18 Haziran 2022 Cumartesi

BELGE | TKP (M-L) - Yiğit halk savaşçısı Ali Yılmaz, komprador patron-ağa devletinin işkencehanelerinde katledildi (15 Aralık 1978)

 ÖN AÇIKLAMA

Okurlarımızın hatırlayacağı üzere daha önceden Ali Yılmaz yoldaş hakkında referans materyal olarak kullanılması amacıyla bir yazı yayınlamıştık.[1] Bu sefer yoldaşın ölümü ardından Partimizin yayınladığı bildiriyi yayınlıyoruz. Bildiriyi o zamanki imkanlar dahilinde sadece fotoğrafı taratıp, kalanını fotoğraflamıştık. Bildiriyi muhafaza eden yeri buradan açıklayamasak da, bu süreçte yardımcı olan emekçilerine de teşekkürü bir borç biliriz.

Bildiri 15 Kasım 1978 olarak tarihlenmiş, oysa ki mantıken doğrusu 15 Aralık olmalıdır, zira zaten yoldaşın yakalanması 30 Kasım'daki patlama ile olmuştur. Zaten hakkındaki öldüğü haberi de, yazımızda da gösterdiğimiz 14 Aralık'ta çıkmaya başlamıştır, yani en geç 13 Aralık olmalıdır. Buradan şehit sitesinde geçen 24 Aralık tarihinin düzeltilmesi gerektiğini de hatırlatırız. 

Önder yoldaşımız Ali Yılmaz, yiğit bir TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) savaşçısıydı. Onun ölümü sonrası onun konumuna getirilen Vecdi Tapşın isimli parti yıkıcısı hizipçi ve itirafçı hain aksine, o hem önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kurduğu çeşitli milliyetlerden Türkiye ve T. Kürdistanı halklarına ait olan Partimizi göz bebeği gibi savunmuş, korumuş, hem de önderi İK yoldaşın yolundan yürüyerek ser verip sır vermeyenler kervanına katılmıştır.

Yoldaşımızın şanlı anısı bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm için atan tüm kalplerde büyük bir saygı ve sevgiyle yaşıyor ve dünyanın sonuncu gününde dahi yaşamaya da devam edecek.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.06.19.


***

YİĞİT HALK SAVAŞÇISI

ALİ YILMAZ

KOMPRADOR PATRON-AĞA DEVLETİNİN İŞKENCEHANELERİNDE KATLEDİLDİ

***

BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ VE EZİLEN HALKLAR BİRLEŞİN

İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/MARKSİST-LENİNİST (TKP-ML) YAYIN ORGANI


ÇEŞİTLİ MİLLİYETLERDEN HALKIMIZ!

Komprador patron-ağa devletinin resmi cinayet şebekeleri yiğit halk savaşçısı Ali Yılmaz yoldaşıda [sic] hunharca katlettiler.

TKP (M-L)'nin kahraman üyesi ve partimize bağlı TİKKO'nun yılmaz savaşçısı ALİ YILMAZ[,] 30 Kasım'da bir kaza sonucu yaralanmış ve faşist güçlerin eline geçmişti. Yoldaşımız kısa sürede ölüm tehlikesini atlatmış, düzelmeye başlamıştı. Ecevit Hükümetinin resmi faşistleri yoldaşımızdan bilgi alabilmek için hemen işkenceye başladılar. Sır alamıyacaklarını [sic] anlayan paralı köpekler[,] doktorlarında [sic] yardımıyla yoldaşımızı katlettiler ..

ALI YILMAZ kimdir ve neden öldürüldü?


Ali Yılmaz yoksul köylü kökenli, Kürt milliyetinden dar gelirli bir işçi ailesinin çocuğudur. Yaşamı boyunca Türk hakim sınıflarının milli zulmünü omuzlarında hissetmiş, yoksul Kürt köylülerine yapılan baskı ve işkenceyi görerek büyümüştür. O, komprador patron-ağa devletinin halka reva gördüğü ve her firsatda [sic] uyguladığı sömürü, zulüm ve işkenceyi görerek, yaşayarak büyüyen genç bir proleterdi.

Daha 15-16 yaşlarında genç bir torna işçisiyken devrimci fikirlere sampati [sic] duymuş ve partimiz TKP (M-L) saflarında Demokratik Halk Devrimi mücadelesine katılmıştır.

Proleter yaşantısıyla , alçakgönüllülüğüyle kısa sürede halkla kaynaşmış, halkın sevgi ve sempatisini kazanmıştır. Dürüstlüğü, çalışkanlığı ve disiplin anlayışıyla yoldaşlarına örnek olmuş ve kısa sürede Marksizm-Leninizmi kavramıştır. Marksizm-Leninizmi kavradığı ölçüde hızla pratiğe uygulamış, anti-Marksist-Leninist fikirlere karşı uzlaşmaz bir mücadele vermiştir. Partimiz saflarında ortaya çıkan hiziplere ve tasfiyeciliğe karşıda [sic] var gücüyle mücadele ederek Marksist-Leninist saflarda yerini almıştır.

Ali Yılmaz bu başarısını askeri alanda da sürdürerek halka, devrine ve partimize büyük hizmetlerde bulunmuştur. Mücadelesi boyunca hiç bir zaman yılgınlığa düşmemiş, bir an dahi korkaklığa kapılmamıştır. Partimizin resmi ve sivil azılı halk düşmanlarına, komprador patron-ağa devletinin sömürü ve zulüm mevzilerine karşı kazandığı seferlerde Ali Yılmaz'ın önemli payı olmuştur.

O, yüce komünizm davasına, halkımıza ve partimize sarsılmaz bir inançla bağlıydı. O, bu inancını Marksizm-Leninizmden, mücadele ruhunu TKP (M-L)'nin kurucusu, halkımızın önderi İBRAHİM KAYPAKKAYA'dan alıyordu.

O, mücadelesi ve kısa yaşamı boyunca en ufak bir kişisel çıkarını düşünmedi. Devrimin, halkın ve partimizin çıkarlarını daima önde tuttu, ser verip sır vermiyerekde [sic] fedakarlıkların en yüce örneğini gösterdi.

O, bütün bu özellikleriyle öldüğünde cesur, kararlı ve insiyatifli [sic] bir gerilla komutanıydı.

İŞÇİLER, KÖYLÜLER, BÜTÜN HALKIMIZ,


Ali Yılmaz'ın TKP (M-L) saflarında mücadele eden bir savaşçı olması, O'nun öldürülmesi için yeterli bir nedendir. Bugüne kadar yaralı olarak resmi faşist güçlerin eline düşen, Cemil Oka, M. Zeki Şerit, Selahattin Doğan yoldaşlarımız neden öldürüldü? Bütün bunlar aynı özelliklere sahip, inançlı, kararlı komünist savaşçılardı.

Partimizin yürüttüğü Demokratik Halk Devrimi mücadelesi, Komprador patron-ağa devletinin uykularını kaçırmaya başlamıştır. Geniş halk yığınları arasında hızla örgütlenen partimiz TKP (M-L) ve O'na bağlı halkın silahlı gücü TİKKO[,] faşist mevzilere karşı başarı üstüne başarı elde etmektedir. Ecevit ve hükümetininde [sic] faşist yüzünü açığa çıkaran partimizin kararlı mücadelesi, işçilerin, yoksul köylülerin ve tüm halkın sevgi ve desteğini kazanmaktadır. Sömürü ve zulüm düzenlerinin çökmeye başladığını gören komprador patronlar ve toprak ağalarını ne efendileri emperyalistler, ne de hizmetçileri Türkeş'ler [sic], Demirel'ler [sic], Ecevit'ler [sic] kurtaramıyacaktır [sic]. Savunmasız ve yaralı insanları katletmeleri bu korkaklığın, telaşın ve zayıflığın sonucudur. Bizler ölebiliriz, inancımız ve mücadelemiz asla öldürülemiyecektir [sic].

Yüce komünizm davası uğrunda şehit olan ALİ YILMAZ ve diğer yoldaşlarımız[,] Partimiz TKP (M-L)'nin Halk Demokrasisi ve Bağımsızlık mücadelesinde yaşayacaktır.

YOLDAŞLARIMIZIN VE TÜM DEVRİM ŞEHİTLERİNİN HESABI MUTLAKA SORULACAKTIR!
KAHROLSUN EMPERYALİZM, SOSYAL EMPERYALIZM VE HER TÜRLÜ GERİCİLİK!
KAHROLSUN FAŞİST KOMPRADOR PATRON-AĞA DEVLETİ!
YAŞASIN DEMOKRATIK HALK DEVRİMİ!
YAŞASIN DEMOKRATIK HALK İKTİDARI MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN SOSYALİZM!
YAŞASIN TKP (M-L) ve ÖNDERLİĞİNDEKİ TIKKO!
15 KASIM [sic, Aralık] 1978.

***

Orijinal sayfa (bugüne gelen [kalitesiz] matbu yayınlardan toplanmış kopyalarda fotoğrafın yönü hep diğer tarafa baktığından, okuyucuya yabancı gözükmemesi için görüldüğü üzere fotoğrafın yönünü değiştirdik).
Orijinal sayfa.

***

EK:

Ali Yılmaz yoldaşın yaralı yakalandıktan sonraki hali (fotoğraf: "Yanlışlıkla patlayan roket gizli bir cephaneliği ortaya çıkardı". Günaydın. 2 Aralık 1978. Sayfa: 1.).

14 Haziran 2022 Salı

15-16 Haziran Eylemi: Türkiye proletaryasının öncüsünün temelini atan ulusal baş etken

KAHRAMAN İŞÇİ SINIFIMIZIN 15-16 HAZİRAN HAREKETİ, TÜRKİYE'DE KOMÜNİST ÇİZGİYİ DOĞURMUŞTUR


15-16 Haziran'da asker ve polisle çatışan kahraman işçi sınıfımız. Kaynak: IISG BG A28/656.


Türkiye proletaryasının öncüsü TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L)'nin oluşumu sürecinde birçok farklı mücadele ve özne etkili olsa da, temeli yaratan iki önemli olay vardır.


Bunlardan uluslararası planda olanı, Büyük Proleter Kültür Devrimi'dir. Büyük Polemik'ten sonra Uluslararası Komünist Hareket'in tarihinde ortaya çıkan en büyük kırılma noktası bu andır ve Büyük Polemik'in doğru Marksist derslerinin geliştirilip yeni bir seviyeye çıkarılmasıdır. Bu büyük eylemin etkisi o kadardır da İK yoldaş, TİİKP içerisindeyken Program Taslağı tartışmaları sürecinde bu yönde getirilen bir arkadaşın eleştirisini aynen kabul etmiştir.


Bunlardan ulusal planda olanı ise, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'dir. Bu eylem, Türkiye tarihinde nitelik ve nicelik yönünden bir ilk olduğu gibi, benzerinin yokluğundan da halen daha aşılmamış bir eşiktir. Kendiliğinden gelişen 15-16 Haziran eylemi, DİSK-TİP şefleri dahil tüm revizyonist ve oportünist kişi ve odaklara rağmen gelişmiştir. İşçiler, asker ve polisle çatışmış, eylemin yüceliği bazı yerlerde ordu içindeki halk saflarından gelme kişilerin de işçilerle kardeşleşmesine ve barikatları onlar lehinde kaldırmalarına yol açmıştır. Kuşkusuz bu kardeşleşme, işçi sınıfımızın kahraman ve militan eylemi olmasaydı, olmazdı.


