akımın, gerek uluslararası planda, gerekse ülke düzeyinde alabildiğine cirit attığı: [sic] enternasyonal proletaryanın on yıllar süren zorlu mücadeleler sonucu elde ettiği büyük kazanımlarını hemen hemen bütünüyle yeniden uluslararası gericiliğe kaptırdığı: [sic] ve uluslararası komünist hareketin çağımız içindeki en zayıf anını yaşamaya sürüklendiği mevcut iç ve dış şartlarda; Leninizmin bayrağının en güçlü biçimde yeniden yükseklere kaldırılması; enternasyonal proletaryanın bu ağır yenilgisinden çıkarılacak ilkeli ve doğru derslerin ışığında, tohum içinde çıkacak bitki, bütün bir bozkırı tutuşturacak kıvılcım misali, Leninist öğretinin, tekrar dünyayı titreten büyük bir maddi güç haline getirilmesi; komünizmin yüce ruhunun nelere kaadir [sic] olduğunun dost düşman herkese bariz biçimde gösterilmesi... demek olduğunu asla unutmamalıyız.
Lenin'i, adına ve ölümsüz anısına uygun tarzda ve layıkıyla anmak, açıktır ki, ancak bu ve benzeri somut derslerin çıkarılabilmesiyle mümkün olur. Aksi taktirde, çoğu sahte, "Leninistlerin" yaptığı gibi, keskin "Lenin" çığırtkanlığı yapmış olunmaktan öteye geçilemez.
Bu doğrultuda, ülkemiz komünist hareketi olarak, ölümünün 61. yılında, yüce Lenin'in ölümsüz anısının önünde saygıyla eğilerek, Leninizmin kızıl bayrağını daha da yükseklere kaldıralım!

20 Ağustos 2022 Cumartesi

BELGE | Zeki Uygun - Parti şehitlerimizi anıyoruz! (Ocak 1986)

SUNUŞ


Önce halkın öğrencisi, sonra öğretmeni olan, yiğit TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) Partizanı, yılmaz halk savaşçısı, ülkemizde ârî Marksizmin ağır toplarından, önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın en sadık izleyicilerinden, TKP (M-L)'nin yetiştirdiği en değerli komünistlerden Zeki Uygun ("Hoca") yoldaş.

Aşağıda yayınlayacağımız bu yazı, Zeki Uygun yoldaş tarafından İşçi-Köylü Kurtuluşu (İKK) dergisinin 1986 yılındaki Ocak ayı Parti ve Devrim Şehitleri özel sayısı için yazılmıştır.[1] Doğal olarak ilk başta imzasız olarak yayınlanan bu yazının, Zeki Uygun yoldaş tarafından yazıldığı, şehadeti sonrasında yazının sadece ufak bir başlangıç kısmını tekrar yayınlandığı İKK sayısında ifşa edilmiştir. İşçi-Köylü Kurtuluşu imzalı başlıksız ön açıklamada bu konuda şöyle deniyordu:[2]

22 Kasım 1986 tarihinde Dersim'in Ovacık ilçesinin Hürmük mezrasında, dağ evini helikopterler desteğinde kuşatan faşist operasyon birliğine karşı komünist direnme ruhuyla cevap veren, silah elde kahramanca döğüşerek [sic] şehit olan 8 yoldaşımızdan biride [sic] Zeki UYGUN'du. Partimizin değerli üyesi ve kadrolarından olan yoldaş Zeki Uygun'un kavgasını yaşatacağımızı belirtiyor, ölümsüz anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Bu sayımızda onun kendi kalemi ve dilinden parti şehitleri konusundaki bir yazısını yayınlıyoruz.
Bu yazı 1986 Ocak ayında parti şehitleriyle ilgili çıkarılan İşçi-Köylü Kurtuluşu özel sayısında da yer almıştı.
İşçi-Köylü Kurtuluşu

İlgili sayıda iki farklı yazı var.[3] İlkinin Zeki Uygun tarafından yazıldığını kesin olarak biliyoruz, ikincisine ise bir atıf görmedik. İki yazı da ufak olduğu ve dil olarak büyük oranda benzerlik taşıdığı için Zeki Uygun tarafından yakın zamanlarda yazılmış olma ihtimali çok yüksek, yine de kesin bilgimiz olmadığı için ikinciyi ek olarak vereceğiz. Bu ikisinin dışında kalan diğer yazıları almıyoruz.[4]

Zeki Uygun'un olduğunu kesin olarak bildiğimiz yazıda, normalde sayfanın ortasında (iki sütunu [birisinde iki paragraf arasındaki boşluğu, diğerinde direkt bir paragrafı] ortadan ikiye yaracak şekilde) yatay geçen bir Lenin alıntısı var ama metin içinden alıntı olmadığı, konuyla alakalı verildiği için onu yazının sonuna koyacağız. Yazım ve/veya dizgi hatalarına da dokunmadık.

