- "Mustafa Subhi". Nuriyev, İ. "Sovyet Kırımı için can verenlerin anısına, 1918-1920: Makaleler ve Hatırat Derlemesi" ["МУСТАФА СУБХИ". Нуриев, И. "Памяти павших за Советский Крым. 1918-1920: сборник статей и воспоминаний". государственное издательство крымской АССР. 1940. SS: 49-55.]
- "Türk komünisti Subhi yoldaşın konuşması". Subhi, Mustafa. "Sovyet Rusya ve Dünya Halkları" ["Rede des türkischen Kommunisten Gen. Subhi.". Subhi, Mustafa. "Sowjet-Russland und die Völker der Welt – Reden Auf der Internationalen Versammlung – In Petrograd am 19. Dezember 1918". Verlag der Kommunistischen Internationale. Petrograd, Zmolny, Zimmer 32-33. No: 26. 1920. Sayfalar: 28, 30, 32-33.]
- "Mustafa Subhi Rusya'da". Subayev, N. A.. ["Мустафа Субхи в России". Субаев, Н. А.. Вопросы истории. 1983. №.: 5. SS: 173-175.; ayrıca bkz: transkripsiyon metin; ayrıca bkz: http://annales.info/sbo/contens/vi2.htm#83_5].
- "Volga Bölgesinde Türk savaş esirleri: Tarihten parçalar (1915-1919)". Subayev-Kazanlı, Niyaz. Yılların Sesi. N. 1/2. 1999. ["Турецкие военнопленные в Поволжье: фрагменты истории (1915-1919 гг.)". Субаев-Казанлы, Нияз. Гасырларавазы-эхо веков. №.: 1/2. 1999.]
Mustafa Suphi yoldaşın ölümü çokça istismar edilen bir
mevzudur. İddia odur ki, Sovyetler Birliği Suphi yoldaşın ölümünü hasır altı
etmiştir, uzun yıllar söz konusu bile etmemiş, önce 1951'de Türkiye ile
Sovyetler'in arası bozulunca Türkiye'ye karşı hasımlık ve saldırı amaçlı sert ve
daha öncekinden daha farklı ithamlar içeren bir üslupla (Walter Z. Lauquer), daha
sonradan ise TKP Dış Bürosu aracılığıyla kendisini TKP ilan eden İ. Bilen
sosyal-faşist kliğinin Şefik Hüsnü dönemine karşı palazlanması amacıyla (Doğu
Perinçek) veya tamamen Türk düşmanı mantıkla ölümünden 50 yıl sonra (!) (Yavuz
Aslan) öldürülüşünden söz eder olmuştur. Gerçek ise daha farklıdır. Esasen M. Suphi'ye tam
olarak ne olduğunun bilgisi aylar sonra, Ahmed Cevad Emre'nin Suphiler'in
ölümüne dair 2 Nisan 1921 tarihli mektubunun Pavloviç'e ulaşmasıyla ve Pavloviç'in bu mektubu ve mektuptan yola çıkarak hazırladığı bir
yazıyı Komünist Enternasyonal dergisinin 1921/17 sayısında "Türk
komünistlerinin ölümü" başlığıyla yayınlamasıyla ortaya çıkmıştır (Die
Kommunistische Internationale'den önce Rusça olarak da yayınlanmıştır lakin
esas yayıldığı yer burasıdır). Bundan önce Suphiler'in akıbetine dair haber
alınma girişimleri Türk yetkililerinin "deniz kazası" yalanıyla geçiştirilmiştir.
Gerçek ise Türkiye Komünist Gençler Birliği'nden Abdülkadir'in layihasının
hazırlanıp sunulmasıyla ve bu bilginin mektupta Pavloviç'e bildirilmesiyle
ortaya çıkmıştır. Yani öncelikle Sovyetler bunu hasıraltı etmemiştir, her ne
kadar bir terslik ve aksilik sezildiyse de tam durum hakkında bilgi
edinilmediğinden tam vaziyetin öğrenilmesine çalışılmış, bu sürede de zaruriyetten sessiz kalınmıştır.
Peki, Sovyetler başta andı da sonradan anmayı mı bıraktı?
Esasen buna verilecek cevap biraz daha değişiktir: Partiyi ele geçiren Şefik
Hüsnü Kliği (ki bu klik de daha sonradan 1926 Viyana Konferansı'nda kendi
içinde bölünmüştür) adım adım kendi İKG'sini Mustafa Suphi'nin ardında
bıraktığı Harici Büro'dan teşkil edilen Teşkilat Bürosu'nun yerine geçirmesiyle
Suphi adım adım unutturulmuştur. Bakü kanadı etkinliğini yitirince ve KUTV'da
denetim ŞH'nin yamaklarınca zaptedilince Suphi'nin izleri Parti içinde (bu klik eliyle) yavaş yavaş silinmeye
başlanmıştır. Elbette ki Şefik Hüsnü Kliği, 28-29 Kanunisani'yi TKP içindeki
inanmış devrimcilerin yüreklerinden ve bilinçlerinden silemedi, ona açıkça
Parti sathında saldıramadı ama mümkün olduğunca unutturmaya çalıştı ve bunu en
doğru olarak da kendi ekonomist-Menşevik çizgisini Bolşevik çizgi yerine
geçirmesiyle becerdi.
1951 Tevkifatı sonrası parti çökertildi. Milli-burjuvazinin
reformist partisi olan revizyonist TKP, tamamen bitirildi. Buna karşılık yurt
dışına kaçabilen kadrolar ve 27 Mayıs sonrası afla kurtulanlar soluğu yurt
dışında aldı, Sovyetler'deki İ. Bilen gibilerinden müteşekkil grupla birleşip Dış
Büro'yu kurdular. Daha sonradan bu Dış Büro, Büyük Polemik sürecinde modern-revizyonist SBKP'nin
bir kuklası oldu ve kimi has adamlarını birleştirip diğerlerini atarak kendisini TKP ilan etti. Ortada artık
milli-burjuvazinin çıkarlarını temsil eden reformist revizyonist-Menşevik TKP
değil, sosyal-emperyalizmin maşası sosyal-faşist ve modern-revizyonist bir TKP
vardı. Bunlar TKP'yi yeniden biçimlendirirken uzun yıllar TKP'nin lideri olan
Şefik Hüsnü'ye karşı sırtlarını yaslayabilecekleri bir konum kazanabilmek umuduyla M. Suphi'ye sarıldılar ama
onlar M. Suphi'nin ihtilalci sancağını kendilerine ne kadar maske yapmaya
çalışsalar da maske asla bir insanın yüzü yerine geçemez; bir köpeğe insan maskesi taksan da
köpek yine de bir köpektir! Bunların bu ikiyüzlü haydutluğu Doğu Perinçek'inki
gibi M. Suphi'yi hor görmeye bahane olamaz! Ya da gerici Yavuz Aslan'ınki gibi
"hain" emellere delil olamaz. Kaldı ki böyle olsa bile o dönemin
Sovyetler'i artık kendi halkı üzerinde sosyal-faşist bir diktatörlük,
dünya halklarını tehdit edip savaş kışkırtıcısı rolü oynayan sosyal-emperyalist bir güç ve
Marksizmin amansız düşmanı modern-revizyonist bir diktatörlüktür; yani hiçbir
koşul altında UKH'yi ve ilerici insanlığı, ezilen uluslar ve halkların ulusal ve sosyal kurtuluş
mücadelelerinin meşruiyetine halel getirmez, onları bağlamaz!
Sunduğumuz birinci yazı, en üstte ismi geçen 1940 tarihli kitap için İ. Nuriyev tarafından
yazılmış ve kitabın 49.-55. sayfaları arasında yer almış "Mustafa
Subhi" isimli makaledir. Bu kitap, Moskova'daki Rus Devlet Kütüphanesi'nde
online olarak "FB K 65/300" kayıt numarası ile görüntülenebilir. Bu
yazı için belki çok kritik bir konuda çok kritik bir bilgi sunuyor diyemeyiz ama Nuriyev'in makalesi eldeki bilgilerle birkaç hoş çelişkiler içermektedir ki bunlar da bazı detaylarda ilgi çekici
tartışmalar oluşturabilir. Özellikle Nuriyev'in şahitliği ilginç bir husustur.
Okumuş olanlar hatırlayacaktır ki "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi"
isimli eserde de kimi ilginç şahitlikler mevcuttur. Bunları, çelişen yerlerde mevcut
bilgilerle karşılaştırmasını notlarda yapacağız (kendi notlarımız bütün
yazılarda "{…}" şekliyle verilecektir). Ayrıca kitapta kullanılan Suphi'nin fotoğrafını da ek olarak buraya yükleyeceğiz. Kitabın Suphi ile alakalı
kısmını bir Ermeni enternasyonalist yoldaşımız bizim için Rusça'dan
İngilizce'ye çevirmiştir, biz de onun çevirisi aracılığıyla Türkçe'ye çevirmiş
bulunmaktayız. Kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Elbette ki çevirideki
olası tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Sunduğumuz ikinci yazı ise, Mustafa Suphi'nin 19 Aralık 1918
tarihinde Zinovyev başkanlığında Petrograd'da toplanan enternasyonalist
toplantıda yaptığı bir konuşmadır. Bu konuşma, esasen Suphi'nin konuşmalarının
genellikle en bilinenlerinin yayıldığı "28-29 Kanunisani 1921"
kitabında yer almamaktadır. Bundan başka kaynaklarda da (en azından tam haline) rastlayamadık. Yani metnin orijinal Türkçesi ya (bizim elimizdeki)
kaynaklar arasında yok, ya da biz gözümüzden kaçırdık. Bu metin Komintern
tarafından basılan ismi yukarıda zikredilen kitapta yer almıştır. Mustafa
Suphi'nin bu konuşmasından kimi alıntılar Edward Hallet Carr'ın "The
Bolshevik Revolution III" isimli eserinde yer almıştır (mevzu bahis kitap Türkçe'de Metis Yayınları'ndan
çıkmıştır: "Sovyet Rusya Tarihi - Bolşevik Devrimi 1917-1923 [Cilt:
III]". Carr, Edward Hallet [çeviren: Birkan, Tuncay.]. Metis Yayınları. 1.
Baskı, Eylül 2004.). Genellikle eski sol ile Osmanlı'nın
yıkılışı-Türkiye'nin kuruluşu dönemlerini çalışan ve alanındaki temel eserlerden olan meşhur Türkiye'de Sol Akımlar isimli iki ciltlik dev eserin yazarı olan Mete Tunçay, kitabının 1. cildinde Carr'ın kitabının İngilizcesi'nden bu
alıntıları kimi yerlerde not olarak almıştır ("Türkiye'de Sol Akımlar
1908-1925 [Cilt: I]". Tunçay, Mete. İletişim Yayınları. [5. Basım] 1.
