1 Ekim 2022 Cumartesi

BELGE | İşçi-Köylü Kurtuluşu - Ölümünün 17. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya ve 'iki proğram', 'iki ayrı devrim' safsatası üzerine (Mayıs 1990)

SUNUŞ

Askerler, bir Kürt köylüsünü esir alırken, Hakkari, Ekim 1984.

İK yoldaşı inkara giden yolların başında, partimizin doğru SEY ve Milli Mesele görüşlerini revizyon girişimleri gelir. Bilhassa PKK'nin 1984 çıkışı sonrası Kürt hareketinin başarıları karşısında "gözleri kamaşan" kaçkınlar, başta partinin 11 İlke, sonra SEY, sonra da milli mesele görüşünü değiştirmeye giriştiler, bu konuda kendi anti-Marksist görüşlerini geliştirdiler.

11 İlke'yi sorgulamayla başlayan bu sürecin hep SEY ile sonuçlanması, şaşırtıcı değildir. Zira, doğal olarak, partinin görüşleri (onların hayalini kurdukları şey aksine) yamalı bohça değildir, her görüş belli bir sistem içerisinde oturmuştur ve birisinin (hele hele SEY gibi kilit birisinin) değişimi, diğerlerine etki eder.

2. MK oportünizminin yurt dışı kanadının, partimiz içerisinde geliştirip sonradan hizipleriyle sistemleştirdikleri oportünist görüşlerinden birisi de, "Türkiye'nin kapitalist ve Kürdistan'ın onun sömürgesi" olduğu, bu yüzden bu "iki ayrı ülkenin", "iki ayrı programla", "iki ayrı devrim" yaşayacağı, bunun "Türkiye'de silahlı ayaklanma, Kürdistan'da halk savaşı" olduğu, bu yüzden "Kürdistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist) inşa edilmesi gerektiğini" savundular.

Bu hizbin, "Devrimci Partizan" ismini verdikleri dergilerinde yazıp çizdikleri (ki bunların hizipçi yayınlarını, ayrılanlar harici o dönem "saflarda kalan" bir takım eski "önder yoldaşlar" el altından teşvik ediyordu) kar etmeyince ve tutunamayacakları belli olunca, çıkışlarından kısa süre sonra birden hızlı birlikçi kesildiler: İlgili dergide "TKP (M-L) kanatlarını" birleştirme çağrıları yaptılar. Bir kere birleşmeyi savundukları çizgileri dahi Parti'yi yakıp yıkmak, daha da çok bölmek olan bu bayların birlik çağrısı, aşağıdaki yazıda da görüleceği üzere tabii ki reddedildi.[1]

Peki bu baylar ne yaptı? Bir süre daha birlik teraneleri okudular. Baktılar karşılık yok, bunu bırakıp ikinci karta oynadılar. Tabii daha kendileri Türkiye Kürdistanı'na gitmezken, "Kürdistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)" örgütleme "girişimi" (!), fiyasko ile sonuçlandı. Kawa ile birlik görüşmelerine gittiler, Kawa şefi Hasan Hüseyin Yıldırım (Dergo)'ın bunları aşağılayıcı bir şekilde muamelesi sonrası bundan da caydılar. Sonra iki ayrı devrim programı savunan baylarımızın "Kürdistan kolu", resmen ayrılıp "Partizanên Şoreşgêrîn [sic] Kurdistan" kurdu. "Kuruluş deklarasyonu" adını verdikleri oportünist yazıda, boş laf salataları arasında Kawa milliyetçilerinin nasıl M-L oldukları, onlarla nasıl birleşmek istediklerini anlattılar.[2] Birkaç ay dahi geçmeden Mayıs 1993'de de birleştiler.[3] "Türkiye kolu" da zamanla kendisini lağvetti. Bir kısmı sonrasında başka tasfiyeci akımlara girdi. Bir zamanlar "önder yoldaşlardan" dediğimiz şefleri, kavgayı bırakıp köşelerine çekildi.

Kuşkusuz Partimizin bu meselelere değinen daha iyi, daha olgun yazıları da vardır. Yine de biz, hem Devrimci Partizan oportünistlerine cevap verdiği, hem de özellikle de ikinci yarısının onların yapmacık birlik çağrısına cevap olduğu için yayınlıyoruz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.10.01.

[1] "Ölümünün 17. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya ve 'iki proğram', 'iki ayrı devrim' safsatası üzerine". İşçi-Köylü Kurtuluşu. Mayıs 1990. Sayı: 90. Sayfalar: 12-17.
[2] "Kuruluş Deklarasyonu" (13-14 Mart 1993). Partizanên Şoreşgêrîn Kurdistan. Sayfalar: 22-25.
Özellikle şu ibret vesikası kısmı iyi okuyun:
"PSK'nın, KAWA Savaş ve Parti inşa Kongeresine [sic] yaklaşımı kısaca şöyledir: KAWA Kongresi, Marksizim-Leninizm'in [sic] Mao ile ulaştığı seviyeyi yeterince yakalamasa da, Enver Hoca'nın Mao'yu reddiyle birlikte Kawa'nın düştüğü hatalı çizgiden kopuş yönünde bir adım atılmaktadır. Uluslararası Komünist hareketin tecrübelerinden öğrenme (Stalin, Komüntern [sic]'in hataları vb.) yönünde yine bazı ileri adımlar sözkonusudur [sic]. İdeolojik açıdan sorunlar, bütünlüklü tarzda görme sözkonusu [sic] olmasa da eskiye kıyasla atılan adıma değer veriyor, ilerletilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Kürdistan'da Halk Savaşı, Silahlı mücadelenin rolü, köylülüğün önemi vb. noktalarda geçmiş AEP'çi çizgiden kopuşu ifade eden adımlar istenilen seviyede olmasa da dikkate alınması gereken ileri adımlardır. Eksiklik hata ve yanılgıları bulandırmadan, aksine mücadele yoluyla daha yüksek birlik yaratma perspektifiyle ele alıp, mücadeleyi dıştalamadan[,] Kawa ile birlik sürecine girmekten yanayız ve buna açığız."
Hulasa, "Kawa ile hemen hemen her önemli konuda birçok düzeyde ayrılıyoruz ama şu KKP (M-L)'sizlik canımıza tak etti, ne olur artık birleşelim!" anlayışıyla sadece Parti yıkıcılığı yapmadılar, savruldukça geriye savruldular. Kawa'nın Marksizmden birçok alanda kopuşunun temeli olan 1992 Kongresi, "Hoca'dan, Stalin ve Komintern hatalarından" kopuşmuş bunlara göre.
[3] "Kamuoyuna açıklama" (Mayıs 1993). KAWA Merkez Komitesi.; PŞK Merkez Komitesi. Newroz Ateşi. Haziran-Temmuz 1993. Yıl: 2. Sayı: 11. Sayfa: 81.