Fazla söze gerek yok, parti şehidini anmayı, önce halkın öğrencisi, sonra öğretmeni olmuş, ülkemizde ârî Marksizmin ve İK yoldaşın öğretilerinin en sadık savunucularından olmuş Zeki Uygun yoldaşa bırakıyoruz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.08.18-20.

[1] "Parti şehitlerimizi anıyoruz!". ... [Uygun, Zeki]. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Ocak 1986. Özel Sayı. Sayfalar: 2-3.
[2] "Parti şehitlerimizi anıyoruz!". Uygun, Zeki. İşçi-Köylü Kurtuluşu. Aralık 1986. Sayı: 75. Sayfa: 24.
[3] 2. yazı: "Parti Şehitlerini Anmak Onların Uğruna Canbedeli Mücadele Yürüttükleri M-L'i Savunmak; Parti Ve Orduyu Güçlendirmek Demektir!". agy. Sayfalar: 4-5.
Not: Bu yazıda iki sayfada da metin içinden seçilip öne çıkarılarak tekrar edilmiş birer sütun alıntı var, doğal olarak bunları tekrar almayacağız.
[4] Diğer yazılar şunlardır:
- "Parti şehitlerimizi anıyoruz!". agy. Sayfalar: 6-8.
Not: Fotoğrafsız kısa biyografiler şeklinde başlangıçtan Ocak 1986'ya kadarki (kimi eksik isimlerin olduğu gibi, bugün Partizan Şehitleri sitesinde olmayan bazı isimlerin de olduğu, ayrıca bazısı yanlış, geri kalanı araştırılmaya gerek duyan kimi detay farklılıkların da olduğu) şehitler listesi ile ona eşlik eden metin içine gömülü kutucuklarda Muzaffer Oruçoğlu ("Haydar Teber" imzasıyla)'nun şiirlerinden (mesela "Hazır ol!" şiiri) seçme kısımları barındırmaktadır.
- "ENTERNASYONAL PROLETARYANIN OCAK AYI ŞEHİTLERİNİ ANIYORUZ! Enternasyonal Proletarya Ve Ezilen Dünya Halklarının Yüce Önder ve Öğretmeni V. İ. LENİN ÖLÜMSÜZDÜR!". agy. Sayfalar: 9-11.
Not: Stalin'in Amerikan İşçi Delegasyonu ile yaptığı konuşmasından bir alıntı olan bu yazıya, kutucuk içinde imzasız bir de ön açıklama eklenmiştir.
- "Rosa Lüksemburg Ve K. Liebknecht Ölümsüzdür". agy. Sayfa: 11.
Not: Ufak bir anma yazısı, sonrasında ise Muzaffer Oruçoğlu ("Haydar Teber" imzasıyla)'nun "Rosa'nın Anısına" [Şubat 1983] şiiri.
- "Halk İçin Çalış". Mao, Zedung. agy. Sayfa: 12 (arka kapak).

***

PARTİ ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ!

Sınıf mücadelesinin önemli ve amansız bir dönemecinden daha geçtik, geçiyoruz.
Yıllardır dört bir yandan ateş altında tutulan ve kesin yenilgiye uğratılmaya çalışılan partimiz üzerinde kümelenen kara bulutlar hızla dağılmaya yüz tutmuştur.
Partimizin ufku giderek daha da genişlemeye, yolu giderek daha da aydınlanmaya başlamıştır.
O günümüz dünyasında istisnai komünist nüvelerden birisi olarak, şimdi hem ülke düzeyinde hem de uluslararası planda akıma karşı yüzmektedir. Ve artık onu tutabilmek, ya da gittiği yoldan geri çevirebilmek, açık-gizli, maskeli-maskesiz hiçbir komünizm düşmanının harcı değildir.
Partimiz geleceğin kendisinin olduğunun bilincindedir ve hala dört bir yandan ateş altında olmasına rağmen, bugün gelinen noktada geleceğe çok daha güvenle bakmaktadır.
Zira, kurucu önderimiz İ. Kaypakkaya yoldaşın üzerine gerdiği teorik zırh sayesinde, bugüne kadar geçen süreç içinde herhangi bir nitelik dönüşümüne uğramadan varlığını koruma başarısı gösteren partimiz, uzun yılların ürünü olarak kan-can pahasına edinilen zengin bir mücadele deney ve tecrübesi zemini üzerinde, zafere açılan kapıyı adım adım aralamaya başlamıştır bile.
Geçmiş zengin mücadele deney ve tecrübesini sağlıklı bir senteze tabi tutma, geçmişin ilkeli ve kapsamlı bir özeleştirisini yapma ve geçmişten çıkarılacak olan doğru dersleri geleceğimiz için güçlü bir silah haline getirme merkezi görevine, diğer sınıf mücadelesi görevlerini de mümkün olduğunca aksatmadan sıkı sıkıya sarılan partimizin, bugün gelinen noktada ileriye doğru büyük bir sıçrama yaparak, bütün gücüyle yeniden sınıf mücadelesinin engin denizine açılması ve zaferden zafere koşması kaçınılmazdır.
Bu, tarihin karşı konulamaz ve durdurulamaz bir akışı olacaktır.
Bu tarihsel akımı durdurmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Açık-gizli, maskeli-maskesiz, dolaylı-dolaysız tüm halk, devrim ve komünizm düşmanları partimizden ne kadar korkarsalar korksunlar, yine de azdır. Partimiz, sadece her türden halk ve devrim düşmanlarının değil, aynı zamanda he türden revizyonizmin ve oportünizmin 'ipini çekmeyi' de boynunun borcu bilmektedir.
Bu yılki Parti Şehitlerini Anma Haftası'nda, halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve yüce komünizm davası şehitlerimizi, için için kabaran ve bir sel gibi bendinden boşanması kaçınılmaz olan işte böylesine coşkun ve engin bir ruh hali içinde anıyoruz.
Şehitlerimizin ölümsüz anılarını, işte böyle bir ruh hali içinde tazeliyor ve her türden parti, halk, devrim ve komünizm düşmanlarının yüreğine derin korkular salan ve onları bir kez daha derinden yaralayan güçlü ve yenilmez bir manevi silah haline getiriyoruz.
Türkiye devrimi gönderine kızıl bir güneş gibi doğan kurucu önderimiz İ. Kaypakkaya'ya, onun kızıl direniş ruhunu yeniden yaşatan S. Cihan, H. Hakkı Erdoğan, M. Yakar, M. Z. Şerit'leri [sic] ve silah elde toprağa düşen daha nice nice yoldaşlarımızı;
28/29 Ocak 1921 gecesi Kemalist cellatlar tarafından Karadeniz'in karanlık sularında boğdurularak hunharca katledilişlerinin 65. yılında M. Suphi ve 14 yoldaşını;
Ölümünün 62. yıldönümünde enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halklarının yüce önder ve öğretmeni V. İ. Lenin'i;
Berlin'de başları dipçik darbeleriyle ezilerek hunharca katledilişlerinin 67. yılında Alman proletaryasının ve 3. Enternasyonal'in yiğit önderlerinden R. Lüksemburg ve K. Liebknecht'i işte bu ruh hali içinde anıyoruz.
Kısaca işte bu ruh hali içinde sınıf kinimizi ve mücadele azmimizi bir kez daha biliyoruz en keskin biçimde emperyalizme, sosyal emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı.
"Devrim ziyafet vermeye, yazı yazmaya, resim yapmaya ya da nakış işlemeye benzemez. Devrim, o kadar zarif, o kadar rahat ve nazik, o kadar ılımlı, müşfik, kibar, ölçülü ve alicenap olamaz. Devrim, bir ayaklanmadır, bir sınıfın başka bir sınıfı devirdiği bir şiddet hareketidir." der Mao Zedung yoldaş.
Bu evrensel geçerliliği olan bir devrim yasasıdır. Diğer ülke devrimleri gibi ülkemiz devrimi de kaçınılmaz biçimde bu yolu izliyor ve izleyecektir de.
Bir başka deyişle devrim yolu dümdüz değildir, engebeli, dolambaçlı ve sarptır. Binbir zorluk ve engellerle doludur. Başarısızlık, kayıplar, yenilgilerle doludur ve ölüm olağandır.
Dolayısıyla, bu yolda ilerlerken karşılaşılan kayıp, başarısızlık, yenilgi ve zorluklardan yılmayanlar ve önlerine dikilen her türlü engeli altetme [sic] azim, cesaret ve kararlılığına sahip olanlar ancak devrimin aydınlık doruklarına tırmanabilir ve sonunda zafer meyvelerini tadabilirler.