TKP (M-L)'nin yaratılmasına giden süreçte kitlelerin ve kadroların zihinlerinde nitel ve nicel atılımlar yaratan nice olaylar olmuştur. Lakin hiçbirisi 15-16 Haziran eylemi ve ardından gelen sıkıyönetim sürecindeki yarı-illegal faaliyet gibi bir etkiye sahip olmamıştır. İK yoldaşın şekillenmesinde ne katıldığı öğrenci hareketleri, ve köylü hareketleri ne de diğer işçi grevleri 15-16 Haziran gibi etkiye sahip olmadı. Bu yüzden biz diyoruz ki 15-16 Haziran, Büyük Proleter Kültür Devrimi ile birlikte, TKP (M-L)'yi var eden iki büyük olaydan birisiydi.


15-16 Haziran eylemini anmak için, kendisi de eyleme katılmış İK yoldaştan ve daha sonradan eylemi değerlendiren proleter hareketten birkaç alıntıyı aşağıya alacağız.


Çeşitli milliyetlerden Türkiye halklarının öncüsü Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist), uluslararası planda Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin, Çin Yeni Demokratik Devrimi'nin ve en başta da Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin, ulusal planda ise 15-16 Haziran Büyük İşçi Hareketi'nin bir ürünü olarak doğmuştur.


İşçi sınıfımızın bu kendiliğindenci hareketinin eksiklerini aşıp daha güçlü nice 15-16 Haziranlar yaratmak görevimizdir ve bizler bunu yaratacağız!


- 15-16 Haziranları var eden kahraman işçi sınıfımız, daha nice 15-16 Haziranlar yaratacak ve zaferi elde edecektir.

- Yaşasın 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi!

- Yeni 15-16 Haziranlar yolunda ileri!


İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz

2022.06.15


***


İK yoldaşın yazılarından 15-16 Haziran'ın Türkiye komünist hareketine etkisi:[1]


"15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, İki Çizgi Arasındaki Mücadelenin Şekillenmesi ve PDA Revizyonizminin Bir Kere Daha Kılık Değiştirmesi 

 

İşçi sınıfımızın kendiliğinden gelme mücadelesi 15-16 Haziran'da doruğuna ulaştı. İşçiler bütün burjuva ve küçük burjuva revizyonist kliklerini tepeleyip geçtiler. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve arkasından gelen sıkıyönetim, bazı kadroların bilincinde önemli bir sıçrama yarattı. Bu arkadaşlar, işçi hareketinden ve onu izleyen zor mücadele günlerinden önemli dersler çıkardılar.

İşçi hareketi, birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Aybar-Aren oportünizmine ve bütün pasifist, parlamentarist görüşlere ağır bir darbe indirdi.

İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine ağır bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hâkim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi. Çünkü işçi direnişi tanklarla, süngülerle, sıkıyönetimle bastırılmıştı. Süngülerin gölgesine sığınan patronlar, sıkıyönetim makamlarıyla birlikte yüzlerce işçiyi işten atmışlardı. Yüzlerce devrimci işçi ve aydın, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Bütün bunlar M. Belli'nin, D. Avcıoğlu'nun ve H. Kıvılcımlı'nın cuntacı hayallerinin ve anti-Marksist-Leninist devlet ve ordu tahlillerinin saçmalığını ortaya çıkardı.

Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük-burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdi.

Dördüncüsü, 15-16 Haziran direnişinin bastırılması, devrimin ilk başlarda şehirlerde başarıya ulaşamayacağını, şehirlerde zaman zaman ortaya çıkacak işçi ayaklanmalarının kırlık bölgelere çekilmediği takdirde bastırılmaya mahkûm olduğunu gösterdi. PDA kliğinin belirsiz bir gelecekte, şehirlerde genel ayaklanma ile iktidarı ele geçirme hayallerine ağır bir darbe indirdi.

Beşincisi, 15-16 Haziran’dan sonra gelen ve üç ay süren sıkıyönetim, en zor şartlarda dahi mücadeleye devam etmenin ancak gerçekten devrimci bir örgütlenmeyle, kanundışı bir temel atarak ve çalışmaları bu temel üzerine inşa ederek mümkün olabileceğini gösterdi. Legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi şartlarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını gösterdi.

Altıncısı, 15-16 Haziran Direnişi, ülkemizde devrimin objektif şartlarının ne kadar olgunlaştığının somut bir delili oldu.

Büyük işçi direnişine katılan, sıkıyönetim şartlarında mücadeleyi devam ettiren, kitleler arasında çalışma pratiği olan bir kısım kadrolar, büyük işçi hareketinden gereken dersi çıkarttılar. Geçmişte izlenen çizginin sağcı ve teslimiyetçi bir çizgi olduğunu, revizyonist bir çizgi olduğunu kavradılar. Fakat bu mücadeleyi uzaktan izleyen, kitleleri tanımayan bir kısım burjuva unsurlar, işçi hareketinden gereken dersi çıkartamadılar. Hatta yanlış dersler çıkarttılar. Kolay başarı umuduna kapıldılar. Böylece PDA saflarında yeni bir çelişme doğdu.

Hareketin tepesine çöreklenmiş olan burjuva unsurlar, geçmiş sağcı çizgiyi tamamen terk ederek doğru bir çizgide hareketi inşa etmek yerine, bazı konularda ufak-tefek değişiklikler yaparak suratlarını yeni bir maske ile gizlemeye çalıştılar.

İki çizgi arasındaki mücadele, önce kendisini geleceğin değerlendirilmesi noktasında ortaya koydu. Burjuva unsurlar, bir süre sonra sıkıyönetimin kalkacağını ve eski "demokratik" (!) ortama dönüleceğini ileri sürdüler. Özellikle A. N. bu görüşün şampiyonluğunu yapıyordu. Marksist-Leninist kadrolar, sıkıyönetim kalksa bile, faşizan baskıların artmakta devam edeceğini; çünkü, iktisadi ve siyasi buhranın ortadan kalkmak bir yana, her geçen gün şiddetini daha da artırdığını, nisbî istikrar dönemleri olsa bile, bunun geçici ve kısa süreli olacağını savundu.

Revizyonistlerin tahlillerinin sonucu şuydu: Sıkıyönetimle biraz sarsılan eski sağcı pratik faaliyeti yeniden restore etmek. Marksist-Leninist kadrolar ise eski faaliyetin tümüyle ve kökten değiştirilmesi, sıkıyönetimin bizi nisbeten içine ittiği kanundışı örgütlenme ve mücadele yolunda yürünmesi gerektiği düşüncesindeydiler.

15-16 Haziran işçi direnişini takip eden sıkıyönetim günlerinde gerçekten de eski dergicilik faaliyetini aşan, az çok kendi kuvvetimize dayanan, az çok ihtilalci ve illegal bir faaliyete girişmiştik; daha doğrusu şartların zorlamasıyla, özellikle İstanbul’da böyle bir faaliyete itilmiştik. Bu faaliyetin de elbette bir yığın zaafı, yanlışı, eksiği vardı. Kadrolar seferber edilmemişti. İllegal çalışmada bir yığın acemilikler yapılıyordu. Örgütlenmede belli bir perspektif yoktu. Mücadele, toprak devrimi mücadelesine tabi değildi vs...

Ama, bütün bu çok önemli zaaflara rağmen ilk defa olarak kanundışı bir örgütlenme ve mücadele yolu tutulmuştu. Bu, her şeye rağmen iyi bir şeydi ve eski yoldan ayrılıp, bütün zaafları da bilinçli bir çabayla altederek, bu yolda ilerlemek gerekirdi. Fakat öyle olmadı. Sıkıyönetimin biraz gevşemesiyle birlikte illegal faaliyet de gevşedi. Gizli çalışan gruplar açığa çıktı. Sonra bunlar İşçi-Köylü büroları şeklinde iyice meşrulaştı. Bütün kadrolar dergiye döndü ve tam bu sırada "Sosyalist Kurultay" şiarı atıldı. Bütün itirazlara rağmen, haftalık derginin yeniden yayınlanması kararı alındı. Oysa, aylık PDA ve onbeş günlük İşçi-Köylü, bütün kadroları yutuyordu. Yine tam bu sırada, "İşçi-Köylü çalışma komiteleri kuralım" şiarı atıldı.

Bunlar, elbette tesadüfî şeyler değildi. Bunlar, burjuva sınıf içgüdüsünün ve burjuva sınıf tavrının, şartları elverişli görür görmez kendini ortaya koymasıydı. Bu şiarlar ve kararlar yanlıştı; çünkü bunlarla, gerçekten de, sıkıyönetimle biraz sarsılan eski çalışmalara yeniden dönülmüştü. Daha uzun müddet "demokratik ortamın" devam edeceği yanlış varsayımına dayanılıyordu.

Bu varsayım doğru olsaydı bile, yukardaki şiar ve kararlar yine yanlış olurdu; çünkü, her dönemde ve her şart altında proletarya kanundışı bir temel atmak, diğer her türlü örgütlenme ve çalışmayı bunun üzerine bina etmek zorundadır. Silahlı mücadele şartlarının iyice olgunlaştığı ve buna paralel olarak hâkim sınıfların faşizan tedbirlerini artırdıkları şartlarda yukarıdaki şiar ve kararlar büsbütün yanlış olurdu.

(…)"


Proleter Hareket, 1978'de 15-16 Haziran'ın önemini şöyle tahlil ediyordu:[2]


"15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, Kitlelerin En İleri Unsurlarının Bilincinde Nitel Sıçramalar Yaratarak Her Türlü Burjuva Düşüncesinden Arınmış Bir Marksist-Leninist Hareketin Doğmasının Yolunu Açtı

15-16 Haziran, birçok ileri devrimcinin bilincinde nitel sıçramalar yarattı. Onların Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğiyle, Türkiye devriminin somut pratiğini birleştirmelerine yardımcı olarak, her türlü orta ve küçük burjuva akımla, kendi aralarına kalın çizgiler çekmelerine hizmet etti. Özellikle PDA saflarında iki çizgi: Marksist-Leninist çizgi ile burjuva çizgi arasındaki mücadelenin şekillenmesini sağladı. İ. Kaypakkaya önderliğindeki Marksist-Leninist kanat, bu mücadeleden de gereken dersleri çıkarmış ve bunları hayata geçirmek için kararlı bir biçimde ileri atılmıştır.

İbrahim Kaypakkaya, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinden çıkardığı tarihi değerdeki dersleri, doğru ve özlü bir biçimde şöyle ifade ediyordu:

«[…, burada bizim yukarıda sıraladığımız alıntıdan daha kısa bir parçası, sadece altı maddesi alıntılanıyor –TÖ]» (Bütün Yazılar, S. 219-229, Tufan Yayınları).

Nitekim daha sonra İbrahim Kaypakkaya önderliğindeki Marksist-Leninist hareket, devrimimizin bir dizi meselelerini ortaya koymuş; revizyonizme, «sol» oportünizme, pasifizme, darbeciliğe, parlementarizme ağır darbeler indirerek, Marksist-Leninist hareketin ideolojik ve siyasi çizgisini sistemleştirmiştir.

İbrahim Kaypakkaya önderliğindeki diğer kadrolar, önce PDA içinde Marksist-Leninist kanadı oluşturmuşlar, Marksist-Leninist çizgiyi PDA'ya hakim kılmak için çalışmışlardır. Ancak daha sonra PDA içinde Marksist-Leninist kanada hayat hakkı kalmayınca, cepheden ideolojik-politik savaş açarak PDA'dan örgütsel ayrılığı da gerçekleştirmişler, halkın üç silahını inşa etmek için ileriye atılmışlardır. Bu dönem, Türkiye devrim tarihine altın harflerle kazınan bir dönüm noktası olmuştur. PDA revizyonistlerinin sahte devrimci çehrelerini en açık biçimde ayrıntılı olarak açığa çıkaran İ. Kaypakkaya önderliğindeki Marksist-Leninist hareket, yoğun bir ideolojik, siyasi ve örgütsel faaliyet içine girmiş, ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı, devrimimizin yolu, niteliği, öncü gücü, temel gücü, itici ve yedek güçleri, hedefleri, halk savaşı, kızıl siyasi iktidarlar, birleşik cephe, faşizm, devlet, ordu, parlamento, kemalizm, milli mesele vb. gibi bir dizi temel konulara ilk defa berrak bir şekilde ışık tutmuştur. 