***

ÖLÜMÜNÜN 17. YILDÖNÜMÜNDE

İBRAHİM KAYPAKKAYA

VE

'İKİ PROĞRAM', 'İKİ AYRI DEVRİM' SAFSATASI ÜZERİNE


Türk, Kürt ve azınlık milliyetlerden Türkiye proletaryasının komünist önderi, Enternasyonal proletaryanın sıra neferi, Partimiz TKP-ML'nin kurucusu, önderimiz İBRAHİM KAYPAKKAYA'yı ölümünün 17. yıl dönümünde bir kere daha, ML-MZD'nin bilmine [sic] olan inancımızla saygıyla anıyoruz...

İbrahim KAYPAKKAYA'yı anmak, onun görüşlerini özümsemeden ve Türkiye deverimi [sic] için proletaryanın yol göstericisi olarak almaktan geçer. Biz, burada önder yoldaşımızın bu kez işkencehanelerindeki direnişlerini değil (çünkü halkımız İbrahimi [sic] çok iyi tanımaktadır), Kürt ulusal sorunundaki görüşlerini kısaca özetleyip, günümüz koşullarıyla uyumunu ve bu ML görüşlere yönelik revizyonist görüşlerin kısa bir eleştirinisi [sic] yapacağız.

"İKİ AYRI DEVRİM" "İKİ AYRI PROGRAM" safsatasını, yurtdışında partimizden ayrılan bir grup tasfiyeci dönekler, 'yeni' bir şeymiş gibi gündeme getirmeye çalıştılar. Daha da ötesi, 'Kürt sorununuir [sic, sorununu bir] kılıç darbesiyle çözdüklerini ileri sürdüler. Partimizin yıllardır doğru bir anlayış ve yaklaşım temelinde getirdiği ulusal sorun teorilerini sözde 'eleştiri yağmuru'na tuttular.

"İki ayrı deverim [sic], iki ayrı program"ının yüklendiği anlam, iki ülkenin kendi koşulları gereği deevrim [sic] programları ve ayrı ayrı devrim stratejileridir. Tasfiyeci döneklerde [sic] bu anlamda soruna yaklaşmaktalar zaten. Onlar, Türkiye devrimine bir bütünlük içinde değil, ezilen ulus milliyetçiliği temelinde yaklaşıyorlar. Ezilen ulus, yani Kürt milliyetçilerinin yıllardır getirdikleri görüşleri, onlar "yeni" olarak karşımıza çıkarmaktadır. Kürt milliyetçilerinin programlarıda [sic] aynıdır. "Kürdistan bir sömürgedir, bu nedenle ayrı örgütlenme ve ayrı program" diyorlar. Tasfiyecilerimiz, soruna 'sömürgecilik' açısından yaklaşmasalarda [sic], özü aynıdır. Yani, Kürt ulusalcılarının programlarını benimsemişlerdir. Çünkü seksiyon sorununda da iki ayrı devrim ve iki ayrı program olamaz. Onların seksiyona yaklaşımlarıda [sic] 'Bund'çular gibidir.

Türkiye'de esas olarak iki ulus yaşamaktadır. Ermeni, yahudi [sic], çerkez [sic], azeri [sic], arap [sic] azınlıklarıda [sic] olsada [sic] bu iki ulus gerçeğini ve azınlıklar olgusunun varlığını değiştirmiyor. Türkiye Kürdistanı batıya nazaran daha geri ve feodal ilişki ve yapının daha ağırlıkta olduğu bir gerçektir. Buna karşın proletarya, soruna bir bütün olarak yaklaşmak ve ulusal sorunun çözümünü proletarya önderliğindeki DHD içinde çözüm aramak zorundadır. Komünistler, soruna ulusal sınırlar içinde değil, sınıfsal olarak ele almalıdır. Ulusal çitleri proletarya kendi önüne dikemez. O, ulusal çitlerin ortadan kaldırılması ve bütün ulusların proletarlerin [sic] ve halkların kardeşliği ve sınıfsal çıkarları açısından soruna yaklaşır ve buna uygun örgütlenme ve çözümü önüne koyar.

"İki ayrı program" ve "iki ayrı" devrim, ister istemez kendi fedaralizmini [sic], yani uluslararası enternasyonal bir örgütlenmeyi değil, ulusal temellerdeki örgütlenmeyide [sic] beraberinde getirecektir. Bu anlayış, Kürt ve Türk ulusları dan proleterleri aynı çatı altında örgütlenmesini dıştalayacak ve ulusal kulüplerde ayrı ayrı örgütlenmelerini gündeme getirecektir. Bu tasfiyeci yaklaşım, ulusal sorunun proleter tarzda çözümünü değil, ulusal burjuva tarzda çözümünü önermektedir.

Neden İki Ayrı Program?

Kürdistan'ın feodal, Türkiye kesimini kapitalist olarak değerlendiren revizyonist-doğmatik [sic] mantık, soruna yaklaşımı mekaniktir. Çok uluslu bir ülkede yaşayan ulusların sosal [sic] ve siyasal yapılarının ayrı özelliklere sahip olması, iki ayrı programı gündeme getirir mi? Elbette hayır. Komünistler hiç bir [sic] çok uluslu ülkede soruna bu denli doğmatik ve mekanik yaklaşmamışlardır. Onlar, devrim programını tek olarak ele alıp öyle çözmeye çalışmışlardır. Rusya, Çin örnekleri önümüzde durmaktadır. Rusya'nın ortası kapitalist iken, Kafkasya ve Kafkas ötesi feodalizmin daha yoğun olduğu yerlerdi. Öte yandan, Polonya ve Ukranya [sic] Rusya'dan sanayi ve gelişmişlik bakımından daha ileriydi. Ancak, Lenin ve Stalin, bizim dönek tasfiyecilerimiz gibi, "iki ayrı Program" ve "iki ayrı devrim" gibi bir safsatalığı 'çözüm' olarak ortaya sürmediler. Çünkü bu tür bir çözüm, proletaryanın gücünü böleceği gibi, ister istemez tek merkezli proletarya partisininde [sic] inkarıdır. Proletaryanın Enternasyonal tip örgütlenmesinin reddini de beraberinde getirir ve en sonunda "ulusal-özerkliğe" varması kaçınılmazdır. Bugünkü Kürt milliyetçilerinin soruna yaklaşımlarıda [sic] tam da budur.

Çok uluslu bir ülkede, ulusların yaşadığı sosyal yapılarının farklılığı, onların ayrı örgütlenmesini ve ayrı devrim programlarını önüne koymasını getirmiyor ve getirmez. Ama, ulusal sorunun çözümüne, burjuva ulusalcılığı ya da "burjuva-demokratlığı" temelinde yaklaşılırsa, proletaryanın önüne, kaçınılmaz olarak ulusal sorunun çözümü sınıfsal temelde bir program ile çözülmesi değil, ulusal temelde çözülmesi konacaktır.

Çok uluslu bir ülkede, ulusların yaşadığı sosyal yapılarının farklılığı, onların ayrı örgütlenmesini ve ayrı devrim programlarını önüne koymasını getirmiyor ve getirmez. Ama, ulusal sorunun çözümüne, burjuva ulusalcılığı ya da "burjuva-demokratlığı" temelinde yaklaşılırsa, proletaryanın önüne, kaçınılmaz olarak ulusal sorunun çözümü sınıfsal temelde bir program ile çözülmesi değil, ulusal temelde çözülmesi konacaktır.

Tasfiyecilerimiz, "iki ayrı program" getirmekle, Proletaryanın önderliğinde Demokratik Halk Devrimi'nin ulusal sorunu çözemeyeceğinide [sic] belirlemiş oluyorlar. Böylece, Kürt proletaryasının önüne, birinci görev olarak; "ulusal bağımsızlık" konurken, Türk proletaryasınada [sic] şöyle sesleniyorlar; "sen kendi devriminle uğraş, Kürt'lerden elini çek". Böyle bir revizyonist anlayışın başka anlama gelir yanı yoktur.

Tasfiyeci döneklerimiz, "iki''leri gündeme getirirken, iki ulustan proleterleri ve halkları böldüklerinin farkında olmamış olamazlar. 'İki'ler anlayışına sahip olan bir KP, ister istemez, kendi ulusundan proleterleri kendi devrimi için devreye sokacak ve kendi örgütlülüğü içine alacaktır. Ortaya çıkan sonuç ise, ulusal temelde örgütlenmededir [sic]. Her proleter, kendi ulusundan KP'nin içinde yer alacaktır.

İşte bu nedenle "iki"'ler, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının ortak örgütlenmesi ve ortak hareket etmesi önüne, 'ulusalcı' engeller çıkarıyor. Ayrıca, proletaryanın devrimini yapması ve ulusal sorunun çözümü için pratik bir çözüm değildir. Pratik bir çözüm olmadığı gibi, proletaryanın devrimi gerçekleştirmesi önünde önemli bir engel çıkarılmaktadır. Bu engel nedir? Proletaryanın ortak davası için birleşmesi yerine bölünmesidir. Proletaryanın önderliğinde en demokratik olarak çözülecek olan ulusal sorunu, proletaryadan alıp, ulusal burjuvaziye yüklemedir. Ve proletarya önderliğindeki DHD'nin içeriğini, burjuvazi önderliğindeki burjuva demokratik devrimlere indirgemektir. Tasfiyecilerimizin bunları bilmemesi olanaksızdır. Bilmelerine karşın, ulusal sorunun çözümünü, ezilen ulusal burjuvaziye bırakmayı daha pratik görüyorlar.

Lenin yoldaş, Polonya sorununu tartışırken şunları söylüyor;

"Polonya proletaryası Rusya'nın bütün proleterleri ile birlikte ortak savaşı aynı devletin çerçevesi içinde vermek istemesine karşılık, Polonya toplumunun gerici sınıfları, bunun tersini, ....." (UKKTH, sf.11)

Burada da görüldüğü gibi, ayrı bir program falan sözkonusu [sic] değil, tamamen tek merkezi bir parti içinde ve ortak düşmana karşı ortak mücadeleyi Lenin savunmaktadır. Ayrı program ve ayrı devrim safsatası yoktur. Lenin ve Stalin ulusal sorun üzerine olan tüm eserlerinde bu anlayış vardır. Bizim tasfiyeciler gibi soruna 'pratik'lik açıdan değil, sınıfsal ve enternasyonal proletaryanın çıkarları açısından yaklaşmaktadırlar. Üstelik, Polonya Komünist Partisi vardı. Yani RSDİP ile ortak çalışıyorlardı ve seksiyon tipi idi. Ama, Bundçular gibi bir federal yapıda değillerdi.

Tasfiyeci dönekler, bir taraftan seksiyon'u [sic] savunurken, bir taraftan da, 'iki ayrı program' ve 'iki ayrı devrim'i savunmaktadırlar. Bu birbiriyle çelişen şeylerdir. Her KP'nin önüne ayrı programlar ve aynı devrimler varsa, tek merkezlik ve ortak mücadele sözkonusu [sic] olamaz. Bu Komüntern [sic] değildir. Komüntern [sic] örgütlenmesiyle, çok uluslu bir ülkedeki örgütlenme aynı olamaz. "İki"ler kesinlikle ortak mücadeleyi, tek merkezli yönlendirmeyi dıştalar. Çünkü, her KP'nin önüne ayrı ayrı program ve devrim stratejileri getirmektedir. Öte yandan "ulusal çelişki öne geçti" diyerek, Türk proletaryasının önüne "sosyalist devrim', Kürt proletaryasının önüne ise, 'ulusal demokratik devrim' konmaktadır, onlar her ne kadar Kürt proletaryasının önüne ulusal demokratik deverim'in [sic] konduğunu söylesede [sic], özünde sadece ulusal sorunu, yani, ulusal sorunu sınıfsal sorundan ayırarak, Kürt milliyetçilerinin önermelerini getiriyorlar.