Mao Zedung yoldaşın da dediği gibi; "Mücadele olan her yerde fedakarlık vardır ve ölüm olağandır. Halkın çıkarlarını ve büyük çoğunluğunun çektiği acıları yüreğimizde duyduğumuz için, halk için öldüğümüz zaman bu değerli bir ölümdür."
"Her insan bir gün ölür, ama her ölümün önemi aynı değildir... Halk için ölmek Tay Dağı'ndan da yücedir, ama faşistler için çalışmak ve sömürenler ve ezenler için ölmek tüyden de değersizdir."
Hiç şüphesiz ki, İ. Kaypakkaya yoldaşın da berrak bir şekilde vurguladığı gibi; "Emperyalizme ve gericiliğe karşı dövüşürken ölen herkes, saygıya değerdir. Ama bu, bunların içindeki revizyonist ve anarşist unsurlarla komünistler arasında bir çizgi çekmememize asla yol açmamalıdır. Yoksa, daha da saygıya değer olan komünizme, halkın kurtuluşu davasına saygısızlık edilmiş olur."
Bu nedenle biz de, emperyalizme, komprador kapitalizme, feodalizme ve faşizme karşı savaşırken ölen herkesi saygıyla anmalıyız. Ama bu bizim, komünistlerle tüm diğer devrim şehitleri arasında kalın bir ayırım çizgisi çekmemizi engellememelidir. Aksi taktirde çok daha büyük saygıya layık olan halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve yüce komünizm davası şehitlerimize saygısızlık etmiş oluruz.
Onlarca yoldaşımız partinin, halkın, devrimin ve yüce komünizm davasının menfaatlerini kendi kişisel menfaatlerinin üzerinde tuttukları ve halkın çektiği büyük acıları yüreklerinin derinliklerinde hissettikleri için, halk ve devrim düşmanlarına karşı mücadele içinde seve seve ölümü kucakladılar. Onlar ölüme meydan okuyan bu tavırlarıyla, ancak "bin kılıç darbesiyle param parça olmaktan korkmama" cesaretine ve 'dağları yerinden oynatma' azmine sahip olanların sonunda devrimi zafere ulaştırabilecekleri gerçeğini bize tekrar tekrar hatırlattılar. Yoldaşımızın kızıl kanlarını dökmesine pahasına bize hatırlattıkları bu dersi hiç bir [sic] zaman akıldan çıkarmamalıyız.
Açıktır ki, bütün bu gerçekler, devrimin her anının ya da her döneminin aynı anlam ve önemi taşıdığı, aynı zorlukta olduğu, aynı fedakarlık ruhunu gerektirdiği söylenemez. Tam tersine bütün bu gerçekler, özellikle de zor devrimcilik dönemleri (yenilgi yılları ya da devrimci durgunluk ve geri çekiliş dönemleri) açısından çok daha derin bir anlam ve öneme büründüğü, tartışma götürmez bir gerçektir.
"Devrim patlak verdiği zaman ve var hızıyla gelişirken, ve herkes modaya uymak için, bazen de kariyerinde ilerlemek için devrime katıldığı zaman -der Lenin yoldaş-, devrimci olmak zor bir şey değildir. Bu sahte devrimcilerden 'kurtulmak' için proletarya daha sonraları, zaferden sonra az çekmeyecektir: proletarya bu ikinci kurtuluş uğrunda görülmedik çabalar harcıyacak [sic] acılar çekecektir. Durum doğrudan, açık, gerçekten yığınsal, gerçekten devrimci bir savaşıma henüz elverişli değilken devrimcilik yapmak; devrimci olmayan, giderek gerici olan kurumlarda, devrimci olmayan bir havada, devrimci bir eylem yönteminin gereğini hemen kavramaya olmayan yığınlar arasında devrimin çıkarlarını (propagandayla, ajitasyonla, örgütlenmeyle) savunmayı bilmek çok daha zordur ve çok daha değer taşır."
Çünkü böyle dönemler, devrimci mücadelenin çok daha zorlaştığı ve çok daha büyük fedakarlıklar gerektirdiği, çok daha yüksek bir bilinçliliği ve örgütlülüğü, çok daha yüksek bir cesaret, azim ve kararlılığı zorunlu kıldığı dönemlerdir.
Çünkü böyle dönemler, felsefi idealizme kayışın, 'tanrı' arayıcılığının, yılgınlık, teslimiyet ve dönekliğin kol gezdiği, siyasal-ideolojik ve örgütsel sorunların 'dağ' gibi yayıldığı ve genel bir kaos halini aldığı, kitle bağlarının zayıfladığı ve devrimin geçici 'yol arkadaşları'nın akın akın safları terkettiği [sic] dönemlerdir.
Kısacası böyle dönemler, kendisine ben 'devrimciyim', ben 'komünistim' diyen herkesin, adeta ateş ile çeliğin çemberinden geçercesine amansız bir sınavdan geçtiği, geçici ile kalıcının, çürük ile sağlamın, sahte ile gerçeğin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın birbirinden kalın çizgilerle ayrıştığı dönemlerdir.
Böyle dönemler, büyük sorunlar ve zorluklar dönemidir. Dolayısıyla 'normal' zamanlara göre omuzlarımıza çok daha ağır görev ve sorumluluklar yükler, bizden çok daha büyük fedakarlıklar gerektirir, on kat yüz kat daha fazla enerjiyle yorulmak bilmeksizin çalışmamızı, mücadele etmemizi, sorunlarla savaşmamızı zorunlu kılar.
Böyle dönemlerin, adeta 'sırat köprüsü'nden geçme misali karşımıza diktiği ikilem şudur:
Ya hiç zorluk ve engelden yılmadan, hiç bir [sic] görev, sorumluluk ve fedakarlıktan kaçınmadan, mücadeleyi kan-can pahasına amansız biçimde sürdürmek, dolayısıyla partinin, halkın, devrimin menfaatlerine sonuna kadar bağlı kalmak!
Ya da hayatın ortaya koyduğu karmaşık görev ve sorunların ağır yükü altında adeta pestil gibi ezilmek, zorluklar ve engeller karşısında diz çökmek, korku, panik, yılgınlık, döneklik ve teslimiyet yolunu seçerek hızla felsefi idealizme kaymak, 'sihirli değnek' misali sorunları 'bir çırpıda' çözecek bir 'tanrı' arayıcılığına çıkmak ve adım adım devrimci ve komünist kişilikten soyutlanarak süreç içinde can çekişip çürümek.
Zor değil 'kolay' dönemlerin moda 'devrimci' ve 'komünist'leri işte bütün bu zorluk ve engellere başarıyla göğüs geremezler. Böyle dönemlerle karşılaşıldığında süratle pusulayı şaşırmakta gecikmezler. Üzerlerine sanki binlerce ton ağırlığındaki bir karamsarlık havası çöker. Her şeyi karanlık, olumsuz, kötü görmeye başlarlar. Daha düne kadar adeta 'tapındıkları' kutsal değerlere dahi veryansın etmeye başlarlar ve hızla inkarcılığa kayarlar. Artık onların en çok sevdiği renk 'kara' olmuştur. Çünkü aslında onların ruhları 'kararmış'tır ve bu ruh hallerini adeta salgın bir hastalık gibi etrafa yaymaktan da geri kalmazlar. Onlar için artık her şey 'bitmiş'tir ve zafer 'imkansız'dır. Oysa asıl biten kendi 'devrimci enerji'leridir. Ama batağına saptıkları felsefi idealizmin doğal sonucu olarak kendilerini 'dünyanın merkezine' oturttukları için, kendi bitmişliklerini hemen 'dünyanın bitmişliği' olarak ilan ederler...
Açıktır ki, bu tür moda 'devrimci' ve 'komünist'lerin kaçınılmaz biçimde sapacakları yol, ikincisi olacaktır. Yani ideolojik zayıflıkları ve çürümüşlükleri, ister açıkça kendisini ortaya koysun isterse bin bir ideolojik-siyasi-örgütsel 'gerekçe' ile maskelenmeye çalışılsın, bu tür öğelerin kaçınılmaz biçimde partiye, halka, devrime sırt çevirmelerini de birlikte getirecektir. Ve bu bir anlamda doğaldır. Çünkü sınıf mücadelesi yasaları böyle işler ve kendisine ayak uydurma başarısı göteremeyenleri [sic] gözlerinin yaşına bakmadan acımasız bir biçimde ezer geçer.
Oysa zor dönemlerin devrimci ve komünistleri bu tür zorluk ve engellerden asla yılmazlar. Sorunların ağırlığı ve karmaşıklığı karşısında pusulayı şaşırıp acz içine düşmezler. Devrimci ve komünist iyimserliklerini ve geleceğe olan sonsuz inançlarını asla yitirmezler. Önlerine dikilen zorluk ve engellere karşı uzlaşmaz ve amansız bir savaş açarlar. Mücadelelerini en zor şartlarda dahi kesintisiz biçimde sürdürürler. Onların kitabında yılgınlığın, dönekliğin, teslimiyetin, ihanetin yeri yoktur. Böyleleri gerçek devrimci ve komünistlerdir. Onlar zorluklara karşı mücadele içinde sınanırlar, pekişirler, çelikleşirler. Halka ve devrime olan sadakatlerini açık biçimde ispatlarlar. Onlar hiç bir [sic] engel ve zorluk tanımazlar. Onlar açısından devrimci ve komünist irade ve azmin alt edemeyeceği hiçbir zorluk, aşamıyacağı [sic] hiç bir [sic] engel olamaz. Onlar için "başarısızlık başarının anasıdır". Onlar için zafer tohumları ancak yenilgiler içinde çimlenebilir, boy sürebilir, geleceğin heybetli zafer ağaçlarına dönüşebilir. Onlara göre savaşa savaşa savaşılması, yenile yenile yenmesi öğrenilir...
"Şu da unutulmamalı -der Engels- mücadelede her zaman başarıları başarısızlıklar izler. Bu yüzden de, zaman zaman işler biraz kötüleşirse düş kırıklığına uğramamak gerekir."
Keza aynı diyalektik gerçeği bir başka açıdan Mao Zedung yoldaş ise şöyle ifade eder:
"Devrimci mücadelede zaman zaman güçlükler elverişli şartlardan daha ağır basar; bu durumda güçlükler çelişmenin esas yönünü, elverişli şartlar tali yönünü teşkil eder. Ama devrimcilerin gayretleri ile, güçlükler tedricen yenilebilir, yeni elverişli durum yaratılabilir; böylece güç bir durum, yerini elverişli bir duruma bırakır."
İşte 'kolay' değil zor dönemlerin devrimcileri olan gerçek komünistlerin her şart altında rehber aldığı temel kurallar bunlardır.
Halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve yüce komünizm davası şehitlerimizi işte bu bilinç ve fedakarlık ruhuyla anmalıyız.
Onlar parti, halk ve devrim için hiç bir [sic] zorluk ve engelden yılmadan sonuna kadar mücadele ettiler. Bu uğurda hiç bir [sic] fedakarlıktan kaçınmadılar ve seve seve ölümü kucakladırlar.
Bu Parti Şehitlerini Anma Haftası'nda da onların ölümsüz anıları önünde bir kez daha saygıyla eğilirken, görevimiz, omların bize devrettiği yüce bayrağı daha da yükseklere kaldırmak ve onların kızıl kanlarıyla çizdikleri yolda, hiç bir [sic] zorluk ve engelden yılmadan, sarsılmaz bir cesaret, azim ve kararlılıkla nihayi [sic] zafer burçlarına doğru ilerlemektir!

["Hayat kendini kabul ettirecektir. Bırakın burjuvazi tepinsin, öfkesinden kudursun, boyundan büyük işlere kalkışsın, aptallıklar yapsın, bolşeviklerden peşinen intikam alsın ve dün bolşevik olmuş, yarın bolşevik olacak (Hindistan'da, Macaristan'da, Almanya'da vb.) daha yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce [sic] insanı öldürmek için çabalasın. Burjuvazi böyle yapmakla, tarihin yok olmaya mahkum ettiği sınıflar gibi davranıyor. Komünistler, ne olursa olsun, geleceğin kendilerine ait olduğunu bilmelidirler. Bu yüzden, güçlü devrimci mücadele içinde, burjuvazinin çılgınlıklarının en serinkanlı ve uyanık bir değerlendirmesini, en büyük devrimci heyecanla birleştirebiliriz ve birleştirmeliyiz de"

V. İ. LENİN]

***


Parti Şehitlerini Anmak Onların Uğruna Canbedeli [sic] Mücadele Yürüttükleri M-L'i [sic] Savunmak; Parti ve Orduyu Güçlendirmek Demektir!

Parti şehitlerimizi anmak; partimizin M-L asgari ve azami programatik görüşlerini her alanda tavizsiz savunmak demektir.
Sınıf mücadelesinin karmaşık ortamında aydınlık yolda yürümek, pusulayı şaşırmamak hedefe ulaşmak için bu tayinedicidir [sic].
Şehit yoldaşlarımızın her konuda olduğu gibi bu konuda da sergiledikleri örnek komünist tutum yolumuzu aydınlatıyor.
Onlar; özü aynı olan burjuva diktatörlüğünün şu veya bu biçimlisi için mücadele eden her türden oportünizm ve revizyonizmin amansız düşmanıydılar. Faşist diktatörlüğün cunta biçimlisi yerine; parlamenter maskeli olanını ezilen yığınlara kurtuluş alternatifi olarak sunanlarla, yoldaşlarımızın şerefle temsil ettikleri M-L çizgi arasında kalın, niteliksel ayrım çizgisi vardı. Yoldaşlarımız; cuntası, parlamentosuyla faşist diktatörlüğe karşı mücadelede, Demokratik Halk İktidarı, sosyalizm ve komünizm alternatifinin savunucusuydular. Faşizmin yıkılmasına düzen çerçevesinde onun koyduğu sınırlar içinde çözüm arayan ve hakim sınıfların çeşitli kliklerinin temsilcileri olan düzen partileriyle kol kola "Demokrasi" mücadelesi verilmesini, derde deva olarak gösterip, "muazzam" buluşlar yarattıklarını zanneden burjuva kuyrukçularının aksine yoldaşlarımız Faşist Diktatörlüğü yıkmanın ancak Demokratik Halk Devrimini zafere ulaştırmaktan geçtiği gerçeğini dayattılar. Yığınların devrimci potansiyelini sahte kurtuluş alternatifleriyle, hakim sınıfların şu veya bu kesimin potasında eritme siyaseti yapanların suratlarına ağır şamar oldular.
Onlar; Leninist proletarya diktatörlüğü öğretisine karşı Kautsky, Bernstein ve hempalarının cephaneliğinden alınmış çakaralmaz silahlarla sürdürülen saldırı harekâtının mimarlarına karşı durdular. "Taban demokrasisi, yığınların kendi kendini yönetmesi, özgürlük" gibi tumturaklı sözlerle, Leninist devlet öğretisini revizyondan geçirmek isteyen ve kökleri eskilere dayanan "yeni" burjuvaların Kautskici [sic], Prodhoncu [sic], Anarşist, Euro Komünist, Troçkist saldırılarına göğüs gererek komünizm için mücadelede vazgeçilmez bir silah olan proletarya diktatörlüğünün can alıcı önemine işaret ettiler.
ML proletarya diktatörlüğü teorisine; "Bu elit bir tabakının [sic], partinin diktatörlüğüdür" gerekçeleriyle itirazlar yükseltip, "Sivil Toplum" teraneleriyle ortalığı toza-dumana boğarak burjuvaziyle uzlaşma, bütünleşme misyonunun teorik kılıfının hazırlıyan [sic], hazır burjuva devlet mekanizmasının devralınmasını, onun çeşitli kurumlarından kapılacak sandalyelerle "demokratikleştirilmesi" alternatifiyle hareket eden her türden burjuva "liberal" karargâhların aksine yoldaşlarımız; siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, yani burjuva devlet cihazının parçalanması ve yerine proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçimi olan Demokratik Halk İktidarı'nın kurulması meselesinin yani devrim sorununun merkezi konusunu teşkil eden iktidarın silah yoluyla ele geçirilmesi gerektiğini her yönlü örnek mücadeleleriyle bir kez daha gösterdiler.
Acizliklerinden ötürü açıktan ve gerçek kimliklerini ortaya sererek marksizm-leninizme karşı mücadele cüretini gösteremeyen her türden oportünist biçarenin sözümona [sic] "ML'in [sic] doğru yorumlanması" laflarıyla gerek ulusal, gereksede [sic] uluslararası planda sürdürdükleri haçlı seferleri karşısında Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Ze Dung yoldaşların kızıl sancağını dalgalandıran şehit yoldaşlarımızın ölümsüz anısı en büyük ilham kaynağımızdır.
Şehit yoldaşlarımız; Yüce komünizm için mücadelede, proletaryanın en tayin edici silahı olan proletarya partisinin önemini, örgütsüz proletaryanın bir hiç olacağı gerçeğini; enternasyonal proletaryanın bir parçası olan ülkemiz proletaryasının en deneyimli, en fedâkar, en ileri unsurlarının ML siyasi, ideolojik, örgütsel bir zemin üzerinde gönüllü, bilinçli irade ve eylem birliğini ifade eden şanlı partimiz TKP/ML'e [sic] olan bilimsel inanç be sonsuz güvenleriyle berrak bir şekilde ispatladılar.
Onlar; "kolar" günlerde lafta mücadele şampiyonu kesilen küçük burjuva velvelecilerinin "zor" günlerde köşelerine çekilerek, miskin, dökülmüş vaziyetlerini maskelemek için bin dereden getirilen sularla örgütsüzlüğün, karamsarlığın, inançsızlığın, inkarcılığın, felsefi idealizmin, ahlâki çöküşün, ideolojik çöküntünün meşrulaştırılmasıiçin [sic] oluşturulan zırva teorileri yürüttükleri şanlı mücadele ile yırttılar. Önderimiz İ. Kaypakkaya'nın ölümsüz ML fikirlerine söz ve pratikleriyle sahip çıktılar. Komünizmin ruhunun engel tanımazlık, zorluklara boyun eğmezlik, olağanüstü fedakârlık, zor olanın başarılması, komünist dayanıklılık, bilinç, örgüt ruhu, davaya sarsılmaz bağlılık, cesaret, karmaşık ortamda yolunu çıkarabilmek, paniğe yer vermemek vb. olduğunu ölümsüz anılarıyla ortaya koydular.
Darbeler, yenilgiler karşısında çökenlere, herşeyin [sic] bittiğini zannedenlere, bıktırıcı yakınmaların şampiyonu olanlara karşı yoldaşlarımız; "Bugünü geçmişten çıkaracağız, yarını ise bugünden kuracağız" şiarını prensip ederek her gelişmeyi diyalektik ve tarihi materyalist bakış açısıyla inkarcılığa, tasfiyeciliğe yer vermeden, hata ve eksikliklerimizin kökünde yatan siyasi ve ideolojik sebeplerin ortaya konularak halkımıza her şeyin hesabının verilebileceğini, sınıf mücadelesinin dümdüz bir asfaltta yürümeye benzemediğini, her engelin, problemin, darbenin, yenilginin ML'in [sic] teorisiyle silahlandığında, onun yol göstericiliğinde yüründüğünde aşılabileceğini, sergiledikleri örnek tutumlarıyla gösterdiler.
Şehit yoldaşlarımız; ülkemizde "genel ayaklanma" çığırtkanlığıyla sağcı özlerini küllemeye çalışan ancak 12 Eylül sonrası, pratiğinde bir kez daha tuz, buz ettiği her türden oportünistin alternatifine karşı Halk Savaşı mücadelesinin halkımızın tek kurtuluş yolu olduğu gerçeğini bugüne kadar olduğu gibi yine ispatladılar.
Onlar "Halkın ordusu yoksa hiçbir şeyi yoktur" gerçeğini berrak olarak bir daha gösterdiler. Legal, kof, hantal örgütlenmelerle bir yere gidilmeyeceğine bir kez daha parmak bastılar.
Onlar "yığınlara dayanma" adına kitleler seviyesinde siyaset yapan, onların önünde değil ardında yürüyen veya en çok onların seviyesinde hareket eden, kendiliğinden kitle hareketleri karşısında secde eden bilcümle ekonomistin aksine yığınlara doğru önderliğin; ancak en ileri teorinin (ML'in [sic]) kılavuzluk ettiği bir partiyle yerine getirilebileceğini, siyasetin tesbitinde [sic] ileri bölgelerin, ileri kitlelerinin temel alınması gerektiğini öğrettiler. Aynı şekilde bir avuç aydının öfkesinin herşeye [sic] kadir olacağını zanneden ve yığınların bağrında taşıdığı büyük devrimci potansiyele, yaratıcılığa insiyatife [sic] güvenmeyen 'sol' kendiliğindencilerinde [sic] sonlarının her zamanki gibi hüsran olacağını öğrettiler.
Onlar; "yasaklar zincirinin kırılması için" burjuva demokratik ha ve özgürlüklerin savunulmasını temel mücadele yolu olarak görüp bunun için "kabul edilebilir" çerçevede Cunta'ya karşı "burjuva muhalefet" ile "uygun bir ortam" yaratmaya, kolay şekilde siyasi faaliyet ve örgütlenme icraa [sic] edebilmeye soyunan her türden oportünist-revizyonistin ham hayellerine [sic] karşı ülkemizde silahlı mücadelenin canalıcı [sic] önemini ve bu yolu tutmayanların devrim laflarının boş bir edadan öteye gidemeyeceğini ortaya koydular.
Teori ile pratik, siyaset ile silah arasında kopmaz diyalektik bir ilişki vardır. Şehitlerimizin mücadelesi ML teorinin hükmettiği pratik ve yine ML siyasi çizginin kumanda ettiği silahlı mücadeledir. Onlar herşeyde [sic] siyasi çizginin tayinedici [sic] olduğu gerçeğini partimizin asgari ve azami programı doğrultusundaki faaliyetleriylede [sic] ispatladılar.
Türk hakim sınıflarının ezilen bağımlı Kürt Ulusu ve diğer azınlık milliyetler üzerindeki azgın ve milli zulmüne "bütün milliyetler için tam hak eşitliği" şiarı temelinde mücadele eden şehit yoldaşlarımız, çeşitli milliyetlerden ezilen halkımızı proletaryanın denenmiş kızıl sancağı altında toplamaya çalıştılar.
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunan yoldaşlarımız, her türden büyük Türk şovenizminin kara bayrağını yırttılar.
Yoldaşlarımız, Türk komprador burjuvazisi ve toprak ağalarının sınıf hareketi olan ve onların resmi ideolojisini ifade eden Kemalizme çişitli [sic] biçimlerde övgüler düzen, alkışlayan her türden oportünizme karşı durdular.
ML, bilimsel sosyalizm, ekonomi politik, sınıf mücadelesi öğretisini anlamamış ve onunla hiçbir zaman bütünleşememiş olan her türden oportünizmin kendi çıkmazını "ML'in bunalımı" olarak gösterme sahtekârlığına karşı parti şehitlerimiz, yaşayan, canlı, bilimsel bir öğreti olan ML'in, dünyayı doğru bir tarzda yorumlama ve değiştirmede tek alternatif olduğunu mücadeleleriyle gösterdiler.
Yoldaşlarımız, "Reel Sosyalizm" teraneleriyle burjuva demokrasisinin bayraktarlığını yapan, sosyalizmde geriye dönüşü izah edemeyen, oportünizme karşı, kapitalist toplumla komünist toplum arasında, bir geçiş dönemi olan ve bütün bu döneme proletarya diktatörlüğünün tekabül ettiği tüm sosyalizm dönemi boyunca sınıflar ve sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koydular. Kapitalizmden komünizme geçişi, sosyalizme geçişe indirgeyen ve böylecede [sic] sınıfların, sınıf mücadelesinin ortadan kalktığını zanneden her türden oportünizmin geriye dönüşler olgusuyla birlikte tökezleyerek kendi acizliklerini "ML'in iflası" olarak göstermelerine karşı yoldaşlarımız; proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesinin amansızca devam edeceği, iki yol, iki sınıf arasındaki ölüm kalım mücadelesinde halen kimin kesin olarak kazandığı sorununun nihai olarak çözümlenmemiş olduğunu, devrimin kesintisiz devam ettirilmesi gerektiğini ortaya koydular. Yani Marx, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretisini dahada [sic] geliştiren Mao Zedung Yoldaş'ın [sic] canalıcı [sic] katkılarına sahip çıktılar. Buna sahip çıkmayanlar netice burjuvazinin kuyruğuna takıldılar. Euro komünizmin, Troçkinin [sic], her türden modern revizyonizmin zavallı birer oyuncağı haline geldiler.
Parti ve Devrim şehitlerini anmak; Türk hakim sınıflarına ve onların yedeğindeki sol maskeli her türden ihanete, teslimiyetçiliğe karşı, devrimci düşünceyi, örgütlülüğü ve eylemliliği dayatmak, işçi sınıfı ve ezilen halkımızın kurtuluşu için her türden sahte çözümlere karşı Demokratik Halk Devrimini savunmak ve bu uğurda canbedeli [sic] bir mücadele yürütmek demektir.