İşte Marksist-Leninist hareket, tüm bu sonuçlara 15-16 Haziran'ın açtığı yoldan yürüyerek varmıştır!"


[1] "Şafak revizyonizmi ile aramızdaki ayrılıkların kökeni ve gelişmesi: TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) Revizyonizminin Genel Eleştirisi" (Haziran 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: "Bütün Eserleri". Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan'da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 424-427.

[2] "Yaşasın 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi". Partizan Yayınları (No: 1). 1. Baskı, Haziran 1978. Sayfalar: 27-30.

9 Haziran 2022 Perşembe

BELGE | Parti Yolu - Türkiye Proletaryasının önderi İbrahim Kaypakkaya Yoldaş ölümsüzdür (Mayıs 1980)

 ÖN AÇIKLAMA

Bu sunduğumuz belgenin aslı bizde yok, belgeyi bir mezat sitesinde geçmiş bir ilanda bulduk.[1] Burada sunulan görüşler, daha sonradan kendisine TKP (M-L) — Yeniden İnşa Örgütü (TKP (M-L) — YİÖ) diyecek olan, TKP/M-L Hareketi'nin "1 Ağustos Hizbi" dediği,[2] Halkın Birliği-Partinin Yolu tasfiyecilerinin 1980 itibariyle olan görüşleridir. Belge önemlidir zira, 1 Ağustos 1978 (40 No'lu sayı) sonrası yaşanan ayrışmada HB'yi elinde tutan hizip, 1978 sıkıyönetimleri ile çökmüş, 51. sayıdan sonra HB'yi çıkaramamıştır. Yine teorik yayın organları olan Partinin Yolu (HB gibi bu da sahibi Hayrabet Honca vasıtasıyla o da bu tasfiyeci kanadın elinde kalmıştı)[3] dergisi de bildiğimiz kadarıyla Ağustos 1978 No. 2 (3 olmalıydı)[4] sonrası çıkmamıştır. İllegal yayınlarının olup olmadığına dair de bir bilgimiz olmadığından,[5] belgenin hiç yoktan İK'yi, Mao'yu ve devrimin yolunu tahlil anlayışını yansıtmasından kaynaklı önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu hizip nasıl doğdu?

Partimizin gelişip güçlenmesi sonucu HB hareketi her geçen gün daha da erirken, İrfan Çelik'in tutsaklığı dolayısıyla KK Sekreterliği'ne atanan Cemo (müstear ismi) isimli şahıs, başta Parti tezlerinden aşırma bir kritik yaptı, hizip örgütledi. Bu hizip daha sonradan Cemo hapse girip çıktıktan sonra kendileriyle yürümeyince önderinden yoksun şekilde devam etti.

1. Konferans'ımızda seçildiği MK'den sonradan Mayıs 1978'de istifa eden ve R-S Hizbi şeflerinden olan Baki İşçi kaçkınının HB'ye geçişinden sonra bu kaçkın, bu akımın liderlerinden oldu. Bu akım, Partizan'ın Türkiye devrimci hareketinde bir güneş gibi Haziran 1978'de doğmasıyla düşük yaptı ve 1 Ağustos 1978'de HB ortadan ikiye yarıldı: Halkın Birliği ("1 Ağustos Hizbi", "TKP (M-L)-YİÖ") ve Devrimci Halkın Birliği ("İnkarcı tasfiyeciler", "TKP/M-L Hareketi").

HB tasfiyecilerinin hepten TKP (M-L) çizgisini inkarda seviyeler atlamasına karşılık bunlar, (bizzat kendilerinin de öznesi olmasına rağmen) HB'nin geçmişindeki yönelimi de kullanarak "sağcıların İK yoldaşı ve örgüt çizgisini tasfiye" ettiği gibi tezlerle HB'yi topa tutmuş, daha ortodoks ama yine eleştirel pozlarla, Partizan'ın tezlerinden aşırmalarla bir siyaset inşa etmeye çalışmıştır. Hiçbir zaman gelişemeyip sadece gelecekteki DHB'den Partizan'a akışın önünde set olup ara dalga görevi oynayan bu akım sürekli erimiş, 1978 sıkıyönetimleri ile iyice küçülmüştü. Sonradan şeflerinin 12 Eylül'de çözülmesiyle neredeyse bir gecede çökmüş, 12 Eylül sonrası düzgün bir çıkış sağlayamamış (12 Eylül sonrası çıkardıkları dergi Meşale'ydi), sonra da kapağı 1976-8 arasında tutturdukları Proleter Devrimcilerin Birliği türküsünün bir ucuz tekrarına '80'lerin sonunda atarak, nihayetinde 1995'te muradlarına ermiş ve MLKP'nin kuruluşuna katılmışlardır.

İroniktir ki aslında bu hainlerin çizgisi, Mao Zedung ve MZD meselesi hariç, bizim şimdiki tireli hainlerin çizgisine çok benzemektedir. Onlar da TKP (M-L)'nin ve önderi İK'nin imajını istismar için, Nisan 1976'da 3 sayfalık yazıda Türkiye için geri-kapitalist derken, HB'nin çıkış sayısında laf arasında "yarı-feodal" demek zorunda da kalmıştı. Bu HB kliği de, DHB kliğine karşı bunu argüman yapıp, kendilerinin Türkiye'de hakim üretim ilişkisi kapitalisttir tezini asla dillendirmediklerini kanıtlamaya çalışıyorlardı![6] HB ve DHB şefleri, öyle veya böyle nihayetinde ağızlarındaki baklayı çıkardılar, Türkiye'nin yarı-feodal olduğunu reddettiler. Tireli hainlerse henüz ağızlarındaki baklayı çıkarmadılar, merakla o günleri de bekliyoruz.[7]

Bu belge hem 12 Eylül'den neredeyse hemen önce oluşu, hem de hemen hemen her kilit konuda kısaca değindiği için yayınlanmayı hak ediyor. Bazı konulara metin içinde değinmeyeceğiz, mesela İK yoldaşın bizzat kendisi devrimin temel nitelikleri arasında niye millilik olmadığını belirtmesine rağmen bunların ona "MDHD" (ve hatta "MDD"!) dedirttiği gibi veya her kötü şeyi "Mao Zedung Düşüncesi kaynaklı" göstermeleri gibi.[8] Bunları bilinçli okuyucuya bırakıyoruz.

Dileriz okurlarımız, TKP (M-L) tezleri ne kadar aşırılırsa aşırılsın, anti-TKP (M-L) zehrin sonuçta yozlaşmaya ve anti-İK çizgiye vardığı konusunda görüşlerimizin temelini bu yazıyı okuyarak anlarlar.

Dün HB, DHB, BP vb. oportünistler "kendi görüşleri yok, dogmatikçe İK'yi savunuyorlar" diyorlardı, bugün de envai çeşit oportünist akım aynını diyor. Bizim kendi görüşlerimiz olmadığı kuyruklu bir yalandır da, böyle olsa dahi en azından Türkiye devrimine ihanet tezlerini değil, onun yolunu çizenin tezlerini savunuyoruz. Siz yüreğiniz varsa çıkıp O'na anti-Marksist deyin.[9]

Türkiye proletaryasının önderi, Başkan Mao önderliğindeki Uluslararası Komünist Hareket'in çizgisinin sadık savunucusu İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ölümsüz anısına sonsuz saygıyla.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.06.10

[2] Sebebi, Halkın Birliği'nin ayrışma öncesi çıkan ve ayrışmayla birleşen 40. sayısının tarihinin 1 Ağustos 1978 oluşudur.
[3] Genelde Hayrabet Honca'nın çok ileri gelen, çok bilinen, hatta MLKP sitesinde MK üyesi diye geçen bir devrimci oluşu zikredilir. Oysa ki Hayrabet Honca, bunların kendi ayrılıkları öncesinde MK üyesi falan değildir. Zaten derginin sahipliğini MK üyesi birisine vermek saçma bir harekettir, zira bu kişiler zaten derginin yiyeceği kovuşturmaların öznesi olacak, yani "feda edilecek" kişilerdir. Aldığı görev itibariyle ve önderlikle ilişkisi gelişeceğinden hiyerarşide konumu zamanla tabii ki yükselir ama ileri bir kadro oluşu, önder kadro olduğu anlamını doğurmaz. Zaten Hayrabet Honca'ya da teklif, kendisi taraftarken gelmiştir, o da tevazu ile başına gelebilecekleri bilmesine rağmen bu görevi kabul etmiştir. Ayrılık sonrasında kendi grubu içerisinde "MK üyesi" olup olmadığını bilemeyiz ama dediğimiz meseleden dolayı pek olası gözükmüyor. Bir MK üyesi, olsa olsa, derginin örgüt tarafından atanmış yazı kurulundan birisi veya onunla ilişkiyi sağlayan kişi olabilir.
[4] Buradaki yazımın bir baskı hatası mı, yoksa ayrılık sonrası derginin önceki Nisan 1978 tarihli sayısını reddettiği gibi bir anlamı mı taşıdığı sorunu doğurur, bizim bu konuda bir bilgimiz yok.
[5] Bir konuya değineceğiz. Bilindiği gibi bunların legal teorik yayın organı "PARTİNİN YOLU" (merkezin/DHB'ninki ise "PROLETER DEVRİMCİ PARTİNİN YOLU") idi. Partinin Yolu, 12 Eylül sonrası TKP/M-L Hareketi'nce teorik yayın organı olarak illegal çıkartılmaya devam edildi. Lakin burada bildiri, "PARTİ YOLU" imzasıyla yayınlanmıştır. Acaba bundaki gerekçe, basit bir dizgi hatası mıdır, yoksa bunların "PARTİ YOLU" ismiyle bir de illegal dergileri de mi vardı? Biz bunu bilemiyoruz. Lakin dikkat çekmek isteriz ki, bildiride açıkça "TKP/M-L" "örgütümüz" vb. ifadeler vardır ve baskı yeri ibaresi yoktur. Bundan yola çıkarak biz, bunun illegal bir bildiri olabileceği yorumunda bulunuyoruz. Eğer bildiri illegalse, "PARTİ YOLU" ismi de illegal olmalıdır.
[6] "Oportünizm ve inkarcılık yıkılacak, proletarya partisi kurulacak! (6) - Mızrağın ucu çuvala sığmaz". Halkın Birliği. 24 Ekim 1978. Sayı: 47. Sayfa: 7.
Bu tasfiyeci kliğin bir de geçmiş eleştirisi var ki evlere şenlik. Bunlar tipik 1972'de parti kurulmadı, 1974'te hareket düzgün önderlikten yoksundu, 1976'da tam bir ileri atılım eşiğindeyken hizipçiler örgütü böldü teranelerini söylerken, laf arasında o dönemki M-L Muhalefeti de "siz 1974'lerde niye düzgün pratik ortaya konmasını sağlamadınız" diye eleştiriyorlar. Pes doğrusu! Partimiz bunların hattını eleştirirken "kendi yapamadıkları işlerden ve yaptıkları hatalardan utanmadan partiyi sorumlu tuttular" mealli değerlendirmesiyle haklılığını bir kere daha kanıtladı. Lakin bir şeyi doğru ortaya koyuyorlar, "Meselenin özü parti varmıydı [sic], yokmuydu [sic] değil, ideolojik siyasi çizgidir." (sayfa: 7) Eh, mesele sadece bu değildiyse, bir zahmet meş'um Nisan toplantısında partiye nasıl darbe yaptığınızı ve 3 sayfalık yazıda hangi görüşler olduğunu da yazsaydınız keşke, hani hiç savunmadığınız görüşlerin olduğu! Akıllara durgunluk veren bu "eleştiri" için bkz: "Geçmişe kısa bir bakış". Halkın Birliği. 6 Aralık 1978. Sayı: 50. Sayfalar: 6-7, 9.
Dahası yine bir yerde hem İK'ye hiç küçük-burjuva demedikleri, hem de sosyo-ekonomik yapıyı hep yarı-feodal saydıklarını iddia ettikleri en garabet bir yazı için bkz: ""Partizan"dan Güney dergisine "Açık Mektup["] ve bazı iftira ve çarpıtmalar üzerine". Halkın Birliği. 19 Aralık 1978. Sayı: 51. Sayfalar: 6-7, 11.
Buradan kendilerine ilettiğimiz dergileri tarayıp internete koyarak kamuya açan ve tekrar bize iade eden TÜSTAV emekçilerine teşekkür ederiz.
[7] Belki de Türkiye'de devrim mücadelesini biçim olarak dahi tamamen inkar etmiş bu hainler, bu konuda görüşlerini hiç açıklamayacaklar! Gerçi onlar "1. Kongre" dedikleri revizyonist toplantıda bunun temelini sinsice attılar ama kitleleri kandırmak için yalan demek bu bayların çok ar edeceği bir mesele değildir. Yine de biz inanıyoruz ki ama öyle ama böyle, bu baylar da nihayetinde ağızlarındaki baklayı çıkaracaklar ve dün HB, DHB, bugünse MLKP, MKP vb. oportünistlerin yaptıkları gibi İK'yi hep iddia ettikleri aziz derecesine indirme işini yapacaklardır. Zaten aksi imkansızdır, birisini aziz, put, ikon vb. ilan edecek olan onun görüşlerini aktif savunanlar değil, onun görüşlerini reddedip imajından parse toplamaya bakanlardır.
[8] İşin komik yanı ÇKP, İK yoldaşın da etkilenip devşirdiği HKP (M-L)'nin bir veya birden fazla bölgede KSİ kurulmadıkça HBC kurulamaz görüşünü eleştirmiştir. Öyle bir ÇKP ve MZD ki, yanlış fikir olarak görüyor, eleştiriyor ama yine de kaynağı bu! Bayların delüzyonellik seviyesi buradan bile belli oluyor.
[9] En azından BP şefi İsa Güzel, bunu bir yerde ağzından kaçırsa da itiraf edebiliyordu ("Tarihe Not: Akılda Kalanlar (1976-1980)". Ünal, İbrahim. Ayrıntı Yayınları. 1. Baskı, 2020. Sayfa: 161.): "Esasında GKK'ye dogmatik sol demek de doğru değil. Dogmatik sol Marksist görüşleri kitabi olarak savunur, gelişmeleri reddeder vb. Bunlar Marksizm'i savunmadılar ki. Kitabi olarak savundukları[,] 'İbrahim'in 11 İlkesi' idi. Boş ajitasyondu."
GKK hizbinin İK'yi hem teorik hem de pratik olarak ne kadar temsil ettiği bir yana (eğer halen daha sağsa, itirafçı şefimiz Vecdi Tapşın'ın kulakları çınlasın), bayımız ne güzel itiraf ediyor. "İK'nin 11 ilkesi Marksizm değildir, boş ajitasyondur". Dogmatizm, Marksizmin canlı özünü reddeden anti-Marksist bir "Marksizm" maskeli küçük-burjuva akımıdır. Eh, kitabi olarak savunulan Marksizm değil de İK ise, demek ki İK, Marksist değildir. Bütün oportünistler gibi "devlet ve devrim konusunda doğru görüşler savundu" gibi artık ayırt edici olmayan ayrımlar üzerinden yalandan İK savunan baylarımız, İK'yi savunmadıklarını kabul ettiler. Gözümüz aydın.


EK


4. ve 5. dipnotlar ve eksik-hatalı belirtilen bazı hususlara dair düzeltme:
1) 4. dipnotta şöyle demişiz:
"Buradaki yazımın bir baskı hatası mı, yoksa ayrılık sonrası derginin önceki Nisan 1978 tarihli sayısını reddettiği gibi bir anlamı mı taşıdığı sorunu doğurur, bizim bu konuda bir bilgimiz yok."
Bu tasfiyeciler ayrılık sonrası en az iki sayı Partinin Yolu çıkardılar (Sayı: 2. Ağustos 1978.; Sayı: 3. Ocak 1979). 4. dipnotta belirttiğimiz bilgi eksikliğinden doğan ikiliğin doğrusu, baskı hatası değil, önceki sayıyı tanımadıklarıdır.
2) 5. dipnotta şöyle demişiz:
"... bildiri, "PARTİ YOLU" imzasıyla yayınlanmıştır. Acaba bundaki gerekçe, basit bir dizgi hatası mıdır, yoksa bunların "PARTİ YOLU" ismiyle bir de illegal dergileri de mi vardı? Biz bunu bilemiyoruz. ..."
Parti Yolu, HB hizipçilerinin 1979 civarı çıkardıkları legal yayındır. "Örgütümüz" demeleri illegal olduğundan değildir, dergi legaldir. HB 51. sayı sonrası periyodik-numaralı çıkmamış, çeşitli dönemlerde özel sayı çıkmıştır, bundan sonra ise Parti Yolu isimli dergiyle HB, yeni ambalajıyla piyasaya sürülmüştür. Yani bildiri, teorik dergi olan Partinin Yolu adına çıkmamış, HB'nin yerine geçen siyasi dergi Parti Yolu adına çıkmıştır. Baskı hatası yoktur.
Bu bilgileri edinmemizi sağlayan dostumuza teşekkür ederiz.
Bunlardan başka sunuş yazımız ufak düzenlemelerden geçirilmiştir.
 
İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2023.08.26.

***

Bildirinin önlü arkalı yüzü.

Türkiye Proletaryasının önderi İbrahim Kaypakkaya Yoldaş ölümsüzdür

7 yıl evvel (18 Mayıs 1973) günü acısı yüreklerimizi yakan bir haber yayıldı ülkemizin dört bir yanına. Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim KAYPAKKAYA, 12 Mart'ın faşist cellatları tarafından alçakça katledildi. Eğilmeyen başı, eritilemeyen iradesi, halka, devrime ve komünizm davasına olan sarsılmaz bağlılığı, Marksizm-Leninizme olan inancı, onun savunduğu Marksist-Leninist görüşleri yok etmek istediler faşist cellatlar.

Görülmemiş zulüm ve zorbalıklar sökmedi, ellerini kollarını kestiler, tırnaklarını çekip tarihin tanık olduğu zulüm örneklerinin en barbarcasını uyguladılar 3.5 ay. Ama nafile, bir tek kelime alamadılar ağzından, teslim alamadılar onu, çılgına döndüler, küçüldüler karşısında, diz çöktüler, yalvardılar, fakat sonuç değişmedi. Faşist cellatlar kurşuna dizerek önderimizin kanını kendisinin yükselttiği proletaryanın kızıl bayrağını daha da kızıllaştırmak için döktüler Diyarbakır mapushanelerine.

18 Mayıs 1973'te önderimizin bedenini toprağa, acısını sınıf kinine dönüştürerek, anısını sonsuza kadar kavgamızda yaşatmak üzere kalbimize gömdük ve mücadelesini halkımıza armağan ettik.

Önderimiz, fikirlerini yolumuzu aydınlatmak, silahlarını kavgayı devam ettirmek, soylu direnişini elimizde kızıl bayrak ederek şehit düştü bu kavgada.

Başladı çapada [sic] devrimci kavgaya[,] karşı koydu, faşist zulüm ve zorbalığa, karşı çıktı emperyalist sömürü ve yağmaya. Koştu köylülerin toprak ve özgürlük kavgasına[,] en önde karşı koydu köylüler üzerindeki jandarma zulmüne, karıştı Demir-Döküm, Gıslaved işçilerinin arasına, işçi sınıfımızla beraberdi 15-16 Haziran direnişinde.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş halkı devrim için örgütlemek ve seferber etmek için bıkmadan[,] usanmadan mücadele etti. İşçi sınıfının bilimi olan marksizm-leninizmi derinden kavramaya, kavradıkca [sic] da hayata uygulamaya, onu yanlış görüşler karşısında savunmaya çalıştı. Zaman ilerledikçe marksist-leninist teoriyi daha derinden kavradı ve her türden revizyonizme ve oportünizme karşı savunur hale geldi. Bu mücadele nihayet 1972 yılında doruk noktasına ulaştı. İçerisinde yer aldığı TİİKP (bugünkü TİKP) revizyonistlerine karşı marksizm-leninizm bayrağını yükseklere kaldırdı. Türkiye proletaryasının öncü örgütü TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/MARKSİST-LENİNİST Örgütünü kurarak bütün varlığıyla kendisini bu mücadelenin içine attı. Halkı örgütlemek ve devrime önderlik etmek için faaliyetlerini yürüttüğü bir sırada, 24 Ocak 1973'te yoldaşlarıyla birlikte kaldığı Vartinik komünde, faşist diktatörlüğün askeri güçlerinin saldırısına uğradı. Bu saldırı sırasında Dersim halkının yiğit evladı Ali Haydar Yıldız yoldaşımız şehit düştü. İbrahim Yoldaş'ta [sic] yaralı olarak kaçtı. Ancak 5 gün sonra tekrar faşist güçlerin eline düştü. Fehmi Altınbilek komutasındaki faşist güçler, onu yaralı haliyle yalınayak karlı buzlu yollarda kilometrelerce yürüttüler.

12 Mart'ın askeri faşist diktatörlüğü ona yakalandığı andan alçakça katlettiği 18 Mayıs 1973'e kadar, akıl almaz işkenceler uyguladılar. Bedeninde denemedikleri hiçbir işkence yöntemi kalmamıştı. Üç buçuk aydan fazla süren bu işkenceler yıldırmamıştı Kaypakkaya yoldaşı. O[,] bir komüniste yaraşır soylu bir direniş örneği verdi faşist cellatlar karşısında. Destanlar yarattı.

İbrahim yoldaş[,] faşist cellatlar karşısında şöyle haykırıyordu: «Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım marksist-leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım» (21 Nisan 1973, TKP (M-L), TİKKO, TMLGB Dava Dosyası'ndan.)

12 Mart'ın askeri faşist diktatörlüğünün cellatları bu çelikten iradeli komünist karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Ona boyun eğdirememeleri onları daha çok azgınlaştırdı. Karşısında acizleşmelerini bir türlü sığdıramadılar içlerine, kendisi ve fikirleri hakkında şu değerlendirmeyi: «Türkiye'deki komünist mücadelede şimdiki halde en tehlikeli olan İbrahim KAYPAKKAYA'nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metodları [sic] için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye'ye uyarlanması diyebiliriz» (TKP/M-L Dava Dosyasındaki MİT Raporlarından) yapıyorlardı. Kendisine[,] fikirleri faşist diktatörlük için bu denli tehlikeli olan bu yiğit komünisti yok etmek istiyorlardı. Başında Yaşar Değerli adlı faşist cellatın [sic] bulunduğu cellatlar[,] yiğit yoldaşımızı 18 Mayıs 1973 günü kurşuna dizerek alçakça katlettiler.

İBRAHİM KAYPAKKAYA YOLDAŞIN SOYLU VE ŞANLI DİRENİŞİNİ KENDİMİZE ÖRNEK ALALIM.


İbrahim yoldaşı[n] faşist cellatların işkencehanelerinde takıntığı [sic] komünist tavır, başta onun sadık izleyicileri yoldaşlarımız ve tüm devrimciler tarafından örnek alınması gerekir. İbrahim yoldaşın canı pahasına bize bıraktığı bu örnek tavır, her komünist devrimcinin ve devrimcinin işkencede ve mahkemede devam ettirmesi gereken tavırdır. 

Kaypakkaya yoldaşımızın işkencedeki tavrı, onun sınıf niteliğinin, siyasi düşüncelerinin bir devamıdır. Onun işkenceciler karşısındaki tavrı[,] marksist-leninist çizgiyi savunmasından[,] komünist olmasından kaynaklanıyordu. Yoksa birçok oportünist akımın yaptığı gibi sadece bir halk kahramanının yiğit bir direnişi olarak değerlendirmek[,] onun özünü boşaltmaktan başka birşey [sic] değildir.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın bıraktığı bu komünist gelenek, çeşitli Milliyetlerden Türkiye halkı ve devrimcileri üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Mücadelesi derinden halka malolmuş [sic] ve güçlü bir  saygı yaratmıştır.

Önder yoldaşımızı faşist cellatlar karşısında, halkın yüz akı, onurudur, onun haklı davasının[,] halkın bitmez tükenmez ve yenilmez gücünü[,] çelikten bir iradeyi, halk için ölmenin yüceliğini temsil etmiştir.

KAYPAKKAYA yoldaş faşizmin zindanlarında DİMİTROV tavrı takınmıştır.

Başta komünist yoldaşlarımız olmak üzere tüm devrimcilerin uyması gereken bir KAYPAKKAYA tavrı vardır. Bu, ser verip sır vermemek, ölmek ama yenilmemek, teslim olmamak, halkın onurunu, yenilmez gücünü ispatlamak[tır].

KAYPAKKAYA tavrı, ülkemiz devrimcileri içinde kök salmıştır. PİR AHMET Solmaz, M. Zeki ŞERİT, SELAHATTİN DOĞAN, İ. GÖKHAN EDGE adlı devrimciler hep KAYPAKKAYA yoldaşın tavrını kendilerine örnek alarak direnmiş, faşistler karşısında devrimci onurlarını korumuş, sır vermemişlerdir.

Her şart altında uyulması gereken, hele hele faşist zulmün bugün alabildiğine yoğunlaştığı bu dönemde daha da önem kazanan işkencede tutum sorununda, tüm devrimciler kendisine KAYPAKKAYA tavrını örnek almalı, eğitmeli ve uygulamalıdırlar. KAYPAKKAYA tavrı köklü bir gelenek, bir ilke haline getirilerek yaygınlaştırılmalıdır. 

OPORTÜNİZM, İNKARCILIK VE İSTİSMARCILIK YIKILACAK, İBRAHİM YOLDAŞ ÖNDERLİĞİNDEKİ TKP/L'İN [sic] ÇİZGİSİ ZAFER KAZANACAKTIR!..


İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğindeki TKP/M-L'in [sic] çizgisi, uzun, zorlu mücadelelerle oluşmuştur. Bu TİİKP revizyonizmi başta olmak üzere, TİP, Mihri Belli revizyonizmine, THKO, THKP-C gibi küçük-burjuva maceracı akımlara karşı iki yılı aşkın bir mücadele sürecinde oluştu. Gerek bu oluşum süreci içerisinde, gerekse oluştuktan sonra, oportünist ve revizyonist saldırılar aralıksız devam etti. 

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın önderliğindeki TKP/M-L'in [sic] çizgisi, Mustafa SUPHİ önderliğindeki TKP'den sonra Türkiye'de oluşan ikinci Marksist-Leninist çizgiydi. TKP/M-L, Mustafa SUPHİ TKP'sinden sonra ikinci komünist örgüttü. 

İbrahim yoldaş önderliğinde TKP/M-L, Marksizm-Leninizmin en temel sorunlarından olan devlet, devrim, emperyalizm, proletarya diktatörlüğü altında devrimin devam ettirilmesi, Proletarya enternasyonalizmi vb. lerini [sic] doğru tarzda kavradı ve kararlılıkla savundu. 

Marksist-Leninist teoriyi diyalektik ve tarihi materyalist bakış açısıyla kavrayan örgütümüz TKP/M-L, onu ülkemiz somutuyla doğru bir tarzda birleştirdi. 

Örgütümüz ülkemizin emperyalizmin yarı-sömürgesi, feodalizmin tasfiye edilemediği, emperyalizme bağımlı komprador kapitalizmin var olduğu, feodalizm ve komprador kapitalizmin içiçe [sic] geçtiğini doğru bir biçimde ortaya koydu. Bu nedenle ülkemizin Milli Demokratik Halk Devrimi aşamasında olduğunu, devrimimizin hedeflerinin, emperyalizmin, komprador kapitalizm ve feodalizm olduğunu, devrimimizin dostlarının işçi sınıfı, köylülük, şehir ve köy küçük burjuvazisi ve geçici ve şarta bağlı olarak orta burjuvazinin «sol» kanadı olduğunu ortaya koydu. Devrimde proletaryanın önderliğini kayıtsız şartsız savundu.

Devrimimizin üç temel silahı olan Parti, Ordu, Cephe, ilişkisini doğru olarak kavradı. Ancak Cephe'nin kuruluşu konusunda, «bir veya birkaç bölgede kızıl siyasi iktidar kurulmadan birleşik cephe kurulamaz» şeklindeki anti-Marksist, «Mao Zedung düşüncesi»nden kaynaklanan yanlış bir anlayışıda [sic] savundu. Böyle bir yanlış taşımasına rağmen Parti, Ordu, Cephe konularında Marksist-Leninist görüşler savundu.

Ülkemizin sosyo-ekonomik yapısını doğru değerlendirdi. Türkiye'deki kapitalizmin[,] emperyalizmin uzantısı komprador kapitalizm olduğunu, tekelci nitelik taşıdığını, üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olduğunu ortaya koydu. Feodalizmin önemli bir güç olarak var olduğunu, komprador kapitalizm ile içiçe [sic] geçtiğini, feodalizmin varlığının ancak özü toprak devrimi olan MDD ile ortadan kaldırılacağı doğru görüşlerini savundu. Feodalizmin gücünü abartan, kapitalizmin gelişim seviyesini küçümseyen yanlış bir değerlendirmede [sic] yaptı.

Ülkemizde faşizmin sınıf muhtevasını, tanımını ve faşizme karşı mücadele sorununda tamamen doğru görüşler ortaya koydu. Kitleleri faşizm karşısında silahsız bırakan ve orduya belbağlayan [sic] tüm oportünist ve revizyonist teorileri yerle bir etti. Faşizme karşı mücadelenin bir iktidar mücadelesi olduğunu savundu ve pratiktede [sic] buna uygun davrandı.

Milli meselede Türkiye devrimci tarihinde en ileri adımı attı. Ulusların kendi kaderlerini kendi tayin hakkını kayıtsız şartsız savundu. Kürt ulusu üzerinde uygulanan yoğun Milli zulme karşı amansız mücadele etti. 50 yıllık hakim ulus şovenizmine ağır darbeler indirdi. Kürt Milli meselesinin gerçek çözümünün proletarya devrimine bağlı olduğunu ortaya koydu. Ancak bunun yanında milli meselenin özünün bir «pazar» meselesi olduğu şeklindeki yanlış anlayışıda [sic] barındırdı.

Türkiye tarihini doğru bir biçimde değerlendirdi. Türkiye devrim tarihini doğru olarak değerlendirdi. Mustafa SUPHİ TKP'sinin Marksist-Leninist olduğunu, M. SUPHİ yoldaşın katledilmesinden sonra partiyi ele geçiren Şefik Hüsnü'nün oportünist bir hat izlediğini, TKP'nin bundan sonra oportünist bir parti haline geldiğini, 1960'daki modern revizyonist ihanetle birlikte TKP'nin sosyal-faşist bir parti haline geldiğini ortaya koydu. M. SUPHİ TKP'sinin mirasçısı olduğunu savundu.

Çelişmeler sorununda genel bir doğru bir kavrayışı olmasına rağmen ülkemiz somutu için yaptığı «dört başlıca çelişme» ve «Feodalizm ile halk yığınları arasındaki çelişkinin baş çelişkidir» tespitleri doğru değildir. Oysa ülkemizde, emperyalizm (S.E. dahil) komprador burjuvazi, toprak ağaları ile çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı arasında bir temel çelişme vardır. Baş çelişme ise bugün komprador burjuva toprak ağalarıyla çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı arasındaki çelişmedir.

Ülkemizde Sovyet modern revizyonizmine karşı en ilk ve Marksist-Leninist temellerde tavır aldı. Kruşçev - Brejnev modern revizyonistlerinin tezlerinin niteliğini doğru tarzda kavradı ve onun ülkemizdeki temsilcileri olan T'K'P, TİP, Mihri Belli ve bunlarla özde bir farkı olmayan TİİKP revizyonistlerine karşı tavizsizce mücadele yürüttü.

Devrimin kitlelerin eseri olduğunu tavizsizce savunan örgütümüz TKP/M-L[,] devrimin şiddet yoluyla mevcut devlet mekanizmasını halkın [uzun] süreli silahlı savaşı yoluyla parçalayacağını doğru olarak ortaya koymasına rağmen, Mao Zedung'un anti-Marksist «Halk Savaşı» teorisi'nden güçlü bir şekilde etkilendi.

Ülkemizin Somut şartlarına uygun düşen mücadele biçimleri ve taktikler geliştirmek yerine, salt askeri bir bakış açısı olan proletaryanın önderliğine götüren Çin «Halk Savaşı»ndan önemli ölçüde etkilendi ve dogmatikbir tarzda onu ülkemize uygulamaya çalıştı.

Gerek mevcut somut durumun sübjektivist tahlili gerekse anti-Marksist «Mao Zedung Düşüncesi»nden bu etkilenmeler örgütümüzün «sol» taktik bir çizgi, yani «sol» bir kitle çizgisi izlemesine ve sonuçta geçici olarak yenilgiye uğramasına yolaçmıştır [sic].

Örgütümüz, kapitalist Çin'i «Sosyalist», Revizyonist, ÇKP'ni [sic] «Marksist-Leninist», Revizyonist Mao Zedung'u «usta»[,] Revizyonist «MZD»ni [sic] «Marksist-Leninist bir düşünce», ÇKP'ni [sic] «Uluslararası Komünist hareketin önderi»dir şeklinde tamamen yanlış değerlendirmeler yapmıştır.

Örgütümüz TKP/M-L['nin,] bünyesinde taşıdığı küçük burjuva zaaflarından ötürü, subjektif tespitler yapması ve doğmatizmin bir ürünü olarak bazı yanlış tahlilleri benimsemiş olmasına karşın, onun çizgisi Marksist-Leninist bir çizgiydi.

Parti programına tekabül edecek düzeydeydi. Örgütsel planda partinin kuruluş çalışmaları içerisinde olan ancak henüz bütünüyle hazırlıklarını tamamlayamamış olan parti öncesi komünist bir örgütsel yapıya sahipti.

Örgütümüz TKP/M-L[,] ortaya çıktığı günden itibaren bütün Oportünist ve Revizyonistlerin hedefi olmuştur. Bu saldırı dün olduğu gibi bugünde [sic] devam etmektedir. Bu saldırılar hem «içten» (!) hemde [sic] dıştan yapılmıştır ve yapılmaktadır. Sözüm ona onun görüşlerini «Savunduğu»nu iddia eden D. H. Birliği ve Partizan adlı biri oportünist inkarcı diğeri istismarcı iki grup bu anlamda ona «içten» (!) saldırmaktadır. Bu gruplanın ihanetçi ve istismarcı önderleri, tabanlarının TKP/M-L'yi O'nun önderi İ. Kaypakkaya yoldaşa olan saygı ve bağlılıklarını en iğrenç bir biçimde sömürerek, ama en adi bir biçimde saldırarak ayakta kalmaya çalışmaktadırlar.

Saflarındaki dürüst devrimci kadro ve taraftarların gerçeği görerek TKP/M-L'nin gerçek devam ettiricilerinin saflarında yer almasını engellemek için icat etmedikleri «teori», bir yılan eğrisi gibi çizdikleri zikzaklar, başvurmadıkları sahtekarlık kalmamıştır.

TKP/M-L'te [sic] saldıranlar sadece bu sahte «sahipler» (!) değildir. Başında H. Kurtuluşu ve H. Yolu'nun bulunduğu bilumum oportünist ve Revizyonist cephe vardır.

Revizyonistleri biryana [sic] bırakırsak, geriye kalan kaba inkarcı küçük burjuva oportünist akımları Marksist-Leninst [sic] hareketimize karşı her yola başvurarak saldırmışlardır. Bunların içerisinde H.K. ve H.Y en adi yönntemleri [sic] yeğ tutarak TİKP paraleline düşerek saldırmaktadırlar.

Kaba ve ince, inkarcı ve istismarcı Oportünist Cephenin saldırıları boşuna. TKP/M-L'i [sic][,] onun M-L çizgisini hiç bir [sic] güç yıkamamıştır ve yıkamayacaktır. Gerçekler katı ve inatçıdır[s,] onu yok etmek mümkün değildir. Nasılki [sic] tarihin akışı durdurulamazsa, TKP/M-L onun M-L çizgisinin zafere doğru ilerleyişide [sic] durdurulamayacaktır. Bu şimdiden bellidir.

Her türden Oportünizm, inkarcılık[,] istismarcılık ve revizyonizm yıkılacak, TKP/M-L çizgisinde yeniden inşa mücadelesi mutlaka zafer kazanacaktır.

Ölümsüz önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşımızın faşist cellatlar tarafından katledilişinin 7. yılında onu derin bir saygıyla anarken, ülkemizin tüm dürüst devrimcilerine, özel olarak onu «savunduğu[»]'nu [sic] iddia eden gruplar içerisindeki gerçekte[n] TKP/M-L'te [sic] bağlı olan samimi dürüst devrimcilere sesleniyoruz: Arkadaşlar, Oportünist[,] inkarcı ve istismarcılarla bağlarınızı kesin.

Marksist-Leninist hareketin saflarında yıkılmaz bir birlik kuralım!

Önderimizinde [sic] dediği gibi:

«Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri var , sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılalım!

Bu mücadelede kahraman işçi sınıfmıza[,] fedakar ve çilekeş köylülerimize, yiğit gençliğimize sonsuz bir güven duyalım![»]

YOLDAŞLAR[,] EMEKÇİ HALKIMIZ...


Yoldaşımızı ona layık bir biçimde, militanca analım. O'nun savaştığı gibi savaşalım! Onun yürüdüğü yoldan güvenle ve korkmadan ilerleyelim!

Yiğit önderimiz[,] sana halkımızın önünde söz veriyoruz[:] 1972'de kaldırdığın kızıl bayrak daha da kızıllaşarak bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizde taşınacak, burjuvazinin burçlarına dikilecektir.

Yoldaş hiç kuşkun olmasın, bu yola fedadır başımız[,] kesindir zaferimiz, susmayacak silahlarımız.

İBRAHİM YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR !
İŞKENCECİ FAŞİST CELLATLARDAN HESAP SORACAĞIZ!
KAHROLSUN KOMPRADOR PATRON - AGA DEVLETİ!
YAŞASIN BAGIMSIZLIK, DEMOKRASI VE SOSYALİZM MÜCADELEMİZ!

PARTİ YOLU

[üzerine düşülen not: Mayıs 1980[,] Çağlayan/İST[anbul]]

BELGE | İrfan Çelik - «Maceracıların eylemleriyle TKP/M-L ve TİKKO'nun ilgisi yoktur» (1978)

 ÖN AÇIKLAMA

Aşağıda sunduğumuz mektup, Ümraniye olayı sonrasında yazılmıştır. Ümraniye olayı bilindiği gibi TKP (M-L) (bugünkü TKP/M-L) kadrolarının olumsuz bir tavırla, tüzüğü ve Konferans kararlarını çiğneyerek kendi başlarına buyruk bir şekilde, provokasyon yaratmak için 1 Mayıs Mahallesi'ne gelen MHP-ÜOD'lu faşistleri infaz etmeleri ve sonrasında faşist-feodal basından tutun da çeşitli oportünist akımların içlerindeki anti-TKP (M-L) irinlerini kusmalarında bir gerici kampanyaya dönüştürülmesi şeklinde cereyan etmiştir. Bu olay sonrası tasfiyeci oportünistler de bu kervana katılmışlardır. Tasfiyeciler şöyle diyordu:[1]

"(...) Hizipçi kariyeristler tuttukları yolun kaçınılmaz sonu olan yıkımın eşiğine geldiler. Kurdukları hizipler konfederasyonu her gün yeni parçalara bölünmektedir. Bunlar, dağıldıkça maceracılığa daha fazla sarılmakta "sol" keskinliğini arttırarak tekkelerini yaşatmaya çalışmaktadırlar. Dağıldıkça, tecrit oldukça gözü dönen şefler, en son 5 işçiyi katlederek nerelere vardıklarını, kimlere hizmet ettiklerini açıkça sergilediler. İşçilerin katliamı onların maceracı çizgilerinin ürünüydü. Bu çizgiyi tutan, bundan ısrar eden herkes benzeri karşı devrimci eylemlerden kaçınamaz. (...)"

Tasfiyeciler birçok yerde daha bu olayı istismar etmişlerdir. Tabii sadece kendileri değil, cümle oportünist ve karşı-devrimciler de bu olayı istismar ettiler. Bu açıdan baktığımızda olayın sorunlu karakteri bir yana, anti-TKP (M-L)'cilikte kimlerin buluştuğunu görebilmek açısından ilginç bir örnektir.[2]

Mukaddes Erdoğdu Çelik, eşi için yazdığı Bizim Çakır biyografisinde bu mektuptan çok imtinalı bir şekilde alıntı yapıp ufak kısımlar kullanmıştır ama tamamını koymamıştır (biz bunu, metni bulduktan sonra kitabı okuduğumuz için geç gördük). Tahmin edileceği üzere kullandığı kısımlar, sansasyonel olmayan yerlerdir.

Biz mektubun tamamını veriyoruz. Anti-TKP (M-L)'ciliğin vardığı düzeyi yorumlamada takdir okuyucunundur. TKP (M-L), kuşkusuz tarihte kimi hatalar yapmıştır, hatasız hiçbir kimse ve yapı yoktur! Lakin hatalar ne parse toplamak için kullanılmalıdır, ne de anti-TKP (M-L)'cilikte kullanılmalıdır. Bugün tarih tanıktır, TKP (M-L)'ye yapılan bütün saldırılar, İK yoldaşa yapılmış saldırıların perdesidir. Birçokları "yozlaşmış", "İK çizgisinden sapmış" vb. kendini avutan yalanlarla geçiştirmeye çalışsa da, gerçek budur. TKP (M-L) ve onun bugünkü formu TKP/M-L, halen daha İK yoldaşın partisidir, trotz alledem!

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.06.10

[1] "Proletarya Partisi Geçmişin M-L Mirası Üzerinde İnşa Olacaktır" Halkın Birliği. 9 Mayıs 1978. Sayı: 34. Sayfa: 9.
Yazdığımız belgeli yazıya "Halkın Birliği" çevresi bir yerde (blog ismimizi yanlış zikrederek) cevap vereceğini söylemişti. Halen daha böyle bir cevap görmedik. Yetmediği gibi bir iki yerde blog'daki yayınlarımızdan atıf yapılmadan metin alındığını, yani intihal yapıldığını üzülerek gördük.

***

İrfan Çelik (kaynak: Halkın Birliği dergisi)

«Maceracıların eylemleriyle TKP/M-L ve TİKKO'nun ilgisi yoktur»

Özellikle son günlerde basında, bazı suikast, toplu katliam ve banka soymak gibi eylemler nedeniyle Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist) ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) sık sık geçmekte, bu eylemler bu örgütlere maledilmektedir. Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist) hareketi'nin [sic] bir üyesi olarak sıkıyönetim mahkemesinde TKP (M-L), TİKKO, TMLGB, [sic] davasında yargılanmış ve TKP (M-L) Hareketi'nin kuruluş aşamasından itibaren, hareketimizin önderi İbrahim Kaypakkaya birlikte mücadele etmiş ve bu mücadeleyi sürdürmüş bir proleter devrimci sıfatıyla konuyla ilgili gerçekleri halkımıza açıklamayı görev biliyorum.

TKP (M-L) Hareketi, 1972 yılında faşist diktatörlüğe, revizyonizme, emperyalizme ve sosyal-emperyalizme karşı mücadelede içinde doğmuş ve TİİKP oportünizmine karşı yürütülen aktif ideolojik-siyasi mücadele sonucu kurulmuştur. Bilindiği gibi bu komünist hareketin öncülüğünü yiğit komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya yapmıştır. TKP (M-L) Hareketi, komünist bir temelde yükselmesine rağmen, "sol" hatalara düşmüş ve hatalı bir siyaset izleyerek yenilgiye uğramıştır. Önderimiz İbrahim Kaypakkaya faşist cellatlara karşı yiğitçe direnerek can vermiş, Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız ve Meral Yakar yoldaşlarımız faşist diktatörlüğe karşı kahramanca direnirken şehit olmuşlardır. Hareketimizin üye ve sempatizanları, zindanlara doldurulmuş, hapishanede ve mahkemede komünist tavır göstererek mücadelelerini sürdürmüşlerdir. 

TKP (M-L) Hareketi, gerek o dönemde, gerek sonrasında halkımızın milli demokratik halk devrimiyle kurtuluşu, giderek sosyalizmi kurma ve komünizme ulaşma mücadelesini kesintisiz olarak sürdürmüştür ve halen kararlılıkla sürdürmektedir. TKP (M-L) Hareketi, bu mücadelesinde kitlelerin mücadelesinin gelişerek bir üst aşamaya varmasıyla başlayacak ve kırlardan şehirlere doğru bir rota izleyecek olan halk savaşı yolunu savunmuştur ve savunmaktadır. TKP (M-L) Hareketi bireysel terörizmi ve maceracılığı mahkum etmiş komünist bir örgüttür. Bireysel terörizme ve maceracılığa karşı ideolojik ve siyasi mücadeleyi görevi saymıştır, bu yöndeki sapmalara karşı da mücadele etmektedir.

Son aylar içinde basında, Uğur Gür isimli faşist polis şefine suikast, birçok banka soygunu, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesinde [sic] bilinçsiz 5 işçinin katledilmesi vb. olaylar TKP (M-L) ve TİKKO'ya maledilmektedir [sic]. TKP (M-L) Hareketi, "sol" bir siyaset izlediği mücadele döneminde de[,] "sol" siyasetini düzelttiği sonraki döneminde de bireysel terörizme ve bu çizginin ürünü olan bu tür eylemlere karşı çıkmıştır, ve çıkmaktadır. TKP (M-L) Hareketi baştan bu yana devrimin halk kitlelerinin eseri olacağını savunmuş, kitle mücadelelerinin içinde bulunduğu seviyeden itibaren geliştirilerek silahlı mücadele aşamasına yükseltilmesi gerektiğini belirtmiş, başlangıçta pratikte bu alanda hatalar işlemesine rağmen hatalarını düzelterek bu doğrultuda yürümüştür. Bu bakımdan, TKP (M-L) ve TİKKO adına sahtekarca maledilen [sic] bu eylemlerle ve bu çizgiyle, TKP (M-L) hareketi ve TİKKO'nun hiçbir ilişkisi olmamıştır ve yoktur.

Bu eylemler, TKP (M-L) hareketi ve TİKKO'nun mücadelesini ve halkımız üzerindeki devrimci etkisini kendi küçük-burjuva kariyerist amaçlarına alet etmek isteyen ve TKP (M-L) hareketi ve TİKKO ile hiçbir ilişkisi bulunmayan birkaç maceracıya aittir. TKP (M-L) hareketi bu çizgideki eylemleri benimsemediği gibi, bu tür eylemlere karşı olduğunu her zaman açıkça belirtmiştir. Bu kişilerin TKP (M-L) ve TİKKO ile hiçbir ilgileri yoktur, dolayısıyla bu kişilerin eylemleri hiçbir şekilde TKP (M-L) Hareketi ve TİKKO'na [sic] maledilemez [sic] ve bu örgütleri bağlamaz.

Yukarıda belirttiğimiz eylemler ve bunları yapanlar faşistler, revizyonistler, Ecevit hükümeti ve TİKP (Aydınlık) oportünizmi tarafından, TKP (M-L) Hareketi'ne saldırmak ve onu halkımız nazarında küçük düşürmek amacıyla kullanılmaktadır... Bütün bu karşı-devrimci güçler, bu fırsattan TKP (M-L) Hareketine halk kitleleri önünde saldırmak amacıyla yararlanmaktadırlar. TKP (M-L) Hareketi, halkımızın mücadelesine zarar veren ve devrimin düşmanlarına yarayan bu eylemlere karşı mücadele ettiği gibi, TKP (M-L) ve TİKKO adını karalamak isteyen faşistlerin, revizyonistlerin, Ecevit hükümetinin, TİKP-Aydınlık oportünistlerinin bu heveslerini de kursaklarında bırakacak güç ve kararlılıktadır. Hiç bir [sic] gerici faaliyet, hiçbir maceracı, TKP (M-L) ve TİKKO'nu [sic] lekeleyebilecek güçte değildir.

Halkımızca gerçeklerin bilinmesi[,] kendisine maledilen [sic] son olaylarla TKP (M-L) ve TİKKO'nun hiç bir [sic] ilişkisinin bulunmadığı gerçeğinin açıklığa kavuşması amacıyla bu yazıma derginizde yer vermenizi rica eder, mücadelenizde başarılar dilerim. 

TKP (M-L), TİKKO, TMLGB
DAVASI MENSUPLARINDAN
İRFAN ÇELİK

Kaynak: "İRFAN ÇELİK: «Maceracıların eylemleriyle TKP/M-L ve TİKKO'nun ilgisi yoktur»". Çelik, İrfan. Halkın Birliği. 11 Nisan 1978. Sayı: 32. Sayfa: 6.

BELGE | Garbis Altınoğlu - Yaşasın TKP/M-L Hareketi (1979)

ÖN AÇIKLAMA

Bilindiği gibi Garbis Altınoğlu, yakın bir geçmişte hayatını kaybetti. Eşi, bir zamanlar kendisinin kullandığı sosyal-medya araçlarından halen daha Garbis'in çeşitli yazılarını yayınlıyor. Kendisine, müteveffa eşinin anısını yaşatma uğraşında başarılar dileriz.

Garbis Altınoğlu, daha sonraları TKP/M-L Hareketi'ne dair değerlendirmelerini değiştirmiş, örgüte daha negatif bir yaklaşımla yaklaşmıştır. O yüzden son görüşleri için elbette ki daha geç dönemden yazılarına bakılmalıdır. Yine de bu mesajı da yayınlamayı, hiç yoktan o dönemki görüşlerinin ve/veya ruh halinin anlaşılması açısından kayda değer görüyoruz.

Garbis Altınoğlu, devrimci mücadele direngenliğiyle meşhur olmuş birisidir. Garbis'in serbest bırakılması için yapılan kampanya sırasında direngen kişiliğini tanıtmak için Emeğin Bayrağı'nda çıkmış bir yazıdan ufak bir alıntı yapacağız:[1]

"(...) Sorumlu Başgardiyan Sırrı (soyismini anımsamıyorum), "Dom dom kurşunu" adlı türküyü söyleyerek Garbis'i özel olarak jopluyordu. Onlara göre tüm bu işleri yapan[,] Garbis'ti. Bu nedenle özel bir ilgi görüyordu. Yoğun dayak ve işkenceden sonra, bizim davadan ben, Garbis Altınoğlu, Güzel Aslaner ve Hasan Tosun'u 1. Müşahedenin hücrelerine; TİKB davasından Remzi Küçükertan, Hasan Akdoğan ve Necdet Çelik; Partizan davasından Turan Talay'ı 2. müşahedenin hücrelerine koydular. İlk geceyi yataksız geçirdik. Bizi hücrelere koyduktan kısa bir süre sonraydı, Garbis, seslenerek durumumu sordu. "İyi" olduğumu söyledim ve "sen nasılsın Garbis?" dedim. "Biz eski toprağız oğlum, kolay kolay eskitemezler" dedi."

Evet, Garbis Altınoğlu "eski toprak"tı ve kolay kolay eskitilemezdi. İşkenceciler karşısındaki direnişi, dönemi yaşamış tüm devrimcilerin dilindedir.[2] Elbette ki kendisinin fikirlerini paylaşmıyoruz, ya da MLKP'den istifası sonrası örgütsüz pratiğini eleştiriden muaf tutmuyoruz, yine de Garbis saygıyı hak eden bir devrimci pratik yaşamıştır, bundan sonra da hep böyle anılacaktır.

Anısına saygıyla.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.06.10


[1] "İşkencehanede, zindanda direnişin ve onurun sembolü bir devrimci: Garbis Altınoğlu". Kılınç, Haşim. Emeğin Bayrağı. Kasım 1988. Yıl: 1. Sayı: 9. Sayfa: 64.
[2] Vaktinde Garbis Altınoğlu şöyle de eleştirilmiştir ("MLKP'de yaprak dökümü ve Garbis Altınoğlu'nun hezeyanları üzerine" (20 Haziran 2000). Proleter Halkın Birliği. [Haziran?] 2000. No.: Özel Sayı 12 ["MLKP'de Yaprak Dökümü Sürüyor"]. Sayfa: 44.):

"K. Bayrak gazetesinin "Işık , daha çok ışık!" başlıklı açıklamasına baktığımızda bunu görüyoruz . Bu açıklamada K. Bayrak gazetesi Garbis Altınoğlu'nun "ne kadar eski ve emektar bir devrimci" olmasından başlayarak, devrimcilerin 12 Eylül döneminde "dirençli tutumuyla hatırlayacağını" belirterek gerçekleri bilmeden atıyor, attıkça da coşuyor. Bunların bazıları doğru bazıları ise yanlış. Örneğin Garbis'in işkencedeki tutumu örnek değil. Bilindiği üzere Garbis Altınoğlu, yılların devrimcisi ve aynı zamanda 12 Mart 1971 deneyimini yaşayan bir kişi olarak Aralık 1981'de İstanbul polisince bir operasyon sonucu yakalandığında, o kendisini çok küçümseyip mahkum etmeye çalıştığı İbrahim Kaypakkaya yoldaşın "işkencede ser verip, sır vermeme" geleneğine bağlı kalmayarak işkencede zayıflık göstermiştir. Bu bakımdan Garbis Altınoğlu'nun 12 Eylül sürecinde düşmana karşi direnişinin önemli zaaflar taşıdığını belirtmeliyiz. Yani Garbis Altınoğlu poliste örgütsel statüsünü kabul etmiş ve bu bakımdan da TKP/ML Hareketi'nin geleneğini sürdürmede başarılı olamamıştır. Hatta Garbis'in bu işkencedeki zaaflı tutumunu düşman teyp kasetine alarak bir çok yoldaşa dinletip, onların işkenceli sorgularında morallerini bozarak teslim almada kullandığını da biliyoruz. Bu zaaflı durumun dışında Garbis'in zindanlarda devrimci direnişçi bir çizgide durduğu bir gerçektir."

Bu eleştiriler bizce abartılıdır. Garbis'in örnek tavır takındığını kendisi değil, başkaları değil, çok sevdikleri örgütleri propaganda etmiştir. Elbette ki nüans detaylarında (ki biz detaylarına vakıf değiliz) en iyisi olmayabilir, lakin Garbis'in genel olarak direndiği bilinir. Türkiye'de sorgularda direnip, hatta şehit düşen nice yiğitler vardır lakin maalesef bunlar çoğunluk olmamıştır. Bu açıdan baktığımızda, elbette ki Garbis'in direnişi örnektir.

***

Garbis Altınoğlu'nun, Prof. Mugan olayı sonrası aranırken basında çıkan bir fotoğrafı (kaynak: Tercüman. ??? [tekrar saptanınca eklenecektir]).

Yaşasın TKP/M-L Hareketi

Belli bir süredir HK ve Partizan gibi küçük-burjuva oportünist akımlar, benim, TKP/M-L Hareketinden [sic] ayrıldığım yada [sic] kendilerine katıldığım doğrultusunda gerçekdışı propagandalar yapmaktadırlar. Onların bu ve benzeri propagandalarını kendi iç güçlüklerini altetme [sic] gereksinimlerinden kaynaklanmakta, kendilerinin M-L Harekete karşı giriştikleri mücadelede başvurmayı alışkanlık edindikleri yöntemler hakkında bir fikir vermektedir. Küçük-burjuva oportünist akımların başvurdukları bu yoz burjuva mücadele yöntemleri[,] Türkiye proletaryasının öncü birliği olan TKP-ML Hareketinin [sic] gelişmesini ve zaferle ilerlemesini asla engelleyemeyecektir. 22-27 Nisan 1979 tarihleri arasında toplanan ve örgütümüze büyük bir itilim veren 1. Konferansımız, bu gelişimin parlak bir göstergesi olmuş, küçük-burjuva oportünist akımların şefleri arasında belirgin bir panik havasının doğmasına neden olmuşlardır. Özellikle HK dergisinin hareketimize karşı giriştiği iftira, karalama ve demagojik saldırıların dozunu arttırması ve son zamanlarda TKP/ML Hareketini [sic] "gerici" olarak niteleyecek kadar ileri gitmesi bu nedenlere bağlanmalıdır. Ancak, gerek karşı-devrimin, gerekse oportünizmin her türden saldırılarının yoğunlaşması, TKP/M-L Hareketinin [sic] proletaryaya ve emekçi kitlelere halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm mücadelesinde önderlik etmesini asla engelleyemez. TKP/M-L Hareketi, koşullar ne denli zor olursa olsun uluslararası komünist hareketle ve tüm ilerici güçlerle omuz omuza emperyalizme, sosyal-emperyalizme, burjuvaziye, gericiliğe ve her türden revizyonizme ve reformizme karşı sonuna dek yılmadan mücadele edecek, dünya proletaryasının Türkiye'deki birliği olarak kalmaya, proleter devriminin ve proleter enternasyonalizminin şanlı kızıl bayrağını dalgalandırmaya devam edecektir.

GARBİS ALTUNOĞLU [sic]

Kaynak: "Yaşasın TKP/M-L Hareketi". Altunoğlu, Garbis [sic]. Devrimci Halkın Birliği. 1 Ekim 1979. Sayı: 62. Sayfa: 7.

Not: Biz Garbis'in bahsettiği Partizan'ın kendisine katıldığı gibi bir iddiayı nerede dillendirdiğini bilmiyoruz ama aksine Parti'nin ve hareketin, bilhassa dönemin faşist-feodal basının "Ümit Necef, Garbis Altınoğlu vb. tarafından yönetilen TKP/M-L" şeklindeki iddialarına karşılık "Ümit Necef ve Garbis Altınoğlu gibi hainlerin örgütümüzle ilişkisi yoktur" yollu açıklamaları çeşitli kereler yaptığını biliyoruz.

BELGE | Münir Dişkaya'nın ölümü üzerine TKP/M-L Hareketi açıklaması (1979)

    ÖN AÇIKLAMA


"Münir yoldaş, Münir/Önder yoldaş
Her tarafı[n] kızıl ateş
Devam edecek bu savaş.

Dost düşman bile ki şunu
Yürekler kin ve isyan dolu
Kızıl ölüm zafer gülü,
Yaşıyor can Münir yoldaş"

Neden Münir Dişkaya?

Bilindiği gibi Münir Dişkaya, bir görev için gittiği Adana'da, yaz sıcağında serinlemek için bir kanala girmiş ve 30 Temmuz 1979'da boğularak şehit düşmüştür. Münir, bölge halkınca ve devrimcilerce sevilen, 1976 ayrılığı öncesinden bir kadroydu. Kendisinin tasfiyecilerle hareket etmiş oluşu, onun devrimci mücadelesini itibarsızlaştırmaz.

Maalesef sevilen ve genel olarak olumlu meziyetlere sahip herkese olduğu gibi, "basit" bir ölüm kendisine de yakıştırılmadı ve ölümü üzerine çeşitli şayialar ortaya atıldı. Şayia şöyle idi: 1979 konferansında seçilen yeni MK (ki bu yeni MK bazı eski önderleri de ya önderlikten düşürmüş, ya da ihraç etmişti [Aziz Vatan gibi]) ile Münir anlaşamadı, kendisinin farklı fikirleri vardı ve Münir örgütten ayrılmak istiyordu (hatta yine benzer bir iddiaya göre, başka bir örgüte geçecekti), bu yüzden katledildi.

Biz, bu iddiaların temelsiz olduğunu düşünüyoruz. Öncelikle Münir ayrılıp nereye gidecekti?
- Devrimciliği mi bırakacaktı? Sanmıyoruz.
- Bambaşka bir geleneğe mi gidecekti? Buna da pek ihtimal veremiyoruz.
- Peki ya gelenekten o dönemki bir gruba, mesela Partizan'a veya HB'ye mi gidecekti? Münir, 1976 tasfiyecilerinin önemli bir kadrosuydu ve kendisinin hiçbir zaman Partizan'ınkine yakın görüşleri savunmadığını biliyoruz. Doğru, 1979'da DHB'den Partizan'a bilhassa a) UKH'deki gelişmeler sonucu ve b) Partizan'ın ortaya çıkıp hareketi merkezileştirmesi sonucu önemli oranda kaymalar oldu, lakin Münir'in bu tarz bir eğilimi olduğundan kimse bahsetmemiştir.
- HB'ye mi geçecekti? Bu konuda bir bilgimiz yok, yani son görüşleri ile HB görüşleri arasındaki uyumluluk ve meyletme konusunda bilgimiz yok (HB'nin kimi şefleri bugün halen daha yaşıyor [hatta bir tanesi yakın zamanda İK yoldaşın işkencehanede gördüklerine bile dil uzatacak kadar adileşti!], belki birisi yazmıştır veya yazar) ama bunu da olası görmüyoruz.

Kaldı ki Münir, yeni MK ile bu kadar uyuşmayan birisi olsaydı, (diğerlerine yapıldığı gibi) Münir de yeni MK'ye alınmazdı.

***

Bu iddialarda bulunanların bir argümanı da olayın (kendilerince) "rasyonal" olmayışıdır: 1) Yüzme bilmeyen birisi, neden sulama kanalına girsin? 2) Girse bile girdikleri yer (yüzme bilmediği için) derin değildi, kanalın görece daha az derin olan yerine girmişlerdi.

Aslında bu gayet olasıdır, akıntıya kapılmak, sulama kanalının içine kaymak vb. şeyler imkansız değildir. Bu açıdan bu tarz iddialar, maalesef halkımızın kültüründe olan ve komploculuğa da meyletmeye sebebiyet veren eğilimin ürünleridir.

Münir Dişkaya'nın ölümü, acı bir olaydır ve her sene birilerince bu tarz argümanlarla zikredilir. Biz, "bir de resmi görüş bilinsin" diyerek TKP/M-L Hareketi'nin, olaya getirdiği ve diğer üyelere sorumsuzluk dolayısıyla yaptığı yaptırımı bildiren açıklamasını buraya koyuyoruz.

Bundan başka tasfiyecilerin bugün çok bilinmeyen kimi belgelerinden de yakın zamanda paylaşacağız. Elbette ki yayınlanan görüşlere katılmıyoruz, amacımız bunların referans materyal olmasıdır. 

Münir Dişkaya'nın devrimci anısına saygıyla.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.06.10

***

AÇIKLAMA
TKP/M-L Hareketi MK'nin dergimize gönderdiği, eğitici olduğunu düşündüğümüz açıklamayı aynen yayınlıyoruz.

HAYATIN  HER ALANINDA İLKELERE BAĞLI KALALIM

30 Temmuz 1979 tarihinde çeşitli milliyetlerden Türkiye Proletaryasının yiğit savaşçılarından, proletarya partisini tekrar kurmayı önüne görev olarak koyan TKP/M-L Hareketinin [sic] Merkez Komitesi üyesi Münir DİŞKAYA Yoldaşı, bir kaza sonucu kaybettiğimizi olayın gelişimini de kısaca ortaya koyarak tüm halkımıza açıklamıştık. Acısı o ölçüde büyük olan bu kayba yolaçan [sic] gelişmeleri değerlendirerek dersler çıkarıp bunu geniş kitlelere ulaştırmak, başta işçi sınıfı olmak üzere, halk kitlelerine, devrime, Marksizm-Leninizme bağlılığın bir gereğidir.

MÜNİR yoldaş ile yanındaki iki yoldaşı, birlikte bir göreve giderken zorunlu olarak Adana'ya uğramışlardır. 3-4 saat gibi kısa bir süre için orada kalacaklardı. Üç yoldaş da şehri az bilmekteydiler. Sulama kanalı hakkında ise sadece bir yoldaş sınırlı bilgiye sahipti. Yoldaşlarımız, boş olan süre içinde Kanal'a [sic] giderek yüzmeyi kararlaştırmışlar...

Daha sonra acı kayba yol açacak hatalı tutum buradan itibaren başlamaktadır. Bir göreve gidilirken zorunlu olarak uğranılan bir yerde yıkanmaya gitmek ilkesiz bir tutumdur. Çünkü o anda yoldaşlar görevlidirler. Boş sürede başka bir şeyle ilgilenmeleri doğru değildir. Şehri az bilmelerine, Kanal'ın [sic] özelliklerini çok daha sınırlı bilmelerine rağmen böyle bir davranış içine girilmesi bu ilkesiz tutumu; hatayı ağırlaştırıcı nedenler arasındadır. MÜNİR yoldaşın yüzme bilmemesine rağmen suya girmesi, diğer iki yoldaşın buna müsaade etmeleri, tehlikeyi ciddi bir tarzda dikkate almamaları da baştan düşülen ilkesiz tutumun üzerinde yükselmektedir. Ve sorumsuz bir tavır olarak değerlendirilmelidir. 

Yüzme bilmeyen bir yoldaşın suya girmesine izin vermenin ne denli ciddi bir hata olduğu üzerinde tartışmak bile gereksizdir. Yıkanmak için suya girmek, elbette ki her şart altında hatalı sayılamaz. Hatalı olan, görev sırasında, bu görevin dışında meşguliyetlere gitmektir. Yoldaşlar şehri çok iyi bilselerdi, kanalın özelliklerini tanısalardı durum yine değişmez, yıkanmaya gitmeleri hatalı olurdu. Orada yapılması gereken, zamanı uygun bir yerde konuşarak vb. geçirmekti.

Bu noktada ilkelere bağlılığın önemi, görev sırasında görevle ilgili olmayan çeşitli davranışlara gidilmesinin mücadeleye verdireceği kayıplar, getireceği değişik olumsuzluklar sıkıca kavranmalıdır. İlkelerin, Marksizm-Leninizmin ışığında yürütülen zorlu mücadelelerin deneylerinden çıktığı akılda tutulmalıdır. 

Diğer bir nokta ise, proleter devrimci kadroların kendilerinin ve yoldaşlarının hayatına özen göstermeleri zorunluluğudur. Kadrolar, mücadele için gerekli olmadığı hallerde, kendilerini ve yoldaşlarını tehlikeye atmamalı, bu tür davranışlara izin vermemeli, anında eleştirmelidirler. Mücadelenin en ön saflarında yer almakla gerekli olmadığı hallerde hayatını titizlikle korumak, riske girmemek çelişmez. Aksine proletaryanın ve emekçi kitlelerin haklı davası için bu gereklidir.

Yoldaşlarımızın hataları başlıca bu iki noktadan değerlendirilmelidir. Yoldaşlarımızın boğulma olayına yolaçan [sic] setin yakınında suya girmeleri, baştan bu setin farkına bile varmamaları, sorunun ayrıntılarıdır. Bunlar da baştan düşülen ilkesiz durumun ürünü niteliğindedir. Acımızın büyüklüğü ortadadır. Fakat bu, MÜNİR yoldaşın da ortak olduğu hatalı tutumu belirtmemize engel olamaz. Bunu yoldaşın mücadeleci anısına bağlılığın bir gereği olarak kavrıyoruz. O'nun anısına bağlılık, ilkelere bağlılıktır.

Değerli yoldaşımız, yiğit savaşçı MÜNİR DİŞKAYA'nın acı kaybından hareketle ilkelere sıkıca bağlılığın taşıdığı büyük önemi ilkesiz bir tutumun, ardından bir dizi olumsuz sonucu beraberinde getireceğini, sonuçta mücadeleye zarar vereceğini derinden kavramalıyız.

Baştan tehlikeli bir durumun doğabileceğini ciddi olarak düşünmeyen, yoldaşın suya girmesine engel olmayan iki yoldaş, MÜNİR yoldaşı kurtarmak için ellerinden gele[ni yapmışlardır. Bazı eksiklikler olmasına rağmen, yeterli bir müdahalede bulunarak, yoldaşı en kısa zamandahastaneye [sic] ulaştırmışlardır. Bu iki yoldaş, ilgili organın yol göstericiliğinde hatalarını kavrayarak özeleştiri [sic] yaptılar. Bu yoldaşlara, hatalarının taşıdığı önemi kavratmak, hatalarını daha iyi görerek düzeltmeleri amacıyla hareketimizintüzüğüuyarınca [sic] ilgili organ tarafından oybirliği ile ciddi ihtar cezası verilmiştir.

TKP/M-L HAREKETİ
MERKEZ KOMİTESİ


Kaynak: "Hayatın her alanında ilkelere bağlı kalalım". TKP/M-L Hareketi Merkez Komitesi. Devrimci Halkın Birliği. 1 Ekim 1979. Sayı: 62. Sayfa: 7.