Çok uluslu bir ülkede, bir başka söylemle: ezilen ve ezen ulusun olduğu bir yerde, ulusal sorunun önem kazanmaması olası değildir. Bu sorun çözülmedikçe her zaman baş sorunlardan biri olarak varolacaktır [sic]. Bu, Rusya'da da böyle olmuştur, bir başka ülkedede [sic].... Bizim ülke için yeni bir sorun değildir. Mutlaka diğer ülkelerden farklılıklar vardır. Ancak, proletaryanın önüne esas çözüm olarak ayrı programlar ve ayrı devrim stratejileri olarak çıkmaz. Bu, her bölgenin, her yerel yapılanmanın ayrı ayrı özellikleri olduğunu dıştalamaz. Elbette Türkiye Kürdistan'ı [sic] ile Batı bölgelerindeki farklılıklar her yönüyle açıktır. Bu, partinin önüne, değişik alanlarda çalışan parti örgütlerinin önüne, yerel özellikleri ve beraberinde bu koşullara uygun kendi özgü çözüm yöntemlerinide [sic] getirecektir. Bu, ayrı program ve ayrı devrim olgusunu getirmez. Partinin her yönüyle esnek ve koşullara uygun çözüm yöntemlerini uygulamasını getirir. Her alanın genele bağlı olan ve olamayan sorunları vardır. Kürt ulusal sorunu genel bir sorundur. Yani, çeşitli milliyetlerden proleterlerin sorunudur. Ama bunun dışında genele bağlı olmayan kendine özgü bazı yerel sorunlarda [sic] vardırki [sic], bunu o alanda çalışan parti örgütü ele almak ve doğru bir çözüm yöntemi ile çözmek zorunda kalır. Kürt sorunun çözümü, ülkenin demokratikleşmesiyle direk [sic] ilintilidir. ülke [sic] demokratikleşmedikçe bu sorunun çözümü olanaksızdır. Ülkenin demokratikleşmesi de ancak, proletarya önderliğinde DHD ile olasıdır. Egemenlerden ülkenin demokratikleştirilmesi beklenmiyorsa (tasfiyecilerimizinde [sic] genel yaklaşımına bakarak, onlar adına söylersek beklediklerini sanmıyoruz), o zaman 'iki'ler saçmalığı nereden çıkıyor? Türkiye'de yaşayan bütün uluslardan prolterlerin ve emekçilerin sorunları ortaktır. Düşmanları ortaktır. Kurtuluşlarıda [sic] ortak olmak zorundadır. Bunun yolu da ortak örgütlenme ve ortak mücadeleden geçer. Tasfiyecilerimiz, 'iki'leri gündeme getirmekle, "önce ulusal sorun["] demiş oluyorlar. Çünkü proletaryaya başka seçenek bırakmıyorlar. Böylece, "önce ulusal sorun", "sonrada [sic] sınıfsal...". Bunun bir tek anlamı vardır: Ulusal sorun, sınıfsal sorunun önüne geçirilmiştir. Bir zamanlar Ukranyalı [sic] milliyetçi sosyalistlerin yaptığını, şimdi 1990 yılında bizim tasfiyeciler yapıyor. Lenin söyle diyor: "Bay Yurkeviç, iki ulusun proletaryasının birliğini, kaynaşmasını ve özümlenmesini, ukranya [sic] ulusal görevlerinin bir anlık başarısına feda ederken, gerçek bir burjuva gibi, hatta ileriyi görmeyen, dar görüşlü bir burjuva gibi davranmaktadır. ilkin [sic] ulusal görevler, ondan sonra proletaryanın görevleri, diyorlar burjuva milliyetçileri, ve onların ardından Yurkeviçler, Dontsovlar ve öteki yalancı marksistler bunu yeniliyorlar" (UKKTH, sf.31-32)

Tasfiyecilerimiz, "bizim söylediklerimizi çarpıtıyorlar" diye ayağa kalkabilirler. Bir çarpıklık varsa, çarpıtan biz değiliz, çarpık şeyler söyleyen, proletaryanın ulusal sorun konusundaki anlayışlarını çarpıtarak, ünlü burjuva milliyetçi sloganı olan "iki"'leri getiren sizlersiniz. Siz ulusal sorun öncelikli diyorsunuz, 'iki'lerle. Oysa, "Biz, herşeyden [sic] önce proletaryanın görevleri diyoruz, çünkü bu görevler, yalnızca emeğin ve insanlığın sürekli ve hayati çıkarlarını karşılamakla kalmıyor, ama aynı zamanda, bunlar, demokrasinin çıkarlarına da uygun düşmektedir: ve [sic] demokrasi olmadan ukranya [sic] ne özerk olabilir, ne de bağımsız" (age. Sf.32)

Lenin, proletaryanın önüne yalnızca ve yalnızca proletaryanın sınıfsal çıkarlarını önüne koyuyor. Lenin, Ukranya [sic] Rusya ve Kafkas ötesi ülkelerden ileri olduğu halde, Ukranya [sic] için ayrı bir program ve ayrı devrim stratejisi getirmiyor. Ama, bizim tasfiyecilere göre Lenin yanlış yapmıştır. Tasfiyeciler orada olsaydı kağıt üzerinde ne güzel ayrı ayrı program çizerlerdi. Ukranya'lı [sic] revizyonistler, Ukranya'da [sic] ulusal bilinç yönünde daha fazla hareketlenme ve bilinçlenme olduğu için bu tür milliyetçilikleri öne çıkarıyorlardı. Bizim tasfiyecilerimizde [sic] PKK'nın [sic] silahlı mücadelesi ile öne çıkan Kürt sorunu nedeniyle böyle bir yaklaşıma sapıyorlar. İbrahim Kaypakkaya yoldaşı şöyle eleştiriyorlar: "özgül durumu görmeyip, tüm uluslara aynı görevi içeren bir plan sunmak hatalıydı" (Komün, sy.1, sf.25) Burada her şey açık. Kürt proletaryası ile Türk proletaryasının önüne ayrı ayrı görevler konmaktadır. Kürt proletaryası ulusal sorun ile ilgilenecektir. Proletaryanın sınıfsal çıkarları temelindeki ortak devrim programı "özgül'den dolayı unutuluyor ve milliyetçi bir konuma düşülüyor. Çin'de de bir sürü ulusal topluluklar vardı. ÇKP ve MAO onların önüne ayrı program koymadılar, koymalarıda [sic] yanlış olurdu, proletaryanın devrimi çıkmaza sokardı. Fakat, bizim tasfiyecilerimizi dürtükleyen bir şeyler var. Bu da, revizyonist ideolojinin kurbanı olmasından kaynaklanıyor. Bir kere parti programından saptın mi [sic], nereye gideceğin belli olmaz. Bu karşı devrime kadar götürür insanı. Çünkü, revizyonizmin ve oportünizmin kalıcı bir durağı, berrak bir çizgisi yoktur. Rüzgar ne taraftan güçlü eserse, o tarafa savrulup giderler. Bugün Kürt milliyetçisi akımdan yana sallanıyorlar. Yarın Kürt hareketi ezilirse, Türk milliyetçiliğine sapmayacaklarını kimse söyleyemez.

Tasfiyecilerimizin incileri, öylesine milliyetçilik kokuyor ki, Kürt milliyetçileri bile geride bırakılmaktadır. Aynı derginin 29. sayfasında şunlar yumurtlanmaktadır:

"Bağımlı ulusun somut gerçeğinde, toprak devrimini esas almak hedef şaşırtmaktır. Devrimci proletarya, ilhaka karşı mücadele (aç.İKK [sic]) görevlerini, asgari programın asıl unsuru olarak ele almalıdır. Sosyal kurtuluş, ulusal kurtuluş mücadelesine bağlı (aç.İKK [sic]) olarak, elbette proletaryanın asgari gündeminin sorunları olacaktır."

Ulusal sorunu ekonomik ve siyasal temellerinden koparıp, demokratik devrim ile ulusal sorunu karşı karşıya koyan idealist ve küçük burjuva milliyetçi bir yaklaşım, Demokratik devrimin içeriğini boşaltan, emperyalizm olgusunu bir bütün olarak Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'ndan dıştalayan, ulusal sorunun çözümünü proletaryanın deverim [sic] davasının dışında gören burjuva milliyetçisi bir yaklaşım.... Bu özünde, Türk egemen sınıflarının emperyalizmin uşağı olduğunun da reddidir. Çünkü, mulusal [sic] sorun tek yönlü olarak ele alınmakta, bir bütün olarak emperyalizmin varlığı ile iktisadi ve sosyal temellerininde [sic] varolduğu [sic] görülmemektedir. Ayrıca, Türkiye kesiminin özgür olmadıkça, demokratikleşmedikçe, Kürdistan'ında demokratikleşemeyiceğinin [sic], ulusal sorunun çözümlenemiyeceğini [sic] görmezden gelmektir. Kürdistan proletaryası, Türk proletaryası ile ortak hareket etmedikçe Kürt sorunu çözülemez. Bugün PKK'nın en büyük hatası budur. O, milliyetçi bir yaklaşımla yola koyulmuştur. Ama, Türk Proletaryasının ve emekçilerin desteği olmadıkça, hiçbirzaman [sic] amacına ulaşamayacaktır. Ulusal sorun köylü sorunudur. Köylü sorunu var oldukça bu sorunda [sic] varlığını büyük sancılarla sürdürecektir. Köylü sorununun temelinde de toprak sorunu yatmaktadır. Nitekim Türkiye gerçeği böyledir. Türkiye'de toprak sorunu çözülmeden ülkenin özgürleşmesi olamayacaktır. Demokratik devrim ile bütünleşen ulusal sorun, ancak bu perspektif ile çözülebilir. Kürt ve Türk proletaryasının ortak hedefi bunlardır. Emperyalizmi, feodalizmi, komprador kapitalizmi yıkmadan, özgürlük hayaldir. Ulusal sorunda [sic] bu çerçevede çözülecektir.

Kürdistan'da Kürt ulusal hareketinin mücadelesinin sürmesi, hatta geniş destek görmesi, proletarya açısından sorunun özünü değiştirmemektedir. Rusya'da, Şubat Devrim'i [sic] ile birlikte bir çok [sic] uluslarda yerden mantar biter gibi ulusal devletler doğdu. Bunların bir kısmı ekim [sic] Devrimi ile yıkılırken, birkısmı [sic] uzun süre varlığını sürdürdü. Ama, ayrı devletlerin kurulmasına karşın, Bolşevikler, ayrı program ve ayrı stratejileri gündeme getirmedi. Üstelik tam o sırada Rusya'daki ulusal sorun, bugün Türkiye'de olduğundan daha da yakıcıydı ve çok çeşitlilik arzediyordu [sic]. Tasfiyecilerimiz, bugün PKK'nın durumuna bakarak, Kürt proletaryasının önüne apayrı bir program koyarak, Kürt halkını yanına çekebileceklerini sanıyorlar. Dert buradan kaynaklanıyor. Ezilen ulus yığınlarının ulusal baskıya karşı ayağa kalkmaları, proletaryanın asgari programını değiştirmez, tam tersi yığınların ayağa kalkışını olumlayarak, silahlı mücadele temelindeki programı en yakıcı şekilde pratiğe geçirmek ve tek merkezli ortak mücadele anlayışını daha da pekiştirmek olmalıdır.

Tasfiyecilerimizin yanar dönerlilikleri normal karşılanmalıdır. "Teorisyen" A. Derviş gibileri, dün PKK'ya "faşist" derken, bugün tam da onun çizgisine gelmesi hiçte [sic] yadırganacak bir olgu değildir. Saman alevi gibi yanıp sönen akımların, sık sık yön değiştirmesi tarihsel oportünizm kaynaklıdır.

İbrahim yoldaş, sınıf savaşımında belli bir devleti (Türkiye) temel olarak ele almış ve bu ülkede yaşayan bütün uluslardan proletarlerin [sic] biliğini [sic] savunmuş ve ortak bir hedef koymuştur. Ayrı ayrı programların koyulmasını hiçbir zaman gündeme getirmemiştir. Tasfiyecilerimizin yanılgılarından en önemlisi buradadır. Belirli bir devleti hedef alıp, çeşitli uluslardan proleterlerin önüne ayrı ayrı program koymak, devrimi baltalamaktan başka bir şey değildir. Hem ayrı ayrı program koyacaksın, ve hem de proleterlerin birliğini savunduğunu iddia edeceksin. Olmaz böyle bir saçmalık. Bu, BUND'cu bir programdır. Lenin yoldaş bu konuda şunları söylüyor:

"Rusya'da, ulusal, özerk ve bağımsız bir devlet kurma, şimdiye değin, bir tek ulusun, Büyük-Rus ulusunun ayrıcalığı olarak kalmıştır. Biz Büyük-Rus proleterleri, hiçbir ayrıcalığı savunmayız ve bu ayrıcalığı da savunmuyoruz. Savaşımızda belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz; belirli devlet içindeki bütün ülkelerden işçileri birleştiriyoruz. (aç.İKK [sic]); biz hiçbir ulusal gelişme yolunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollardan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz." (UKKTH, sf.78)

Tasfiyecilerimiz ise. Partimizi "doğmatiklikle" suçlarken, nedense hep "somut koşullar ile revizyonist teorilerini ispatlamaya çalışıyorlar. Bütün revizyonistlerin yaptığıda [sic] bu değil mi? Dogmatizmin, tasfiyecilerimizin paçasına kadar akmaktadır. Ne varki [sic], onlar bunu görmek istemiyorlar. "Yeni tez"lerle karşımıza çıkıyorlar. Ne de 'yeni tezler' değilmi [sic]?

İbrahim yoldaş, Kürt ulusal sorununa en doğru yaklaşımları getirmiş ve TKP/ML'in [sic] teorik görüşlerini oluşturmuştur. Onun şu sözleri, ulusal sorunu nasıl kavradığının en özlü tanımlamalarının kısa bir özetidir:

"Demokratik halk diktatörlüğü sisteminde; bütün milletlerin ve dillerin tam eşitliği garanti edilecektir. Hiç bir zorunlu dil tanınmayacaktır. Halk devletinin anayasası, her hangi bir milletin imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına her hangi [sic] bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendine yönetim gereklidir. Bu özerk ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları, ekonomik ve sosyal yurtlar, nüfusun milli bileşimi vb.... temeli üzerinde bizzat mahalli nüfus tarafından tayin edilecektir." (İ.Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf.259)

İbrahim yoldaş ve partimize getirilen, aslı olmayan eleştiriler, özünde burjuva milliyetçiliğini gizlemenin devekuşluğundan [sic] başka bir şey değildir. Fazla söze gerek yoktur. Tasfiyecilerimize önerimiz yol yakınken, bu tür safsataları ortalığa salmaktan vazgeçin. Bu halinizle proletaryaya zararlarınız var, belki o zaman, zararlarınızı azaltmış olursunuz.

BİRLİĞE DARBE VURANLARIN 'BİRLİK' ÇAĞRISI ÜZERİNE

Geçen yıl partimizin yurt dışı örgütü içinden ayrılan, "Tasfiyeci Mülteci Revizyonizmi", partimizden ayrıldıktan sonra, "Devrimci Partizan" adını alarak, tasfiyeciliğin son temsilcileri olarak siyaset sahnesine çıktılar.

Tasfiyeci ihanet odağı, görüşlerini tipik küçük burjuva kariyeristi olan "A. Derviş"in kaleminden görüşlerini ortaya koydular. Böylece Türkiye devrimini bir çırpıda çözdüklerini sandılar (?). Aslında onlar da çözemediklerinin farkındalar. Çünkü, küçük burjuvazinin, proletaryanın keskin sınıf mücadelesi karşısındaki tavizsiz tavrı ve silahlı mücadeleyi sürdürmedeki kararında kararlı oluşu sonucu, bu çizgiyi içine sindiremeyen çürümüş ve kokuşmuş unsurların, proletarya adına yola "çıkmaları" mümkün değildir. Onlar, siyasetlerini ve de partimizden ayrılmaları sığınmacılıktan vazgeçmeme üzerine oturttular. Daha önceki "Bolşevik" hizibi [sic], her ne kadar revizyonist bir çizgi ile ortaya çıkmalarına karşın, yurtdışında ellerinde tuttukları birsürü [sic] parti üyesini pasifize edip, tüm bir sığınmacı mantığıyla mücadeleye sırt çevirdiler. Dünün "aslanları", bugün, devrimci mücadeleye; "bir zamanlar bizde [sic] karışmıştık o işlere...." diyerek, "gençlik maceralarını" anlatır durumdalar. Yeni tasfiyecilerin de, aynı yolu seçmemeleri için hiçbir neden yoktur.

Bizim yeni tasfiyecilerimiz, istedikleri yolu seçmekte serbestler. Bu, onların bileceği bir iştir. Anckak [sic], bizimde [sic] bir çift sözümüz olacaktır, bunlara. İsdetikleri [sic] bataklığa batmakta, özgürler. Bu, bataklığa batmadan önce uyarmıştık. "gitmeyin, parti içinde devrimci mücadeleyi sürdürün" diye. Ama, onlar, kendilerini "çok değerli, bulunmaz önderler" gördükleri için, "Türkiye'ye gelerek harcanmak" istemediler. Haklılar da (?). Çünkü, "Lenin'de devrimi yurtdışından yönetmiş". Bunlar niye yönetmesin ki! Mantık bu olunca, insanın bataklığa düşmemesi için hiçbir neden kalmamış oluyor. Ve böylece, bataklığın yolu kaçınılmaz bir son oluyor.

Ne varki [sic], tasfiyecilerimiz, bugün keskin "birlikçi" olarak karşımıza çıkıyorlar. Ve çağrı üzerine çağrı yayınlıyorlar. Çağrı yayınlamaları, birlikten yana olmaları güzel bir şey. Güzel olmayan, bu birliğin samimi olmadığıdır. Yani, bir gün önce partiden ayrıl. Ve gerekçe; "birlikte yaşama koşulu kalmadı" olsun, ikinci gün; "birlikte yaşama koşulu var" diye ortaya çık. Sormazlar mı insana: "bu ne perhiz, bu ne turşu" diye. Nitekim, biz soruyoruz: Parti ile birlikte yaşamakan [sic] yanaydısanız [sic], neden partiden ayrılıp, partiyi yıpratmaya çalıştınız? Bunun cevabı, aslında onların ortaya koydukları siyasetin içindedir. Parti birliğine darbe vuranlar, iki gün sonra "birlikçi" kesiliyor. Devrimcilikten bir nebze nasibini alanların [sic] bile güldürecek bir tavır. Ama, aynı zamanda "devrimci siyaset bezirganlarına" karşı, kitlelerin nefretini kazandıran iğrenç bir tutumdur. İğrenç olan şey, 'birlik'te samimi olmamalarıdır. İğrenç olan şey; partinin birliğine darbe vurup, partiye önemli zararlar verip ve hiçbirşey [sic] yapmamışlar gibi, suçlarını gizleme tavrıdır. İğrenç olan şey; mevlana [sic] tekkesi kurduktan sonra, tekkelerini meşrulaştırma girişimleridir.

Okuyucularımızın bazıları, bunların neden partiden ayrıldıklarını bilmeyebilirler. Bu nedenle birlik çağrılarında samimi olup olmadıklarına karar veremeyebilirler. Kısaca da olsa, bunların ayrılık nedenlerini ortaya koyalım:

Bunlar, parti çizgisini yanlış buldukları için ayrıldıklarını söylemelerinin yanında, "bizi tasfiye ettiler" diyerek ortaya çıktılar. Hatta çoğunluğu, "bizleri Türkiye'ye göndermek istemeleri tasfiyeciliktir" diye, partiyi 'suçladılar'. Ayrı bir çizgi savundukları doğrudur. Bu çizgileri, revizyonist bir çizgidir. Ama bunları "parti içinden tasfiye etmek" istediğimiz yalandır. Partimiz bunlara, 3. Konferans sonrası şunu söylemiştir: "Parti disiplinini tanıdığınız sürece, partinin verdiği görevleri yaptığınız sürece, parti içinde kalırsınız. Bu, partimizin tüzük kuralları ve parti içinde iki çizgi mücadelesinin bir gereğidir[.]" Ama, onlar, partimizin verdiği görevleri reddettiler. Parti onlara Türkiye'de görev verince, bunu "tasfiyecilik" olarak değerlendirdiler. Demek ki, Türkiye'de mücadele etmek tasfiyecilikmiş (?)[.] Bunu ancak, devrim diye bir derdi olmayan mücadele kaçkınları söyleyebilir. Ne varki [sic], bunu söyleyenlerin başında "teorisyen", "büyük önder", "A. Derviş" geliyor. Bir taraftan partinin üyesi olarak kalmak isteyeceksin, öbür taraftan, partinin verdiği görevleri kabul etmeyeceksin? Bunun Leninist bir parti işleyişi ile ilişkisi yoktur. Bu ancak burjuva partilerde olabilir. Onlar bile, buna izin vermiyor. Ama, bunu yapan, "büyük önder", "A. Derviş"tir. Ve bu kişi, bugün "proletarya" adına soyunup ortaya çıkıyor. Aynı "Derviş", kendi tekkesindeki insanları acaba nasıl Türkiye'ye gönderebilecek?

Partinin verdiği görevleri yapmayanları, parti, saflarında tutamaz, tutmaz. Partinin verdiği görevleri kabul etmeyen parti üyeleri, partiden atılır. "Derviş" ve diğer tekkecilerin sonuda [sic] bu olmuştur. Türkiye'de görev kabul etmedikleri için, partiden atılmışlar, birer parti sempatizanı olarak kalmaları istenmiştir. Ama, bunu küçük burjuva "gururlarına" yediremedikleri için proletarya partisine karşı bir ihanet odağı hizip olarak çıkmayı, daha "gurur verici" buldular.

Ayrılıkları tutarlı olmadıkları gibi, birlik çağrılarında da tutarlı değiller. Partimizi "ML bir güç" olarak "gördüklerini" söylüyorlar. Madem Partimizi "ML" olarak değerlendiriyorsunuz, o zaman ne diye ayrıldınız? ML'ler birbirinden ayrılmaz, aksine birleşerek saflarını daha da sıklaştırmaya çalışırlar. Ama sizler tersini yapıyorsunuz? ortaya [sic] çıkan sonuç ise, sizlerin ayrılığınız bile tutarlı değildir. ML gördüğünüz bir örgütü ayrılmakla ve ayrı bir tekke kurmakla yıprattınız. Samimi olmadığınız, tutarsızlığınız burada ortaya çıkıyor. Madem ML görüyorsunuz, ne diye çağrı yapıyorsunuz? Yapmanız gereken, hatalarınızı kabul edip, özeleştiri yapmanızdır. Bunu sadece partimize karşı değil, halk ve devrimcilere karşı yapmalısınız.

Biz, sizi ML görmüyoruz. Parti tasfiyecisi bir grup olarak değerlendiriyoruz. Bu nedenlede [sic] örgütsel birlik sözkonusu [sic] olamaz. Partiyi bölmeye ve yıpratmaya çalışan, revizyonist görüşleri savunan bir grup ML olamaz. Kendine karşı dürüst davranmayan bir insan, başkalarına karşı dürüst olamaz. Öncelikle kendinize karşı dürüst olun. Halka ve devrime karşı dürüst olmanızı beklemiyoruz. Bunu isterdik, ama oluşumunuz, bu grubu oluşturan "önderlere" baktığımızda, bunun olamayacağı kanısındayız.

Tekkenizin ömrünü uzattığız sürece, devrime hiçbir yararınız olmayacaktır. Yararınız ancak, legal marksist tasfiyecilere olabilir, onlara kadro yetiştirirsiniz. Çünkü geçmiş benzerlerinizin şimdiki yerlerine bakarsanız bunu iyi anlarsınız. Aydınlıkçılara yeni kadrolar yetiştirmek istemiyorsanız, samimi özeleştiri yapıp, grubunuzu dağıtın.

Keskin "birlikçi" gözükerek, masumane pozlara bürünmekten vazgeçin. Böyle bir derdinizin olmadığını çok iyi biliyorsunuz. Böyle bir derdiniz olsaydı Partiden ayrılmazdınız. "Birlikçi" gözükerek, kitlelerden gerçek yüzünüzü gizleyemezsiniz. Çünkü yurtdışı hiziplerinin "keskin" laflarından kitleler bıktı. Kokuları insanları tiksindirmeye başladı. Yanlarına birkaç kişi alan ve bir dergi çıkaranlar, "proletarya" adına ortaya çıktıklarını söyleyerek, çok geçmeden Türkiye'deki legal tasfiyecilerin birer "teorisyeni" olup çıkıyorlar. Sizlerinde [sic] diğerleri gibi olmanız için çok neden var. Ne yazık ki, şu anda o süreci yaşıyorsunuz.

Bu hizibin önderleri, 3. Konferans öncesi partimizin yönetimindeydiler. 3. Konfkeransta çizgileri mahkum edildi. 12 Eylül sürecinde partinin aldığı yenilgiden birinci derecede sorumludurlar. Ama, bunun hesabını vermeden, "birlik" çağrıları ile kendilerini aklayabileceklerini sanıyorlar. Önce, Partimize ve halka bunun hesabını vermelisiniz. DABK mayrılığında [sic] birinci derecede sorumlusunuz. Önce, partiye verdiğiniz bu kaybın hesabını vermelisiniz. Geçmişiniz pürü pak değil bayler [sic]. Oldukça lekelisiniz. Kitlelerin karşısına, 'hiçbirşeyiniz [sic] olmamış' gibi çıkamazsınız. Önckelikle [sic] bunların hesabını vermelisiniz.

Ayrılık nedenlerinizin gerçek nedenlerini kitlelere açıklamalısınız. "Bizi tasfiye yettiler" gibi, uydurma ve suçlarınızı örtmek için ortaya sürdüğünüz gerekçelere kimse inanmadı ve inandırıcı değildir. Bugün kalkıp, sağda solda; "beni doğuya değilde [sic], batıya gönderselerdi Türkiye'ye gelirdim" diyen, "büyük önder" "Derviş" gibi, yalanlarla kimseyi kandıramazsınız. Bu tür yalanlar sizleride [sic] kurtarmaya yetmeyecektir. Bunu iyi bilmelisiniz. "Derviş"in neden Türkiye'de görev kabul etmediğinin belgesi elimizdedir. Gerekirse o belgeyi dergimizde yayınlarız. Bu, nedenle yalanlara baş vurmadan, samimi olun.

Gelelim birlik sorununa: Biz proletaryanın birliğinden yanayız. Bugün, proletaryanın tek temsilcisi partimiz TKP/ML[']dir. Bu, proletaryanın en yüksek birliğidir. Bu, ideolojik, örgütsel ve siyasal birlik demektir. Biz, parti içinde iki çizgi mücadelesinin varlığını kabul eder ve buna göre hareket ederiz. Bizde [sic] birlik istiyoruz. Bu nedenle proletaryayı ve tüm emekçileri parti etrafında örgütlemeye ve mücadeleye çağırıyor ve çalışıyoruz. Diğer birlik ise, proletarya partisi ile, bu düzene karşı olan halk kesiminde çeşitli siyasetler ile sağlanan ya da sağlanmak istenen eylem birlikleri ya da çeşitli ittifaklardır. Partimiz birincisine önem verdiği gibi, ikincisine de önem vermektedir. Sizin sözünü ettiğiniz birlik ise, partimiz ile örgütsel birliktir. Partimiz, sizin önerdiğiniz iki örgütün birleşmesi şeklinde çağrınıza olumsuz cevap veriyor. Çünkü, siz, bu konuda samimi değilsiniz. Dün ayrıldığınız, bugün birleşmeye çalışıyorsunuz. O zaman ne diye ayrıldınız? Bunun nedenlerini yukarıda açıkladık. Partimiz, kendi safına gelmek isteyen tüm devrimcilere açıktır. Ancak, bu, partimizin tüzük ve programını kabul eden herkes parti içinde yer alabilir. Bu sizler içinde [sic] geçerlidir. Bir şartla: partiye verdiğiniz zararların hesabını vererek. Samimice özeleştiri vererek partimiz saflarına gelebilirsiniz. Tek tek özeleştiri verin gelin. Parti özeleştirinizi değerlendirir ve karar verir. "TKP/ML'in [sic] güçlerini birleştirme" gibi, hayallerden vazgeçin. Tek bir TKP/ML vardır. O da, partimiz TKP/ML'dir. Öncelikle partiye karşı oluşturduğunuz tasfiyeci tekkenizi dağıtın. En samimi tavrınız bu olur. Çürümüş, dökülmüş, mücadele kaçkınları ve parti düşmanlığı güden insanlarla bir yere varamazsınız. Sizlerin protipi [sic] olan "Bolşevik Partizan"dan ders almalısınız. Saflarınızdaki, bazı samimi ve dürüst unsurlarıda [sic] çarçur etmeyin. Hatalarınızı kabul edip, özeleştiri vermekle küçük düşmezsiniz. Küçüak [sic] burjuvazi, özeleştiriyi, kendi sınıfı açısından "gurur kırıcı" bulur. Proletarya ise, hatalarına karşı samimi ve açıktır. Hatalarını kitlelere açmaktan, özeleştiri vermekten çekinmez. Çünkü, hatalarını kitlelerden gizleyenler, kitleleri örgütleyemez ve devrimci mücadeleye seferber edemez.

Bizim size çağırımız; madem birlik istiyorsunuz, bu bataklıktan kurtulmak istemenizin ilk işareti olabilir. Bunu daha da ileri götürerek, kurduğunuz mevlana [sic] tekkesini biran [sic] önce dağıtın ve tek tek özeleştiri vererek parti saflarına katılın, tekkenizi daha fazla uzattığınız zaman, çürümüş ve kokuşmuş mücadele mkaçkınlarına [sic] bir sığınak olmaktan öteye gidemezsiniz. Çürümüşlere sığınak olmaktan vazgeçin.

"Devrimci Partizan" safında yer alan dürüst insanlara sesleniyoruz; Proletarya partisine düşmanlık olarak ortaya çıkan, mücadele kaçkınlaklarını [sic] gizlemek ve proletaryanın devrimci eleştirisinden kurtulmak için kendilerine sığınak sandıkları tekke kuran, "önderleri" kaderleri ile baş başa bırakın. Partimize, devrime ve halka daha fazla zarar vermelerine ortak olmayın. Ve BİRLİĞE BALTA VURANLARIN "BİRLİK"te SAMİMİ OLMADIKLARINI GÖRÜN.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder