23 Eylül 2022 Cuma

ANI | Kamer Unutkan - 20 Temmuz 1992'de katledilen Emre Bilgin'in anısına saygıyla... (19 Temmuz 2021)

SUNUŞ


Emre Bilgin yoldaş, Metris zindanında.

Halk için seve seve şehit düşen yoldaşlarımız, aynı zamanda insan yönü tam birer insandılar. Bu sıcak anıyı, yazım hataları vb. konularda ufak düzeltme ve değişikliklerle burada yayınlıyoruz.

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2022.09.24.


***

20 Temmuz 1992'de katledilen Emre Bilgin'in anısına saygıyla...


12 Eylül faşizminin olabildiğince terör estirdiği ve korku histerisi yarattığı bir süreçte yaşamımın en güzel ve mutlu anlarını yaşadığım Metris'te devrimcileri tanıdım. O koşullarda devrimci dayanışmayı ve olması gereken insani özelliklerin çoğunu orda yaşadım. Şimdi esamesini bulamadığımız bu yaşanmışlıklara karşı, kavgada yitirdiğimiz dostların anılarına saygı gereği yaşanmış güzellikleri ve onurlu duruşları da anlatmak, vicdanını ve değerlerini yitirmemiş insanlara düşmektedir. Ben de Endercan Yıldız ve Emre Bilgin ile yaşadığım bir sürü güzel anılardan kısa bir anımızı paylaşmak istedim. Yitirdiklerimizin anısına saygı ile...

Koğuşun yatakhane kısmından yemek yediğimiz, sohbet ettiğimiz ve kısa voltalar atabildiğimiz gazino bölümü dediğimiz kısma geçtiğim an, "Yirmi üç! Biraz daha gür bir sesle yirmi üç!" bağırtısına Endercan Yıldız kiwram bana dönerek "kewra bu bizim Allahsız Emre'nin sesidir bak hele ne diyor" demesiyle ve yatakhaneye dönmemle MLSPB davasından Kenan Büyük'ü, pencere önündeki ranzanın üst katında yazışarak mesajlaşırken gördüm. Aniden bana dönerek "Sarı[1] seni istiyor" dedi. Hızla pencerenin önündeki yattığım yatağa çıkarak, "Hayırdır?!" dememle parmakla yazmaya başladı.[2] İkinci kelimenin ortasında yazılanı karıştırınca Emre'ye "Karıştırdım, yeniden yaz" dememle "Yuh!" dercesine elini bana doğru sallayıp, yeniden yazmaya başladı. Peş peşe iki sefer daha karıştırdım dememle, "git Endercan kiwramı çağır" demesiyle, kendisine bağırarak "dinine yandığımın daha acemisiyim, sen de acayip hızlı yazıyorsun, bir de kızıyorsun" diyerek gazino bölümünün kapısından "Kewra, Sarı seni çağırıyor" dememle heyecanla seyrettiği ve oynamak için sıra beklediği satranç oyununu bırakarak, hızla gelip yazışmaya başladı. Bu yazışma şeklini daha yeni öğrenmeye çalıştığımdan, ranzanın ikinci katına çıkarak yazışmanın sonucunu beklemeye başladım. Yaklaşık 5 dakikaya yakın bir yazışmanın sonucunda Endercan, hışımla yataktan aşağı atlayarak "Allahsız oğlu Allahsız, halen akıllanmamış." dedi. "Ne oldu? Ne var?" dememle bana doğru dönen Endercan'ın, hiddetli ve nevri dönmüş yüzünü görünce, çok kötü şeylerin olduğunu hissettim. "Şenel efendi parti organına yazdığı raporu gönderirken, notu yakalatmış. Operasyonda yakalanan arkadaşların şube tavırları, düşmana verdikleri ve vermedikleri ile ilgili hatta örgütsel durumları ifade eden geniş bir şekilde yazdığı raporu arkadaşlara gönderirken yakalatmış." "Haber kesin mi? Kimden öğrenmiş?" dememle hiddetle "Dinine yandığımın kimden öğrenecek o Allahsız Şenel, Sarı'nın arka koğuşunda ya, morsla o haber vermiş."[3] demesi ile ürperdim ve korku ile ne yaptığımın farkında olmadan gazino bölümüne geçtim. Dursun Yeşilbaş'ın "Ne oldu, bir şey mi var?" sorusuna, "Bir şey yok" deyip, gerisin geri şuursuzca yatakhaneye dönerken kapıda Endercan ile karşılaştım. Bana kısık sesle "Kewra, bu olay aramızda kalsın. Böyle bir manyaklığımızı bunlar duymasın! Bizi maskara ederler." dedi. Zaten öyle bir dünyam yıkılmıştı ki kimseyle konuşacak halim yoktu. Birlikte gazino bölümüne geçerek 4 adımlık volta atmaya başladık. İkimizin de konuşacak mecali yoktu. Yarın çıkacağımız ilk mahkemeye odaklandım. İlk mahkemede tahliye olma olasılığım herkesçe çok yüksek demeleri ile ben karamsar bir şekilde "Şenel benimle ilgili ne biliyor? Ne yazmış olabilir? Gerçi benim gönül bağının dışında, örgütsel bir ilişkim yok, ne yazabilir ki?" soruları içerisinde dolanıp durdum. Uzun süre volta atmanın sonucunda yorulduğumdan Endercan'a dönerek "geç oldu, ben yatacağım" dedim, kafasını tamam anlamında sallamasıyla omzuna dokunarak, yatağıma gittim. Volta atarken kafamda dolaşan soru işaretleri beynimi zonklatarak dolanıp duruyordu. Bir türlü uykum gelmiyordu. İki veya üç saatlik bir uyku sonucunda kahvaltı için uyandığımda, tabiri caiz ise gözlerinden uyku akan, yorgun ve gergin yüzünü gördüğüm Endercan'ı görünce üzüldüm. Kafamı iki eliyle, sevecen bir şekilde tutarak kulağıma "Kiwram, dik dur, bunları da aşacağız!" diyerek elini omuzuma atıp koruyucu bir abi ve yoldaş edası ile kahvaltıya geçtik. Kahvaltının hemen bitiminde koğuş mazgalını açan asker "Kamer Unutkan, Endercan Yıldız, mahkeme, hazırlanın" demesiyle yine küçük voltamıza başladık. Endercan, akşamdan beri yaşadığımız endişe ve kaygının verdiği stresle, bana fısıldayarak "Kewra, arkadaşlar seninle konuştu, değil mi?" dedi. "Hangi konuda?" dememle, "Mahkemede alacağımız tutumla ilgili, kimlik bildiriminden önce mahkeme heyetine şube ve cezaevindeki işkencelerle ve Hasan Ataç'ın infaz edilip kimsesizler mezarlığına gömülmesi ile ilgili suç duyurusunu tutanaklara geçireceklerine dair söz verirlerse kimlik bildiriminde bulunacağız. Aksi durumda kimlik bildiriminde bulunmayacağız. Arkadaşlar, tahliye olma olasılığının yüksek olmasından kaynaklı, bu tavra uyma zorunluluğunun olmadığını söylediler. Eğer tavra uyarsan, tahliye olmaz ve ceza alma olasılığın da olur." "Kiwra, arkadaşlara da söyledim, bu insani bir sorun. Zaten şubeden başım dik gelmedim, ömür boyu boynuma bir yük daha takmak istemiyorum. Ömür boyu vicdan hesabı ile yaşayacağıma, sonucuna katlanırım daha iyi." dememle boynuma sarılarak sevinçle "Yoldaşıma da bu yakışır." dedi. Bir kaç dakikalık voltamızdan sonra koğuş kapısı açıldı. "Kamer Unutkan, Endercan Yıldız, çıkın, mahkeme... "

15-20 kişilik asker grubu, koridorda ikimizi bir kaç metre ayırarak, yarısı benim etrafımı, yarısı Endercan'ın etrafını sarmıştı. Önümdeki asker bana sert bir şekilde "Soyun!" deyince, "Soyunmayacağım, bu bir insanlık dı-..." derken kelimem bitmeden sağımda ve solumda duran ikişer asker, kollarımdan ve ayaklarımdan tutup havaya kaldırarak yere bıraktı ve üstümdekileri çıkarıp çırıl çıplak bıraktılar. Nasıl yaptıklarını anlayamadan bir kaç saniyede bunlar oldu. Aynı şeyi Endercan da yaşıyordu. O sırada ikimizin gür seslerimizle "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, kahrolsun faşizm" vb. sloganlarımıza, koğuşlardaki arkadaşlar da sloganları ile destek vermekteydiler. Ellerimi önüme ve arkama koyarak ayağımla elbiselerimi bir araya toplayıp üstümü giyindim. Askerler ikimizi aralarına alarak Metris'teki mahkeme salonuna getirdiler. Geldiğimizde Emre Bilgin ve Selman yoldaşı görünce, hemen sarmaş dolaş olup arkadaşlık ve dostluğun sıcaklığını yaşadık. Emre, Selman'ın kulağına bir şeyler fısıldamaya başlamasıyla Endercan'ın "O Allahsız Şenel'in yakalattığı not ile ilgili ne biliyorsunuz" sorusuna Emre, "Fazla bilgim yok, şimdi gelir. Ona hep birlikte sorarız"  deyip, Selman'ı bizden bir iki adım daha uzaklaştırarak fısıltı ile konuşmaya başlayınca, biz de illegal bir şeyler konuşuyorlardır diye sırtımızı onlara dönerek arkadaşların getireleceği koridora doğru bakmaya başladık. Bir iki dakika sonra Şenel ve Nesimi'nin kelepçelerini sökmeleri ile birlikte, bizi görmenin sevinci ile bize doğru yaklaştıklarında Endercan, hışımla Şenel'in iki yakasını sert bir şekilde tutarak "Dinine yandığımın adamı, halen akıllanmadın mı? Bizimle ilgili not yakalatmışsın." dedi. Şaşkın bir yüzle "Ne notu?.. Ne yakalatması?.." demesi ile Emre'nin kendine has, hin gülmesi ile Endercan hışımla Emre'ye dönerek "Ulan Allahsız oğlu Allahsız, bizi tezgaha getirdin" deyince Emre ve Selman'ın kahkahaları ile benim de jetonum düştü. Hep birlikte gülme krizine girdik.


[1] Emre Bilgin'e beyaz tenli ve sapsarı saçlarından dolayı herkes Sarı diye hitap ederdi.

[2] Metris'te askerlerin duymaması için parmakla normal yazı yazıyormuş gibi yapar, karşıdaki de yazıyı tersten okuyarak haberleşirlerdi.

[3] Metris'te bir diğer haberleşme metodu da, tıraş fırçasının arkasıyla, rakamlarla kodlanan 29 harfin, duvara tıklayarak haberleşilmesiydi.


Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder