28 Mart 2020 Cumartesi

TKP (M-L) öncesi komünizm şehitleri: Bolşevik TKP'nin şehitleri

Gülsüm Karamustafa'nın Mustafa Subhi ve 15'lerin yolculuğunu temsil eden çizimi (1977). SALT Research Archive 190546.

"Her insan bir gün ölür, ama her ölümün önemi aynı değildir. Eski bir Çin yazan olan Zuma Çien, "Bütün insanlar ölümlüdür, ama bazılarının ölümü Tay dağından da yüce, bazılarınınki tüyden de değersiz olabilir" demişti. Halk için ölmek, Tay dağından da yücedir, ama faşistler için çalışmak ve sömürenler ve ezenler için ölmek tüyden de değersizdir. Çang Zu-teh yoldaş halk için öldü, onun ölümü gerçekten de Tay dağından yücedir." -"Halka hizmet et" Mao Zedung

"Biliniz ki proletarya devrimi, mücadelede gözlerini kırpmadan hayatlarını feda edenlerin yerini dolduracak yeni insanlar yaratır. Bu insanlar başlangıçta daha az bilgili ve daha az eğitilmiş olabilirler, ama kitlelerle sıkı bağları vardır ve aramızdan ayrılmış bulunan dâhilerin yerini alacak, onların davasını sürdürecek, onların yolunu izleyecek ve onların başladığı işleri tamamlayacak yeni insan gruplarını yaratabilirler." -Lenin

TKP şehitleri denince kuşkusuz hepimizin aklına 15'ler, en başta da Mustafa Subhi yoldaş gelir. Subhi yoldaş, gerçekten de halkımızın önderlerinden, yiğit bir komünistti ve ölümü onurla karşıladı. Asla korkmadı, asla kaçmadı ve her gerçek komünistin karşılaşması çok olası olan o sonla karşılaştı. Onun anısı bütün Türkiye komünistlerinin yolunu aydınlatmaktadır.

Peki bunlardan başka TKP'nin şehitleri nedir? Kuşkusuz birkaç isim daha sayılabilir ama bunları sayanların sayacağı isimler genelde Menşevik TKP'den isimler olacaktır (burada şunu belirtelim: Menşevik TKP ile revizyonist olmakla birlikte halk saflarından olan TKP'yi (1922-53) anlıyoruz, sonradan kurulan (1962-1987) modern-revizyonist sosyal-faşist TKP'yi değil). Her ne kadar TKP üyesi veya TKP uzantısı bu örgütlerde kimi isimler kahramanca mücadele edip, bir kısmı cidden komünizm idealine olan inancıyla, bir kısmı da demokrat ve yurtsever ideallerle şehit düşse de (mesela gözaltında kaybedilen TKP'li işçi Salih Bozışık, işkencede katledilen ilerici Hasan Basri Alp vb.) ve bunları TDH'nin halk saflarından devrimci şehitleri olarak kabul etsek de, Bolşevik TKP şehitleri olarak kabul etmiyoruz, edemeyiz. "Cereyana göğüs germek Marksist-Leninist bir ilkedir." (MAO) Bu kişiler cereyana göğüs germe, akıma karşı durma cesaretini gösteremediler ya da o bilince ulaşmadılar. Revizyonist kliği mahkum edip Bolşevik esaslar üzerinde kurulu anti-emperyalist, anti-faşist, anti feodal özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi'ni gerçekleştirme yolunda silahı mücadeleyi örgütleyecek bir TKP kuramadılar.

Burada TKP tarihine değinmek görevi karşımıza çıkıyor. Henüz bitirilmemiş bir yazıdan konuyu açıklayacak bir alıntıyla bu konuya kısaca yaklaşımımızı ortaya koymak istiyoruz:

Esasen TKP, Mustafa Subhi yoldaşın ölümü sonrası yenilmiştir ve dağılmıştır. Farklı bölgelerdeki farklı gruplar hemen hemen neredeyse grup yapısını daha Subhi yoldaş dönemindeyken bile korumuşlardır.
(...)
Mustafa Subhi yoldaşın Kemalistlerce katledilmesi sonrası TKP yine birleştiği üç grup temelinde aynı şekilde dağıldı. Bir süre Komintern tarafından tanınan KP niteliğini THİF alsa da (THİF de Bolşevizm ve oportünizmin sarmaş dolaş olduğu, karma bir partiydi), bu parti de 1922'de sindirilince komünist hareket çöktü. Bakû kanadı (TKF Harici Komite) Türk-Rus antlaşması dolayısıyla lağvedilip (çünkü bu antlaşmaya göre iki taraf da kendi sınırları dahilinde karşı ülke aleyhinde faaliyet yürüten örgütlenmeleri dağıtma kararı almıştı ve bu tanıma TKP de uyuyordu) Gürcistan KP'sine bağlandı. Geriye kalan Aydınlık grubu ise ekonomist-Menşevik iğrenç kuyrukçu bir çizgi izlemeye koyuldu. 1925'de dağınık grupları birleştirip (buna Rum örgütlenmeleri ve Ermeni sol-sosyal-demokrat grupları da dahildi) TKP'yi inşa etmekle yükümlü bir kongre örgütlense de nihayetinde bu çaba azınlıkların çok az bireysel katılımını sağlayıp diğer grupların ise Aydınlık grubu altında birleşmeyi kabul etmesiyle ve nihayetinde Aydınlık grubunun TKP Kongresi niteliğinde toplandı.
Burada bir noktaya değinmek gerekir: Bütün bu kongreler (1920 Bakû, 1922 Ankara, 1925 Akaretler) resmi olarak TKP 1. Kongresi olarak adlandırıldı. Bu TKP'nin başlangıç tarihi konusunda sorunlar doğurmaktadır. Subhi yoldaş ve onun çizgisini savunanlar TKP'nin doğuşunu 10-16 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakû'da toplanan ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen komünist örgüt ve grupların delegeleriyle meşru olarak toplanan Kongre olarak görmektedir. Şefik Hüsnü'cü oportünistler ve devamcıları ise iki ayrı tarih tutmaktadır: Direkt ŞH vb.'leri tarafından savunulan 1925 tarihi (böylece TKP'nin Mustafa Subhi yoldaş liderliğindeki dönemi yok sayılmaktadır, gerçekten de ŞH oportünisti Subhi yoldaştan hiç hazzetmeyen bir oportünistti) veya Aydınlık gibi "miras açı" grupların savunduğu 1919 tarihi (yani TİÇSF'nin kuruluşu). TİÇSF, daha proletarya nedir onun bile tanımını yapamayan oportünist bir gruptu, yani bu grubun Türkiye'de ilk komünist grup olarak tanınması saçmadır. Yoksa bu yola gidilecekse, İ. Bilen (modern-revizyonist TKP'nin önderi) döneminde de ilk grup 1918'de kuruldu sonra dağıldı denilmektedir, o grubu başlangıç saymak gerekir. Lafzı geçmişken, modern-revizyonist sosyal-faşist TKP de TİÇSF'yi komünist ilan etmiştir ama o Bakû kongresini esas almıştır. Bunun esas sebebi İ. Bilen'in ŞH'den nefret etmesi, o dönemi oportünist görmesidir. Ama 1919'da TİÇSF'de Ethem Nejat yoldaş vb. de vardı (yani partiye tümden revizyonist demiyorlardı), bu konuda buldukları formül şuydu: TİÇSF evet Marksist bir partiydi ama sadece İstanbul merkezliydi, esas Tüm-Türkiye partisi olarak tüm grupları birleştirdiğinden TKP kabul edilmelidir. Yani kısaca, TKP'nin başlangıç tarihi meselesi oportünistlerle Marksistlerin konumunu tayin eden bir meseledir. Biz Marksistler bu yüzden TKP'nin kuruluşunu 10-16 Eylül 1920 kongresi olarak kabul ediyoruz.
Bundan sonra TKP esas olarak kongre toplamamıştır. 1926 ve 1932 yıllarında "TKP Aktifi Konferansları"ndan 1932'deki Konferans sonradan İ. Bilen TKP'si dönemi (4.) Kongre kabul edilmiştir. Bu yüzden onlar 12 Eylül sonrası 1983'de düzenledikleri Kongre'ye 5. Kongre demişlerdir. Bir de Pavli Adası'nda sonradan Troçkistlikle suçlanan (gerçekten Troçkist olup olmadıkları meselesi bir yana [zira bu Kongrenin bugüne ulaşan bir belgesi yoktur] bu grup Türkiye'de bir sosyalist devrim yapılmasını istemiş (?), aldığı konumlarla da ŞH kliğinden sözde sol özde sağ daha gerici bir konumda kalmıştır) grubun Kongresi vardır (1929 Haziran). Bu grup bir dönem "Muhalif TKP" diye bilinen bir grup olarak var olmuştur ve Türkiye'de bazı Troçkistler (Devrimci Marksizm) bu kongreyi "Stalinizme karşı ilk devrimci atılım" olarak savunmaktadır. Yine TKP (İşçinin Sesi) grubu da (bu grubun da aslen adı TKP'dir, TBKP kurulduktan sonra isim boşalınca bunlar kendi kongrelerini toplayıp isimlerini TKP yaptılar ama kimse umursamadı) bu Kongre'yi Troçkist değil, tasfiyeciliğe karşı devrimci bir duruş olarak nitelendirmiştir.
TKP'nin tarihi tevkifatlar tarihi olmuştur. İlk tevkifat 1925'de gerçekleşmiştir (önceki dönemin cinayet ve tutuklamalarını saymıyoruz) ama ilk önemli tevkifat 1927'de, 1926 Viyana Konferansı ile ŞH kliğinin Türkiye'deki adamı olarak atanan ama sonradan kavgadan kaçıp polise yoldaşlarını bildiren Vedat Nedim Tör sayesinde gerçekleşmiştir. Sonraki 1929 ve diğer tevkifatlar sürecinde TKP hep çökmüş ve sonra tekrar toparlanmaştır. 1946'da 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası oluşan konsensus sürecinde TKP legale çıkma girişiminde bulunmuş ama klikçilik bu süreçte de baş göstermiş, ilk kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ŞH kliğinin önderliğini kabul etmeyince ŞH kliği de Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ni kurmuş, aynı yıl ikisine de tutuklamalar başlamıştır. Son önemli tevkifat, 1951'de Nazım Hikmet'in yurt dışında kafadarı İ. Bilen'le başlattığı inisiyatifle birlikte daha çok legal alanlara dönük bir yarı-legal/illegal çaprazı bir örgütlenme sürecine girişilmiş ama Sevim Tarı'nın yakalanmasıyla başlayan tutuklamalar sonrası o dönemin bilinen solcu aydınları ve 1950'de afla salınan 1946 sürecinin tutuklularını da kapsayacak büyük bir TKP tutuklamasıyla sonlanmıştır. Bu tarihten sonra TKP bitmiştir. Dava sürecinde salıverilenlerin bir kısmı soluğu yurt dışında almış, grup kavgasına düşüp kafadalarını toplayıp rakiplerini tasfiye etmiş ve yurt dışında kendisine TKP-Dış Büro ismini vermiş, sonradan da direkt (hakkı olmayan) TKP ismini kullanmaya başlamıştır.
Bu sürecin özü, kısaca TKP tarihi budur.

Bugün Mustafa Subhi yoldaşı savunduğunu iddia eden bir parti hangi şehitleri sahiplenmelidir?


A) Ekim Devrimi'nin müdafaasında can veren Türkiyeliler

Mustafa Subhi yoldaş, Türkiyeli esirlerden teşkil ettiği bir Kızıl Rota ile Beyazlara karşı savaşmış, özellikle Çekler'e karşı mücadelede yer almıştır. Bu mücadelede Sovyet devriminin müdafaasında kızıl rotada şehit düşen bütün isimleri bilinmeyen şehitler, komünizm şehitleri olarak Türkiye ve T. Kürdistanı'nın öncüsü olan Proletarya Partisi'nce "TKP öncesinin komünizm şehitleri" olarak sahiplenilmeli ve onurlandırılmalıdır. Bu uğurda isimleri ve sayıları bilinmeyen bu kızıl orducuların anısı, halk ordusunun saflarında uzun süreli halk savaşının ilk safhası olan köylü gerilla savaşını yürüten savaşçıların mücadele azmini biliyor.

B) TKP'nin kuruluşu sonrası mücadelede can veren TKP ve Kızıl Alay üyeleri

B1) Zangezur şehitleri

Mustafa Subhi yoldaşın Türkiye'ye ilk dönme girişimi esasen Kızıl Alay ile olmuştur lakin bu süreçte Zangezur'da karşı-devrimci Daşnaksütyun kuvvetleriyle çatışmalar yaşanmış ve bu çatışmalarda 11 kızıl alaylı şehit düşmüştür. Bilinir ki, devrim süreçlerinde devrim ordularında bir komünist olmasa da devrime hizmet eden ve orduya girenler olur, bir de komünist olup orduya girenler. Bunlar genelde ordu içinde komünist grup kurar ve ordudaki askerleri sadece komünizme hizmete değil, direkt komünizme kazanmaya çalışırlar. Bunlar devrimci durumlarda safların genişlemesinde görülür (mesela Rusya'da İşçi-Köylü Kızıl Ordusu, mesela Çin'de Çin Halk Kurtuluş Ordusu). Bunların hepsi de direkt olarak komünisttiler diyemeyiz ama devrime ve komünizme hizmet eden askerlerdiler ve bu yüzden "TKP dönemi Kızıl Ordulu komünizm şehitleri" olarak anılmalı ve sahiplenmelidirler.

Bu üstteki iki örneğe dair bu şekildeki perspektif normalde değinilmiş ve hareketin bir yayınında da ifade edilmiştir.[1] Yine de bu konuda henüz yeterince bir sahiplenmede bulunulmadığı belli oluyor. Bu tavır aşılmalıdır.

B2) Yusuf Kemâl

Bu yoldaşın da yaşamına dair pek bir bilgi elimizde yok, Süleyman Nuri'nin anılarında bu yoldaşın, Subhi yoldaşın yolculuğundan önce gönderildiği ama Kars kalesinde Karabekir'in hışmına uğrayıp öldürüldüğünden bahsedilmektedir.[2] Elimizdeki kaynaklar ve bilgimiz doğrultusunda yoldaşa dair elimizde başka bir veri yoktur. Bu kişinin bir an Kürt Maksut'un yol arkadaşı olduğu düşünülebilir ama altta vereceğimiz alıntılarda Maksut yoldaşın yol arkadaşının Bekir Çavuş isimli birisi olduğu ifade edilmektedir. Yine Nedim Âgâh yoldaşın yol arkadaşı olmadığını Kars'ta öldürülüşünden anlıyoruz.

B3) 15'ler

15'ler üzerine çok daha detaylı bir inceleme elbette ki gereklidir (zira bu yoldaşların bir kısmına dair maalesef geniş bilgi yoktur) ama 15'ler zaten yeterince bilindiğinden, dolayısıyla ek olarak zaten "sahiplenilmeli" demeye gerek olmadığından ve bu yazının amacı olmadığından dolayı bunu geçiyoruz.

B4) Maria Subhi

Bu yoldaşın tam olarak doğum, ölüm vb. konularda şu andaki bilgiler tam değildir. Rusya'da Subhi'nin tanıdığı ve katip olarak yanına aldığı, sonradan evlendiği birisidir (dönüşte de konumu sekreterlik olarak geçmektedir).

Bu yoldaşın kimliğine dair farklı kaynaklarda farklı ifadeler geçer. Ahmed Cevad, Yahudi olduğunu söylemektedir.[3] Kimi Azerbaycan'dan ikincil ve üçüncül anlatımlarda Bakû Rusu olduğunu da işittik. Bu yoldaşa dair başka çelişkili bilgiler de vardır. Mesela, Subhi yoldaşı Kırım döneminden tanıyan birisi Bakû'da Vanda isminde Polonyalı bir kadınla evlendiğini söylemiştir.[4] İbrahim Topçuoğlu, Rusya Türkü olduğunu ve isminin Semiramis (ki kendileri ona Semra diye hitap ediyorlarmış) olduğunu yazmıştır,[5] ki bu gerçek değildir. Kendisini Kırım'dan tanıyanların şahitliği belki de Subhi'nin Rusya'da birden fazla kişiyle evlendiği (ve evliğinin bilinmeyen sebepler yüzünden bozulduğu) şeklinde yorumlanabilir (ki bizce bu çok zayıf bir ihtimaldir), ya da bu yoldaşın farklı isimler kullandığı şeklinde de anlaşılabilir. Her halükarda bilinen odur ki, Subhi yoldaşla birlikte son yolculuğuna çıkan kişi Maria'dır. Bu yoldaş, Yahya Kahya'nın adamlarınca el konulmuş, Rizeli kabadayılara satılmış ve defalarca tecavüze uğradıktan sonra ya öldürülmüş, ya da intihar etmiştir. Maria yoldaşın kanları, Kemalistlerin ve tetikçilerinin ellerindedir.

B5) Nedim Âgâh ve yol arkadaşı

Eczacı olan bu yoldaş, Subhi yoldaşın katliyle aynı dönemlerde veya katlinden sonra (tutuklanışını 20 Ocak 1921 tarihli basın veriyor), tıpkı Subhi yoldaşa yapılan örnekteki gibi, güya deniz üzerinden sınır dışı edilme bahanesiyle denize çıkarıldığı haberi yayılmış, lakin katledilip Karadeniz'e atılmıştır. Bu yoldaşın ölümü ilk defa Pavloviç'in Komünist Enternasyonal dergisindeki 1921/17 sayısında Subhiler hakkında yazdığı yazıda son dakika gelen bir haber olarak geçiyor. Pavloviç'in bu yazısında geçen Ahmed Cevad'ın mektubu daha önceden çeşitli kereler çevrilip kullanılmıştı ama Pavloviç'in yazısı tam haliyle ilk defa (derginin Almanca versiyonundan çevrilerek) Aydınlıkçılar tarafından basılmıştı. Lakin burada şöyle bir sorun vardı, orijinal Almanca versiyonunda mı hatalı uyarlanmıştı, yoksa çevirenden kaynaklanan bir sorun muydu bilemeyeceğimiz bir meseleden dolayı "Nadir Agaha" diye isim Türkçeleştirilmiştir.[6] Oysa ki orijinal Rusça yazıda "Nadim Agayha" diye geçmektedir.[7] Bu cinayeti daha sonradan farklı kaynaklar da işlemiştir.

Aslında bu örnek bile, Mustafa Subhi yoldaşın katledilmesi üzerine sonsuz tartışmalar yaratanlara cevap niteliğindedir. Subhi'yi "İttihatçılar'a garezi vardı diye İttihatçılar katletti" diyerek olaydan Kemalistleri aklamaya çalışanlar, buna ne diyor sizce?

Mustafa Subhi'yi İttihatçıların öldürdüğünü savunan Yavuz Aslan, aktardığı bazı yazışmalar ve istihbarat raporlardan Nedim Âgâh'ın öldürülmediğini iddia ediyor. Yazarın karışık verdiği bu yazışmaları sırasıyla burada koymakta yarar vardır.

Ülkeye doğru yola çıktığına ve Giresun'a geldiğine, oradan da Ankara'ya geçmek üzere yola çıktığına dair çekilen telgraf şöyledir:[8]

Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne
Trabzon
26/12/36 [26 Aralık 1920]
1- Dün 25/12/36'da Tuapse'den Giresun'a bir motorla gelen Mustafa Suphi adamlarından eczacı Nedim Agâh'ın Giresun'a çıktığı ve Ankara'ya gitmek üzere Bahr-i Cedit Vapuru'yla İnebolu'ya hareket ettiği Giresun mıntıka kumandanlığından bildirildiği maruzdur. Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne ve Şark Cephesi Kumandanlığı'na arz edilmiştir.
3. Fırka Kumandanı
Nuri

Müdafaa-i Milliye Vekâleti durumu 29 Aralık 1920'de BMM Başkanlığı'na bir tezkere ile bildirmiş ve Mustafa Kemal'e yapılacak muameleyi sormuştur:[9]

BMM Riyâset-i Celile'sine
29/12/36 [29 Aralık 1920]
Tezkere
25/12/36 tarihinde Tuapse'den Giresun'a bir motorla gelen Mustafa Suphi adamlarından eczacı Nedim Agâh'ın Ankara'ya gitmek üzere Giresun'dan Bahr-i Cedit Vapuru'yla İnebolu'ya hareket ettiği Üçüncü Fırka Kumandanlığı'ndan mevcut şifreli telgrafla anlaşılmakla, hususî malumatla ifa-yı muktezası ricasıyla maruzdur.

Mustafa Kemal'in ne cevap verdiğini saptayamamakla birlikte Yavuz Aslan, devamında önce tutuklanıp[10] sonra da "sınır dışı edildiği" bilgisini vermektedir.[11]

Ülkeden çıkarıldığına dair ilk yazışma şudur:[12]

12. Fırka Kumandanlığı'na
Karargâh
1 / 2 / 37 [1 Şubat 1921]
1. Türk komünistlerinden Mustafa Suphi ve onüç refikinin Bakû'da bulundukları esnada, Sibirya ve Türkistan'dan avdet eden Osmanlı üsera-i askeriyesiyle [esir askerleriyle -TÖ], diğer teba-i Osmaniye haklarında suver-i muhtelife [farklı suretler -TÖ] ile şipoyan ve tecavüzatta bulunduğu ve birçok bîgunahların idamıyla üseramızın sefalet ve perişaniyetlerinin temadisine mucip olduğu [sürmesine sebep olduğu -TÖ] hakkında memleket efkârında aleyhlerine hasıl olan kanaatin ve infialin neticesi olarak Mustafa Suphi ve rüfekası Erzurum'da ve güzerahtaki ahalinin heyecanlı tezahüratı karşısında kalmış, aynı nefret ve galeyyan Trabzon'da da toplanan bir cemiyyet tarafından da izhar edilerek hiçbiri şehire sokulmamak ve yolcular memleket halkının bu nefret adem-i kabulü karşısında daha ziyade kalamayarak derhal kiraladıkları bir motora rakiben sahilden açılmışlardır. Hükümetin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin tedabir-i sayesi ile canları mahfuz kalmıştır.
2. Giresun'a çıkan komünistlerden eczacı Nedim Agâh ve diğer refiki polis tarafından mevkufen Giresun'dan vapurla memleket haricine ihraç edilmiştir.
3. Mustafa Suphi Kafilesi'nden Maçka'da hastalanıp kalan Mehmet Emin ile Süleyman Sami'nin Türkistan'daki hidmet-i mezkûreleri [zikredilen hizmetleri -TÖ] hakkındaki müteaddit zevatın [birçok kişinin -TÖ] şahadetlerine binaen mûmaîleyhüma [adı geçenler -TÖ] halk tarafından serbestiye mazhar olunmuşlardır.
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir

Ülkeden çıkarıldığına dair ikinci yazışma şudur:[13]

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne
Kars
2/3.2.37 [2-3 Şubat 1921]
1. Bakû'da Türk üserası ve diğer Osmanlı tebası haklarında zulm ve tazyikattan ve telkinat-ı muzırrasından dolayı Erzurum'da ahalinin hakaret-i tezyifine uğrayan Mustafa Suphi ve 13 refiki Trabzon'da şehir haricinde toplanmış olan halkın tezahürat-ı şedidesi karşısında şehre girmeyerek, seyahatine de devam edemeyeceğini de anlayarak alelacele isticar ettiği bir motora rakiben Rusya'ya avdet etmek üzere 28/1/37'de sahilden açılmışlardır. Mezkûr kafileden olup Maçka'da hastalanarak kalan Mehmet Emin ve Süleyman Sami'nin Türkistan'daki hidemat-ı milliyelerini bilen ve takdir eden birçok kimselerin telkinatı ile mumaileyhümayı serbestiye mazhar kılmıştır. Keyfiyet Tiflis, Erivan ve Bakû'daki mümessillerimize bera-yı malumat bildirilmiştir. Giresun'a çıkan komünistlerden eczacı Nedim Agâh ile diğer bir refikinin de polis tarafından mevkufen vapurla memleketten ihraç edildiği 3. Fırka Kumandanlığı'nca bildirilmiştir.
2. Büyük Millet Meclisi Riyâseti'ne, Dahiliye, Hariciye, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne, Müdafaa-i Milliye Vekâleti'ne yazılmıştır.
Şark Cephesi Kumandanı
Kâzım Karabekir

Daha geç bir tarihten 13. Fırka Kumandanı'nın Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne çektiği şifre telgrafta Nedim Âgâh'ın Batum'da olduğu ifadesi geçmektedir:[14]

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti'ne
Trabzon
2 Temmuz 37 [2 Temmuz 1921]
1- Rize şubesinin mevkufen aldığı malumata nazaran Batum'da bulunup, ilk fırsatta kayık ve motorla Türkiye'ye geçmek isteyen komünistlerin isimleri: Batum Grubu Reisi Süleyman Nuri'dir. Evvelce mülâzım-ı evvel rütbesinde bulunan mumaileyh katib-i umumîdir. Âzâları Selahattin Batum'da Münteşir İştirak gazetesi Sermuharriri, Ali Rıza Muavini, Nurettin, Trabzonlu Hafız Mehmetoğlu Faik, Selanikli Feyzullah, İzmirli Ahmet Mithat, İsmail, Kadir, Lütfü, Naci, Salih Zeki, Mehmet Ali, İaşe Komiseri Şevki, Artvinli Ahmet Çakır, Nedim Agâh'tır.
2- Bakû'dan hareketle Tiflis'e gelen üç kişilik diğer grubun reisi Abdullah, katib-i umumisi Mesut Zeki'dir. Diğerlerinin esamesi grubun Batum'a musavallatında öğrenilecektir. Bunlardan maada Bakû'da Şark Şûrâları tarafından bir buçuk aylık müddet-i tahsiliyeyi bir komünist kursu açılmıştır. İlk yetiştirilmiş Üsera-i Osmaniye'den doksan beş kişi Anadolu'ya sevk olunmak üzeredir.
13. Fırka Kumandanı

Oysa ki böyle bir raporda isminin geçmesi demek, illa ki bu bilgi doğrudur demek değildir. Kaldı ki, istihbaratın nasıl alındığı belirtilmiyor ve "mevkufen aldığı malumat" diyor. Bu birinci elden bir tanıklık mıdır? Duyum mudur? Buna karşılık o dönem Batum'da olan Ahmed Cevad, bilindiği üzere anılarına ek olarak yazdığı ve ölümünden sonra yayınlanan yazıda "eczacı" dediği Nedim Âgâh'ın "hastalandığını""hava değişimi için Batum'dan Trabzon'a geçtiğini" ama "burada süngülenip denize atıldığını" yazmıştır.[15] Yine üstteki telgrafta "Batum Grubu Reisi" denilen Süleyman Nuri de, anılarında 3 yerde Nedim Agah'ın öldürüldüğünü yazmıştır.[16] İki kişi de (hele ki birisi sonradan Kemalistlerin safına dönen Ahmed Cevad), yıllar sonra niye bu konuda yalan desinler? Dahası, ölmeyip de Batum'a dönseydi, bu kişiden bu şekilde bahsetmelerinin imkanı var mıdır?

Aksi yönde kesin bir belge ortaya çıkmadıkça Nedim Âgâh üzerinde gereksiz tartışmalara girmek anlamsızdır. Nedim Âgâh yoldaşı Kemalistler alçakça katletmiştir ve onun ölümüyle Subhi yoldaşın ölümünün bu kadar benzerliği bile, Subhi yoldaşın cinayetine ışık tutmaktadır.

Maalesef ki, Nedim Âgâh yoldaşın "refiki" denen yol arkadaşına ne olduğunu bilmiyoruz, ismi de geçmediğinden dolayı kesin bir çıkarımda bulunamıyoruz. Nedim yoldaşın akıbetinden yola çıkarak, bu yoldaşın da ya aynen öldürüldüğünü, ya da bir sebeple Nedim yoldaşla aynı kaderi paylaşmadığını tahmin edebiliriz ama ikinci ihtimal, telgraflarda da birlikte "sınır dışı edildiklerinden" söz edildiği için bizce daha zayıftır.

B6) Osman Topçuoğlu

Osman Topçuoğlu

Bu yoldaşı Mustafa Subhi yoldaşın ölümünden sonraki süreçte Stravropol'da tifodan yattığı hastanede kaybettik.[17] Kardeşi İbrahim Topçuoğlu'nun yazdığı Neden İki Sosyalist Partisi isimli 3 ciltlik kitabın ilk cildinde kendisine var olmayan konumlar biçiliyor. Bu kitap birçok hata içermektedir ve bunların önemli bir kısmı hatalı bilgi, çarpıtma ve yalandır. Araştırmacı Mete Tunçay, bu kitaptaki birçok yanlışlığı da ortaya koymuştur. Yani kendisinin böyle bir konumda olmadığı açıktır. Yine de, Subhi yoldaşın grubuyla ilişkili olduğu da yayınlanan başka yayınlardan da anlaşılmaktadır. Bu yüzden yine şehit olarak kabul edilmesi doğru olandır.

B7) Kürt Maksut

İsmail Bilen dönemi TKP'sinde ismi hatalı olarak Mesut[18] diye zikredilen bu yoldaş, Subhi yoldaştan sonra şehit düşmüştür. Başka bir partili ile ülkeye parti işi için gönderilen yoldaş, üzerinde ele geçen komünist beyannameler ve talimatnameler yüzünden Kazım Karabekir tarafından idama yollanmıştır. Kendisini idam edenlere karşı yoldaşın tutumu, katillere "Toprağa dökülen kanlarımdan kızıl inkılap çiçekleri açacaktır" diyerek darağacına çıkmak ve darağacında "Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!"[19] diye son sözlerini söyleyerek onu idam edenlerin yüzüne partisine olan bağlılığını ilan etmek olmuştur. Yoldaşın hakkında pek bilgi olmadığından, hakkında iki anlatıyı buraya koyacağız.

İlki şöyledir:[20]

(...)
KAHRAMAN MAKSUT YOLDAŞ
Aslen Muş taraflarından harbi umumi zamanlarında jandarma karakof kumandanlığında bulunmuş ve bilâhere esir düşmüştür. Maksut yoldaş esaret zamanında Subhi ile beraber çalışmış Parti tarafından kızıl alaya teşkilâtçı olarak gönderilmiş ve orada parti teşkilâtının başında çalışmış bir arkadaştır.
Parti Maksut yoldaşın yetişkenliğini, faallik ve kabiliyetini, inkilâba ve partiye tam merbutiyetini göz önüne alarak teşkilât yapmak üzere kendisini şark vilayetlerine gönderdi. Bekir çavuş isminde bir yoldaşta onunla birlikle ve ona yardımcı olarak gönderilmiş idi. Fakat daha faaliyet yapma imkânını bulamadan, her ikiside, Karstan türk burjuvazisinin kanlı pençesine düştüler. Türkiye amele sınıfının ve emekçi kütlelerinin kurtuluşu uğrunda seve seve canlarını veren ölümü hakıkî bir inkilâpçiye yakışır bir tarzda karşılayan kahramanlarımızdan Maksut yoldaşın büyük şahsiyetinde görüyoruz. O, kendisini ve arkadaşlarını bekleyen akibeti evvelceden sezmiş gibi pençesinden kurtulamayacakları, ölümden hiç değilse kendi kavga ve mefküre yoldaşını kurtarma, amele sınıfının kavga saflarında hiç değilse arkadaşının yer almasını temin etmek için kendisini feda eden bir kahramandır.
Daha yolda iken üzerlerinde yakalandığı takdirde onların idam sehpasına sürükleye bilecek tekmil vesikaları kendisi alıyor; yoldaş Bekire yakalandıkları takdirde kendisini evvelce tanımadığını, ancak yolda rastladığını söylemesini tenbih ediyor. Yakalanınca da tahammül edilemez iskecelere rağmen arkadaşını ele vermiyor sabunlu ipe seve seve boynunu vermek suretile arkadaşını kurtarıyor. Burjuvazi cellatları karşısında, idam sehpasına götürülürken ve sabunlu ip boynuna geçirilirken Maksut yoldaş gösterdiği cesaret, mefküreye ve partiye tam bağlılık onu bu sıralarda görmüş ve buna şahit olmuş binlerce emekçi kalbini teshir etmiş ve onlara sınıfımızın kahramanlarını tanıtmıştır.
Onbeş kahraman ve Maksut ayni partinin, ayni sınıfın evlâtları olarak ayni sınıf ve mefküre için, ayni kahramanlıkla can verdiler.
Kara Denizin kara sularına gömülü onbeş kurbanın ve Karsın bir çukuruna atılmış Maksudun mezarı bizim sınıfımızın ve memleketimizin yoksulluk içinde azap çeken emekçilerinin kalplerindedir.
Bu inkılâp kahramanlarının ölümü şüphesiz sınıfımızın acıklı bir ziyaıdır. Fakat onlar geride kalan Türk komünistlerine inkilâba giden yolu sarsılmaz bir tarzda göstermiş bulunuyorlar. Biz bu yolda onların yollarından ve onlar gibi yüzbinlerce can vermiş olanların yolundan cesaret ve imanla yürüyoruz ve yürüyeceğiz.

İkincisi de şöyledir:[21]

(...)
Subhi yoldaş kendisi Türkiyeye gitmezden evvel şark vilayetlerine de Kürt Maksut isminde bir ajitatör göndermişti. Onu dahi Subhi hadisesinden sonra idam etmişler (iyi hatırlamıyorum galiba Erzurumda). Bu yoldaş öldürülürken: "toprağa dökülecek kanlarından kızıl inkılâp çiçekleri açacağını" söylemişti... Aradan tam on beş sene geçti. Ulu ölülerimizin yalnız "toprağa dökülen kanlarından değil", fakat Kara denizin kara dalgalarına karışan kanlarından kızıl çiçekler yetiştiğini memnuniyetle görüyoruz.
Yoldaşlarımızın öldürülmeleri hadisesi, o vakit dahi bizi ağlatmamış, ancak gayiz ve intikam duygularımızı şiddetlendirmişti. Şimdi de bu satırları şikâyet için yazmıyoruz, yalnız onların kıymettar hatıralarını takdis bahanesi ile nefret ve lânetimizi katillerin ve cihan burjuvazisinin yüzüne bir defa daha tükürmek için yazıyoruz. Bunlar bizim için çok büyük ziya olmakla beraber yeni nesil bundan ürkmemeli, belki ders almalı ve zamanı gelince de düşmanlarla o kadar katiyet ve azimle hesaplaşmalıdır.

Sonuç


Mustafa Subhi yoldaş ve onun Bolşevik TKP'sine proletarya hareketi her daim sahip çıkmıştır. Mesela, İbrahim yoldaş şöyle demiştir:[22]

"[Aydınlık'ın revizyonist tezlerinden bir dizi alıntı yapılıp devamla:]
TKP hakkında, Program Taslağı'nda söylenen şeyler bunlar. Bu görüşlere birkaç bakımdan katılmıyoruz.
Bir kere Taslakta, TKP hakkında ileri sürülen görüşler, akıl almaz çelişkilerle doludur. Yuvarlak ve demagojik ifadeler bir yana bırakılırsa, TKP hakkında söylenen olumlu şeyler, onun "mükemmel bir komünist hareket" ilân edilmesine yeter de artar bile. "Leninist bir örgüt" olmak, "Marksizm-Leninizme bağlı kalmak", "proleter enternasyonalizmine daima bağlı kalmak", "oportünizm ve Troçkizm gibi ihanet akımlarıyla durmadan mücadele etmek", son derece mükemmel bir komünist hareketin nitelikleridir.
Fakat, yine Program Taslağı'na göre, TKP'ni oportünist ve revizyonist bir parti ilân etmemek mümkün değildir. "Marksizm-Leninizmi yurdumuz şartlarıyla yaratıcı bir şekilde kaynaştıramamak", "yığınlar içinde kök salmayı başaramamak", otuz küsur yıllık legal ve illegal faaliyet dönemi boyunca "yığınları silahlı mücadele yolunda seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak" ve bütün bunlardan dolayı da "çökertilmek", su katılmamış bir revizyonist hareketin nitelikleridir.
Bir parti, bir yandan revizyonizmin ve oportünizmin bütün hastalıklarıyla sakatlanmış olacak, öte yandan, bu parti "Marksizm-Leninizme bağlı kalmış" olacak, "oportünizmle mücadele etmiş" olacak, "Leninist parti" olmakta devam edecek. Bu, en hafif deyimi ile, Marksizm-Leninizm'in ne olduğunu, oportünizmin ne olduğunu, Leninist partinin ne olduğunu anlamamaktır. "Ülke şartlarıyla kaynaşmayan", ondan kopuk bir "Marksizm-Leninizm"! "Yığınlar içinde kök salmayı başaramayan", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamayan", "teori ve pratiği kaynaştıramayan" bir "Leninist parti"!
Çoğu zaman halkın silahlı mücadelesi için şartların son derece elverişli olduğu otuz küsur yıllık mücadele döneminde, "yığınları silahlı mücadele için seferber edememek ve halkın silahlı gücünü yaratamamak", "teori ile pratiği kaynaştıramamak", "yığınlar içinde kök salamamak", "Leninist örgütlenme esaslarını uygulamamak", "burjuva iktidarların ağır baskı ve takibini altedememek" ve "çökertilmek"; buna rağmen "oportünizmden" azade olmak, üstelik "oportünizmle durmadan mücadele etmiş" olmak! Bunlar aklın alacağı şey değildir. Miras hesaplarıyla bu denli vahim çelişkilere düşmek, bir komünist harekete asla yakışmaz!
TKP hakkında, şahsi görüşlerim şunlardır: TKP, M. Suphi yoldaşın önderliği altındayken Leninist bir partiydi. M. Suphi yoldaşın Kemalistler tarafından hunharca katledilmesinden sonra, partinin önderliği revizyonistlerin eline geçmiştir. Şefik Hüsnü, otuz yıllık önderliği boyunca, revizyonist bir çizgi izlemiştir. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki TKP, bir müddet, Türkiye’de devrimi “sosyalist devrim” olarak tespit etmiş ve bunu da Kemalist iktidardan beklemiştir.
Daha sonra "sosyalist devrim" şiarından vazgeçmiş, fakat bu kez de aynen Menşeviklerin mantığıyla, Kemalist iktidarın demokratik devrimin görevlerini tamamlamasını ve sosyalist devrim için yolu düzlemesini beklemeye koyulmuştur. TKP, köylülerin devrimci rolünü reddetmiştir. İşçi sınıfı önderliğinde, köylülere dayanarak demokratik halk devrimini başarmayı ve durmadan sosyalizme geçmeyi, yani Marksist-Leninist kesintisiz ve aşamalı devrim teorisini reddetmiştir. Ülkemizin somut gerçeği ile Marksizm-Leninizm'in teorisini birleştirememiştir.
İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı ön plâna çıkarmıştır. Silahlı mücadele yolunu reddetmiştir. Kemalist iktidara kölece bir bağlılık göstermiştir. Refik Saydam hükümetini destekleyecek kadar Marksizm-Leninizm'den uzaklaşmıştır. Kemalist iktidarın, bütün azınlık milliyetlere, özellikle Kürt milletine uyguladığı amansız milli baskıyı, hatta kitle katliamlarını tasviple karşılamıştır. Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonraki otuz yıllık dönemde TKP, bir reform partisi olmaktan ileri gidememiştir. Şefik Hüsnü'nün yazıları, Marksizm-Leninizm'in alfabesi sayılacak en ilkel gerçekleri bile çiğnemektedir (Bak: Seçme Yazılar, Ş. Hüsnü, Aydınlık Yayınları).
TKP'nin çökertilmesi, revizyonist çizgisinin kaçınılmaz sonucudur [bunu daha sonradan Aydınlık revizyonistleri "TKP devrim yapamadı bu yüzden revizyonisttir diyorlar" şeklinde tahrif etti –BN]. Yakup Demir, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kaşarlanmış revizyonistlerle Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra TKP'nin izlediği çizgi arasında hiçbir fark yoktur. Gerek ideoloji ve politikası itibarıyla, gerekse örgütsel olarak TKP, Y. Demir, M. Belli, H. Kıvılcımlı revizyonistlerinde devam etmektedir. Yakup Demir kliği, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP'nin çizgisine gerçekten ihanet etmiştir, ama TKP'nin daha sonraki çizgisini olduğu gibi devam ettirmektedir.
TKP mirasçılığı havada bir iddiadır. Bir komünist hareket, M. Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP'nin mirasçısı olur, TKP saflarındaki militan işçi-köylü-aydın üyelerin kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları komünizm davasına derin inancın mirasçısı olur ama, TKP önderliğinin revizyonist çizgisinin mirasçısı olamaz.
Program Taslağı, "ne şiş yansın, ne kebap" mantığıyla kaleme alınmıştır."

Yine:[23]

"Şafak revizyonistleri TKP'nin, M. Belli'ye, H. Kıvılcımlı'ya ve Yakup Demir'e layık revizyonist geçmişinin mirasçılığını da kimseye bırakmıyor. TKP konusundaki görüşlerimizi de ayrı bir broşürde ele aldığımız için burada üzerinde durmuyoruz. Kısaca belirtelim ki, TKP, Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra, kesin sağcı ve revizyonist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüsnü, Kemalistlerden sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır.
Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, köylülerin devrimci rolünü asla kavramamıştır; işçi-köylü ittifakını asla kavramamıştır; daima burjuvaziyle ittifak kurmaya çalışmış ve daima da bunun cezasını çekmiştir, ama bu cezayı işçi sınıfımıza ve yoksul köylülerimize de çektirmiştir; Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, Kemalist iktidara sonsuz bir sadakat beslemiştir; silahlı mücadele yolunu reddetmiştir; önce Kemalist iktidarın tedrici devletleştirmeler yoluyla sosyalizme (!) varmalarını beklemiş, sonra da hayal kırıklığına uğrayarak Kemalistlerin sosyalist devrim için şartları olgunlaştırmasını beklemeye koyulmuştur; Kemalist iktidarın azınlık milliyetlere yönelen zulüm ve baskılarını alkışlamıştır.
Bu miras, bizim aç gözlü miras düşkünü bezirgânlara pek yakışıyor. TKP mirasında, kendi revizyonist tezlerini destekleyecek pek çok şey bulacaklarına eminiz. Fakat, komünizm davasına gerçekten bağlı bir hareket böyle bir mirası reddeder. Biz Mustafa Suphi yoldaşın ve onun önderliğindeki TKP’nin mirasçısıyız. Komünizm davasına, devrimci yürekten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzünden inançları ve enerjileri yanlış yollara kanalize edilmiş işçi, köylü ve aydın kadroların, subjektif olarak kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları "devrim" ve "komünizm" ateşinin sarsılmaz inancının mirasçılarıyız."

Evet, Mustafa Subhi yoldaş ve TKP'si sahiplenmiştir ama bugüne kadar diğer yoldaşların sahiplenilmesinde atıl kalınmıştır. Sadece 15'ler değil, Rus devriminin müdafaasında enternasyonalist mücadelede şehit düşenler, Zangezur'da 11 şehit, Yusuf Kemâl, Maria, Nedim Âgâh ve yol arkadaşı, Osman Topçuoğlu, Kürt Maksut da sahiplenilmelidir. Bolşevik TKP'nin sadece sayısı bilinen asgari 31, ihtimaldir ki 32 şehidi vardır. Bolşevik TKP'nin bize mirası budur.

Komünizm şehitlerimiz kavgamızın kızıl bayraklarıdırlar. Onlar, bizim herkesin gözü önünde yükseklere çektiğimiz proletaryanın ihtilalci kızıl bayrağına rengini kanlarıyla verdiler. Bu zamana kadar proletarya hareketi, komünizm şehitlerinin bir kısmına dair layığıyla bir eğilim göster(e)medi. Bu bir eksikliktir, herkesin gözü önünde göndere çektiğimiz kızıl bayrağın üstünde birkaç ufak lekedir. Onun kızıllığını bozan bu lekeleri ciddi ve titiz bir çalışmayla söküp atmalıyız. Bundan sonra komünizm şehitlerine, Bolşevik TKP'nin ihtilalci şehitlerine gereken önemi göstermeliyiz. Göğsümüzün kafesinden yüreğimizi çıkarıp güneşten düşen ateşe fırlatalım, yüreklerimizi Bolşevik TKP'nin şehitlerinin yürekleriyle yan yana koyalım.

Türkiye ve T. Kürdistanı halklarının bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve yüce komünizm ideali uğrunda anti-emperyalist, anti-faşist, anti-feodal, özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi'ni zafere ulaştırmada tek bilimsel yol olan Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi'nin köylü gerilla savaşı evresindeki gerilla savaşında yürüdüğü yolu aydınlatan kızıl fenerlerimiz, Bolşevik TKP'nin şehitlerinin anıları hiç sönmeyen kıpkızıl bir meşaledir parlayan!

[1] "Parti ve Devrim şehitleri Anma Haftası vesilesiyle, Türkiye komünistlerinin ilk şehitleri üzerine…". Özgür Gelecek Yolunda İşçi-Köylü. 12-25 Ocak 2007. Yıl: 4. Sayı: 65. Sayfalar: 16-19 [18, 19].
[2] "Çanakkale siperlerinden TKP yönetimine: Uyanan Esirler". Nuri, Süleyman. TÜSTAV. 1. Baskı, Haziran 2002. Sayfa: 366., öldürüldüğüne dair diğer ifadeler için bkz: age. Sayfalar: 360, 385-386., not: Bu kronolojik sıralama aynı şekilde Maksut yoldaş için de denmiştir ama Maksut yoldaş hakkında gerek S. Yılmaz'ın, gerek Salih Zeki'nin anlatımları bunun Subhi olayından sonra gerçekleştiği intibası uyandırdığından dolayı 2'ye karşı 1 durum göz önüne alınarak S. Yılmaz ve Salih Zeki'nin anlattığına paralel olan kronolojik sıralamayı esas aldık.
[3] Orijinalde: "1920 Moskova'sında Türk komünistleri [#1]". EMRE, Ahmet Cevad. Tarih Dünyası. 1 Aralık 1964. Yıl: 1. Sayı: 1.; bu yazı dizisi sonradan şurada aynen sıralı basılmıştır: "1920 Moskovasında Türk komünistler". EMRE, Ahmet Cevat. içinde: "Milli Azadlık Savaşı Anıları". Hikmet, Affan., Emre, Ahmed Cevat., Nevşirvanova, Cemile Selim., Nevşirvenov, Ziynetullah., Akbulut, Erden (der.). TÜSTAV. 1. Baskı, Mart 2006. Sayfalar: 45-76 [ilgili kısım 54., ayrıca bkz.: 62.]. 
[4] "Destanlaşan bir devrimci: Mustafa Suphi". Ozeraner, M.. içinde: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi". Sağlam, Önder (der.). Ürün Yayınları. Sayfalar: 71-97 [ilgili kısım: 92-93, 95-96.].
[5] "Neden 2 Sosyalist Partisi - 1946: T.K.P. Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960 I.". Topçuoğlu, İbrahim. Yayıncı yok, kendi yayını. 1. Baskı, Şubat 1976. Sayfa: 62.; ayrıca Semiramis (Semra) hakkında kitapta geçen diğer bahisler için bkz. Sayfalar: 64-65, 72, 81, 84-86.
[6] "Türk komünistlerinin ölümü". Pavloviç, Mihayl. içinde: "Türkiye Komünist ve İşçi Hareketi". Aydınlık Yayınları (No.: 62 [Komintern Belgelerinde Türkiye Dizisi-4]). 1. Baskı, Mart 1979. Sayfalar: 52-58 [58].
[7] "ГИБЕЛЬ ТУРЕЦКИХ КОММУНИСТОВ.". Павлович, Мих.. Коммунистический Интернационал. 1921. №.: 17. Sayfalar: 4427-4430.
[8] Orijinalde: ATASE, A.1./4283, Kl.549, D.17/7, F.68-1.'den naklen: "Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi: Türkiye komünistlerinin Rusya'da teşkilâtlanması (1918-1921)". Aslan, Yrd. Doç. Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. ISBN: 975-16-0939-9. Sayfa: 329.
[9] Orijinalde: ATASE, A.1/4283, Kl.549, D.17/7, F.68.'den naklen: age. Sayfa: 329.
[10] Orijinalde: İstikbâl. 20 Kânûn-i Sânî 1337 [20 Ocak 1921].'den haberin ilgili kısmını naklen: age. Sayfa: 330.
[11] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.590, D.123/37, F.41-3; ATASE, A.6/3152, Kl.887, D.28/31, F.30-1; ATASE, A.7/3178, Kl.935, D.6/1-A, F.25.'e atıfla: age. Sayfa: 330.
[12] Orijinalde: ATASE, A.6/3152, Kl.887, D.28/31, F.30-1.'den naklen: age. Sayfalar: 321-322.
[13] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.590, D.123/37, F.41-3.'den naklen: age. Sayfa: 321.
[14] Orijinalde: ATASE, A.1/4282, Kl.1040, D.130/85, F.5-1.'den naklen: age. Sayfalar: 369-370.
[15] "1920 Moskovasında Türk komünistler [#2]". Ahmet Cevat Emre. Tarih Dünyası. 1 Ocak 1965. Sayı: 2. Sayfa: 151.; ayrıca şurada: "1920 Moskovasında Türk komünistler". EMRE, Ahmet Cevat. içinde: "Milli Azadlık Savaşı Anıları". Hikmet, Affan., Emre, Ahmed Cevat., Nevşirvanova, Cemile Selim., Nevşirvenov, Ziynetullah., Akbulut, Erden (der.). TÜSTAV. 1. Baskı, Mart 2006. Sayfalar: 45-76 [62-63.].
[16] "Çanakkale siperlerinden TKP yönetimine: Uyanan Esirler". Nuri, Süleyman. TÜSTAV. 1. Baskı, Haziran 2002. Sayfalar: 366, 385-386.
[17] "Neden 2 Sosyalist Partisi - 1946: T.K.P. Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi 1914-1960 I.". Topçuoğlu, İbrahim. Yayıncı yok, kendi yayını. 1. Baskı, Şubat 1976. Sayfalar: 9, 88.
[18] Mesela "... idam sehpasında “Yaşasın TKP” diye haykıran Mesut Yoldaş için, ..." şeklindeki bir ifade için bkz: "İSMAİL BİLEN’İN 5. KONGRE AÇIŞ KONUŞMASI" (1983). TÜSTAV.
[19] Aynı yer
[20] Orijinalde: "Bir kızıl Askerin Hatırası" (16 Aralık 1935). Yılmaz, S.. içinde: "15'LER HATIRASI: TKP'nin Canavarca Öldürülen Önderi MS arkadaşlarına ithaf 1921-1936" (TKP yayını, 1936). Sayfalar: 75-78.; Transkripsiyon metin: a) "Türkiye'de Sol Akımlar - 1925-1936 (Cilt: 2)". Tunçay, Mete. İletişim Yayınları. 2. Baskı (İletişim'de 1.), 2009. Sayfalar: 634-635., b) "Bir kızıl Askerin Hatırası" (16 Aralık 1935). Yılmaz, S.. içinde: "15'LER HATIRASI". Tunçay, Mete. [3. Baskı, Sosyal Tarih Yayınları'nda 1.,] Mart 2020. İstanbul. Sayfalar: 74-76.; not: Yazım hataları aynen orijinaldeki gibi geçirilmiştir.
[21] Orijinalde: "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz" (15'ler Hatırası için yazılan yayınlanmamış daktilo metin, 20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. Sayfalar: 98-99.; Transkripsiyon metin: a) "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz" (15'ler Hatırası için yazılan yayınlanmamış daktilo metin, 20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. Sayfalar: 98-99. içinde: "Karanlıkta kalmış bir eylemci: İttihatçi komünist Salih Zeki (Kuşarkov)". Avagyan, Arsen. Sosyal Tarih Yayınları. [1. Baskı,] Ocak 2020. İstanbul. Sayfalar: 112-113., b) "Subhinin Değerli Arkadaşlarından Bazılarına dair Birkaç Söz". (20 Ocak 1936). S.Z. [Kuşarkov, Salih Zeki.]. içinde: "15'LER HATIRASI". Tunçay, Mete. [3. Baskı,] Mart 2020. İstanbul. Sayfalar: 92-94.; not: Yazım hataları aynen orijinaldeki gibi geçirilmiştir.
[22] "TİİKP Program Taslağı Eleştirisi" (Ocak 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: "Bütün Eserleri". Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan'da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 316-318.; not: abç.
[23] "Şafak revizyonizmi ile ayrıldığımız başlıca noktalar" (Haziran 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: "Bütün Eserleri". Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan'da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 543-544.; not: abç.

18 Mart 2020 Çarşamba

"Halk Savaşı'nda solmaz bir ÇİÇEK": Ahmet Muharrem Çiçek


"Halk Savaşı'nda solmaz bir Çiçek"
Ahmet Muharrem Çiçek

"Onun otomatik tüfeği yoktu, çelik yeleği yoktu ama hakim sınıflar karşısında boyun eğmeyecek çelikten bir yüreği vardı."

 Kravatından aşağıya daha geniş bir görüntü veren versiyonu, Tercüman.

 Sağ (bakana göre sol) omzundan daha geniş görüntü veren daha kaliteli bir baskısı, Milliyet.

 Sol (bakana göre sağ) omzundan daha geniş bir görüntü veren kalitesiz bir baskı, Hürriyet (1. versiyon baskı)
 Farklı bir versiyon, Yeni İstanbul

 Farklı bir versiyon, Cumhuriyet

Farklı bir versiyon, Hürriyet (2. versiyon baskı)

1950 (nüfusta 1952) yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde doğdu Ahmet Muharrem yoldaş. Şafii İslamcı bir ailenin çocuğuydu. Ailesi Çiçek Otel’in sahibiydi. Elazığ Lisesi’nde okurken devrimci düşüncelerle tanıştı. Başarılı ve çalışkan bir öğrenci olan Ahmet Muharrem yoldaş, 1970 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı.

İstanbul’da dönemin atmosferinden etkilenip öğrencilerin akademik demokratik mücadelesinde yer aldı. Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimiyle donandıkça ve Marksist Eserleri okudukça yıllar yılı kendisini saran gerici duvar kırıldı ve “kitlelerin afyonu” olan dini ardında bırakıp Yeni Özgür İnsan olma yolunda adım attı. Kızıl Güneş’in doğumundan önceki en ileri mevzi olan TİİKP'nin gençlik örgütü İhtilalci Gençlik Birliği içerisinde örgütlendi. Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın önderlik ettiği M-L muhalefetin safında yer aldı. Nihayetinde, revizyonist oportünist önderlikle mücadele yolları tıkanıp yapacak hiçbir şey kalmayınca 24 Nisan 1972’de doğan Kızıl Güneş TKP (M-L) saflarında tereddüt etmeden yer aldı. O artık yeni bir isimle doğmuştu: "Abdullah".

Önceleri gençlik içerisinde faaliyetlerde yer alan Ahmet Muharrem, daha sonra ise işçi sınıfı içerisindeki faaliyetlerde yer aldı ve bu dönemlerde yürüttüğü faaliyetler sırasında çalışkanlığı, ağırbaşlılığı, alçakgönüllülüğü ve kitlelere onların kavrayacağı türden yaptığı propaganda-ajitasyon ile işçiler arasında olumlu izler bıraktı. Daha sonraları ise okul arkadaşları Meral Yakar, Kutsiye Bozoklar, Ali Şenci ile birlikte o zamanlar İstanbul İl Komitesi’ne bağlı olan Türkiye Marksist-Leninist Gençlik Birliği’nin inşacılarından oldu. Aynı zamanda Mehmet Zeki Şerit, Feryal Sarıoğulları gibi dönemin kadroları da TMLGB’nin inşası faaliyetlerinde yer aldı. Aynı zamanda İstanbul Bölge Komitesi üyesi olan Ahmet Muharrem yoldaş, bölgedeki TİKKO komutanlarından en yetkinlerindendi ve bölge komitesi adına gerilla eylemlerini yönetmek ve denetlemekle görevli olan kendisiydi. Katledilmeseydi, İbrahim yoldaşın el yazısından Parti İstanbul İl Komitesi şemasına göre ileride kurulacak olan Parti Askeri Bürosu'nun ve ona bağlı olan Halk Kurtuluş Silahlı Kuvvetleri İstanbul İl Komutanlığı'nın başı olacaktı.

1972'de temeli atılan bu yapı, yokluklar, fedakarlıklar üzerine inşa edilmişti. Yiyecek yemek, hatta barınacak evi tutmaya para bile yoktu. En temel ihtiyaçların başında hep parti ihtiyaçları oldu, en önce maddi olanaklar bir tabanca edinmeye, bir bomba yapacak malzemeye gitti. Türkiye komünistlerinin ilk önderi Mustafa Suphi'nin "Proletarya için hayat ve şeref azm ile birliktedir, ölüm ve mezellet [alçalma, alçaklaşma] miskinlik ve perişanlıktır." sözünü bu azim, bu kararlılık ve bu inanç kanıtlamıyor muydu?

Ama kolektif temeller üzerinde yükselmişti bu yapı. En fedakar, her alanda her işi yüklenebilme isteğiyle dolu kadrolardı bu temeli atan. Ahmet Muharrem de, komünist ideolojiden beslenen Yeni Demokratik Kültür'le kendisini aşarak kolektif yaşama dahil olmuştu. Mesela o, arkadaşlarının ihtiyaçlarını bile (onca imkansızlık içerisinde) karşılamakla yükümlü hissetmişti kendisini. Kendisini değil, yoldaşlarını ve kolektif yaşamı düşünmek… Ahmet Muharrem'in bugün her komünist için örnek olan erdemlerinden sadece birisiydi bu. Nitekim, hep birlikte sımsıcak yoldaşlık atmosferinde yenen yemekler sonrası tabakları yıkayan, yıkamak için gönüllü olan kişi Ahmet Muharrem'di. O, feodal kültüre karşı olan Yeni Demokratik Kültür'den gıdasını alan öfkesini, toplumsal cinsiyet rollerini de aşağılayarak aslında yine örnek bir davranış sergiliyordu. Ahmet Muharrem'in eski ve çürümüş olan feodal kültürü kendi koşullarınca deviren bu hareketiyle, Çin'de bütün eski ve yozlaşmış olanı Marksizmin devrimci balyozuyla kırıp parçalayan Kızıl Muhafız'ın ortak ideolojik özü, evrensel gerçek olan Marksizm değil miydi?

Kasım 1972 sıralarında Parti’ye yapılmaya başlayan operasyonlar 24 Ocak 1973 tarihinde ağır bir kayıp verdirdi. TKP (M-L)’nin kurucusu ve kuramcısı Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya ile birlikte Koordinasyon Komitesi üyesi Muzaffer Oruçoğlu, Parti üyeleri Hüseyin Bozkurt-Süleyman Yeşil ve halkımızın kızıl gülü TİKKO Komutanı Ali Haydar Yıldız; faşist teğmen Fehmi Altınbilek komutasındaki cinayet şebekesi tarafından Vartinik-Mirik mezrasındaki bir kömde basıldı. TİKKO’nun ilk komutanlarından Ali Haydar Yıldız yoldaş, işte burada milyon milyon doğmak üzere düştü toprağa, önder İbrahim Kaypakkaya ise yaralı kaçıp dağlarda 5 gün saklandıktan sonra bir ihbar sonucu tutsak düştü. Yine önemli bir kayıp ise Meral Yakar yoldaşın kazaen vurulması ve onu hastaneye getiren KK üyesi Arslan Kılıç’ın yakalanmasıyla oldu.

Meral Yakar (Kinem), kaynak: Demokrat. 22 Ocak 1980. Sayfa: 7.

Arslan Kılıç yakalandıktan sonra, kaynak: Beyaz Kitap.

Bu ve diğer operasyonlar sonucu geride kalanlar, daha fazla sorumluluk yüklenmek zorunda kaldı. İşte onlardan biri de Ahmet Muharrem’di.

Görevler artıp olanaklar azalınca kimileri gibi kavgadan kaçmadı, görevlerin çokluğundan dert yanmadı. Aksine, görevlerine sıkı sıkıya sarıldı ve TKP (M-L)’nin faşist diktatörlüğe, emperyalizme, feodalizme ve komprador kapitalizme karşı kırdan kente gerçekleşecek bir Uzun Süreli Halk Savaşı sürecinde, başta devrimci hareketin en yoğunlaştığı bölgelerde Kızıl Siyasi İktidarlar'ın yaratılması ve KSİ'lerin yaygınlaştırılarak iktidarın parça parça zaptı yoluyla bizimki gibi ülkelerde tek geçer yol olan özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi'ni gerçekleştirme davasına olan sarsılmaz inancıyla çevresindekiler için örnek bir kadro oldu. Çünkü o, komünizm davasına yürekten inanmış bir Marksist-Leninist-Maoist’ti.

Parti'ye yönelik darbelerin yoğunlaştığı bu sıralarda Diyarbakır’daki mevcut durumu incelemesi için Adnan Köle isimli birisi bölgeye gönderilir. Köle hiçbir ilişki sağlayamayıp kayda değer bir inceleme yapamadığı gibi, şüpheli tavırları yüzünden ihbar edilir ve yakalanır. Orhan Turan, Hikmet Anık, Turan Çetiner ve Yılmaz Karakoç isimli 4 TKP (M-L) sempatizanın kaldığı Mukaddes isimli bir öğretmenden kiralanan İstanbul, Şehremini, Denizabdal Mahallesi, Kızılelma Caddesi, Kaşgarlı Mahmut Sokak’taki 16 No’lu Tek Kaplan Apartmanı bodrum katındaki kapısında "Garibanlar Yurdu" yazılı evi sorguda çözülerek ele verir. Uçakla İstanbul’a getirilen Köle polislere evi gösterir, 4 öğrenci gözaltına alınır, polis ise eve karakol kurar.

Tüm bunlardan habersiz ertesi gün Ahmet Muharrem, Ali Şenci, Feryal Sarıoğulları ve Kutsiye Bozoklar; dağınıklığı engellemek ve yeni görev paylaşımı yapmak için yapılacak olan bir toplantıyı düzenlemek amacıyla Tek Kaplan Apartmanı’na gitmektedirler.

Kutsiye Bozoklar

Feryal Sarıoğulları

Ali Şenci

Tarih 19 Mart 1973’tür.

Çetin bir kış sonrası İstanbul’da karlar yeni yeni erimektedir. Dolmuş durağında 4 öğrenci beklemektedir. Ahmet Muharrem Tıp Fakültesi 3. Sınıf, Kutsiye Eczacılık Fakültesi 4. Sınıf, Ali Hukuk Fakültesi 3. Sınıf ve Feryal Kimya Fakültesi 3. Sınıf’tır. Özgür bir dünya için kavgaya atılmış 4 öğrenci, onları hafızalardan silinmeyecek o ana götürecek dolmuşu beklemektedir. Birden bire, hiçbir sebebi yokken Ahmet Muharrem, Kutsiye’ye “Biliyor musun be kız, daha bi’ 30 yıl yaşamak isterim.” der. Kutsiye, Muharrem’in bu bir anlık parlamalarına alışkındır, “Neden?” diye sorar. İnanç dolu gözleriyle gülümser ve cevap verir arkadaşlarının güler yüzlü “Apo”’su: “Eh, devrimin tamamlanışını görmeden ölmek istemem de ondan.”

Söz verirler birbirlerine, daha bir 30 yıl yaşayacaklardır.

Yıllar sonra Kutsiye o mücadele, geçim sıkıntısı ve açlık dolu günleri şöyle anımsayacaktı: "’Mutluluk’ gibi anımsıyorum o günleri.”

Tarih, 19 Mart 1973’tür.

Yapılacak toplantı için Tek Kaplan Apartmanı’na varırlar. Toplantının yapılacağı daire apartmanın bodrum katındadır. Kutsiye cama vurur ama cevap veren olmaz. Bir gerginlik oluşur. “Girelim, bu toplantıyı yapmalıyız” der Apo. Kutsiye’nin tabiriyle “güneşi yukarıda bırakıp aşağıya inerler”. Kapıya vurduklarında otomatik tüfekli iki cellat karşılar onları. Cellatların isimleri Muammer Kırdiş ve Sezai Öner’dir. Silahları göğüslerine dayayıp “Buyurun” derler. Buyururlar. Kutsiye ve Feryal ayrı duvara dayanıp ellerinden kravatla birbirlerine bağlanır; Ahmet Muharrem ve Ali’yi birbirine kelepçeleyip farklı duvarlara dayarlar. Ortam çok gergindir. Bu gerginlikten olsa gerek, üzerlerini ararlarken Ahmet Muharrem’in belindeki iki tabancadan sadece birini bulabilirler. Herhalde “iki silah taşımaz” diye düşünmüşlerdir. Cellatlardan biri diğer cellatları aramak için dışarı çıkar. Dörde karşı bir kişi içeride kalmıştır. Bunu fırsat bilen savaşçılar yalnız kalan celladı oyalamaya başlar; amaçları Muharrem’e fırsat yaratmaktır. Önce Muharrem “Öff beklemekten çok sıkıldık, verin şunları da bari biraz vakit geçirelim” diyerek sehpanın üstündeki kartları işaret eder, Kutsiye de “Sıkılıyoruz, çözün şu ellerimi hem çok sıktı. Bakın, morardı, ne çıkar, biraz oyun oynayalım” diye ekler. Konuşmalar sürdükçe ortam daha da gerginleşir, faşist cellat bir an önce diğer ekipler gelse de gitsek havasına girer. Her konuşma daha çok gerginlik yaratır. En son cellat Kutsiye’ye “ne bu ayaklarınızdaki çamur hanımefendi, uzaklardan mı geldiniz” der, Kutsiye ise “sana ne” gibi ters cevaplar verir. Bunun üzerine cellat doğrulup “sana neyi göstereceğim” diyerek Kutsiye’nin üzerine yürür.

Tam sırasıdır.
Boşluktan fırsat bulan Apo, serbest olan eliyle direkt belindeki silahına davranır ve silahı çektiği gibi ateş açar.

Can korkusuna düşen cellat kendini zor dışarı atar. Kaçarken ise elindeki tomsonla yoldaşları tarar, yoldaşlar kendilerini divana atarak kurtulurlar. Faşist köpekler, iyi belleyin bunu: Bizim tek bir Ahmet Muharrem'imiz, sizin değil bir, binlerce tomsonlu, makineli tüfekli celladınızın yüreklerine korku saçar!

Polis dışarı kaçınca Ahmet Muharrem, kendisini ve yoldaşlarını kelepçelerine ateş açarak özgürleştirir. Bu sırada seken kurşun Ali Şenci’nin sol bileğine çarpar.
Hemen üzerilerindeki belgelerin bir kısmını yakarlar. Kalanlarını Ali Şenci yanına alır.

Bodrum katında olan dairenin Hacı Zihni Efendi Sokağı’na bakan arka penceresinden bir kat yukarı tırmanılırsa üst balkonun bitişiğindeki ağaçtan arka sokağa geçilebilecek şekildedir. Buradan tırmanıp kaçılacaktır. Ahmet Muharrem ise, yoldaşlarını korumak için sokağı gören pencereye siper almış bekliyordu.

Kaşgarlı Mahmut Sokak

Kaşgarlı Mahmut Sokak

Tek Kaplan Apartmanı, fotoğraf üzerinde işaretli olan yoldaşların o dönem karakol üzerine düştükleri daire.

Tek Kaplan Apartmanı'nın girişi.

Tek Kaplan Apartmanı'nın girişi.

Ali kaçar, Feryal kaçar ama Kutsiye kaçamaz, onu çekemezler. İşte tam bu esnada içeriye ateş açılır, Kutsiye vurulup yere düşer.

Ahmet Muharrem orada kaçıp gidebilirdi ama biliyordu ki 12 Mart’ın faşist cellatları Kutsiye’ye en iyi ihtimalle o yaralı haliyle en insanlık dışı işkenceleri yapacaklardı. Belki de Kutsiye bu işkencelerde ölecekti, yada onarılması imkansız zararlar görecekti (ki, gördü de).

İşte Ahmet Muharrem, burada, bir Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu fedaisine yakışanı yapar ve yaralı yoldaşını geride bırakmaz.

Bu hareket, aslında proletaryanın çelik disiplinin de sonucuydu. TKP (M-L) iddianamesine de geçen TİKKO'nun Ceza Yasaları isimli belgede şöyle deniyordu:

" 4. Aşağıdaki ceza yasaları TİKKO'nun bütün mensuplarına uygulanır. 
Ceza yasaları: 
Madde 1 — a) Teşkilat içinde düşman hesabına gizli ajanlık yapanlar. 
b) Düşmanla çarpışma halinde (genel bozgun halleri hariç) silah arkadaşını bırakarak kaçanlar, [abç] 
c) Halkının ve arkadaşının namusuna tecavüz edenler, 
d) Özel meselelerinden dolayı silah arkadaşını vuranlar. 
ÖLÜMLE CEZALANDIRILIRLAR:"

Evet! Yoldaş olmak, kavgada omuzdaş olmak böyle değerli ve kıymetlidir onların kitabında. Mertlik, yiğitlik, gövdede, cinsiyette değil; yoldaşına karşı görevini yerine getirmektedir. Ahmet Muharrem, yoldaşını ardında bırakmayarak onu faşist işkencecilere teslim etmemiştir.

Faşist cellatlar Ahmet Muharrem’e “teslim ol” derler, "teslim ol". İyi ve güzel olan her şeyin mirasçısı proletaryanın yiğit savaşçıları, tarihin en geri, en alçak, en lanetle anılan faşist köpeklerine teslim olur mu? Bilimsel olan, bilim ve insanlık dışı olana teslim olur mu? Toprak kara faşist postallara boyun eğer de, en narin ama dimdik duruşlarıyla ÇİÇEKler artık açmaz mı? Nitekim Ahmet Muharrem, sadece kurşunlarıyla değil, sloganlarıyla da gereken cevabı verir faşist canilere ve haykırır: “Teslim olmayacağım, kahrolsun faşizm!” “Yaşasın TKP (M-L)!”

“Apo”, belki de sayısı yüzü bulan otomatik tüfekli faşist cellatlara karşı sadece bir tabancayla direnmektedir. Çatışma bir süre devam eder, silahların durulduğu kısa bir anda Ahmet Muharrem Kutsiye’nin yanına koşar. Yoldaşına “nasılsın” diye sorar. Arkadaşı ağır yaralıdır ama buna rağmen yoldaşına moral olsun diye “İyiyim” der. Apo, “İlhan yoldaş, galiba ben burada öleceğim, işkencecilerin karşısında sıkı dur” der ve devamla “Hakkını helal et.” diye ekler. Helalleşirler. Bu dini bir ritüel midir? Ahmet Muharrem “ahiret” inancıyla gidip helallik mi istemiştir? Hayır, bu bir vedadır. Geçirilen kavga dolu sımsıcak günlerin bir vefasıdır. Yoldaşına o anda söyleyebileceği son sözdür. Nitekim Kutsiye’nin de dediği gibi “öyle konuşmasını da sevmezdi” Ahmet Muharrem; en samimiyetle ve o an içinden geldiği şekliyle vedalaşır arkadaşıyla.

Bu sırada kaçabilen Ali ve Feryal, Ali’nin yarasını pansuman etmek için bir eve sığınırlar. Kadriye Gül isimli 20 yaşında bir kadın kapıyı açar. Feryal “Yaralımız var, bileğini saracak bir şey ver” der. Kadın başındaki kırmızı tülbenti Feryal’a verir ve Ali’nin yarasını sararlar. Evde ateş yakarlar, Ali’nin üzerindeki belgeler ateşe atılır. Bu sırada ev çoktan sarılmıştır. Bir fırsatını bulan kadın evden kaçar ve komşusuna sığınır. İhbar edilme korkusuyla kapıdan tek tek çıkmaya çalışırlar ve böylece Ali’yle Feryal yakalanır. Üstüne üstlük ev sahibi belgeleri ateşten çıkarıp cellatlara verir.

Ali ve Feryal’ı alıp Tek Kaplan Apartmanı’na döner cellatlar. Ali’yi kendilerine kalkan yaparlar. Ali ve Ahmet Muharrem eski arkadaştırlar. Ali, “Ahmet ateş etme beni vuracaksın” diye bağırınca haykırarak karşılık verir Apo: “Aliiii, devrimci onuruna uygun davran.”

Bir direniş destanı yazıyordu Ahmet Muharrem yoldaş. Yaralıydı, çok kan kaybetmişti ama teslim olmak bir an bile aklının ucundan geçmedi. En sonunda mermisi bitmişti. Düşündü bir an, çağıracaklardı satılmış kalemşörleri. çekeceklerdi boy boy fotoğraflarını. Yanlarında “kahraman”, “vazife için hayatını hiçe sayan” cellatlar dizilecekti. Röportajlar yapılacaktı cellatlarla bu “harekâttaki” kahramanca uğraşları hakkında. Cellatlar, kan damlayan silahlarıyla poz verip “bakın, bununla öldürdüm anarşistleri, böyle vurdum” diyecekti. 25 kurşun yarasıyla alçakça katledilen Hüseyin Cevahir arkadaşımızın katilleri ardından böyle gururla demeçler vermemiş miydi Sıkıyönetim Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu'nun maşalarına!

Tüm bunları düşündü bir an ve o yaralı haliyle, son eylemini, son mirasını bıraktı bizlere “Apo”.

O yaralı haliyle düşmana Parti’nin malı, daha da önemlisi Parti’nin değerleri geçmesin diye silahını kırdı.

Sonra bayıldı. Faşist cellatlar ancak o zaman içeri girebildi. Kutsiye duvarın dibinde, Apo ise bir başka bir duvarın dibinde. Ancak öyle “yakalarlar” onları.

Feryal arabaya götürülürken. O dönem basında bu katiller yüzleri sansürlü çıksa da, sonradan Feryal'ın ismi İzmir TKP (M-L) operasyonları (1976) ile geçmeye başlayınca basında bu yüzleri sansürsüz hali de çıkmıştır. 

Ali götürülürken.

Kutsiye sürüklenerek taşınırken.

Kutsiye arabaya konurken.

Ahmet Muharrem yoldaş sürüklenirken.

Ahmet Muharrem yoldaş sürüklenirken, üst cepheden çekilmiş hali. 

Aynı fotoğraf daha kalitesiz bir baskı ama daha geniş bir görüntü.

Ahmet Muharrem Çiçek'in cansız sedyede çekilen bir fotoğrafı, kimi kurşun izleri seçilebilmekte.

Emrah Cilasun’un “Kırmızı Gül Buz İçinde” belgeselinde de (tamamını) kullandığı Reuters tarafından çekilmiş görüntülerde barbarca muamele çok iyi görülebilir. Feryal’ın dövüle dövüle arabaya bindirilişi, Apo’nun sanki çuval taşınırmışçasına bir kolundan bir ceketinden tutulması ve Kutsiye’nin Apo gibi çuval taşınırmışçasına arabanın içinde konuşu... 12 Mart’çı faşist barbarları ciltlerce kitaplarla anlatmaya gerek yok. Bu yaşanan olay bütün o 2 yıllık sürecin çok iyi bir özetidir.

Reuters tarafından çekilen bahsi geçen görüntüler. Belgeselde sadece başlangıçta olsa da üstünde yazı yazan bu görüntülerin yazısız orijinal dijital versiyonunu (biraz düşükçe bir çözünürlükle olsa da) sunuyoruz.

Evet, her şeye rağmen Apo sağ ele geçmiş, ölmemiştir. Ve faşist cellatlar da çok iyi bilmektedir ki, böylesi bir komünist yaşamamalıdır.

Yaşatmayacaklardır da.

İşte böylece Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşı, Parti'nin Abdullah'ını, yoldaşlarının sevgili Apo’sunu kafasına iki kurşun sıkarak katleder faşist katiller.

Her şey bittiğinde delik deşik olmuş dairede bir büyük boy Yılmaz Güney posteri, birkaç Mao hakkında kitap ve parti eşyaları kalmıştır geriye.

Çatışma sonrası evin içi.

Ele geçenler masası.

Aynı fotoğrafın kenarlardan daha çok görüntü veren daha kalitesiz bir baskısı.

İşte proletaryanın azmi! İşte TKP (M-L) Partizanlarının savaşçı çizgisinin örneği: Polisin bile "öyle kırılması imkansız" diyerek şaşırdığı sıkılan kurşunlarla parçalanan kelepçe.

Ahmet Muharrem'i katleden faşist köpekler, tüm bunların nihayetinde "Babayiğit bir çocukmuş, aslan gibiymiş, güçlü kuvvetli çocukmuş" diyorlardı onun için. Hey faşist katiller, siz proletaryanın savaşçılarını ne sandınız? Komünistler sizler gibi en çürümüş ve yozlaşmış emperyalizmin gönüllü fedaileri değil; bugünü kuran, yarını da en güzel şekilde yaratacak olanların savaşçılarıdır. Nice zulümlere göğüs gerip, nice acılarda dövülerek çelikleşen halkımız, göğü fethetme inancında kahraman işçi sınıfımız daha yüz binlerce Ahmet Muharrem Çiçek'ler var edecektir; işte o zaman karşınızda "babayiğit" "aslan gibi" "güçlü kuvvetli" binlerce erden müteşekkil bir Halk Kurtuluş Ordusu bulduğunuzda acaba hangi deliğe girmenin peşinde olacaksınız!

Bu alçak cinayet, Ahmet Muharrem yoldaşın cansız bedeni üstünde 20 Mart’ta yapılan otopsi sonucu hazırlanan Morg Müdürü Dr. Mehmet Aytaç ve Dr. Cahide Müdüroğlu’nun imzaladıkları 21 Mart 1973 tarihli ve 236/2683 sayılı Adli Tıp Raporu’nun ikinci sayfasında açıkça ortaya konmuştur. Vücudunun 14 ayrı yerinde mermi giriş ve çıkış deliği saptayan adli tıp raporu, devamında şöyle diyordu:

“(...) Bu durumda kafatasına aynı nahiyeden, yani sağ parti-etaldeki bitişik atış yerinden birbiri peşi iki merminin girmesi mümkündür. 
(...) ... beyin harabiyeti ve kanaması ... iç kanama tesirinde ölmüş olduğunu, kafatası sağ kısmında bulunan mermi giriş deliği hususiyetlerinin bitişik atış vasfını gösterdiğini, aynı yerden iki merminin kafatasına girdiği ve çıktığı... (...)”

Faşist sıkıyönetim bu cinayetin ardından 100 no.'lu şu açıklamayı yayınlar:

“1. Aranan şahıslardan ikisi kadın ikisi erkek dört anarşist, bugün 11:30 sıralarında Şehremini semtinde bir sokakta güvenlik kuvvetlerinin ikazına ve ihtarına riayet etmeyerek aniden ateş açmışlardır. Yapılan çatışmada bu anarşistlerden birisi ölü, ikisi hafif yaralı ve birisi de sağ olarak ele geçirilmiştir. İsim ve kimlikleri şimdilik saklı tutulması gereken bu şahısların üzerinde iki tabanca, çokça mermi ve mermi kovanı ile tahrip araçları ele geçirilmiştir. 
2. Daha önce yayınlanan bildiri ve açıklamalarla aranan şahıslara güvenlik kuvvetlerinin bu gibi arama ve ihtarlarına kati olarak riayet etmeleri tarafsız Türk adaletine teslim olmaları bildirilmişti. Buna rağmen ikazlara riayet etmeyenlerin kendilerine kötü sonuçlar hazırladıkları bu vesile ile bir defa daha görülmüş bulunmaktadır. Bu durumda olanlara kanun ve nizamlara riayet ile Türk adaletine sığınmaları bir defa daha duyurulur.”
Yine Nisan 1973 tarihli bir sıkıyönetim açıklamasında bu olay hakkında şöyle denmiştir:

“(…) 
Şehrimizdeki operasyonda ölü ele geçirilen Muharrem Çiçek ve Fikirtepe'de barındıkları evi yakan Zeki Şerit, Yalçın Büyükdağlı, Nezihe Bahar'ın, partilerinin kararnamesi adını taktıkları yasalarının 3. maddesindeki "TİKKO'nun savaşçıları, düşman kuvvetleri tarafından sarıldığı zaman, çemberi yarmak veya düşmanla çatışmak disiplinine bağlı, silahını ve canını düşmana ucuza teslim etmeyen savaşçılar olmalıdır." esasına uyarak hareket ettikleri, bu nedenle güvenlik kuvvetlerine ateş açtıkları anlaşılmıştır. 
(…)”

Elbette ki faşist sıkıyönetimin açıklamalarına karşılık en doğru bilgiyi 5 Nisan 1973’de Halk Ordusu TİKKO’nun yayınladığı şu bildiri veriyor:

“Halkımıza bildiririz! 
Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu bir savaşçısını daha kaybetti. 19 Mart günü faşizmin polis gücü savaşçılarımızın kaldığı yeri kuşattılar. Çelik yelekli, otomatik tüfekli yüzlerce faşist, evi kurşun yağmuruna tuttu. Silah arkadaşlarımız bir buçuk saat kahramanca direndi ve aziz yoldaşımız Ahmet Muharrem Çiçek şehit öldü, yakın omuzdaşı ise ağır yaralandı, faşistler zafer havası içinde içeri girdiler. 
Muharrem, kan revan içerisinde yerde yatıyordu. Otomatik tüfeği yoktu, çelik yeleği yoktu ama çelik gibi bir yüreği vardı. Onun yüreği sefalet içinde sömürülen halkın davası için çarpıyordu. 
O, canını halkının kurtuluş davasına fedakârca bağışladı. 
O, devrim içinde çarpışarak şehit olanların çizdiği kanlı yolda canını verdi. 
Bu çarpışmadan sonra faşist Sıkıyönetim'in paşası sanki büyük bir zafer kazanmış gibi savaşçıları tehdit ederek teslim ol çağrısında bulundu.  
Biz, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu'nun bütün fedaileri adına şunu tekrar beyan ederiz ki, kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız ve hiçbir zaman faşizme teslim olmayacağız. 
Bizim savaşımız halkın kurtuluşunun savaşıdır. 
Şunu iyi bilin ki: 
Silahlarımız emperyalistlerin ve faşistlerin zalim saltanatını yıkıncaya kadar susmayacaktır. 
Bütün devrimcileri birliğe ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu'nu aktifçe desteklemeye çağırıyoruz. 
Yaşasın devrim!”
—Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu İstanbul Bölge Komutanlığı

TKP (M-L) Davası sanıkları ağır koşullar altında partinin ve devrimin sesini duyurmak için mahkemeleri bir araç olarak kullanmaya özen göstermişlerdi. Birçok faşist cinayet gibi bu alçak cinayet de mutlaka mahkeme tutanaklarına geçirilmeli ve bu cinayet tarih nezdinde mahkum edilmeliydi. Bu amaçla çatışmada yakalanan Feryal Sarıoğulları işkence altındaki sorgusunu reddedip mahkemede verdiği yeni sorgusunda Ahmet Muharrem yoldaşın katline de değinmiş ve bu cinayeti resmi evraklara kaydettirerek 12 Martçılar’ın cinayetleri hakkında tarihe bir vesika bırakmıştır. Mahkemedeki sorgusunda ilgili kısım şöyleydi:

"(...) Ahmet kendisinin bir devrimci olduğunu ve son kurşununa kadar çarpışacağını ve asla teslim olmayacağını söylüyordu. Daha sonraki çağrılara da devrimci marşlar ve sloganlarla cevap verdi. Polisler uzun süre içeri girmeğe cesaret edemediler. Ancak 2. Şube'den gelen çelik yelekli, otomatik silahlı polisler içeri girebildiler. Çatışma kısa sürdü. Çatışma sırasında Ahmet'in yine devrimci sloganları tekrarladığı duyuluyordu. Daha sonra Kutsiye ile Ahmet'i orada toplanan halka ve bize gözdağı vermek için yerlerde sürükleyerek dışarı çıkardılar. Orada toplananlara da 'işte görün bize karşı gelenlerin sonu budur' diyorlardı. Eve ilk giren ve muhtemelen Ahmet'i öldüren polis diğer polisler tarafından omuzlar üstünde taşındı. Ahmet Muharrem Çiçek sizlerin de çok iyi bildiği gibi çatışma sırasında değil yakalandıktan sonra başına kurşun sıkılarak alçakça katledilmiştir. Dosyanızdaki otopsi raporlarında da Ahmet'in başındaki yaraların bitişik atış sonucu olduğu açıkça ifade edilmiştir. (...)"

Durum buydu, Ahmet Muharrem yoldaşın canlı ele geçirildikten sonra katledilmesi gerek Adli Tıp Raporu’nda, gerek tanıklıklarla kanıtlanınca davanın sanıkları savcılık makamını işgal eden Sıkıyönetim Savcısı Hakim Kıdemli Yüzbaşı Yaşar Değerli’ye Ahmet Muharrem Çiçek’in ölümü hakkında niçin soruşturma yürütmediğini sorunca Yaşar Değerli “mevcut evraklara üstün körü baktığını” söyleyip devamla şunu eklemiştir:

“Ahmet Muharrem Çiçek polise teslim olmamakla, direnmekle bu sonucu göze almıştır; durumdan kendisi sorumludur.”

Elbette Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katillerinden Yaşar Değerli gibi faşist bir alçağın yaptığı bu açıklama şaşırtıcı değildir. Aksine, tam da kendine yakışanı yapmıştır.

Peki Yaşar Değerli hiç pişman olmuş mudur bu tavrından?

Hayır.

Ömrünü başta komünistler olmak üzere devrimcilere karşı mücadeleye adamış bu halk düşmanı işkenceci köpek 21 Aralık 1975 tarihli “T.K.P.M.L. Esas Hakkında Mütalaa”sını yazarken bile bu faşist cinayetleri savunmuştur.

12 Mart’ın üzerinden 2 yıl geçip 12 Martçılar’ın faşist işkence ve cinayetleri artık adları gibi iyi bilinirken bile Yaşar Değerli bu cinayeti şu şekilde savunmuştur (orijinalde yazan hali [yazım hatalarıyla birlikte] aynen geçirilmiştir):

“(…) 
TKPML’nin özellikle onun taktik kuruluşu olan TİKKO’nun faaliyet merkezi haline getirilen Şehremini Deniz Abdal Mahalle Kaşkarlı Mahmut Sokak No. 16 daki dairede güvenlik kuvvetleri ile sanıklar Ahmet Muharrem ÇİÇEK, Ali ŞENCİ, Kutsiye BOZOKLAR ve Feryal SARIOĞULLARI arasında geçen silahlı karşı koymak hareketini yansıtan olayla ilgili gelişmeyi 13 No.lu klâsörün 26-71 arasındaki belgeler ortaya koymaktadır. Buna ilaveten operasyona katılan ve silahlı tecavüze maruz kalan polis görevlileri Muammer KIRDİŞ (D. Tut. 417) ve Sezai ÖNER (D. Tut. 516) olayın ayrıntılarını huzurda anlatmışlardır. Bu olayda otopsi raporundaki bir tespit dayanarak Ahmet Muharrem ÇİÇEK’in kasten öldürüldüğü öne sürülmek suretiyle yersiz bir taarruz girişilmiştir. Duruşmada da ifade ettiğimiz gibi otopsi raporundaki Ahmet Muharrem ÇİÇEK’in başına rastlayan kurşun yaralarından bir tanesinin bitişik atış özelliğinde olması ve böyle ifade edilmesi mutlaka atışın bitişik yapılmadığı anlamını taşıdığı gibi bu atışın diğer yaraların muvacehesindeki anı ve ölümü intaçtaki etkisini tesbit imkânsızlığı ortadadır. Bitişik atış ile bitişike yakın, yakın mesafe atışları çoğu kez ayni nitelikte bir görünüm yarattıkları görülmüştür. Böyle bir iddia ayrı bir prosüdür olarak şayet buna inanılıyorsa her zaman sürülebilir. Bunun görülmekte olan dava ile yer irtibatı yoktur. Ahmet Muharrem ÇİÇEK ve arkadaşlarının görevli polislerce enterne edilip kelepçelendikten sonra yaylım ateşini kimin açtığı ve ondan sonraki gelişmelerin aşama ve ayrıntısı ile Ahmet Muharrem ÇİÇEK’in vurulmasına kadar olan safhanın değerlendirilmesinde yalnız otopsi raporundaki tesbite göre birtakım iddialar öne sürmek nakıstır. Özellikle yapılan olay yeri tesbiti ve gelişmeleri yansıtan anlatımlar ile diğer delil ve beyanlar bütünlüğü içerisinde gerçek olay oluşum kazanır. Biz huzurda dinlenilen tanık beyanları ile görevli polislerin uğradığı tecavüz ve gelinen durum hakkında gerekli aydınlığın doğduğuna kani bulunuyoruz. 
(…)”

Ve TKP (M-L) savaşçıları bu faşist köpeğe karşı proletaryanın intikamını yerine getirmeye çalıştıklarında, kıl payı kurtulduğu bombalı eylem ardından karşı-devrimin maşası Aydınlık karşı-devrimcileri "suikastteki karanlık meseleleri" aklınca sıralıyordu. Bu "karanlık" eylemi yapan "karanlık" adam Ali Yılmaz yoldaş ise, işkencehanede önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaştan devraldığı sancağı yükselterek ser verip sır vermeyerek şehit düşmüştür. Devrim ve karşı-devrim cepheleri bu kadar netti aslında.

Proletaryanın ihtilalci çelikten eri Ali Yılmaz (Üçgen) yoldaş.

Bugün Ahmet Muharrem Çiçek yoldaştan alınması gereken dersler çoktur. Onun kolektif yaşama muazzam uyumu, komünist direnme geleneği, Parti değerlerine sahip çıkması ve yoldaşını geride bırakmaması hepimizce kavranması ve uygulanması gereken ilkelerdir. Onun, sayısı yüzleri bulan faşist çetelere karşı proletaryanın hayatını ve şerefini temsil ettiğini asla unutmamalı ve bir gün sıra bize gelirse onun ihtilâlci çizgisini sürdürebilme azminde olmalıyız.

Ahmet Muharrem zayi ölmemiştir, o bugün halkımızın yolunu aydınlatan TKP (M-L)'nin temellerini gerek sağlığında, gerekse ölümüyle döşeyenlerden olmuştur. O gerçek bir proleter savaşçısı olarak kendisine yaraşan şekilde savaşmış, bu Halk Savaşı uzmanı yiğit komünist maalesef çok erken, en ihtiyaç duyulan dönemlerden birinde aramızdan koparılmıştır. Lakin bu kaybımız asla yıkıntı değildir zira Ahmet Muharrem'in attığı tohumu, toprakta filizlenmiştir. Lenin şöyle diyor:

"Biliniz ki proletarya devrimi, mücadelede gözlerini kırpmadan hayatlarını feda edenlerin yerini dolduracak yeni insanlar yaratır. Bu insanlar başlangıçta daha az bilgili ve daha az eğitilmiş olabilirler, ama kitlelerle sıkı bağları vardır ve aramızdan ayrılmış bulunan dâhilerin yerini alacak, onların davasını sürdürecek, onların yolunu izleyecek ve onların başladığı işleri tamamlayacak yeni insan gruplarını yaratabilirler."

İşte tüm bu gerçekler ışığında bizler şunu çok iyi bilmekteyiz ki; Ahmet Muharrem Çiçek’ten bize miras kalan direniş geleneği Muharrem Horoz’la, Muharrem Yiğitsoy ve daha niceleri ile birlikte birçok kez daha pekiştirilmiştir ve pekiştirilmektedir. Bu engellenemez bir gerçekliktir, çünkü Ahmet Muharrem proletaryanın savaşçısıydı. Burjuvazinin mezar kazıcısı proletarya var oldukça, yani sınıflar var oldukça sınıf savaşı da sürecektir ve Ahmet Muharrem'in bıraktığı proletaryaya ait bütün değerler, onun ardıllarında daha da katlanarak yükselecek, emperyalizmin, feodalizmin, komprador kapitalizmin ve faşizmin üstüne kahredici bir dalga olarak çökecektir.

Bu yüzden biz, O’nun ardından şu gerçeği haykırarak söylemekteyiz:

AHMET MUHARREM, Halk Savaşı’nda solmaz bir ÇİÇEK’tir!

------

Kaynaklar:

- Belgeler:
* T.K.P.M.L. Esas Hakkında Mütalaa

- Kitaplar:
* "28-29 Ocak 1921'i Unutma! – Mustafa Suphi ve Yoldaşları". Info-Türk Ajansı / Tarihsel Belgeler Dizisi: 2. 1. Baskı, Ocak 1975. Sayfa: 49.
* TKP/ML Hareketi Şehitler Albümü
* “Aylardan Mart'tı ve Havada İsyan Kokusu Vardı” Bozoklar, Kutsiye. “Hep Aynı İnatla”. Mayıs 2000. 1. Baskı. Ceylan Yayınları. ISBN: 975-8426-19-2.
* "Umut 30 Yaşında - Parti ve Devrim Şehitleri Albümü 1972-2002 - Partizan". Göksu, Yıldız. / Deniz, Tuncay (derleyen). Umut Yayımcılık. 1. Baskı, Aralık 2002. ISBN: 975-7919-23-3.
* "Bizim Çakır - Bir Devrim Hamalı". Erdoğdu Çelik, Mukaddes. Ceylan Yayınları. Birleştirilmiş 2. Baskı, Temmuz 2006.
* "Duvarın İki Yakası - Anı 3". Taşyapan, Ali. El Yayınları. 2. Baskı [El Yay.'da 1.], Nisan 2009. ISBN: 978-975-8674-28-2. (kitaptan kişiler bölümü alıntısı için bkz: Ali Taşyapan – TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ (MARKSİST LENİNİST)’İN BİREY ÇEŞİDİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME (Anılarla Geçmişe Yolculuk-2 DUVARIN İKİ YAKASI eserinden alıntı). Bizdenbize.)
* “İbo – İhtilalin Fidanı”. Feyizoğlu, Turhan. Alfa Basım Dağıtım. 1. Baskı (Alfa'da), Ekim 2011. ISBN: 978-605-106-394-2.
* "Kutsiye Bozoklar – Kelepçeye İnat Hayat". Erdoğdu-Çelik, Mukaddes. Ceylan Yayınları.1. Baskı, Kasım 2014.
* “Muzaffer Oruçoğlu Anlatıyor – Zavot'tan Vartinik'e”. Ekinci, İbrahim (Söyleşi: Oruçoğlu, Muzaffer). Ayrıntı Yayınları. 1. Baskı, Ekim 2016. ISBN: 978-605-314-132-7.

- Broşürler:
* “Partizan Yayınları No: 10 – Marksizm-Leninizmin Amansız Düşmanı Troçkizm / Kemalist Hareket ve Kurtuluş Savaşı'nın Değerlendirilmesi (4)”. Partizan Yayınları. 1979/80 (?).

- Dergiler:
* “FAŞİST ZULME SÜNGER ÇEKİLEMEZ - Adli Tıp Raporu Açıkça Belirtiyor: Ahmet Muharrem Çiçek polis tarafından yakalandıktan sonra öldürüldü”. Aydınlık. 17 Şubat 1975. Sayı: 54. Sayfa: 5.
* “Ahmet Muharrem Çiçek Yoldaşı Anıyoruz – SİYASİ CİNAYETLER CEZASIZ KALMAYACAK”. Halkın Birliği. 15 Mart 1977. Sayı: 4. Sayfa: 14.
* “Tasfiyeciliğin Mirası: Başıbozuk Çete İdeolojisi”. Aydınlık. Temmuz 1977. Sayı: 77. Sayfa: 33-34.
* “AHMET MUHARREM ÇİÇEK YOLDAŞI ANIYORUZ – Onun hakim sınıflar önünde boyun eğmeyen çelikten bir yüreği vardı”. Halkın Birliği. 14 Mart 1978. Sayı: 30. Sayfa: 14.
* “Yöntemde Yeni PDA'cılığını Sistemleştiren Parti Bayrağı, İBRAHİM KAYPAKKAYA'nın Marksist-Leninist Görüşlerine Saldırarak Kendi Aşırı Sağcı Özünü Sergiliyor!”. Partizan. Aralık 1978. Sayı: 4. Sayfa: 23.
* “Kutsiye Bozoklar ile Röportaj”. Kadınların Kurtuluşu. Eylül-Ekim 1988. Sayı: 1. Sayfalar: 15, 16, 17, 18, 19, 20.
* “Kutsiye Bozoklar İle Söyleşi”. Yeni Demokrasi. Haziran 1989. Sayı: 22. Sayfalar: 35, 36, 37, 38.
* “Ahmet Muharrem Çiçek”. Yeni Demokrasi. Mart 1992. Sayı: 4. Sayfa: 65.
* “A.Muharrem Çiçek”. Partizan Gençlik. Mart 1996. Sayı: 14. Sayfa: 18.
* “Ahmet Muharrem solmaz bir ÇİÇEK'tir”. Özgür Gelecek. 16-31 Mart 1994. Sayı: 24. Sayfa: 20.
* “Ahmet Muharrem Çiçek”. Devrimci Demokrasi. 16-31 Mart 2001. Sayı: 3. Sayfa: 15.
* “Solmayan bir Çiçek”. (Bağımsızlık Yolunda) Devrimci Demokrasi. 16-31 Mart 2002. Sayı: 27. Sayfa: 14.
* “Muharremce büyütüyoruz umudumuzu”. (Özgür Gelecek Yolunda) İşçi-Köylü. 9-22 Mart 2007. Sayı: 69. Sayfa: 26.

- Gazeteler:
* “Şehremini’nde polisle çatışma oldu bir kişi öldü”. Milliyet. 20 Mart 1973. Sayfalar: 1, 9
* “Çatışma: Bir anarşist öldürüldü”. Tercüman. 20 Mart 1973. Sayfalar: 1, 7.
* “İkisi kız dört anarşist Çapada polisle çarpıştı”. Yeni İstanbul. 20 Mart 1973. Sayfa: 1.
* “Güvenlik Kuvvetleri ile çatışan 4 öğrencinin kimlikleri açıklandı”. Cumhuriyet. 21 Mart 1973. Sayfa: 1.
* “Yakalanan dört anarşistin « T G K P » mensubu oldukları açıklandı”. Dünya. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 7.
* “Ele geçen dört anarşist Gizli Komünist Partisi üyesi”. Hürriyet [1. versiyon]. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 11.
* “Şehremini baskınından sonra 11 kişi daha gözaltında”. Hürriyet [2. versiyon]. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 7-8.
* “Şehremini Operasyonuyla ilgili 11 kişi gözaltına alındı” Milliyet. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 9.
* “Biri ölü, üçü sağ ele geçirilen Üniversiteli anarşistler gizli bir komünist teşkilâtına mensup”. Tercüman. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 7.
* “Anarşistlerin adı açıklandı”. Yeni İstanbul. 21 Mart 1973. Sayfalar: 1, 7.
* “İstanbul’da Gizli Örgüt Mensubu 61 Kişi Yakalandı”. Milliyet. 30 Nisan 1973. Sayfalar: 1, 11.
* “TİKKO Davasında Muharrem Çiçek'in Şehremini baskınında yakalandıktan sonra başına kurşun sıkılarak öldürüldüğü ileri sürüldü”. Cumhuriyet. 20 Haziran 1974. Sayfa: 7

- Özel:
* Kendisini tanıyan eski bir şehit yakının anlatımları.