Baskı, 2009. Sayfa: 330/DN 160.). Bundan başka Carr'ın eserinden yayılan bu
birkaç alıntı hariç bu konuşmanın başka bir versiyonu (gözlemlediğimiz
kadarıyla) Türkçe'de yayınlanmamıştır. Bu konuşmayı Türkçe'ye çevirerek bu
eksikliği gidermek amacını taşıyoruz. Yazı, (Suphi'nin diğer yazıları gibi)
geniş bir teorik çerçeve sunmuyor ve Suphi'nin Marksist bilgisini geniş çerçevede tahlil
etmemize pek olanak vermiyor, kaldı ki nihayetinde çok da derin bir konuşma değildir. Yine de konuşmadaki kimi hatalı terim kullanımlarından yola çıkarak mevzu bahis
dönemde (1918) Marksizmde daha geri olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bu konuşmadaki bu teorik olarak görece geri oluşundan hareketle Sovyet tarihçilerinin eldeki kaynaklarla kesinliği tam olarak saptanamayan kimi iddialarıyla (mesela Suphi'nin 1915'ten beri RSDİP üyesi olduğu iddiası gibi) Suphi'nin gerçek yaşantısı hakkında bir çelişki de olduğunu düşünebiliriz. Her halükarda bilinmeyeni
tanıtmak-unutulanı hatırlatmak perspektifinde hareket eden bizler için
çevrilmesini gerekli gördüğümüz bir konuşmadır. Komintern tarafından basılmış
ismini yukarıda zikrettiğimiz kitaptan önce Almanca'dan İngilizce'ye,
İngilizce'den de Türkçe'ye çevrilmiştir. Ayrıca kitapta kullanılan Suphi'nin fotoğrafını da (esasen üstte çıkan fotoğrafın daha farklı [ve daha kaliteli] bir kopyasıdır) ek olarak buraya yükleyeceğiz. Kitaptan haberdar olmamızı Mikail
Fırtınacı sağlamıştır, kendisine teşekkür ederiz. Elbette ki çevirideki olası tüm
hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Üçüncü yazı, Suphi'nin Rusya yaşantısı üzerine detaylı bilgi
veren bir Sovyet tarihçisinin, N. A. Subayev'in kısa bir yazısıdır. Bu yazı, daha
erken dönem Sovyet yazarlarına nazaran efsanelere daha az değinmekte ve Rusya'daki yaşantısının detaylarına dair kısaca ama daha geniş şekilde bilgi
edinmemizi sağlıyor. Elbette ki çevirideki olası tüm hata ve eksiklikler bizden
kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Sunduğumuz dördüncü yazı Volga'daki Türk savaş esirleri
hakkında Niyaz Subayev-Kazanlı'nın bir yazısıdır. Lakin çevirirken yazının tamamını
değil, sadece direkt olarak Suphi ile alakalı olan kısmını ve orijinalde yazıya
ek olarak verilen bir kısa dilekçeyi çevirmeyi daha uygun gördük. Dilekçe Molla
Nur Vahidof'un Mustafa Suphi'nin Rus vatandaşlarıyla aynı imtiyazlara ve
haklara sahip olması için yazdığı bir dilekçedir. Bu belge Türkçe'ye çevrildi
mi bilmiyoruz, Türk solu isimli Aydınlık artığı faşist çete gibi devrimci
simaların istismarı ve en ilkel faşist söylemlerin üretilmesi üzerinden
kendisini var eden faşist çetenin yaptıkları dezenformasyon dolu yayınlarında (güya "Mir Seyyid Sultan-Galiyev Ekim Devrimi'nin Lenin ve Troçki ile birlikte 3.
büyük adamı"ymış (!), kendisi "milli-komünizmin babası"ymış (!), hatta ve hatta "üçüncü dünya devriminin de babası"ymış (!), bakın
hele şu Menşevik dönmesi cengavere!) belki bu belgeyi de çevirmiştir, lakin incele(ye)medik.
Her halükarda ufak bir belge olarak sunuyoruz. Elbette ki çevirideki olası
tüm hata ve eksiklikler bizden kaynaklıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Yazılar içinde kimi zaman çeviriyi anlaşılır olması için
"[… kelime …]" şeklinde dolduran kelimeler koyduk, bunlar bizimdir.
Bundan başka "[…]" kullanılan bütün notlar ve referanslar
yazarlarınındır, biz bütün yazılarda notlarımızı (yukarıda bir yazı üzerinden
açıkladığımız üzere) "{…}" ile verdik.
Son olarak ısrarla ve altını çize çize birkaç defa belirttiğimiz üzere tekrar belirtelim ki; bütün çevirilerde olası çeviri hataları bizim sorumluluğumuzdadır. Bunu ısrarla belirtiyoruz çünkü, hataları veya çeviri yanlışlıklarını (mümkünse doğrularıyla!) yorum kısmında bize bildirirseniz düzenleriz ve bunu yapmaktan mutluluk duyarız! Buna ek olarak, kimi yerlerde çeviri biraz çiğ dursa da (bu elbette ki bizim yetersizliğimizin bir ürünüdür), anlam olarak bozukluk olmadığını düşünüyoruz.
Son olarak ısrarla ve altını çize çize birkaç defa belirttiğimiz üzere tekrar belirtelim ki; bütün çevirilerde olası çeviri hataları bizim sorumluluğumuzdadır. Bunu ısrarla belirtiyoruz çünkü, hataları veya çeviri yanlışlıklarını (mümkünse doğrularıyla!) yorum kısmında bize bildirirseniz düzenleriz ve bunu yapmaktan mutluluk duyarız! Buna ek olarak, kimi yerlerde çeviri biraz çiğ dursa da (bu elbette ki bizim yetersizliğimizin bir ürünüdür), anlam olarak bozukluk olmadığını düşünüyoruz.
Sayfamız başta genç devrimciler olmak üzere tüm devrimcilere
çeşitli alanlarda çeşitli türden kaynaklar sunmak, eski kaynak ve
belgeleri/bilgileri bugüne aktarabilmek için bazı çalışmalar yapmayı
planlamaktadır. Bunlar arasında (daha önceden yaptığı gibi) Türkiye halklarının
yetiştirdiği değerli komünistlerin yaşamlarını bilinmeyen-unutulanlarıyla
ortaya koymak (misal, hali hazırda yayınlanan Mehmet Zeki Şerit yoldaş hakkındaki yazı), TDH/TKH'deki bilinmeyen-az bilinen olayları belgelerle ve
(görece) detaylı bilgilerle geniş çaplı bir şekilde bugüne taşımak (misal, hali
hazırda yayınlanan 21 Şubat 1973 en-Nehir el-Berid baskını hakkındaki yazı), Türkiye komünist hareketine yabancı olan
Marksist-Leninist-Maoistler'in ve diğer devrimci-ilericilerin bilgilenmesi için kimi zaman yabancı dilde (İngilizce) yayın yapmak (misal, şu anda hazırlanmakta olan TKP (M-L) 1976 ayrılığı ve 1972
TİİKP'den kopuş üzerine yazı), Türkçe'de yayınlanmamış kimi belge ve kayda değer
yazıların çevrilmesi (misal, bu derleme), hatta yakında başlatacağımız bir
proje ile birlikte geçmişte yayınlanan ve bugün temini çok zor olan, veya çok
yüksek meblağlarda satışa sunulan komünist-devrimci-yurtsever yayınların
.pdf'lerinin yayınlanması gibi projeler vardır. Sonuncusu hakkında daha fazla
bilgi, bu proje hayata geçirilecekken daha etraflıca verilecektir.
Sözlerimizi 1923'te Suphiler'in anısına yayınlanan kitaptan şu alıntıyla bitirmek istiyoruz:
"Biz Suphi'nin yürüdüğü yoldan yürüyoruz."
TARİHİMİZDEN ÖĞRENİYORUZ
İ. NURİYEV
MUSTAFA SUBHİ
[Kitapta çıkan Mustafa Suphi'nin fotoğrafı, sayfa: 49.]
Tanınmış Sovyet yazarı P. Pavlenko,{1} romanı
"Barikatlar" (Paris Komünü kahramanları hakkında bir eser)'ın ithaf
kısmında Mustafa Suphi'nin ismi Komünist Enternasyonal'in zamansız bir şekilde
ölümle karşılaşan savaşçıları Fin Jokinen, Fransız kadın Labourbe, Estonyalı
Lander, Amerikalı Reed, Koreli Hoya ve İranlı Eminbeyli'nin isimleri yanında
yer alır.{2} Türk Mustafa Subhi haklı bir şekilde onların yanında yerini aldı:
O Enternasyonal Komünizmin sancağı altında savaştı ve zafer için canını verdi.
Yoldaş Mustafa Subhi İstanbul'un bir entelektüel ailesinde
doğdu.{3} Babası{4} İstanbul'daki rüştiyelerden birinde ders vermekteydi.
Mustafa Subhi eğitimini Türkiye'de aldı,{5} daha sonradan Paris'e gitti ve
orada Sorbonne Üniversitesi'ne girdi. Mezuniyetinden sonra yurduna döndü ve
İstanbul Üniversitesi'nde profesör olarak atandı.
Mustafa Suphi devrimci faaliyetine henüz daha öğrenciliğinde
başladı.{6} Türk gençleri ve işçileri arasında devrimci faaliyette bulundu.
İstanbul'un sosyalist basınında ("İfham" gazetesi editörüyken){7}
yaklaşmakta olan emperyalist savaşa karşı şiddetle karşı çıktı. Türkiye'nin
monarşist hükûmeti Subhi'ye zulmetti, onu tutuklatıp Sinop hapishanesine
hapsetti. Lakin 1914'te, savaşın daha ilk günlerinde, ateşli devrimci hapisten
kaçtı ve sıradan bir tekneyle Karadeniz'i cesurca geçip oradan Kafkaslar'a
hareket edeceği Sivastopol'a çıktı.
Suphi Rusya'da uzun yıllar kaldı. Burada komünist dünya
görüşünü oluşturdu, burada, iki devrimin de deneyimiyle bir Bolşevik olarak
çelikleşti.
Suphi devrimci propagandayı bırakmadı. Tümden yönetici
sınıflarınca emperyalist bir savaşa sürülen Türk emekçilerinin çıkarlarıyla
ilgilendi, "İkbal" gazetesinde savaşın anlam ve amacını açıklığa
kavuşturan bir dizi makale yazdı. Bu gazete Kafkaslar'da çıkmaktaydı. Bu makalelerden
"Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti"{8} başlıklı birisi Kırım
(Bahçesaray)'da yayınlanan Tercüman gazetesinde 3 Ağustos 1914'te tekrar
basıldı.
"Söylediklerimin hepsini özetlersem" yazıyor Subhi
yoldaş, "Türkiye'nin menfaat ve selameti bu dehşetli davaya koşulmamaktır.
Buna ahden bir mecburiyeti de yoktur. Bitaraf kalması ise hem menfaati, hem de
altı yıllık siyaseti muktezasıdır. Türkiye'nin bu muktezaya göre, hareket edeceğinden
ümid varım. Türkiye böylece hem öz millet ve kuvvetini boş yere hare ve
israftan çekinen [bir devlet olur]."{9}
Çarist hükûmet ilk başta Mustafa Subhi gibi büyük bir
akademisyen ve politikacının Türkiye'den Rusya'ya sığınmasına ferah bir şekilde
karşılık verdi. Rusya'yla savaşa giren Türkiye'ye karşı Mustafa Subhi'nin
kalmasından faydalanabileceğini düşündü. Ama Çarist politikacılar hayal
kırıklığına uğradı.
Yoldaş Subhi Kafkaslar'dan Urallar'a geçti. Burada bir grup
tutsak Türk askeriyle tanıştı. Subhi yoldaş onların arasında devrimci faaliyete
başladı, sosyalizm idealinin ve savaş yağmacılığına karşıtlığın propagandasını yaptı.
Subhi'nin faaliyetlerinin niteliğini öğrenince Çarist yetkililer onu takip ettiler ve yakaladılar. Yekaterinsburg (şimdi Sverdlovsk) şehrinde bir hapishaneye
hapsedildi.{10}
Kısa bir süre sonra Şubat burjuva demokratik devrimi patlak
verdi. Devrim Subhi yoldaşı hapisten kurtardı. O derhal savaş esirleri arasından
birkaç şehirde sol-sosyalist gruplar oluşturma faaliyetine devam etti.
Daha sonradan bu gruplar temel alınarak komünist örgütler teşekkül edildi. Ekim arefesinde Subhi yoldaş Moskova'ya gitti ve burada Büyük
Sosyalist Devrime iştirak etti. Rusya'nın Türki dilli emekçilerinin devrimci
aydınlanmasında aktif bir şekilde yer aldı. 1918'de Subhi yoldaş Milliyetler
Halk Komiserliği'nde ilk Türk komünist gazetesi "Yeni Dünya" (Noviy
Mir)'nın yayınlanmasının sorumlusu oldu.
Subhi yoldaşın editörlüğünde gazete Türk savaş esirleri
üzerinde hızlı bir şekilde otorite kurdu. Mustafa Subhi yoldaşın usta ve keskin
kalemince yazılan detaylı bilgilendirici makaleler o dönem için Türk
hükûmetinin bir dizi karanlık eylemini göz önüne serdi.
Yoldaş Subhi'nin rehberliği ve inisiyatifinde gazetede bir
uluslararası propaganda departmanı oluşturuldu. Etkisi hızlı bir şekilde aynı
zamanda diğer milliyetlerden emekçiler üzerinde de yayıldı. "Komünist
Manifesto", "Lenin'in Kısa Biyografisi", "RSFSC
Anayasası", "Komünist Parti (Bolşevikler) Programı",
"Ücretli Emek ve Sermaye", "Bolşevizm nedir?", "Sovyet
İktidarı Nedir?", V. İ. Lenin'in tezleri "Proletaryanın Mevcut Devrimdeki
Görevleri Üzerine" ve bir dizi başka eserler de Türki dillere çevrilip
basıldı.{11}
Enternasyonal skalada etkin olarak Subhi yoldaş, Komünist
Enternasyonal'in Birinci Kongresi'nde yaratılmasında yer aldı (Mart 1919), Komintern
Yürütme Komitesi'ne seçildi.{12} Ama o yılın Nisan'ının sonunda Kızıl Ordu
İngiliz-Fransız müdahalecilerini Kırım'dan sürdüğünde, Subhi yoldaş yarım adaya
geldi. Onunla birlikte Türk dilini iyi bilen 15-20 komünist de geldi. Parti ve
Sovyet organlarının kararları uyarınca Yeni Dünya gazetesi Simferopol'a
taşındı. Burada aynı zamanda Mustafa Subhi tarafından düzenlendi.
Simferopol'a gelişinin ardından Subhi, Bolşevik Partisi Bölge
[Oblast] Komitesi [Obkom]'nde Müslüman Bürosu'nun başkanı olarak çalıştı. Onun
yönetiminde Yeni Dünya gazetesi Kırım Tatarları arasında komünizm fikrinin
yayılmasında, Sovyet inşasının her yönden parıldamasında, karşı-devrimci
milliyetçilere karşı mücadelede etkin bir rol oynadı.
Subhi yoldaş mevzu bahis gazetenin sayfalarında keskin ve
usta kalemiyle yazılmış geniş emekçi kitleleri sosyalist inşa çalışmasına
aktifçe katılmayı çağırdığı makaleleriyle belirdi. Kısa bir süre içinde Mustafa
Subhi yoldaş Kırımlı emekçiler üzerinde engin bir otorite elde etmeyi başardı.
Mustafa Subhi yoldaş ve yoldaşlarının gelişinin ardındaki
ilk günlerde biz, Simferopol'un bir grup emekçi Tatar genci onları ziyaret
ettik. Subhi yoldaş orada değildi, o yüzden oradaki diğer komünistlerle
konuştuk. Konuşmamız kapıyı birden açan 35-40 yaşlarında güçlü yapılı bir
adamın belirmesiyle kesildi.
"Akkiy yoldaş", dedi.
Bütün konukların yüzünde bir hayranlık ve saygı ifadesi
belirdi.
İçeriye giren adamın siyah saçları ortadan iki eş parçaya
ayrıktı ve kelebek gözlüğünün küçük camları ardından zeytin gibi kara zeki
gözleri bakmaktaydı. Bu ince bez pelerin ve bot giyinmiş, uzun ve sağlıklı adam
Mustafa Subhi yoldaştı.
"Akkiy yoldaş, Bölge Komitesi'ne gidiyorum, bir saat
içerisinde dönerim." dedi ve bizi fark ederek bir adım yaklaştı.
Çavuş yoldaş bizi onunla tanıştırdı:
"Subhi yoldaş, yerel gençlerle tanış."
"Memnun oldum", dedi Subhi ve sıcak bir şekilde
bizi karşıladı. "Ziyaretinize çok memnun oldum yoldaşlar. Gençleri
severim. Buraya gelir gelmez ilk arzum gençleri toplayıp onlarla bir konferans
yapmaktı. Umarım hepinizle daha sonradan tekrar karşılaşır ve daha geniş bir
görüşme yapar ve görevlerimiz hakkında konuşuruz."
Subhi kısa süre sonra sözünü yerine getirdi. Onun
inisiyatifinde ve aktif katılımında Mayıs başlarında Kırım emekçi Tatar
gençliği için ilk siyasi kurslar açıldı. Bu kısa kurslarda (1 ila 1.5 ay
sürdüler) Mithat Rafetof, Ali Badaninski ile birlikte ayrıca Mustafa Subhi
de ders verdi.
Bu kurslarda yaklaşık 25-30 kişi eğitim gördü. Kursların
sonunda Kırım'da çeşitli komiserliklerde çalışmak üzere gönderildiler.
Daha sonradan Subhi yoldaşın inisiyatifiyle gençlik için
"Kırım Haberleri" adıyla bir gazete teşkil edildi. Bu gazetenin
sadece üç sayısı gün ışığına çıktı.
Subhi yoldaş sıkça yürüyüşlerde ve toplantılarda konuştu.
Subhi yoldaş tarafından verilen dünyada durum, din-karşıtlığı teması vb. üzerine
açık ve derin bilgilendirici dersler ve raporlar, Simferopol şehrinin geniş
emekçi kitlelerini her daim ilgisini çekti.
Subhi yoldaş tarafından Mayıs 1919'da yapılan bir konuşmayı
hatırlıyorum.
Simferopol "rüştiye" okulu (şimdi 12. Tatar Okulu)
bahçesi yürüyüş için toplanan kitleyle dolmuştu. Kürsüde M. Subhi yoldaş din
karşıtı bir rapor okudu. Bilimsel verilerle silahlanarak dinin zararlarını
kanıtladı ve ruhbanları teşhir etti.{13} Bütün dinleyicilerin dikkati Subhi
yoldaşın raporuna kitlenmişti. Yürüyüşte Simferopol'un en seçkin mollaları da
vardı ama tek biri bile bir tek söz söylemeye cesaret edemedi.
O sırada komünist Dost-Mambet Hacı elini kaldırdı ve
haykırdı:
"Kahrolsun dindarlık!"
Bu sözleri işiten mollalardan birisi yekinip sandalyesinden
fırladı ve kalabalığa dönerek konuştu:
"Cemaat! Bunların hepsi ateisttir, imansızdır. Uçurumun
en dibine gelmişlerdir. Sizleri doğru yoldan çekip çıkararak imansız
Bolşevikler yapmak istiyorlar. Bunların sopayla defedilmesi gerekmektedir."
Subhi yoldaş histerik yakarmaları dinene kadar bekledi ve
tekrar yerini alarak bir dinin temsilcisi olmasına rağmen inancının doğruluğunu
kanıtlayabilecek bilimsel, ikna edici tek bir gerçeği bile dile getiremeyen ve
getiremeyecek olan bağırıp çağıran mollayı işaret etti ve karakteristik
coşkunluğuyla devam etti:
"Yoldaşlar, dini inanç perdesi ardına bürünüp halkı
arsızca kandıran bu gibi karşı-devrimci düzenbazlara karşı devrimin nihai sözü,
kafaya tek bir kurşun olacaktır!"
Son sözler molla bilincini kaybedip yere düştüğü anın
neredeyse ramağında söylenmişti. Bir iki kişi onu kalabalığın arasından çekip
çıkardı.
Subhi yoldaşın faaliyeti Sovyet ve parti inşasının birçok
yönünü etkiledi. Onun 1919 yazında Kırım'daki kısa konaklayışı Kırım
Cumhuriyeti tarihinde parlak bir iz bıraktı. Haziran 1919 sonlarında Kızıl Ordu
geçici süreliğine Kırım yarımadasını terk etti. Ayrıca Subhi yoldaş da
Kırım'dan ayrıldı.
Bir buçuk yıl geçti. Ocak 1921'de Mustafa Subhi 16
komünistle birlikte muteber amaçlarını yerine getirmek için, yurtlarının
emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtulması için Kafkaslar'dan Türkiye'ye
yola çıktılar. 1920 devrimi sonrası iktidara gelen Türk burjuvazisi, Subhi
yoldaşın [ülkeye] girmesine izin verdi. Ama bu benzersiz bir ihanetti. Komünistlerin
Türk topraklarına ayak basmasından itibaren kendilerine karşı provokasyonlar
başladı. Türk burjuva milliyetçileri komünistlere karşı her yerde suçlu
çeteleri diktiler. Polis bir eliyle peşlerine katil takıyor, diğeriyle
"koruyor"du. Hükûmet seçkinleri de aynı şekilde davranıyordu.
Komünistler Trabzon'a vardığında onları limana
yönlendirdiler, silahsızlandırıp birkaç altıpatlarlarını da aldılar ve zorla
onları bir bota yerleştirdiler. Bot derhal yola çıktı. Arkalarından silahlı
adamlarla dolu başka bir bot geldi. Komünistler bağlanıp vahşice süngülendi ve
denize atıldılar.
Ertesi gün Türk hükûmetinin gazetesi "Türkiye'de ölüm
cezası yok" başlığıyla komünistler grubunun ölümüne ithafen iki yüzlü bir
makale çıkardı.
Nitekim Türk burjuvazisi, Türk ulusunun en iyi evlatlarını,
içlerinden en bilge ve parlak zihinli olanını katletti: Mustafa Subhi.
Kırım'da Mustafa Subhi ismini taşıyan sokaklar,
(Simferopol'da) sinema salonları, (Kerç'te) kulüpler, (Yalta'da) sanatoryumlar,
(Kuybışev rayonunda) kolhozlar ve diğer kuruluşlar vardır.
Tutarlı bir Marksist ve büyük bir devrimci, yetenekli hatip,
örgütçü ve yazar Mustafa Subhi yoldaşın Komintern'in sancağını yüklerde taşıyan
parlak anısı, Kırımlı emekçilerin yüreklerinde mukaddes bir yere yerleşmiştir.
* 1 Pyotr Andreyeviç Pavlenko (29 Haziran [yeni takvimle 11
Temmuz] 1899 – 16 Haziran 1951): Rus kökenli Sovyet yazarı, 1920'den itibaren
SBKP üyesi. 1924-1927'de Türkiye'de bulundu, ilk hikayelerini Doğu halkları
üzerine verdi. Sanatın çeşitli dallarında eserler verdi, Kış Savaşı'nda ve
Büyük Yurtseverlik Savaşı'nda yer aldı. Yüksek Sovyet'te çalıştı, çeşitli
madalya ve nişanlar aldı. Hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bkz: http://publ.lib.ru/ARCHIVES/P/PAVLENKO_Petr_Andreevich/_Pavlenko_P.A..html
(RUSÇA)
* 2 "Mustafa Subhi, / Türk, 1919'da Simferopol'da Beyaz
Muhafızlarca baş aşağı asıldı" ("Мустафы Субхи, / турка, повешенного
белогвардейцами вниз головой в Симферополе в 1919 голу")
* 3 Giresun'da doğdu, aslen Samsunlu.
* 4 Babası Ali Rıza Özütürk hakkında bkz: "Mustafa
Suphi'nin Babası Ali Rıza Bey'in Hikayesi". Birinci, Ali. "Mete
Tunçay'a Armağan". Koraltürk,
Murat. (der.) / Bora, Tanıl. (der.) / Alkan, Mehmet Ö. (der.) İletişim
Yayınları. 1. Baskı, Haziran 2007.
* 5 Gerçekte eğitim hayatı Kudüs, Şam, Erzurum (orta
öğrenim), İstanbul Hukuk Mektebi ve ardından Sorbonne'dur.
* 6 Bu doğru bir iddia değil, aksine Mustafa Suphi erken
dönem faaliyetlerinde Paris'te öğrenciyken İTC'nin yayını Tanin'de
muhabirlik yaptı ve Türk Büyükelçiliğince fonlanan Osmanlı Talebe Birliği'nin
yöneticiliğini yaptı. Bir Fransız raporuna göre bu birliğin kimi üyeleri
muhalifleri denetlemekle görevliydi, konuyla ilgili bkz: "Bolşevizm ve
Doğu: Mustafa Suphi'nin Türkiye Komünist Partisi 1918-1921" (1977).
Dumont, Paul. Birikim. Mart 1980. Sayı: 60. Sayfalar: 38-55 [38]; Mustafa
Suphi'nin aleni olarak liberal görüşleri savunduğu erken dönem yazıları için
bkz: "İlk Yazılar 1. Cilt (1908-1910)". Suphi, Mustafa. Amaç
Yayınları. 1. Baskı, 1989 [maalesef dilce sadeleştirilmiş olan bu eserin yine maalesef devamı
gelmedi].
* 7 Yazara göre Türkçü, hatta kısmen pan-Türkist olan İfham
sosyalist basından!
* 8 "Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti". Subhi,
Mustafa. İkbal. 27 Temmuz 1914.
* 9 Bir yere kadar orijinal metin ve Rusça çeviri uyumludur,
lakin orijinal metinde "[…]" daha farklıdır, burada yazarın çevirdiği
şekli aldık. "Söylediklerimin hepsini özetlersem" kısmı ise orijinal
metindeki alıntıyı aldığımız yerde olmadığından yazarın yazdığı yerden
çevirdik, Suphi'nin adı geçen makalesinden orijinal alıntı için bkz:
"Türkiye Komünist Fırkası'nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi – Türkiye
Komünistlerinin Rusya'da Teşkilâtlanması (1918-1921)". Aslan, Yrd. Doç.
Dr. Yavuz. Türk Tarih Kurumu Basımevi. 1. Baskı, 1997. Ankara. Sayfa: 17.
* 10 Gerçek daha farklı, Mustafa Suphi savaşın başlaması ve
Osmanlı'nın Rusya'ya karşı savaşa girmesiyle Mustafa Suphi de ajanlık
şüphesinden dolayı Kaluga'ya sürüldü ve burada devrimci faaliyeti yüzünden
tutuklanmadı, aksine tutuklanıp buraya, oradan da Urallar'a sürüldükten sonra (bkz: aşağıda sunduğumuz 3. yazı) devrimcilerden
etkilenip (1915) sosyalist oldu. Tam olarak Bolşevik olma tarihini bu tarih
olarak kabul etmeyenler, başta sol-SR tarzı bir çizgiye yakın olduğu, daha sonradan Bolşevik olduğu tahminlerini yapanlar da var. Bunların temel argümanları 1918'deki Türk
sol-Sosyalist ve Komünistler Konferansı'dır. Ama Paul Dumont'un konferansa dair
verdiği bilgiler neticesinden çıkan sonuç (bkz: Dumont, Paul. agm.) bu
konferansın Moskova'dan gelen mümkün olan her sosyalisti ortak platformda
birleştirme talebinden dolayı böyle geniş çerçeveli tutulmuşluğudur (ki Dumont
bu konferansın sonunda fikir ayrılıklarından dolayı pek de başarılı
geçemediğini belirtir).
* 11 Mustafa Suphi'nin Manifesto çevirisi yarım kalmış,
tamamlanamamıştır. Mustafa Suphi'nin çevirisini yazdığı yarım defteri yıllar
sonra Mete Tunçay elde etmiştir. Eğer Suphi bu çeviriden başka bir çeviriye
daha girişip o çeviriyi bitirmişse de, bu konuda bir bilgimiz yok. Bu
eserlerden başka Dumont "Lenin'in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya
Diktatörlüğü Üzerine Görüşleri", Buharin ve Preobrajenski'nin
"Komünizmin Alfabesi" gibi eserler de dahil "10 kadar
broşür" çevrildiğini bildirmektedir (agm). Mete Tunçay Eylül 1920'ye kadar 12 kitabın çevrildiğini, bunların dördünün basıldığını sekizinin basılmakta olduğunu, 5 kitabın ise çevirisi üzerinde çalışıldığını belirtip şu listeyi vermektedir (kaynak: age. Sayfa: 332/DN 169.): a) Basılanlar: "Lenin'in Tercüme-i Hali" ["Zinovyev'in bir nutkundan iktibas olunmuştur", "Yeni Dünya gazetesinin ilâvesidir"], "Şûralar Hükûmeti Nedir" [V. A. Kabrinski], "Komünist (Bolşevik) Programı", "Burjuvazi Demokrasyası ve Proletarya Diktatörlüğü" [Lenin], b) Çevrilen ve basılmakta olanlar: "Kanunuesasî", "Komünist Programının Şerhi", "Komünist Beyannamesi (Manifest)", "Say ve Sermaye", "Bolşevizm Nedir" [Almanca'dan çeviren Türkiye İştirakiyun 'Komünist' Teşkilâtı], "Kırmızı Ordu Kıtaatı", Fırka Hücreleri Talimatnamesi", "Çocuk Dostu; Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programlarıdır", c) Çevirisinde çalışılanlar: "Komünizm Elifbası" [Buharin-Preobrajenski, Azerbaycan Merkezî Matbuat İdaresinin Türk Şubesi Neşriyatı], "Hükûmet ve İnkılâp", "Altına İbadet", "Büyük Başlangıç", "Enternasyonal Tarihi", "Mahkeme ve Sosyalizm Kanunuesasîsi"; Ayrıca Dumont bu çeviri
kurulunun başında İttihatçı Küçük Talat'ın olduğunu ve "işini sadık bir şekilde
yaptığını" da belirtiyor (bu gibi İttihatçılar'ın TKP'ye nasıl kabul edilmesi
zorunda kalındığını Dumont aynı makalede kısa ve öz olarak da açıklıyor, agm.). Buna
karşılık dediğimiz gibi ortada direkt olarak Suphi'nin yaptığı bir Manifesto
çevirisi vardır. Suphi'nin iyi Fransızca ve az biraz Rusça bildiğini de hesaba
katarsak (bkz: "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi"), tüm çevirileri Küçük
Talat'ın yapmadığını farz edebiliriz. Son olarak tekrar Manifesto çevirisine değinmek gerek, Suphi yarım çevirisini 1919'da bırakmıştır ama 1920 Eylül'ünde hali hazırda çevrilmiş ve basılmayı bekleyen bir Manifesto çevirisi daha vardır. Mete Tunçay'ın "Manifesto'nun çevrilmesi tamamlanmadı" iddiası ne derece kesindir, buna ne derece kesin gözüyle bakılacağı bilinemez bizce. Çevirisini Suphi yapmasa bile, Suphi'nin yarım çevirisi ile Şefik Hüsnü'nün tam çevirisi arasında (Suphi veya değil) birisinin bir çeviri yapıp basmadığı ne derece kesindir? Dediğimiz gibi bizce bu konuda kesin olarak var sayımda bulunulamaz.
* 12 Değil KEYK'ye seçilmek, Suphi oy hakkı olan
delegelerden bile değildi. Sadece Komintern 1. Kongresi'nde bir konuşma yaptı. Suphi'yi Komintern ilk kongresinde Komünist Enternasyonal dergisinde delegelerin çıkan toplu fotoğrafında
Troçki'nin sağında (bakana göre solda kalıyor) görebiliriz.
* 13 Burada geçen olayın tamamı çok ilginçtir zira Mustafa Suphi, "Doğu
Halkları 1920 Kurultayı Delegesi Anketi"ne verdiği cevaplarda din kısmının
karşısına İslam yazmıştır (bkz:
"Mustafa Suphi'ler – Şahsi Dosyası – Değerlendirmeler –
Anmalar". Aziz, Rüstem (der.). Sosyal Tarih Yayınları. 1. Baskı, Ocak
2009. Sayfa: 22., ayrıca Suphi doğum yerine de [genelde Giresun diye bilinmesine rağmen] Samsun yazmıştır), bu yukarıdaki bilgiyle ankette bariz bir antagonistik
çelişki vardır. Buradan iki sonuç çıkmaktadır:
a) Mustafa Suphi din kısmına yazarken kökeni yazmıştır, yani
Türk-Sünni kökenli olmak babında köken belirtmiştir ama ateisttir. Bu yine de,
Rusya'nın Müslüman halkları için faaliyet yürütmesine engel olmamıştır ve belki
de biraz da bu yüzden M. Suphi ankette din sorusuna İslam yazmıştır.
b) Bu tanıklık uydurma bir olaydır.
Yine de (her ne kadar mevzu bahis dönemde uygulanan
politikayı etraflı bilmesek de), Sovyetler'in yörede anti-din faaliyeti yapması
(daha doğrusu, Sovyetler'e bağlı olan Tatar Bolşevikler'in kendi iradeleriyle
yapması) pek imkansız durmuyor (o dönem Müslüman sosyalistlerinin ve komünistlerinin [ve hatta kimi Tatar batıcı aydınlarının] bir kısmında radikal bir din karşıtlığı vardı ve bu konuda kimi sol-oportünist hatalar o dönem işlendi). Dahası, Suphi bir kurguyla anılacaksa bunu din
üzerinden bir örnekle anlatmanın kazancı ne derece olabilir?
Ben kesin olarak bilemeyeceğimizi belirtmekle birlikte, birinciye
inanılabileceğini düşünüyorum. Eğer bu birincideki gibi bir olaysa, Paul Dumont'un
yukarıda zikrettiğimiz yazısındaki "Suphi'nin de dahil Türkiyeli komünistlerin
program hazırlığındaki dine hassasiyetinin sadece toplumsal tepkiden değil,
aynı zamanda bir nebze bireysel ilişkiden de doğduğu" şeklindeki varsayımı
çürümüş olabilir. Bu tanıklık çok önemli bir tanıklıktır (Suphi hakkında
kendisinin verdiği beyandan bile daha önemlidir belki de!) zira bir konuyu
tamamen çözüme bağlayabilir ve akla şu yeni soruyu getirir: Acaba ne zamandan
beri? Yine de mevcut durumda bu tanıklık bir çözüm yaratacak kadar kuvvetli değildir.
Bu arada ankete değinmişken bir hususu daha belirtmekte
fayda var: Suphi anketi doldururken devrimci harekete katılışını 1906 olarak
yazıyor ve Türkiye, Fransa ve Rusya'da devrimci harekete iştirak ettiğini iddia
ediyor. Eğer ki burada kastettiği şey "1908 Devrimi" ise, bu bir
nebze anlaşılabilir. Ama Suphi Fransa'da 1908 sonrası görülüyor (bkz: Dumont, agm). Suphi'nin
tezini 1910'da teslim edişini kıstas alırsak, Suphi'nin 1909 sonrasında da İTC'yi
(kendisi kopana kadar) meşru görüp görmediği [yani İTC'nin muhalefete ve halka karşı kendi kazanımlarıyla elde ettikleri hakları geri almak şeklinde saldırısı ve 1908'in meşru tabanını yitirmesi sonrası] şeklinde karmaşık bir sorun ortaya
çıkıyor; dahası burada Suphi'nin koyu bir anti-İttihatçı olduğunu da hesaba
katarsak (ki kimileri onun komünistliğini bu koyu anti-İttihatçılığına bağlıyor
ve komünistliğini güç kazanmak için bir oyun olarak nitelendiriyor!) mesele daha da
karmaşıklaşıyor. Üstelik üstte bahsettiğimiz yazılarından da görülebileceği
üzere kendisi halen daha dönemin burjuva-liberal bir Osmanlı aydınıdır. Yani bu koşullarda "Suphi 1908'i ve İTC'den sonraki dönemini bir çeşit (burjuva-milliyetçi)
devrimcilik olarak mı görüyor?" şeklinde bir soru beliriyor. Eğer ki bunu görmüyorsa, yani
Suphi 1906'dan beri sosyalist devrimci mücadelede olduğunu iddia ediyorsa o
zaman tamamen yalan söylüyordur. Ama tarih ilginçtir, yani 1906 yılından
itibareni alması, tarihi 1906'ya kadar çekmesi ilginç bir muammadır. Sonuç olarak Sovyet tarihçilerinin Suphi Türkiye'de ve Fransa'dayken de devrimciydi görüşü
kuru bir propagandadan ziyade, Suphi'den doğan bir yanlış bilgilendirme de olabilir. Ama mesela bu sefer de, bu örnekteki gibi, erken dönem yazılarından
kimi alıntılar edilip onu kendilerine uyarlamaya çalışmaları şu gerçeği de
ortaya çıkarıyor: Suphi'nin komünist olmadan önceki görüşleriyle de
tanışmışlar, buna karşın bilerek kendileri bu kurguyu üretiyorlar.
Nitekim, Jean Jaures'la ahbaplık-tanışlık, Osmanlı Sosyalist Fırkası'na üyelik
(!!! http://bse.sci-lib.com/article107274.html)
gibi şeyleri Suphi yazmadı.
-----------------------------------------------------------------------------------
Türk komünisti Subhi yoldaşın konuşması
[Kitapta "Gen[osse]. Subhi (Türkei)" altyazısıyla çıkan Mustafa Suphi'nin fotoğrafı, sayfa: 31., bu fotoğraf daha yüksek bir çözünürlükte aynı kitaptan yapılan bir tarama ile (belirli bir ücret karşılığında) IISG'den temin edilebilir.]
Burada, Petrograd'da, bütün dünyanın geleceğini değiştirmekle
yükümlü büyük devrimin merkezinde, ezilen Türkiye ve Türk köylüleri namına,
yağmacı emperyalizmin ve batının vahşi medeniyetinin demir pençeleri altında
acı çeken halklar namına konuşmak ne büyük bir şans! Köleleştirilip ezilen Türk
halkını "barbar bir halk" olarak nitelendirdiler. Şüphesiz ki
Türkiye'de de diğer memleketlerde olduğu gibi cinayetler işleyip halkın kanını
emen bir avuç barbarlar ve hainler yok değildir, bunlar yalnızca Ermeniler'in
değil, aynı zamanda yoksul Türk halkının da ölümüne kanını emen Türk
paşalarıdır. Köleleştirilen halk kitleleri değil, padişahlar ve paşalar bu
türden barbarlardır. Yoldaşlar! Ekim Devrimi'nden beri Rusya'da bulunan
işçi-köylü temsilcileri sermayeye karşı savaşmaya ve hepsinden de öte
kendilerine "yöneticiler" diyen açgözlü barbarları yok etmeye karar
vermiştir.
8 ay önce Türk generalleri Hazar Denizi, İran ve Türkistan
kıyılarını işgal edip ele geçirmek amaçlı bir Türk ordusu göndermeye
niyetlendiğinde, Türk devrimcileri cesaretle Moskova'da kızıl bayrağı yükseltip
Türk generallerinin bu maceraperest özlemlerine karşı çıktı. Sesimizi bastırmak
için Moskova'daki Türk büyükelçisi Rusya'dan hemen sürülmemiz isteğiyle acele
taleplerle Rus Cumhuriyeti hükûmetine baskı yaptı; aynı zamanda Müslüman halkın
merkezlerinde, Taşkent'te, Orenburg'da ve Kazan'da aleyhimizde propaganda
yaptırdı ve çalışmamızı baltalamak için her türden çaba gösterdi. Burjuva
gazetelerinde bize yönelik şu minvalde soruların olduğu yazılar çıktı: Bunlar
ne türden adamlardır ki Türk ordusunun Asya'daki zaferini bütün Müslüman
dünyası kutlarken bunlar Türk-Tatar ulusunun inancıyla ve kutsalıyla dalga
geçmektedirler? Bunların dini ve milliyeti nedir? Ve elçilik aracılığıyla bu
Cizvitlik{1} sualleriyle cümle Müslüman alemini kandırmaya çalıştılar. Biz Türk
enternasyonalistleri için vatanın ruy-i zemin, milletin nev-i beşer olduğunu
ciddiyetle ilan ettik. Ve böylece cesaretle devrimin kızıl bayrağını
yükselterek akıma karşı, Türk emperyalizmine{2} kapılan halk kitlelerinin
[yanlış yönelimine] karşı durmaya karar verdik. Elbette ki fikirlerimizi
gerçekleştirme yolunda bir süre yalnızdık. Ama şimdi bütün doğu bizimle
birliktedir. Yoldaşlar! İngiliz-Fransız haydutları Türk emperyalistleri[nin
desteğ]i[y]le birlikte İstanbul'u işgal ettiklerinde, hakkımızda yalanlar
yayanların hepsi sessizliğe gömüldüler; her şey açıklığa kavuştu ki ezilen
yoksul sınıflar için Rus devriminden daha iyi bir dost yoktur!
Henüz daha 1908'de gençliğin bir kısmı anlamıştır ki, halk
kendi kurtuluşunu ancak sosyalist devrimde bulabilir. Ama sosyalizmle ilgili
herhangi bir bağı olan her şey bastırılmıştı, ve ezilen halkların
müdafaasında yer alan bir hatibin, unutulmaz Jaurès'ın gür sesi yabanda yankılanmıştı.
Yalnızca Jaurès'ın arkadaşları onun başlattığı işi yarıda koymamıştı; ve şimdi,
Rusya'da, bir devrimci ocak teşekkül etmiştir. Rus yoldaşların, sosyal dünya
devrimi yoluyla Doğu'nun ekonomik ve sosyal yeniden doğuşunun
gerçekleşebileceğine inancı, büyük Ekim olaylarından sonra bizim içimizde daha da
büyüktür.{3}
Sizlere bu inancın yalnızca Türk proletaryası değil, aynı
zamanda Türk aydınları üzerinde de giderek hakim oluşuna dair ilginç örneği
kanıt olarak sunmak istiyorum. Ekim Devrimi sonrasında İstanbul
Üniversitesi'nde "kimin Nobel Barış Ödülü'yle ödüllendirilmesi gerektiği"
konusu tartışıldı, Türk gençliği, Türk profesörlerinin baskısına rağmen, ödülü
Lenin yoldaşa layık gördü{4} ve bir kez daha doğuda sosyal-devrim fikrinin
derinlere kök saldığının kanıtı oldu. Büyük öğretmen Lenin yoldaş fikirleriyle,
özlemleriyle ve eylemleriyle devrimci dünyayı temsil etti ve Türk gençliği
yaptığı seçimiyle bu dünyayla ne kadar yakından bağlı olduğunu kanıtladı. Bence
Türk halkının Rus Devrimi'ne sempatisine dair bundan daha öte konuşabilmek
imkansızdır. Ancak mücadelesinde sosyal dünya devriminin sunağında birçok
kurbanlar veren Rus sosyal devrimi, savaş alanlarında yalnız olmadığını
bilmelidir, Türk proletaryasının ve Türk aydınlarının hissiyatı ve kalp
atışları onlarla birdir.
O kahramanlar emin olabilir ki, güney güneşinin altında aynı
şekilde ezilen Türk proletaryasının öfkesi gelişmekte, büyüğü Rus mücadele
yoldaşlarının savaş naralarını kendi payına atacağı günleri beklemektedir.
Yoldaşlar! Yakın doğuda bile Rus Devrimi'ne ruhlarının
derinliklerinden sempati duyan Türk halkı içerisinden gelen ateşli devrimciler
mevcuttur.
Kısaca doğudaki hareketin nasıl dünya devrimini alakadar
ettiğine de değinmek isterim. Şuna samimiyetle inanıyorum ki doğudaki devrimin
batıdaki devrimle doğrudan bir bağı vardır. Biz Rus Devrimi saflarında faaliyet
gösteren Türk devrimcileri samimiyetle inanmaktayız ki doğuda devrim sadece
doğunun Avrupa emperyalizminden kurtuluşu için gerekli değildir, aynı zamanda
Rus devriminin desteklenmesi için de gereklidir.
Yoldaşlar! Fransız-İngiliz kapitalizminin başı Avrupa'da
uzanmaktadır, ama vücudunun geri kalanı Asya ve Afrika'nın bereketli
topraklarına uzanmıştır. Biz Türk sosyalistleri için birincil başat görev
doğuda kapitalizmi sarsmaktır. Yalnızca bu yolla İngiliz-Fransız sömürgeci
üretimi ham maddeye erişmektedir. Türkiye, İran, Hindistan ve Çin,
İngiliz-Fransız sanayicilerine kapılarını kapatarak Avrupa borsası üzerinde söz
sahibi olabilmesini sağlar ve kaçınılmaz olarak iktidarın proletaryanın eline
geçeceği, sosyalist sistemin kurulabileceği bir krizi yaratır. Ama bu yalnızca
çeşitli ülkelerde devrimci hareketin uyandırılması ve doğu halklarının
İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı ayaklanmasıyla mümkün olabilir.
Peki doğuda devrim kıvılcımı nasıl çakabilir?
Ben sıkça toplantılarda doğu sorununu tartışırım, doğu
halklarının mistik yaşantısını konuşur ve bu insanları daha yakından tanımak
arzumu ifade ederim. Daha henüz Çarlık rejimindeyken doğu çalışmaları doğulu
ülkelerin sömürülmesinde daha iyi araçlar bulabilmek amacıyla kullanılmıştır.
Ama şimdi aynı mesele ezilen doğunun kurtuluşu için çalışılmaktadır. Doğu
çalışmalarını daha deneyimli araştırmacılara teslim ederek avucumuzdaki silahı
daha sıkıca tutmalı ve hedefimizi ihmal etmemeliyiz: Doğuda devrimci bir
merkezin örgütlenmesi. Doğuda halkların Avrupa sermayesine karşı ayaklanması
aynı derecede bugün gelişimi bütün ülkelerin proletaryasını gergin tutan{5} Rus
Devrimi ve genç Alman Devrimi için de gereklidir. Alman devrimi sıkça kez
İngiliz-Amerikan tiranlığınca tehdit edilmiş ve doğunun yardımını
beklemektedir.
Bir Birleşik Devrimci Cephe yaratmak için Sovyet iktidarının
ilk yapması gereken görevlerinden birisi, Alman birliklerinin boşalttığı
yerleri geri alması olmalıdır.{6} Batı kapitalizmini oyalamak için doğuda
devrimci hareketi desteklemek, genç Alman Devrimi'ni desteklemekten daha az
önemsiz değildir.
Türk askeri-devrimci örgütü çoktandır Rusya'da teşekkül
etmiştir. Şu anki durumda binlerce Türk Kızıl Ordusu askeri Kızıl Ordu
saflarında, Sovyet Cumhuriyeti'nin değişik cephelerinde hizmet vermektedir.
Yakında hep birlikte Türkiye'ye ilerleyeceklerdir!{7}
Bizler dünya devriminin proletaryanın kolektif zaferiyle
bitmesinin ardından İstanbul'u, dünyanın bu peri masalı şehrini,
Enternasyonal'in başkenti olarak hayal ediyoruz. Doyumsuz emperyalizmin şimdiye
dek sürekli olarak kanlı kavgalarına sebebiyet veren Aya Sofya… Aya Sofya,
Sovyet Sosyalist Dünya Cumhuriyeti'nin mabedi olmalıdır ve uğruna yüzyıllarca
kanlı savaşlar yapılan haç ve hilâlden ziyade, Aya Sofya camiinin üzerinde
Enternasyonal'in ışık saçan kızıl yıldızı olacaktır!
* 1 Cizvit, Katolik kilisesine bağlı olarak misyoner
faaliyetleri yapmak için 1534'te Aziz Loyolalı İgnatius tarafından kurulan İsa
Cemiyeti isimli tarikatın üyesine verilen isim. Suphi burada mollaların ve
Tatar-Osmanlı gericilerinin kendilerini Hıristiyanlık-dinsizlikle suçlamasını
kastediyor.
* 2 !!!, eğer ki burada Suphi, emperyalizmle yayılmacılığı
ya da savaş kışkırtıcılığını kastediyorsa, bu en iyi ihtimalle emperyalizm ne
bildiğini ama burada sadece hatalı bir tabir kullandığı anlamına gelir, en kötü
ihtimalle ise emperyalizmin ne olduğunu bilmemektedir yahut bu konuda teorik
olarak zayıftır. Bir başka ihtimal ise, Suphi alenen Türkiye'nin emperyalist
bir devlet olduğunu, yani kapitalizmin nihai kertesine ulaşmış bir ileri
kapitalist devlet olduğunu iddia ediyor demektir (ki TKP belgelerinden gördüğümüz
kadarıyla [en azından sonrasında] bu tür bir iddia mevcut değildir). Kanımızca, Suphi (derin teorik bir
bilginliği olduğunu iddia edemesek de [zira yazıda görüldüğü üzere bu tür bir
hatalı kullanım biraz da bilinç geriliğinden kaynaklıdır]) bu ifadeyi 1. türden, yani Osmanlı yayılmacılığını-savaş kışkırtıcılığını
"emperyalizm" kelimesiyle tarif etmek için kullanmıştır. Elbette ki sömürge,
yarı-sömürge, yarı-feodal Osmanlı toplumunun değil emperyalistliği, kapitalist
bir toplum olarak nitelendirilmesi bile abesle iştigaldir.
Lakin, her ne kadar burada bu ifadenin kullanılmasından
Suphi'nin bu dönemde (Aralık 1918) teorik olarak pek de gelişkin olmadığını
söyleyebilirsek de, hep bu şekilde kaldığını söylemek de pek doğru olmaz. Kronolojik olarak incelediğimizde de görebileceğimiz üzere, Suphi (ve çevresi)
esasen başlangıç için temel Marksist klasikleri de 1919 ortalarından-sonlarından itibaren çevirmeye başlamışlardır. Suphi'nin 1918 Aralık'ındaki halinden yola çıkarak, 10 Eylül 1920 ve
28-29 Ocak 1921'deki konumunu aynı görmek, pek doğru olmasa gerek.
Elbette ki tüm varsayımımız, çevirimizde bir hata yoksa
geçerlidir lakin biraz daha ileride yine aynı ifadenin kullanılmasından bu
ihtimali biraz düşük sayıyoruz.
* 3 Büyümüştür demek istiyor.
* 4 "Lenin'e öğrenciler arasında da büyük sempati
vardı. Osmanlı Darülfünunu'nda bir grup öğrenci, Nobel Barış Ödülü’nün Lenin'e
verilmesini önerdiler. Darülfünun binasına Lenin posteri astılar."
"Osmanlı'da sosyalistler de vardı". Yalçın, Soner. OdaTV. 10 Mayıs 2009.
* 5 Canlı, diri tutan anlamında kullanıyor.
* 6 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı (her ne kadar kimi
birlikler 1919'a kadar terhis edilmese de) 11 Kasım 1918'de Almanya'nın
yenilgisiyle bitmiştir.
* 7 Buna karşılık Suphi, Mustafa Kemal'e yazdığı
mektuplarında daha uzlaşıcı bir tavır almıştır.
-----------------------------------------------------------------------------------
MUSTAFA SUBHİ RUSYA'DA
Türk enternayonalisti, Türk Komünist Partisi kurucularından
Mustafa Subhi Mevlevizade'nin faaliyetleri birçok defa araştırmacıların
ilgisini çekmiştir.[1] Yine de hayatının kimi sayfaları ortaya
çıkarılamamıştır. Bu [dönem] özellikle Subhi'nin Fransa'daki faaliyetleri ve
Fransız sosyalistleriyle ilişkisi, Çarist hükûmet tarafından Türk vatandaşı
olarak 1. Dünya Savaşı'nda Uralsk'daki devrimci faaliyetleri vb.'dir. Arşiv
dokümanlar ve süreli yayınlar ile Subhi'nin yaşamını ve 1914-1915'de Türkiye'den
Kırım'a ve Kaluga'ya geçişini aydınlatmaya çalışacağız.
Subhi'nin sosyal faaliyetleri Fransa'da Sorbonne Sosyal
Bilimler Fakültesi'ndeyken başladı. Yurduna döndükten sonra İstanbul'da ders
verdi, muhalif "İfham" gazetesini bastı, Millî Meşrutiyet Fırkası
grubunun bir üyesiydi.[2] 1913'te, Genç Türk hükûmetinin siyasetini eleştirdiği
için Enver Paşa Subhi'yi tutuklatıp o dönemin mevcut düzeninde birçok muhalifin
yattığı Türk Bastille'ine, Sinop Kalesi'ne sürdü. Bu kalede mahkumların durumu
biliniyordu, özellikle Sinop'taki Rus konsolos yardımcısı V. Cuiçi'nin
İstanbul'daki başkonsolosluğa ve St. Petersburg'daki Dış İşleri Bakanlığı 1.
Departmanı'na yazdığı raporlarında [bu görülüyordu]. 15 Haziran 1913 (bu ve
sonrasında eski tarihle)'te konsolosluğa ve 24 Haziran'da dış işlerine yazdığı
raporda Vezir Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesine dahiliyet dolayısıyla 600
şüphelinin Sinop'a sürüldüğü ve içlerinde bir yüksek öğrenim
["liseum"] profesörü M. Subhi'nin olduğunu bildiriyordu.[3] Konsolos
yardımcısı hepsinin mahkemesiz sürüldüğünü, 17'sinin –tanınmış yetkililer ve
görevliler- şehirde denetim altında tutulduğunu not etti.
1914 baharında bir grup siyasi tutsak Sinop'tan kaçtı. Şehirde
yaşayan birkaç tutsak{1} nispeten daha hürdü. Kaçışı organize edenler onlardı.
Rusya'dan dönen taka sahibiyle anlaşarak 24 Mayıs gecesi kayıkla denize
açıldılar ve kendilerini ayın 29'unda Balıklava'ya{2} ulaştıran takaya
geçtiler. Daha sonradan 14 firari güvenle Sivastopol'a ulaştı.[4] Birkaç Kırım
ve St. Petersburg gazetesi firar hakkında sansasyonel haberler yaptı. Nitekim
30 Mayıs'ta "Kırım Habercisi" [Krymsky Vestnik, Крымский вестник]
Subhi'nin bir askeri yoldaşı {?} ile birlikte gazetenin yönetim merkezini
ziyaretini haber verir "Sivastopol'da Türk siyasi sığınmacıları"
isimli bir haber yayınladı. Subhi firarın koşullarından, Türkiye'de Genç Türk
rejimine ve onların gelecekteki planlarına dair muhalif fikirlerinden bahsetti.
Aynı gün Sivastopol'dan aldığı bilgiyle Petersburg "Söylev"[?] (Речь)
gazetesi firariler hakkında ufak bir haber bastı. Haklarında daha etraflı bilgi
31 Mayıs tarihli "Petersburg Habercisi" [Petersburg Kuriyer, Петербургский
курьер] ve daha sonrasında ise
"Kazan" [Казань] gazetesinde verildi.
Yerel yetkililer de ayrıca firarla ilgilendi. 29 Mayıs'ta
belediye başkanına sığınmacıların gelişini bildirip haklarında takip başlatılmasını
istedi. Petersburg'da Sivastopol'da kalmalarına itiraz etmediler ama
devrimcilerin olup olmadığını öğrenmek istediler.[5] Sivastopol Jandarma Ofisi
kaçanlar arasında Türk Genelkurmayı görevlileri, eski yetkililer, büyük
tüccarlar, iki işçi ve –Van Genel Valisi'nin oğlu, bir muhalefet gazetesinin
editörü– bir profesörün olduğunu öğrendiler.[6] Firariler "Kazan"
kahve dükkanında durakladılar, arkalarında gizli polis takibi vardı.
Subhi yerel gazete bürolarını ziyaret etti, arkadaşlarıyla
birlikte Bahçesaray'da şehrin manzara yerlerini inceledi, arkadaşlarıyla bir
bankaya uğradı. Bir Bahçesaray gazetesi muhabiriyle yaptığı söyleşide, büyük
bir çoğunluğu tüccarlar ve eski yetkililerden müteşekkil her vilayetten büyük
sayıda siyasi tutsağın Sinop'ta olduğundan söz etti. Eskiden 1908 Jön Türk
Devrimi sonrası hayata geçen siyasi parti ve cemiyetlerin üyeleri olduklarını
ve şimdi Genç Türk iktidarının siyasetine muhalif olduklarını, devrimi
derinleştirmek ve halkın durumunu geliştirmek için mücadele ettiklerini
söyledi. Subhi liderleri emekçi halka ve ulusal azınlıklara düşmanca tavır
takınan ve dış politikada siyasetleriyle Türkiye'nin yarı-sömürge durumunu daha
da kötüleştiren Jön Türk Devrimi'nin ilgisizliğinden memnuniyetsizliklerini
belirtti.[7]
Sivastopol Jandarma Ofisi yönetiminin bir raporuna göre,
Temmuz 1914 başlarında Bakü'ye gitmek üzere ayrıldı.[8] Kısa süre sonra Bakü
gazetelerinin birinde "Türkiye'nin Menfaat ve Selâmeti" isimli yazısını
yayınladı.[9] Ayrıca Rusya'nın Dünya Savaşı'na dahil oluşunun ilk günü 1
Ağustos'da Kırım ve Kafkasya gazetelerinde de tekrar basıldı. Türk
egemenlerinin Türkiye'yi Kayzer Almanyası'nın safında savaşa sokma
niyetlerinden söz etti. Subhi savaşa dair tutumunu ortaya koydu, bir takım
sosyal sorunları ortaya koydu ve bunları cevaplandırmaya çalıştı. Türkiye'de
seferberlik ilanına ilişkin Türkiye'nin Avrupa savaşına girip Yunan problemini
zor yoluyla çözüp çözmeyeceğini sordu. Yalnız Yunan meselesinin değil, diğer
ciddi meselelerin de Avrupalı devletlerin dahiliyeti olmadan Türkiye'nin
meseleyi çözemeyeceğini belirtti. Türkiye ne yapmalıydı, Üçlü Anlaşma [İttifak]
safına mı, Antant [İtilaf] safına mı girmeliydi? Hiçbiri, Subhi herhangi bir
askeri ittifaka dahiliyetin zorluklarla dolu olduğuna inandı. Ülke savaşı
değil, halkın yaşantısını geliştirmeyi düşünmeliydi. Türkiye için barış ne kadar
uzun sürerse, o kadar iyiydi. Yazar ülkesinin henüz geçmiş savaşlardan (İtalyan-Türk
[Trablusgarp] 1911-1912 ve Balkan 1912-1913) toparlanamadığını, ekonomisinin
daha yeni yeni yaralarını sarmaya başladığını, ülkenin Fransa'ya olan borcunu
henüz ödemediğini ve bankaların işlerini henüz yoluna koymadığını belirtti.
Türkiye Avrupa katliamına dahil olmamalıydı. Ülkenin savaşan taraflardan
birisine katılması halkın çıkarlarına zarar verirdi. Nihayetinde, hiçbir
Avrupalı devlet Türkiye'ye ayakları üzerinde doğrulmasında yardım etmemişti.
Onun sonucu: Yurdunun menfaati için ülkenin tarafsızlığa ihtiyacı vardı.
Daha henüz 1918'de Subhi Sovyet hükûmetinin barış kararı ve
dünya savaşının Leninist değerlendirmesiyle tanıştığında, tekrar Türkiye'nin
savaşa katılmasının sonuçları üzerinde eğildi, ama [bu sefer] meseleyi pasifist
bir konumundan değil, sınıf konumundan, devrimci konumdan ele aldı.
Makalelerinde Rusya ve Türkiye tarihini karşılaştırarak geçmişlerinde ortak
özellikler buldu ve yurdunun devrimci Rusya'nın yaptığı yoldan savaştan
çıkmasını istedi. Almanya'nın müttefiki olarak Türkiye Kafkasya'da Rusya'ya
karşı askeri operasyonlar yürüttü, birçok Türk askeri kendisini Rus esaretinde
buldu. Subhi hemşerilerinin yaşamları ve yaşam standartları ile ilgilendi.
Batum'a ziyareti bir tesadüf değildi.[10] Kısa süre sonra yetkililerin emriyle
Sarıkamış'tan, Artvin'den, Tiflis'ten, Sohum'dan, Batum'dan, Nahçivan'dan,
Gagra'dan, Gudaut'a'dan ve Tuapse'den Türk savaş esirleri cephe hattından
uzağa, Rusya'nın derinlerine sürüldüler. Aynı dönemde Rus hükûmeti bütün Türk
vatandaşlarını gözaltına almaya karar verdi. Subhi ve yoldaşları bunların
arasındaydılar. 22 Ekim 1914'te 975 savaş esiri Kaluga'ya gönderildi.[11] Kasım
başlarında Kafkasya'dan bir tren geldi. Subhi'ye ayrı bir sivil gözaltı olarak
yaşama şansı tanınmıştı. İlk başta Starom Torg'da Orlov Podvorya'sına{3} yerleşti,
daha sonradan Blagoveşçenskaya Caddesi'nde bir apartmana taşındı.{4}
Kaluga ilindeki Türk savaş esirleri Moskova-Kiev Demiryolu
Hattı'nın onarımında, pomeşçik mülklerinde, ekonomide ve Kaluga'nın kendisinde
çalıştırıldılar. 1 Ocak 1915 itibariyle [Kaluga'da] 2000'i aşkın savaş esiri
vardı.[12] Oblast arşivi kaynakları Subhi'nin Kaluga valisine 29 Kasım 1914 ve
26 Temmuz 1915 tarihli dilekçelerini içermektedir. Subhi İstanbul'da yüksek
öğrenim enstitüsünde profesör olduğunu, politik ekonomi öğrettiğini ve aynı
zamanda Genç Türk yönetimine muhalif olan Türkiye'de yaşayan diğer halklar için
idari özerklik savunan İfham gazetesinin direktörü olduğunu yazdı. Devamla bazı
otobiyografik bilgiler verdi, Sinop'a sürgününden ve Batum'da gözaltına
alınışına atıf yaptı,[13] kendisinin ülkeyi felaket getiren bir savaşa
sürükleyen Jön Türk hükumetinin ilkeli bir muhalifi olduğunu ve Kafkasya
gazetelerinin sayfalarında bu politikaya karşı çıktığını söyledi. Aynı zamanda
anlaşılır sebeplerden dolayı kendi ülkesindeki sosyal ve siyasi faaliyetlerini
gizledi.{!} Sıkışık ekonomik durumundan söz edip kendisine bir siyasi sığınmacı
için koruyucu pasaport ve bir geçim kaynağı sunulmasını istedi.
Kaluga valisi Polis Departmanı'na bir araştırma talebi
gönderdi, ayrıca polise başvuranın gerçek durumunu saptamasını istedi. 12
Ağustos 1915'de pristav [mübaşir] Subhi'nin 30 yaşında, bekar, olduğunu, ayda
15 ruble verdiği eşyalı bir odada kaldığını, Fransızca dersi verdiğini ve
bundan 25 ruble kazandığını valiye bildirdi. Bu nedenle ödeneğin kendisine
verilmesi reddedildi ve anlaşılan o ki pasaport meselesi mevzu bile
edilmedi.[14] 9 Eylül 1915'te Kaluga valisi, St. Petersburg'tan Türk savaş
esirlerinin ve sivil Türk tutukluların Uralsk'a gönderilmesi istenen bir telgraf aldı. Bir
hafta sonra 741 kişi Kaluga'dan sürüldü. Bunların arasında Subhi de vardı.[15]
Urallar'da Subhi devrimci Marksizme bir yönelim yaşadı. İşletmelerde
esirlerle-emekçilerle çalışarak devrimci hadiselerin bir katılımcısı oldu,
Rusça çalıştı, Urallar'ın Bolşevikleriyle temasa geçti, savaş esirleri arasında
devrimci propaganda yürüttü ve 1915'te RSDİP saflarına katıldı.[16] Urallar'da
Petrograd'da silahlı ayaklanmanın başarısını ve Geçici Hükûmet'in devrilişini
haber aldı.
Subhi'nin yurdunun kaderine ve savaşın ne getirdiğine dair
düşünceleri, Sovyet Rusya'da kendisinin redaktörlüğünü yaptığı Moskova'da NARKOMNATS'ta
basılan Türk enternasyonalistlerinin organı Yeni Dünya ("Eni Dunya", Ени
дюнья) gazetesindeki makalelerine yansıdı. Daha sonradan kendisi Moskova'da,
Kazan'da, Kırım ve Taşkent'te çeşitli parti görevlerini yerine getirdi ve
Ukrayna'da Denikin'e ve Petluryacılar'a karşı savaştı. Yeni Dünya Sovyet
hükûmetinin onun tarafından çevrilen dokümanlarını yayınladı, Brest-Litovsk
barış konuşmalarında Kafkasya'nın bir kısmının Türkiye'ye teslimini öneren Jön
Türkler'in fetihçi emellerini ortaya çıkardı. Emperyalist müdahale ve iç savaş
yıllarında Subhi, diğer enternasyonalistlerle birlikte, Sovyet iktidarını
savundu. O Komintern'in 1. Kongresi'nin delegelerinden birisiydi, başkanı seçildiği Türkiye
Komünist Partisi 1. Kongresi'ni Eylül 1920'de Bakü'de örgütleyenlerdendi.
1921 başlarında Subhi yurduna döndü ama diğer arkadaşlarıyla
jandarmalar tarafından yakalandı, öldürüldü ve Trabzon civarlarında denize
atıldı. Çok trajik bir şekilde kısa hatayı sonlandı.
[1] Nafigov, D. "NARKOMNATS Merkezi Müslüman
Komiserliği'nin Faaliyetleri" Sovyet Doğu Araştırmaları, 1958, N. 5 [Нафигов
Д. Деятельность Центрального мусульманского Комиссариата при Наркомнаце. -
Советское востоковедение, 1958, N 5]; ag yazar. "Mollanur Vahidov".
Kazan. 1960 [его ж е. Мулланур Вахитов. Казань. 1960]; Ludşuveyt, E. "1918
Yazında Moskova'da Sol Türk Sosyalistleri Konferansı". içinde: Doğu
Seçkisi Cilt II. Erivan, 1966. [Лудшувейт Е. Конференция левых турецких
социалистов в Москве летом 1918 года. В кн.: Востоковедческий сборник. Т. II.
Ереван. 1966]; Subayev, N.-Hamidullin, F. "Mustafa Subhi Tataristan'da,
1918-1919". Asya ve Afrika Halkları, 1969 N. 2 [Субаев Н., Хамидуллин Ф.
Мустафа Субхи в Татарии в 1918 - 1919 гг. - Народы Азии и Африки, 1969, N 2];
Patlacan, E. "Mustafa Subhi'nin biyografisinden". Bugünkü Asya ve
Afrika, 1970 N. 11 [Патлажан Е. Из биографии Мустафы Субхи. - Азия и Африка
сегодня, 1970, N 11]; Hayrettinov, R. "Terek [Türk?]
enternasyonalistler". içinde: Koreşteşler [?]. Kazan. 1972 [Хайретдинов Р.
Терек интернационалисты. В кн.: Корэштэшлэр, Казань. 1972]; Subayev, N. A.
"Tarihi bir kaynak olarak Türk enternasyonalistlerinin organı “Yeni Dünya”
(1918-1919)". Asya ve Afrika Halkları, 1975, N. 2 [Субаев Н. А. Орган
турецких интернационалистов "Ени дюнья" как исторический источник
(1918 - 1919). - Народы Азии и Африки, 1975, N 2]; Vodnov, V. A. "Mustafa
Subhi'nin siyasal faaliyetlerinin başlangıcı". Asya ve Afrika Halkları,
1982, N. 5 [Воднёв В. А Начало политической деятельности Мустафы Субхи. -,
Народы Азии и Африки, 1982, N 5]; Akıncı, A. "Öldürülmelerinin 47-inci
yıldönümü münasebetiyle MUSTAFA SUPHİ'leri anıyoruz". Yeni Çağ, 1968, N. 1
(43); Mete Tunçay "Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925)". Ankara.
1967.; "Ölümsüz Savaşçı Mustafa Suphi". İstanbul, 1978., vd.
[2] Rozaliyev, Yu. N. "İnanmış enternasyonalist".
içinde: "Mücadeleye Adanmış Yaşam". 1964. s. 510 [Розалиев Ю. Н.
Убежденный интернационалист. В кн.: Жизнь, отданная борьбе. М. 1964, с. 510.]
[3] Rus Dış Politikası Arşivi (AVPR), f. Politarşiv, op. 1,
d. 1212, pp. 142 - 143. [Архив внешней политики России (АВПР), ф. Политархив,
оп. 1, д. 1212, лл. 142 - 143.]
[4] TSGAOR SSSR, f 102, 1914, d. 300"b", ll. 9,
10, 17. [ЦГАОР СССР, ф 102, 1914 г., д. 300"б", лл. 9, 10, 17.]
[5] Ibid, ll. 9, 10.
[6] Ibid, ll. 15, 17.
[7] Tercüman [Терджеман], Bahçesaray [Бахчисарай],
8.VI.1914.
[8] TSGAOR USSR, f. 102, 1914, d. 300 "b", l. 17 [ЦГАОР
СССР, ф. 102, 1914 г., д. 300"б", л. 17.]
[9] İkbal [Икбаль], Baku [Баку], 1.VIII, 1914.
[10] Batum Haberleri [Батумские вести], 4.Х.1914. Bu sayı
bir gazete çalışanıyla Subhi'nin Türkiye'nin savaşa katılmasına dair bir
mülakat içeriyor.
[11] Kaluga Bölgesi Devlet Arşivi, f. 783, op. 1, d. 1091,
l. 17 [Государственный архив Калужской области, ф. 783, оп. 1, д. 1091, л. 17.]
[12] Ibid., D. 1185, l. 10.
[13] Ibid, t. 32, op. 4, d. 1503, ll. 249, 254.
[14] ibid., L. 311.
[15] aynı yerde, op. 1, d. 1090, l. 195.
[16] Hayrettinov, R. op. cit., s. 85. [Хайретдинов Р. Ук.
соч., с. 85.]
* 1 Sürgünleri kastediyor olmalı.
* 2 Kırım'da bir liman şehri.
* 3 Rusya'da olan bir çeşit han.
* 4 Eğer ki bu bilgiler doğruysa (ki, yalan söylemesi için
bir gerekçe göremiyoruz) Suphi'nin savaş esirleri kampında kaldığı genel
bilinen algı yanlış (en azından Kaluga için), Suphi sadece sürgüne gönderilmiş. Belki de bunun sebebi savaş esiri değil sivil bir ("potansiyel ajan") Türk olmasıdır; yahut da Osmanlı'nın savaşa girmesine muhalefet edişinden dolayı ona bu daha geniş
kolaylığın sağlanmasıdır.
-----------------------------------------------------------------------------------
Volga Bölgesinde Türk savaş esirleri: Tarihten parçalar (1915-1919)
(alıntılar)
(…)
1918 yazında, Mustafa Subhi,[III] Müslüman sosyalistlerinin
yaklaşmakta olan Haziran'daki kongresi için Müslüman sosyalist hareketini
canlandırma amacıyla bağlantılı olarak Haziran ayında, çalışma arkadaşı Edhem
Nejat{!}'la Kazan'a geldi. Müslüman Komiserliği'nden "Aş" muhabirine
verdiği bir röportajda detaylı olarak Sovyet Rusya'da ve Türkiye'de sosyalist
hareketin görevlerini detaylı olarak açıkladı. Subhi ayrıca Petzold
imalathanesinde Türk savaş esirleri kampında da bir konuşma yaptı.
İç savaş koşulları ve delegelerin az bir kısmının gelmesi
dolayısıyla Müslüman sosyalistler kongresi gerçekleşmedi. Ancak Subhi, ileride
gerçekleşecek olan Türk sosyalistlerinin Moskova'daki konferansı için
delegelerinin Kazan'dan toplandığı bir toplantı toplayabilmeyi başardı.
1918 Ağustos'unun başından Eylül'e kadar Kazan, Beyaz
Çekler'in elindeydi. Moskova'daki Müslüman Sosyalist Komiserliği'nin kararıyla
Volga bölgesi, Urallar ve Sibirya'da Müslüman devrimci örgütlerinin yeniden
yapılandırılması için M. Sultan-Galiyev başkanlığında bir Acil Durum Komitesi acilen
kuruldu. M. Subhi, Beyaz Çekler tarafından çökertilen MMK'nin Bilimsel
Kolejyumu'nu tekrar kurmakla görevlendirilmişti. Subhi bu görevini yerine
getirdi.
Aynı zamanda, yurtlarında sosyalist harekete katılan Türk
görevli ve askerlerin de yardımıyla Kazan'da Türk Sosyalistleri Örgütü'nün
Kazan branşının yaratılması için aktif olarak hazırlıklara başladı. 25 Eylül'de
saat 11'de Gainutdin Sabitov ticarethanesinin 2. katında Türk Sosyalistleri
Kazan Branşı'nın örgütsel toplantısı başladı.[4] Konuklara Türk savaş
esirlerinin Sovyet Rusya'da ve Türkiye'de sosyalist harekette görevlerinin
açıklandığı bir hoş geldin konuşmasıyla toplantı M. Subhi tarafından açıldı.
Cevdet Ğali [Ali?] toplantının başkanı, Nihat Nusret sekreteri olarak seçildi.
Toplantı gündemine şu problemler konuldu: Türk Sosyalistlerinin Türkiye
şubesinin yaratılması, Kızıl Ordu Türk Rotası'nın siyasi komiserinin seçilmesi,
Kazan ve Kafkasya Türk savaş esirlerine destek için bir departman açılması,
şehirdeki savaş esirleri kampında propaganda yapılması.
Nihat Nusret, konuşmasını Müslüman Sosyalist Komitesi ve
diğer Müslüman halk örgütleriyle yakın bağlar kurulmasına adadı. Delegelerin
alkışları arasında Subhi oybirliğiyle Türk Rotası'nın komiseri seçildi.
26 Eylül'de ikinci toplantı açıldı. [Toplantı] başkan[ı]
departmanın yönetim biriminin (komite ve üyeleri) seçilmesini önerdi. Kişisel
bir tartışma sonrası komiteye savaş esirleri yetkilileri olarak Osman Hattat
(Başkan), Rıza Baykıroğlu (Sekreter), İlyas Myrarihoğlu, İhsan Saduloğlu (1.
Tatar-Başkır Tabur'unda Türk Rotası komutanıydı), Sabri Receboğlu (komite üyesi)
seçildi. Savaş Esirleriyle Dayanışma Departmanı'na Mithat Ali vi[?] Rızaoğlu,
Mehmet Baykıroğlu ve Cevdet Ali'nin seçilmesi önerildi. Örgütsel toplantı Türk
Rotası'nın tabura büyütülmesini öneren bir öneriyi onayladı.
Nitekim [böylece] Türk Sosyalistleri Kazan branşı Kazan'da
oluşturuldu. Ancak faaliyeti çok kısa bir zaman aralığını kapsadı.
Niyaz Subayev-Kazanlı
Tarih Bilimleri Doktoru
(…)
[III] Subhi, Mustafa (1882-1921) – Profesör, siyasi
sığınmacı, Merkezi Müslüman Komiserliği Kurulu üyesi, Doğuda Propaganda
{Şubesi?} Başkanı, Bolşevik Partisi üyesi, Rusya'da Türk savaş esirlerinin
sosyalist hareketinin aktif bir lideri, Müslüman komünist hareketinin
yaratılmasının destekçisi.
(…)
[4] Aş. 28 Nisan 1918. [Эш.-1918, 28 апреля.]
[5] aynı yerde, 29 Eylül [1918]. [Там же, 29 сентября.]
{Çevirmen notu: Metin içerisinde 5 nolu kaynağın notunun nereye düşüldüğünün
eklenmesi unutulmuş, sondan 3. Paragrafta bir yerde kullanıldı büyük bir
ihtimal.}
MERKEZİ MÜSLÜMAN KOMİSERLİĞİ BAŞKANI MOLLA NUR VAHİDOF'UN DIŞ İŞLERİ
HALK KOMİSERLİĞİ'NE SİYASİ SIĞINMACI MUSTAFA SUBHİ'YE RUS VATANDAŞLIĞININ
SAĞLANMASI TALEBİ ÜZERİNE TAVRI
8 Mayıs 1918[1]
Siyasi sığınmacı, İstanbul Ticaret, Endüstri ve Yüksek
Öğrenim Enstitüsü Profesörü, siyasi düşünceleri yüzünden Sinop'a sürgüne
gönderilen Mustafa Subhi Bey, sürgünden 10 Mayıs 1914[2] tarihinde kaçtı. 12
yoldaşıyla Rusya'da Sivastopol'a vardı.[3]
Şu günlerde Subhi Bey Enternasyonal Propaganda Departmanı
Kurulu üyesidir ve Merkezi Müslüman Sosyalist-Komünist Komitesi tarafından
yayınlanan Yeni Dünya gazetesinin üyesidir.
Hali hazırdaki bilgilere ve sunulan sertifikalara göre
[Profesör] Subhi Bey, 4 yıl boyunca Kaluga ve Uralsk şehirlerinde askeri
görevden mesul olarak yaşadı, defalarca eski Geçici Hükûmete kendisini Rus
devletinin himayesinde bir siyasi sığınmacı olarak tanıması için başvuruda
bulundu ama dilekçesine belirli bir sonuç alamadı.
Hali hazırda sığınmacılara dair bir kararname yayınlamıştır,
buna dayanarak Profesör Subhi Bey'i Rus Cumhuriyeti'nin himayesine kabul etmenizi
ve kendisine Rus Cumhuriyeti vatandaşlarına sunulan bütün hakların geçici olarak
tanındığı bir sertifika sunmanızı talep ediyorum.
Komiserlik Başkanı (imza)
Sekreter (imza)
[1] Bize göre Vahidof'un dilekçesi zamansızdı {erkendi}. M.
Subhi Bolşevikler'in fikirlerinin genel çerçevesinde yaşadı ve faaliyette
bulundu, dünya devrimine işaret etti (devrim ihracını dışlamadı). M. Subhi
Türkiye'de devrimin kaçınılmazlığına işaret etti, kendisini bunun için
hazırladı ve sürgündeki kadrolarını eğitti. Bolşevikler devrim ihracını
dışlamayan "dünya devrimci ateşi"ne büyük umutlar bağlamıştı. Oldukça
açık ki bu dilekçeye bir cevap verilmedi. Görünüşe göre Çiçerin, Stalin'e
danıştıktan sonra, M. Vahidof'un dilekçesine cevap vermedi.
[2] Eski stil.
[3] Toplamda 14 firari vardı. Birisi genç bir çocuklaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder