18 Mayıs 2020 Pazartesi

18 MAYIS'I UNUTMA – TKP (M-L) Davası'nda 6 Kasım 1974 tarihli duruşmada sunulan dilekçe (parçalar)

BLOGDA YAYINLANIŞI ÜZERİNE AÇIKLAMA


Aşağıda yayınladığımız bu belge, 2019 yılında İK yoldaşın ölümünün 46. yılı için Partizan (Özgür Gelecek) sitesine gönderilmiş ve orada yayınlanmıştır. Biz bu yayını hazırlarken, aynı zamanda Emekçi dergisindeki İbrahim yazısının belgelerini ve özetlerini de çıkarmıştık. Bu yazının bir kısmını, Mustafa Demir, yurt dışında dergiyi edinip bu dergideki yazıyı ayrı olarak dağıttıkları teksirden transkribe edip yayınlamıştı, lakin tam değildi, yine sonraki süreçten (dava süreci) birçok belge ve alıntı da kullanılmamıştı. Bu yüzden biz, orijinal sayıyı edinip yazıdaki bütün belgeleri ve yoldaş hakkındaki bilgilerin özetini çıkarmış, bunu İK hakkındaki kimi başka kaynaklarla sağlamlaştırıp yayınlamak üzere özet bir yazı hazırlamıştık. Bu yazıyı paylaşacaktık ama bizim yayınımıza kalmadan TÜSTAV, Emekçi dergisinin sayılarını erişime açtı; doğal olarak ilgili sayı da erişime açıldı. Yani, yalnızca bu sayının özetinin yayınlanmasının pek bir anlamı kalmadı. Yine de, bizim yazdığımız özet, diğer kaynaklara da dayandığından görece bir iki bilgi daha çok verdiğinden (ve kuru kuru aynı şeyi blogda paylaşmak istemediğimizden) burada önce bu özeti genişletip başka ek kaynaklarla zenginleştirip bir yazı olarak, ardından da dilekçeyi paylaşıyoruz.

Dilekçe hakkındaki sunumun ön sözünde, bir iki ufak değişiklik yaptık. Mesela, ilk yayında kısaca Emekçi-4 diye verdiğimiz kaynağın kısaltmasını, E4 diye yazdık. Yine E4'te makale ismini vermeyi ihmal etmişiz, onu da ekledik. Ayrıca, belirtmemiştik ama kimi eksik harfleri yazarken köşeli parantez kullanmıştık. Oysa köşeli parantez Y1'deki alıntılar için kullanılmıştı. Kafa karışıklığına (Y1'deki alıntının boyutu) yer vermemek için burada ikinci ön sözde bunu belirtelim.

Ne acıdır ki, önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ölüm yıl dönümünde, güya "İK anmak" adına, anısına en ağır hakaretlerin edildiğin, en iki yüzlüce yüzsüzlüklerin yapıldığı, yine kimi hadsizliklerin yapıldığına tanık olduk. Bunlar bizi sadece tiksindirdi, o kadar. Biz, blog olarak, İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızın kızıl ışıklı yolunda yürüyen Türkiye devrimine yazın alanında ufak da olsa katkılarımızı sürdürmekte kararlı olarak, İK yoldaşa yapılan bütün oportünist saldırılara, bütün iki yüzlülüklere, bütün hadsizliklere kararlılıkla karşı koyacağız.

Önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kanıyla çizdiği ihtilalin kızıl ışıklı yolunda, ileri!

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2020.05.18.

İHTİLALİN YOLUNDA BİR HAYATTAN KİMİ SAFHALAR


İbrahim yoldaşın babası Ali Kaypakkaya, Ankara Mamak 1011 Ana Tamir Fabrikası Bakım ve Onarım kısmında çalışan bir işçiydi.[1] Aslen az toprak sahibi bir köylüdür.

İbrahim yoldaş, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nu kazandı ve orada Çapa YÖO-Fikir Kulübü'nü kurdu. Bu kulübü kurmalarıyla birlikte, faşist-feodal okul idaresinin tüm saldırıları, kurucu üyelere çevrildi ve yatılılık ve okul haklarından men edildiler. Okuldan atılma kararı Danıştay tarafından bozulmasına rağmen okul idaresi öğrencileri geri almadı. Demokratik çevreler ve okul öğrencilerinin baskısı sonucu onların hakkında karar verilmesi için Okul Yönetim Kurulu toplandı. Toplantıda okul müdürü Ayhan Doğan, Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı gibi meşhur gericiler ve Turancı faşist İbrahim Kafesoğlu vardı. Yine AP Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem de Ankara'dan bizzat gelip toplantıya katıldı. Toplantı sonucu, İbrahim hariç diğer 9 kişinin öğrencilikleri geri verildi.[2]

Bundan sonra İbrahim yoldaş, yarı profesyonel faaliyetlere girişti. İbrahim yoldaş, 1969 sonları ila 1970 başları gibi TİİKP'ye girdi. TİİKP, o dönem İbrahim yoldaşın kendisi gibi, küçük-burjuva bir hareketti. Hareket, genel çizgisiyle pasifistti ama içinde İK yoldaş gibi (küçük-burjuva çizgide olsa da) devrimci olanlar da vardı.

Bu hareket içerisinde, 15-16 Haziran sonrası bir nitel değişim oluştu. 15-16 Haziran'ın beyinlerde yarattığı büyük nitel sıçrama ve ardından gelen sıkıyönetim sürecinin pratiğiyle, kimi kadrolar ve en başta da İbrahim yoldaş, adım adım Marksizm'e yöneldi. 1971 ortalarında, İbrahim yoldaşın çizgisi, ilk defa Mart 1971'de TİİKP merkezine muhalefet etti. Bu muhalefet hareketi, başta tabana kapalı ve yöneticilere dönük, bu hareketin hatalarını aşıp Marksizme yönelebilmesi niyetiyle başlamıştı. Lakin revizyonist TİİKP önderlik kliği, M-L Muhalefete en ağır merkeziyetçiliği uyguladı, onlara demokrasi tanımadı. Kadrolar hakkında dedikodular yaydı, hatta İK yoldaşı öldürmek gibi alçakça komplolar bile kuruldu (Mart 1972). Bu süreçte, saflarda artık kalmanın imkanları olmadığını gören M-L Muhalefet, Şubat 1972'de 3. TİİKP DABK Toplantısı ile 1'e karşı 2 üstünlükle (İbrahim Kaypakkaya ve Muzaffer Oruçoğlu [M-L Muhalefet], Bora Gözen [revizyonist TİİKP kliği, o toplantıya katılmamıştı]) DABK Kararları'nı aldırdı (8-10 Şubat 1972), böylece M-L Muhalefet tabana dönük olarak başladı. Bu hayati kararın, 1 ay sonra M-L Muhalefet önderlerinin imhası planları kurulduğunu göz önüne alırsak, çok yerinde ve doğru olduğu su getirmezdir. İbrahim yoldaş, 26 Mart 1972'de TİİKP MK-YÜ iken bütün görevlerinden istifa etti ve TKP (M-L)'nin örgütlenmesi sürecine girildi. 24 Nisan 1972'de, TKP (M-L) kuruldu.

Fehmi Altınbilek, sıkıyönetim Dersim'i kapsamamasına rağmen, Diyarbakır Sıkıyönetim ve MİT ile koordineli çalışıyordu. Bilhassa Mayıs 1972 sonrası faşist baskılar İbrahim'e karşı sürek avı başlayınca daha da sıklaştı. Mesela onun 1 Eylül 1972 (Süleyman Nakış'ın açıklaması bu yönde, ama SVSVBR'de 13 Ocak 1973 tarihi veriliyor) tarihinde Şahin Ayyıldıran ve Rıza Çetindağ tarafından yapılan bir ihbar sonucu Süleyman Nakış'ın evini polis memuru Sabri Kocademir ve 25 diğer personel ile basması tam bir 12 Martçı faşist terör örneğidir. Gecenin saat 2 sıralarında polis memuru "kapıyı açın, ben devrimciyim, kapıda kaldım, daha önceden gidip geldim biliyorsunuz" diyerek Nakış'a pusu kurmayı amaçlamıştır. Bu sahte devrimci taktiği, bir süreden beri MİT ve Fehmi Altınbilek tarafından koordineli olarak sürdürülmektedir. Amaç hem devrimci köylüleri fişlemek, hem de şans eseri belki İbrahim ve arkadaşlarına (veya başka devrimcilere) baskın yapmaktı. Lakin Süleyman Nakış bundan şüphelenip kapıyı açmayı reddedince evi kuşatan 25 kadar polis ve jandarma, küfürler ederek içeri girmişler, evin oğlunun suratına dipçikle vurmuşlar (bu çocuk daha sonradan evden kaçıp o gece eve dönmemiş ve ayak parmakları donmuştur), "üşüdük, ateş yakın" diyerek evin hanımı Beser'i gönderdikten sonra Süleyman'ın üzerine Stern tipi tüfekle kurşun yağdırmışlardır. Süleyman, vücuduna bel bölgesinde soldan girip sağdan çıkan 3 kurşun isabet almıştır. Evin 4 yaşındaki kızı Sevgi ise, babası vurulunca onun üzerine kapaklanmış, o da faşistlerce kurşuna tutulmuş ve kurşun kulağının arkasından girip gözünden çıkması suretiyle bir gözü kör olmuştur ve mermi parçaları da gözünde kalmıştır. Karısı ise korkusundan sığınmak için komşusuna giderken yolu şaşırmış, donma eşiğindeyken köylülerce bulunmuştur. Bunun sonrasında kadının ayak parmakları donmuştur. Oğlu ve eşi 1 ay Elazığ Devlet Hastanesi'nde yatmışlardır (parmakları da kesilmiştir), 14 nüfusluk ailede olay sonrası Süleyman Nakış sakat kaldığından ailenin durumu çok kötü bir hale girmiştir. Faşizmin iğrençliğine bakın ki, Fehmi Altınbilek bu aleni faşist terörü "bir polis memurunun silahının kazayla patlaması" olarak yazıp, devamla bu kazanın (!) "baskını işlevsiz hale getirdiğinden" ve "bir şey yapamadan döndüğünden" yakınıyordu.[3]

Kasım 1972'de TKP (M-L)'ye dönük merkezi tutuklamalar başladı. 24 Ocak 1973'te, Vartinik oldu ve Ali Haydar yoldaş şehit düştü. Ali Haydar, kar üzerinde sürüklenerek götürüldü. Operasyona katılan bir komando eri, Cumhuriyet Savcısına "cesedi bağlayarak, altına sopa koyup, kaydırarak Kutu deresi karakoluna getirdiklerini" bildirmişti.[4] Vartinik sonrası baskıncılar sürekli olarak köyleri tehdit edip, 15-20 kişilik devriyelerle köyler arasında mekik dokuyordu.[5]

İbrahim yoldaş, Vartinik'ten 5 gün sonra, 29 Ocak 1973 tarihinde yakalandı. İbrahim'i, Vartinik mezrasından Gökçek (Kutuderesi) Karakoluna kadar üç saatlik karlı, kimi kimi buzlu suların geçtiği yolda zorla yalın ayak yürüttüler. İbrahim'in bu süreçte parmakları dondu. Diyarbakır'da ayak parmakları kesilince sebebinin zaptı tutuldu, Fehmi'ye bunun nasıl gerçekleştiği soruldu. O ise, zapta geçen şekliyle, şu cevabı verdi: "İbrahim KAYPAKKAYA'yı Mirik mezrasından Tunceli'ye getirmek üzere hareket ettiğimizde, yolda gelirken kendisini sık sık yere atıyordu. Ayak parmakları bu sırada veya yaralanıp kaçtıktan sonra donmuş olabilir."[6]

Vartinik baskınına katılıp İbrahim'i yakalayan timde bulunan komando eri Mehmet DEMİR, tanık olarak Diyarbakır Askeri Savcılığına verdiği ifadede "yakaladığımız anarşist İbrahim KAYPAKKAYA'yı yakaladığımız Mirik mezrasından Gökçe Karakoluna kadar yayan getirdik" diyordu [7]. Ama İstanbul Sıkıyönetim 2 No'lu Mahkemesinde görülen 17 Aralık 1974 tarihli duruşmada tanık olarak verdiği ifadede, sanıkların ve müdafilerinin sorusu üzerine bu konuda önce birkaç çelişkili beyanda bulunduktan sonra "İbrahim'i yakalayan timde ben yoktum. Fakat Mirik mezrasından Gökçe Karakoluna kadar yürütüldüğünü, Tunceli Merkez Karakoluna getirilince üsteğmenimin ve istihbarattan olan yüzbaşının İbrahim KAYPAKKAYA'nın ayak parmaklarının donmasını önlemek için bir tenekenin içine doldurulmuş kar ve buzu çiğnittiklerini arkadaşlarımdan duydum" dedi.[8] Yani kendini olaydan aklamaya ve "kesin bir şey diyemem, bilmem" minvalli ifade vermeye çalışsa da aslında buz çiğnetme aktarışıyla işkenceyi itiraf etmiş oldu.

İbrahim, kaldırıldığı hastanede yüzleştirildiği 16 kişinin 16'sını da tanımadığını belirtti ve örnek bir tavır gösterdi.[9] Hastanedeki bu yüzleştirmelerden birisi hakkında TKP (M-L) Davası 2 Temmuz 1974 tarihli duruşmasındaki sorgusunda (aynı zamanda Diyarbakır Sıkıyönetimince de sorgulanan) Fatma Erez, mahkeme heyetinin bir sorusuna cevaben şöyle diyordu:[10]

"Duruşmaların başında İbrahim KAYPAKKAYA'nın savcı Yaşar DEĞERLİ tarafından öldürülüp öldürülmediğinin sorulmasına mahkeme heyeti müsaade etmediği için mahkemeye hüviyetimi bildirmedim. Ben Diyarbakır Sıkıyönetimince tutuklandığımda İbrahim KAYPAKKAYA hastanede bulunuyordu. Beni de hastanenin başka bir odasına koymuşlardı. Odalarımız yan yana idi. İbrahim kimseyle görüştürülmüyordu. Yalnız savcı Yaşar DEĞERLİ ve görevliler girebiliyordu. Bir gün savcının İbrahim KAYPAKKAYA'nın odasına geldiğini, İbrahim'in bulunduğu odadan savcının "Seni ben öldüreceğim, ölümün benim elimden olacaktır" diye bağırdığını, İbrahim'in ise ondan daha çok bağırarak "Ben senden ve büyüklerinden korkmuyorum, ölümden de korkmuyorum" şeklinde cevap verdiğini duydum…"

Aynı celsede Yaşar Değerli, mahkeme kendisine "sanık sorgusuna ve beyanlarına karşı ne diyeceğini" sorunca, mahkeme heyetine "söyleyecek bir şeyimiz yoktur" şeklinde cevap vermiştir.[11]

Burada, kısaca Yaşar Değerli'ye de değinmek gerek. Yaşar Değerli, 12 Martçılar'ın Diyarbakır'daki işkence ağının başıydı. Kürdistan'da kendisince sorgulanıp işkence görmeyen tek bir devrimci bile yoktur.[12] Sadece Kürdistan da değil, Ankara'da TİİKP Davası'nda yargılanan Nuri Çolakoğlu da kendisine onun işkence yaptığını belirtmiştir. Nuri Çolakoğlu şöyle diyordu:[13]

"(...)
15 Nisan'da sağlam olarak girdiğim, neresi olduğunu bilmediğim her yerden 31 gün sonra 15 Mayıs'ta ayakta duramayacak bir halde ayrıldım. Buradan ayrılırken bu ifadeleri savcılıkta ve tutuklama mercii önünde reddetmem halinde beni tekrar geriye getirip bunun hesabını soracaklarını defalarca ve çok açık bir biçimde belirttiler. Bundan sonra iki gün emniyette tutuldum. Bu arada ayağım daha da kötüledi.
Emniyette kaldığım bu iki gün zarfında Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Savcısı Yüzbaşı Yaşar Değerli gelerek Emniyet Sarayının altıncı katında ifademi aldı. İfadem alındığında bana işkence yapanların bazıları hazır bulundu.
17 Mayıs'da 229. Piyade Alayının disiplin cezaevine götürüldüm. Ve bir ay süreyle burada tutuldum. 8 Haziran'da buradan alınarak askeri savcılığa götürüldüm ve sorgum yapıldı. İfadem baskı ve eziyet altında alındığını belirttiğimde, sorguyu yapan yarbay İlhan Şenel (işin doğrusunu da başka türlü söylemiyorsunuz) dedi. Bu konuşmayı orada olan yarbay Nihat Güner ile Binbaşı Hilmi Güner'in de hatırlayacağını sanırım.
(...)" 

TİİKP Savunma'da da "Diyarbakır'daki ve Siverek'teki işkenceciler"in başında Yaşar Değerli vardır.[14]

Yine TKP (M-L) davası 4 Aralık 1973 tarihli duruşmasında sanık müdafileri Av. Şükrü Kaleağası ve Av. İsmail Hakkı Altan, mahkemeye arka arkaya verdikleri ayrı ayrı birer dilekçeyle Yaşar Değerli'nin iddia makamından çekilmesi talebinde bulundular.

Avukat Şükrü Kaleağası talebinde: "sadece bu dava sanıklarının değil, Diyarbakır'da Sıkıyönetimce gözaltına alınan herkesin bu davanın savcısı YAŞAR DEĞERLİ hakkında işkence yaptığı iddiasında bulunduklarını ve bunların mahkeme tutanaklarına geçmiş olduğunu, kendisinin dava dosyasını ve iddianameyi tetkik etmesi sonucu savcı Yaşar DEĞERLİ hakkında bu davayı açarken dava sanıklarına karşı düşmanca bir tutum içinde olduğu kanaatine vardığını be savcının halen duruşmalarda sanıklara karşı gösterdiği davranışlarının da bu kanaatini teyit ettiğini; hatta savcının bu davranışlarının sanıkların 6 Kasım 1973 günkü okudukları dilekçede belirtilen İbrahim KAYPAKKAYA'yı öldürme suçunu işlemiş olma psikozunun verdiği bir hava içinde olduğunu" belirtti.[15]

Avukat İsmail Hakkı Altan ise talebinde: "3 Aralık 1973 günkü YENİ HALKÇI gazetesinde Yaşar DEĞERLİ hakkında, Ankara'da başka bir davada yargılanan başka bir sanığın mahkemeye verdiği dilekçeyi; keza Ankara Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan Ferit İLSEVER adlı bir sanığın, yargılanmakta olduğu mahkemeye verdiği, Türkiye'de çeşitli şehirlerde işkence yapılan yerlerin ve işkence yapanların listesini belirten dilekçesinde, Diyarbakır Sıkıyönetim bölgesinde işkence yapanların listesinin baş kısmında Yaşar DEĞERLİ ismini zikrettiğini, bu savcının hakkında öne sürülen bütün bu iddiaların tesadüf olamayacağını" belirtti.[16]

Bu iddialar üzerine ne diyeceğini soran mahkeme heyetine Yaşar Değerli tutanaklara geçen şu cevabı verdi:[17]

"Hakkımızda gerek bu dava sanıkları, gerek başka dava sanıkları, gerek YENİ HALKÇI adlı maksatlı yayın yapan gazete ve gerekse bu davanın avukatları tarafından öne sürülen iddiaların hepsi yalan ve iftiradan ibarettir. Her ne şart altında olursa olsun son Türk devletini yıkmaya teşebbüs etmiş olan bu anarşistlerin davasını sonuna kadar yürütmekte kararlı olduğumuzu heyetinize arz ederiz."

Bu alçak faşist, daha sonradan görev yaptığı diğer alanlarda da düşmanca tavrını sürdürmüştür. TKP (M-L)'nin kendisine gerçekleştirdiği 1978'deki bir suikastten kıl payı kurtulan bu köpek, trafik kazasında 1980 yılında gebermiştir.

İbrahim yoldaş hastaneden hapishaneye aldırıldı (21 Nisan 1973). Bölgedeki birçok üst düzey MİT'çi İbrahim'i hücresinde görmek için hapishaneye gelmişti.[18] Ayrıca Hasan Zengin, Şükrü Olcay'ın da geldiğini ve İbrahim'le arasında geçen bir konuşmayı aktarıyor.[19]

Yaşar Değerli Mayıs ayının başlarında Ankara'ya hareket etti. İbrahim'in durumunu MİT'tekilere danışacaktı. Bu süreçte işkenceler durulduğundan sorgunun bittiğini sanan İbrahim, babasına 9 Mayıs tarihli mektubunu yazdı (demek ki asgari olarak 8 Mayıs'tan beri işkence uygulanmıyor, buradan yola çıkarsak tahmini olarak ayın 6'sı gibi gitmiştir diyebiliriz). Mektubunda sorgulamanın (yani işkencenin) bittiğini ve görüşebileceklerini söyledi. Yaşar Değerli'nin dönüşünden bir süre sonra, 13 Mayıs 1973 tarihinde Diyarbakır MİT merkezinde MİT Diyarbakır şefleriyle İbrahim'in durumunu tartışan bir toplantı yapıldı. Bu olayı destekler bir olayı İrfan Çelik, TKP (M-L) Davası'nın 16 Nisan 1974 tarihli duruşmasında anlatıyordu:[20]

"… Bir noktaya da değinmeden geçemeyeceğim. Biz savcılıktayken bir ara içeriye giren bir albay savcıya bir toplantıdan bahsetti ve çıkıp gitti. Albay çıkar çıkmaz savcı, bizimle ilgili olarak yapılması gereken işlemi bugün tamamlayamıyacağını, zira, İbrahim KAYPAKKAYA ile ilgili bir toplantıya katılacağını söyleyerek bizi cezaevine gönderdi."

3 gün sonra, 16 Mayıs 1973 tarihinde İbrahim, "sorguya" denilerek gözleri bağlanarak götürüldü. 2 gün sonra, 17 Mayıs'ı 18 Mayıs'a bağlayan gece kurşuna dizilerek katledildi.

Kurşuna dizildikten sonra İbrahim hücresine götürüldü ve hücrede intihar ettiği söylendi. İK'nin öldürüldüğü tarihlerde Şükrü Olcay'ın yazdığı "Bilgi için: a) Genel Kurmay Başkanlığına, b) K.K.K.'na, c) 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na dağıtımı" notuyla, "çok gizli" ibareli 31 Mayıs 1973 tarih ve İSTH: 7130-2133-73 sayılı "Mesaj Formu"nda, İK'nin "sol bileğini jiletle keserek intihar ettiğini" söylüyor. Bu Mesaj Formu şöyledir:[21]

"(…)
4 – Türkiye Komünist Partisi (M-L.) örgüt faaliyetlerini yöneten ve sorumlu bir şahıs olduğu EK-1 ve EK-2'de sunulan MİT dokümanlarıyla teyit edilen anarşist İbrahim KAYPAKKAYA, alacağı cezayı asgari ve azami olarak tahmin etmiş, onun kendi üzerinde bıraktığı etkiden kurtulamıyarak morâl çöküntüsü halindeyken 17 Mayıs 1973 günü sabaha karşı sol bileğini jiletle keserek intihar etmiştir.
5 – Komutanlıkça verilen emir üzerine Askeri savcılıkça olaya el konulmuş, anarşistin 17 MAYIS 1973 günü ölü olduğu tesbit edilmiş ve EK-3'de ölü muayene tutanağı tanzim edilerek Askeri Hastaneye otopsi yapılmak üzere getirilmiştir. 18 MAYIS günü Askeri Hastanede yapılan otopsi sonucu hekimler heyetince intihar etmiş olduğu kanaati hasıl olmuş ve EK-4'de sunulan otopsi tutanağı tanzim edilmiştir.
6 – Olay ilgi (c) mesajda ANKARA Sıkıyönetim Komutanlığı'na intikal ettirilmiştir. 21 MAYIS 1973 günü, ceset, Diyarbakır'a gelmiş babasıyla birlikte MİT yetkililerinin refakatinde T.H.Y. uçağı ile ANKARA'ya götürülmüştür. Cenazenin daha sonra Çorum'a götürülerek orada defnedildiği ve defin yerinde gerekli güvenlik tedbirlerinin alındı MİT ilgililerinden öğrenilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
(imza)
Şükrü Olcay
Korgeneral
7. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı"

Yine Haziran 1973 tarihlerinde sorgulama yaparken Yaşar Değerli, sanıkların çoğuna "tokyosuna sakladığı jiletle intihar ettiğini" söyledi.[22] Oysa ki, İbrahim yoldaşın hücresinde arama yapılsa da "KEŞİF ve ÖLÜ MUAYENE TUTANAĞI"nda hücrede bir jilet bulunduğuna dair bir şey yazmıyordu.[23]

Otopsi raporunda ekimozlar (darp izleri) için "ölüm anında önce çarpmayla oluşabileceği" söyleniyordu ama İbrahim, karyolaya zincirle bağlıydı ve düşüp bir yere kendini vurması imkansızdı.[24] Faşistler cinayetlerini hangi gerekçelerle sunsalar bile, gizleyemiyorlardı.

İbrahim'in cesedi uçakla Diyarbakır'dan Ankara'ya, helikopterle Ankara'dan Çorum'a getirildi. İbrahim'in köylüleri onun için bir dini tören yapmak istedilerse de faşistler buna engel oldular. Babasının ısrarı sonucunda gelen faşistlerden birisi imam, diğeri ikinci cemaat üyesi olarak namazını kıldılar ve gömdüler, törene sadece İbrahim'in babası alındı.[25] Şükrü Olcay'ın yukarıda bahsedilen Mesaj Formu"ndaki "... Cenazenin daha sonra Çorum'a götürülerek orada defnedildiği ve defin yerinde gerekli güvenlik tedbirlerinin alındı MİT ilgililerinden öğrenilmiştir." satırlarındaki ifadeler de, bunu doğrulamaktadır. Faşistler, babası İbrahim'e otopsi yaptıramasın diye, onun ölümünden sonra etin kemikten ayrılacağı süreye kadar bir süre köyde beklediler.[26]

İbrahim yoldaşın ölümünü duyurma çabaları bir ay sonrasından beri rastlanmaya başladı. 24 Haziran 1973 tarihinde CHP Ordu Milletvekili ve Genel Sekreter Yardımcısı Ferda Güley, Bolu CHP İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:[27]

"Babalar! Bir babanın, oğlunun sağlıklı ellerinden aldığı iki gün önce yazılmış bir mektup üzerine, kolunda giyecek ve yiyecek çıkını, gittiği cezaevinde göreceğini ve kucaklayacağını umduğu oğlu yerine, kendisine bu oğulun bir gün evvel intihar ettiği haberinin verildiğini ve, kendisiyle beraber alıp memleketine götürdükleri evlât nâşının kurşunlarla delik deşik olduğunu görmüş olduğunu biliyorum."

Yine Mehmet Ali Aybar, 28 Haziran 1973 tarihinde Başbakan tarafından cevaplandırılması istemiyle Millet Meclisi başkanlığına 7/1728 yazılı bir soru önergesi vermiş, lakin bu önerge yanıtlanmamıştır. Önerge şöyledir:[28]

Millet Meclisi Başkanlığına
(Başbakan tarafından cevaplandırılması isteğiyle)

1 - Gözaltında ya da tutuklu bulunan Kalpaklı soyadındaki bir gencin ya da başka adda bir gencin Diyarbakır'da askeri tutukevi ya da emniyette ya da herhangi bir yerde öldüğü doğru mudur?
2 - Bu gencin sorgu sırasında yapılan işkencelerden öldüğü söylenmektedir. Doğru mudur? Ölüm tarihi nedir?
3 - Kalpaklı'nın ya da başka addaki gencin öldüğü doğru ise, ölüm nedeni saptanmış mıdır? Saptanmışsa, nedir?
4 - Otopsi yapılmış mıdır? Yapılmışsa, nerede ve kimler tarafından yapılmıştır? Otopsi tarihi nedir?
5 - Karşı gerilla ya da kontr gerilla adıyla ya da herhangi başka bir adla anılan resmi ya da gayriresmi gizli, ya da açık bir örgütün mevcut olduğu doğru mudur?
6 - Bu örgütün (MİT) ve emniyet teşkilatına paralel olarak çalıştığı bazı silahlı kuvvetler mensupları tarafından yönetildiği doğru mudur?
7 - Sıkıyönetim komutanlıklarında gözaltına alınanlardan solcu olanlar gözleri bağlanarak bu örgüt mensuplannca sorguya çekildiği doğru mudur?
8 - Sorguya çekilenlerin bu örgüte ait yerlerde uzun zaman ve çoğu kez zincire vurularak tutulduğu, sorgu sırasında fizik ve manevi her türlü işkenceye maruz bırakıldıkları doğru mudur?

İbrahim yoldaş hakkında ilk dilekçeler, Ankara Sıkıyönetim 3 No'lu Mahkemesinde 10 Ocak 1973 tarihinde görülmeye başlanan TİİKP Davası'nda verilmiştir. Mesela, 20 Mart 1973 tarihli Doğu Perinçek'in verdiği dilekçede İbrahim'in yakalandığının duyurulduğunu, kendisine işkence yapılacağından şüphelenildiğini, kendisinin mahkemenin sanığı olduğu ve mahkemeye dahil edilmesi gerektiğini söylediler.[29] İlgili kısım şöyleydi:[30]

"Bu dava sanığı İbrahim Kaypakkaya, iki ay kadar önce yakalanmış olmasına rağmen mahkemeye veya tutukevine getirilmemiştir. Bu dava için yeni deliller toplamak amacıyla İbrahim Kaypakkaya'ya işkence yapıldığını bugüne kadarki tecrübelerimizden biliyoruz. Ve bu endişe içindeyiz. Mahkemenizin, bu sanığın bir an önce celbi konusunda gerekli tedbirleri almasını arz ve talep ediyoruz."

15 Mayıs 1973 tarihli duruşmada sanıklardan İsmet Tufan Yazıcı, Ziya Ulusoy, Abdullah Tuncay ve Atıl Ant'ın mahkemeye verdikleri dilekçede şöyle deniyordu:

"Bu davanın sanıklarından İbrahim KAYPAKKAYA'nın 19 Ocak 1973 günü Tunceli'de yakalandığı gazetelerde radyoda yapılan açıklamalarla duyuruldu. Yakalanmasından bu yana üçbuçuk ay geçmiş olmasına rağmen İbrahim KAYPAKKAYA sanığı olduğu bu davaya dahil edilmediği gibi bugüne kadar akıbeti hakkında da hiçbir açıklama yapılmamıştır. MİT'teki sorgulamalardan edindiğimiz tecrübelerden İbrahim KAYPAKKAYA'nın işkence altında öldürülebileceğinden endişe ediyoruz. Bu nedenle mahkemeden, bu davanın sanığı olan İbrahim KAYPAKKAYA'nın akıbeti hakkında açıklama yapılmasını ve davaya dahil edilmesi için harekete geçmesini talep ediyoruz."

Mahkeme bu dilekçeye cevap vermediği gibi, 5 Haziran 1973 tarihli duruşmada bu sanıkların dilekçelerine ne olduğunu sormaları üzerine, kendileri ve 154 sanık daha duruşma salonundan atılmıştır.[31]

Ziya Ulusoy, 12 Haziran 1973 tarihli celsede şöyle demiştir:[32]

"Önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş Çaru Mazumdar yoldaş gibi faşist iktidarların işkencehanelerinde kahramanca bir mücadele verirken öldü. İbrahim Kaypakkaya yoldaş, öldü ama onun çizdiği kızıl yol ve Marksist-Leninist Türkiye Komünist Partisi silahlı mücadelesi daha yüksek bir biçimde devam edecektir. Önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ölümü bu silahlı mücadelemizin kızıl bayrağı olacaktır.
(...)
Söylediklerine aynen katılıyorum. Ben, Heyet'ine daha evvelki celselerde savunma tanığı olarak İbrahim Kaypakkaya'nın ve Muzaffer Oruçoğlu'nun dinlenmelerini talep etmiştim. Bunları savunma tanığı olarak tevsi tahkikat safhasında talep edebileceğim mahkemece bildirilmişti. Fakat bu kerre İbrahim Kaypakkaya askeri faşist diktatörlüğün zulmü ile öldürülmüştür. MİT işkencehanelerinde öldürülmüştür. Muzaffer Oruçoğlu'nun da beş aydır yakalandığını Diyarbakır S.Y.K.lığınca resmen açıklanmıştır. Aynı akıbetin bu şahıs hakkında da tahakkuk etmemesi için bir an evvel tanık olarak dinlenmesi talebindeyim."

Ali Karşılayan, 28 Haziran 1973 tarihli celsede şöyle demiştir:[33]

"(...)
Bu MİT işkenceleri sırasında hayatını kaybeden arkadaşlar da olmuştur. Mesela bundan birkaç gün önce İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır işkencehanelerinde öldürülmüştür. Vedat Gevrek de 1972 yılı içinde, Ankara'da işkence ile öldürüldü ve Ankara Emniyet binasının en üst katından atlıyarak intihar etti süsü verildi."

Atıl Ant, 3 Ekim 1973 tarihli celsede şöyle demiştir:[34]

"İbrahim Kaypakkaya bizim 3 Numaralı Mahkemede yargılandığımız TİİKP davası sanıklarındandı. Duruşmaya niçin getirilmediğini mahkeme heyetinden defalarca sorduk. Bilmediklerini söylediler. Daha sonra radyolardan ve bazı gazetelerden adı geçen şahsın yakalandığını duyduk. Daha sonra da şimdi kaynağın, size ifade edemeyeceğim bir yolla öldüğünü, hatta cezaevinden sorgu için MİT'e götürüldüğünü öğrendik. Hatta Diyarbakır'da o zaman MİT'e sorgu için götürülmesi nedeniyle bir de isyan olmuştu. Ve bu isyan sebebiyle öldüğüne inanıyoruz."

Abdullah Tuncay, 11 Ekim 1973 tarihli celsede şöyle demiştir:[35]

"İbrahim Kaypakkaya yoldaş öldü ama onun çizdiği kızıl yol ve TKP (M-L)'nin önderliğinde halkımızın silahlı mücadelesi daha yüksek bir biçim de devam edecektir. Yoldaşımızın ölümü bu mücadelenin bayrağı olacaktır. Bu bayrak Mustafa Suphi ve yoldaşlarının çizdiği kızıl yolda yükselen bayraktır."

İsmet Tufan Yazıcı, 31 Ocak 1974 tarihli celsede şöyle demiştir:[36]

İbrahim Kaypakkaya 16.5.1973 günü Diyarbakır Askeri Cezaevinde kalmakta olduğu hücresinden sivil şahıslar tarafından alınmış ve götürülmüştür. Tutuklular iki gün sonra öldürüldüğünü duymuş ve cezaevine sormuşlardır. Cezaevi, İbrahim Kaypakkaya'nın askeri savcılıktan istendiğini ve bu nedenle yolladıklarını, sonra cezaevinden kaydının silinmesi için kendilerine haber geldiğini bildirmişlerdir.
Sanıklar, bunun üzerine 28.5.1973 tarih ve 1973/84 sayılı bir dilekçeyle olayın açıklığa kavuşturulması için başvurmuşlardır.
İbrahim Kaypakkaya'nın öldürüldüğü bir gerçektir. Ferda Güley, M. Ali Aybar, bu konuda bir soru önergesi verdiler. Cevaplandırılmadı hala. Savcı Yaşar Değerli, bu ölüm olayından hemen sonra derhal Diyarbakır'dan alınarak İstanbul'a tayin edilmiştir.

TKP (M-L) Davası'nda sanıklar İbrahim'in ölümünü tutanaklara kaydettirme gayretinde bulundu (zira bu, sıkıyönetim mahkemeleri üzerindeki yasakları delmenin ve olayları dışarıya ulaştırmanın yoluydu). 9 Ekim 1973 tarihinde başlayan "Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist örgütü ve yan kuruşları olan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu ile Marksist-Leninist Gençlik Birliği illegal örgütleri davası"nın ilk duruşmasında, duruşma hakimi Güray Gencer duruşmayı açtığını bildirip yoklamaya geçeceğini bildirdiğinde Arslan Kılıç ayağa kalkarak söz alıp "Bu davanın bir numaralı sanığı İbrahim yoldaşımızın ölümü hakkında konuşacağım"[37] demiş ve toplu olarak hazırlanan dilekçeyi okumaya başlamış, lakin "İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızın iddianamede ölümüyle ilgili halen müteveffa deniliyor" cümlesinden sonra[38] hakim "mahkemeyi itham edici" diyerek konuşmayı kesmiştir. Bunun üzerine Arslan Kılıç, şöyle demiştir:[39]

"Kaypakkaya'nın ölümü açıklanmadan hiçbir sorunuza ve yoklamanıza cevap vermeyeceğiz. Sanık arkadaşlarla bu kararı aldık."

Yaşar Değerli bunun üzerine söz alıp "İbrahim Kaypakkaya davamız dışındadır. Ölen kişi hakkında dava açılmaz. Ölen kişi hakkında soruşturma yapılmaz. Türk Ceza Kanunu bunu emreder. Sanıkların tutumlarını anlamıyorum." demiş,[40] bunun üzerine Arslan Kılıç tekrar ayağa kalkarak söyle demiştir:[41]

"Bizzat savcının başında olduğu bir cinayet şebekesini açıklamak istedik. Bu hareketimiz kanunsuz olarak nitelendi. Biz mahkemenin inzibatına uyma kararındayız. Ancak karşı tarafa, askeri savcıya söz verip bize söz vermemek bir tahriktir."

Buna karşılık söz verilmeyip yoklamaya geçilmek istenince tutuklu sanıklar kolektif bir şekilde yoklama vermemiştir.[42] Kolektif takınılan bu tavır karşısında kimlik tespitleri iddianameden yapılmıştır.[43] Hakim Güray Gencer'in yoklamaya katılınmaması hakkında "Muayyen suçları işlediğiniz iddia edilmektedir. Sizlere en geniş sorgu ve savunma hakkı tanınacaktır. Vekilleriniz sizi en geniş şekilde savunacaklar, olayın ortaya çıkmasında yardımcı olacaklardır. Bu şekilde direnme size bir şey kazandırmayacaktır. Usul hükümlerini uygulayacağız" deyip[44] yoklamaya çağırması üzerine Arslan Kılıç "Biz direnmiyoruz, buraya gelene kadar savcı direnmiştir." demiştir.[45] Yine İsmail Hakkı Altan da "Müvekkilim Arslan Kılıç şüpheli bir ölüm ihbarında bulunuyor, mahkemeniz bunu dinlesin. Kanun size bu ihbarı bildirme yetkisi vermiştir." demiştir.[46] Bunun üzerine Güray Gencer, "Biz bu mevzuyu şimdilik lüzumlu görmüyoruz. Bu müracaatın yeri başka mercilerdir. Oraya müracaat edin." diyerek ilgilenmeyi reddetmiştir.[47] Zaten, aksi de düşünülemezdi.

TKP (M-L) davasında sanıklar işte bu tavrı, İK yoldaşın cinayetini duyurma tavrını sürdürmeye devam etmiştir. Bundan sonra vereceğimiz ekteki dilekçe, bu konuda mahkemede İbrahim'in ölümü hakkında verilmiş en derli toplu ve en önemli belgedir. Onun da açıklamasını aşağıya bırakıyoruz.

[1] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 41.
[2] Bu sürece dair bkz: "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi". Behram, Nihat. May Yayınları. Mart 1977, 2. Baskı. Sayfa: 16.; "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 41.
[3] Bu faşist teröre dair bkz: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 43.; "Eyüp Alibeyköy halkı faşist saldırılara dikkat". Halkın Sesi. 4 Mayıs 1976. Sayı: 55. Sayfa: 7.; "Halkın Birliği Beser Nakış ile Konuştu". Halkın Birliği. 15 Şubat 1977. Sayı: 2. Sayfa: 11.; "Tekzip - "Halkın Birliği Beser Nakış ile konuştu"". Kocademir, Av. Hasan. Halkın Birliği. 15 Mart 1977. Sayı: 4. Sayfa: 11.; "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi". Behram, Nihat. May Yayınları. Mart 1977, 2. Baskı. Sayfa: 39.
[4] Vartinik Dosyası s. 93'ten aktaran: "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi". Behram, Nihat. May Yayınları. Mart 1977, 2. Baskı. Sayfa: 50.
[5] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 44.
[6] TKP (M-L) - TİKKO – TMLGB Davası dosyası, Klâsör No: 4, Dosya No: 2, Sıra No: 53/1-6.'dan aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 45.
[7] TKP (M-L) – TİKKO – TMLGB Davası, Klâsör No: 4, Dosya No: 2, Sıra No: 57/1-2.'den aktaran: agy.
[8] TKP (M-L) Davası duruşma zabıtları, sahife: 416.'dan aktaran: agy.; not: Yazım hatası aynen geçirildi.
[9] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 46.
[10] TKP (M-L) – TİKKO Davası duruşma zabıtları, s.: 340.'dan aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 63.
[11] agy.
[12] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 45-46.
[13] "Sorgu". Çolakoğlu, Nuri. içinde: "İşkence". Samlı, Güner. Tan Yayınları. 2. Baskı, 1973[4?]. Sayfalar: 126-127.
[14] "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası - Savunma". Aydınlık Yayınları. 1. Baskı, Eylül 1974.  Ankara. Sayfa: 27.
[15] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 62.
[16] agy.
[17] TKP (M-L) – TİKKO – TMLGB Davası duruşma zabıtları, s.: 33.'ten aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 62-63.
[18] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 46.
[19] "Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevinde İbrahim Kaypakkaya ile 48 saat" (13 Mayıs 2011). Hasan Zengin. [orijinalde Ortakça Yaşam isimli Google grubu'nda (?) yayınlandı, orijinal yayın linki elde olmadığından bu en erken linki veriyorum, bir iki yıl önce Gazete Patika da yayınladı]; not: Hasan Zengin büyük ihtimal biraz diyaloğa aktarma uğraşı dolayısıyla, biraz da hafızasındaki yanılma payından da kaynaklı olarak deforme olmuş şekilde aktardı. Kuşkusuz tam konuşma böyle olmadı diyebiliriz, hatta kimi şeyleri yanlış hatırlıyor-sonradan duydukları/öğrendikleri hafızasını yanıltıyor bile diyebiliriz ama bizce genel muhtevası ve anlattıkları doğrudur.
[20] TKP (M-L) Davası Duruşma zabıtları, sayfa: 235.'ten aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 51.
[21] TKP (M-L) – TİKKO – TMLGB Davası, Klâsör No: 12, Dosya No: 1.'den aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 52-53.
[22] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 63.
[23] TKP (M-L) Dava Dosyası, Klâsör No: 111, Dosya No: 2.'den aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 63-64.; not: Ölü muayene tutanağı aynı zamanda şurada bulunabilir: "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfalar: 382-383.
[24] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 64.
[25] "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 52.
[26] agy.
[27] Yeni Adımlar. Sayı: 8. Sayfa: 16.'dan aktaran: "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 53.; yıllar sonra Ferda Güley anılarında bu olayı da etraflıca anlatmış ve basına dağıtılan konuşmasının özet metnini de eklemiştir: "Kendini yaşamak - Anılar". Güley, Ferda. Cem Yayınları. 1. Baskı, 1990. İstanbul. Sayfalar: 456-463. (elinde olmayanlar aynı yerden aktarılarak sunulan şu kaynağa bakabilir: "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfalar: 349-356.)
[28] "İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Aybar'ın, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklu bulunan bir gencin öldürüldüğüne dair yazılı soru önergesi, Başbakanlığa gönderilmiştir (7/1728)" (28 Haziran 1973). Aybar, Mehmet Ali. içinde: "İşkence". Samlı, Güner. Tan Yayınları. 2. Baskı, 1973[4?]. Sayfalar: 172-173.; ayrıca bu soru önergesinin basında yaptığı yansımaya örnek olarak bkz: "Aybar, bir gence işkence yapılıp yapılmadığını Talû'ya sordu". Milliyet. 29 Haziran 1973. Sayfalar: 1, 11.; not: Tutanak dergisinin 132. birleşiminde bu önerge yoktur (bkz: Millet Meclisi Tutanak Dergisi. Dönem: 3. Cilt: 39. Toplantı: 4. - 132 nci Birleşim - 28.6.1973 Perşembe.), 133. birleşimde ise sadece "Bu birleşim tutanak özeti" kısmında başbakanlığa iletildiği bilgisi vardır, metin yoktur (bkz: Millet Meclisi Tutanak Dergisi. Dönem: 3. Cilt: 39. Toplantı: 4. - 133 ncü Birleşim - 25.7.1973 Çarşamba. Sayfa: 605.).
[29] "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası - Savunma". Aydınlık Yayınları. 1. Baskı, Eylül 1974.  Ankara. Sayfa: 63.
[30] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 347.
[31] Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfa: 54.
[32] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 347.
[33] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 348.
[34] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 348.
[35] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfalar: 348-349.
[36] "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 349.; not: Ferda Güley soru önergesi vermemiş, o dönem bu cinayeti duyuran bir konuşma yapmıştır (bkz: 27 nolu kaynaktaki alıntı).
[37] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 1. (ayrıca büyük oranda bu haberin kopyası bir yazı olarak: "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12.); "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 348.
[38] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 1.
[39] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 1.; "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12. "İBO: İbrahim Kaypakkaya". Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık [No.: 32]/Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. İstanbul. Sayfa: 348.
[40] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 1.; "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12. 
[41] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.; "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12.
[42] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.; "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12.
[43] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.
[44] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.
[45] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.
[46] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.; ayrıca bir kısmı için: "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12.
[47] ""TİKKO" adlı yeni davada 22 kişi için idam cezası isteniyor". Katırcıoğlu, Doğan. Cumhuriyet. 10 Ekim 1973. Sayfa: 7.

DİLEKÇEYE SUNUŞ


Aşağıda sunduğumuz bu belge, 9 Ekim 1973 tarihli ilk duruşmasıyla başlayıp 1970'lerin ikinci yarısına kadar süren "TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ MARKSİST-LENİNİST ÖRGÜT VE YAN KURULUŞLARI OLAN TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞ ORDUSU İLE MARKSİST-LENİNİST GENÇLİK BİRLİĞİ İLLEGAL ÖRGÜTLERİ DAVASI" sanıklarınca, 6 Kasım 1974 tarihli duruşmada sunulmuştur. Dilekçe, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın katledilişine giden süreci en derli toplu biçimde özetleyen erken dönem belgelerden biridir.  Belirtmeliyiz ki, işbu TKP (M-L) Davası sanıklarının 6 Kasım 1974 tarihli mahkeme dilekçesinin tam metni maalesef elimizdeki kaynakların arasında yoktur. Farklı farklı kaynaklar bu dilekçeden farklı alıntılar sunmaktadır. Bu kaynakları (önem sırasına göre) şöyle sıralayabiliriz:

  1. "Ölen ama yenilmeyen-2". Emekçi, Şubat 1975. Sayı: 4. Sayfalar: 54-61. (bundan sonra "E4" şeklinde kısaltılacaktır)
  2. "Yazılar-1". Kaypakkaya, İbrahim. Proleter Yol Yayınları. 1. Baskı, Mayıs 1976. Sayfalar: 6-7. (bundan sonra, Y1 olacak şeklinde kısaltılacaktır)
  3. "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit – İbrahim Kaypakkaya – Hayatı ve Mücadelesi". Behram, Nihat. May Yayınları. 2. Baskı, Mart 1977. (bundan sonra SVSVBY şeklinde kısaltılacaktır)

Bu dilekçenin en geniş özetinin metni, birinci versiyondaki, yani Emekçi-4'teki halidir. Yine bu versiyondaki hali aynen "İki Lider İki Örnek!: İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek'in Polis İfadeleri" (Le-Ya Yayınevi/Belgesel Yayınlar Dizisi No: 3. Ocak 1979) isimli kitabın 23. ve 37. Sayfaları arasında tekrar basılmıştır. Metni hazırlarken esas olarak E4'teki metni esas aldık.

İkinci versiyon, yani Y1'deki alıntılar, çoğunlukla iki versiyonda da olmayan kısımları ihtiva ettiğinden -bilhassa E4'teki versiyonla birlikte- şu anlık elimizdeki en önemli kaynaklardandır. Bu versiyondaki alıntıları köşeli parantez ("[…]") içinde gösterdik.

Bundan başka, bu metnin ilk metindekinden de daha kısa bir özeti, üçüncü versiyon, yani SVSVBY'deki versiyondur. Bu kitap aynı zamanda Numan Esin'in çıkarttığı günlük Vatan gazetesinin 17 Ocak 1977 tarihli sayısından 11 Şubat 1977 tarihli sayısına kadar 24 gün boyunca yayınlanmıştır. Yazı dizisiyle kitabın eksiklik veya artı olarak metinde hiçbir farkı yoktur (sadece kullanılan fotoğrafların kalitesi, kesimleri ve çeşitleri konusunda farklılıklar mevcuttur ama bu ayrı bir incelemenin konusudur). Bu versiyondaki fazlalık kısım, esasen Y1 versiyonundaki bir paragrafın içinde "…" konan bir yerde tek cümledir. Her ne kadar elde olan tek eksik bu tek cümle gibi gözükse de bilhassa belirtmek gerekir ki, bu versiyonun bir özelliği de şudur: Behram dilekçeyi kısaltırken neyi, nerede kısalttığını belirtmemiş (yani "(…)" koymamıştır) ve metni özetlerken cümleleri bağlayan kısımları da kimi yerlerde değiştirmiştir. Öyle ki metin artık neredeyse aynı görevde farklı bir metin halini almıştır. Yani o paragraf içindeki boş kısımda daha uzun bir metin de olabilir, bununla birlikte bu ihtimalin düşük olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz.

Ayrıca SVSVBY versiyonundaki kimi kelimeler Emekçi-4 versiyonundakinden ve Y1 versiyonundakinden farklıdır. Mesela 9. maddede Emekçi versiyonunda "komünist" geçerken, SVSVBY'de bu kısım "devrimci" şeklinde geçmektedir. Bu farklı yazılış, kitabın Vatan gazetesinde yapılan 24. ve son tefrikasında da kitaptaki gibidir. Lakin mahkemelerde TKP (M-L) savaşçılarının "M-L", "komünist" vb. ifadeleri bilhassa seçerek-özenle kullandıklarını bildiğimizden (ve Behram'ın kitabında kimi başka alıntı hataları ve eksiklikleri de tespit ettiğimizden dolayı [mesela, İbrahim'in Ölen Yoldaşlar İçin şiiri kitapta eksik alıntılanmıştır; bu yalnız bir örnektir]) Emekçi'deki metni temel almayı daha uygun görüyoruz. Kaldı ki, Y1 versiyonunda da komünist ifadesinin kullanıldığını, hatta bu versiyonda Emekçi-4'teki versiyona ek olarak bir de komünist kelimesini baş harfi büyük yazılarak kullanıldığını görüyoruz. Bundan başka bir husus da, en sondaki "… ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)" ifadeli yerdeki "(…)" kısmından sonra ne geldiğini ise hiçbir kaynakta tespit edemedik. Bu yüzden daha ne kadar ve nasıl bir devamının olduğunu bilmiyoruz, yalnızca anladığımız "(…)" kullanılmasından bu metnin bir devamı olduğudur. Yani, "öldürülmüştür" şeklindeki kısımdan sonra, Y1 versiyonundan aldığımız iki paragrafın oradan olup olmadığına dair elimizde tam bir delil yoktur, bu sadece cümlenin gelişiminden yaptığımız bir tahmindir. Eğer ki tahminimiz doğruysa, yani o iki paragraf cidden o iki kısımdan sonra geliyorsa bile, direkt olarak devamıdır ve tam olarak o metindir diyemeyiz.

Ayrıca bir husus da şudur: Metinde var olan yazım hatalarına bilerek dokunmadık, elimizdeki kaynaklarda nasıldıysa aynen öyle metnini çıkarttık. Sadece kimi yerlerde köşeli parantez içinde eksik harf vb. varsa verdik. Bunun haricinde, metinde düzenleme veya eksiltme-özetleme yapmadık.

Yani dilekçenin tam ve düzen olarak doğru metnini sunduğumuzu kesin olarak söyleyemesek de, yine de elimizdeki tüm kaynakların çaprazlanmasıyla (bilebildiğimiz kadarıyla) en geniş halini sunuyoruz. Eğer ki elinizde bu dilekçeden farklı kısımları veya tamamını veren başka bir kaynak varsa, bunu/bunları bize ileterek dilekçenin metninin dijitalinin çıkartılmasında bize yardımcı olabilirsiniz.

"Yoldaş senin kanın yerde
Kalmayacak kanın yerde
Kızıl bayrak dikeceğiz
Çarpıştığın tepelerde"
-Muzaffer Oruçoğlu, Yoldaşa Ağıt

Bu belgeyi paylaşarak, komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşımızı bu 18 Mayıs'ta da bir kere daha militanca anıyoruz.

İbrahim yoldaş, Türkiye proletaryası ve ezilen yoksul köylülüğü senin intikamını emperyalizme, sosyal-emperyalizme, feodalizme, komprador kapitalizme, faşizme, sosyal-faşizme, patriarkaya ve her türden gericiliğe karşı özü toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesini zafere ulaştırarak bütün gericilerden alacaktır!

Onun anısı ve fikirleri, sadece direnmek isteyenlere değil, savaşmak ve kazanmak isteyenlere gereklidir!

DİLEKÇE

1973 TKP (M-L) Davası ilk duruşma

1973 TKP (M-L) Davası ilk duruşma (kaynak: "12 Mart'ın 7. yılında Faşizme ve sosyal-faşizme karşı Marksist-Leninist hareketin açtığı bayrak altında birleşelim". Halkın Birliği. 14 Mart 1978. Sayı: 30. Sayfa: 6.)

Aynı fotoğraf (kaynak: "Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar". Yeniden Milli Mücadele. 16-23 Ekim 1973. Yıl: 4. Sayı: 194. Sayfa: 12.)

1. ORDU KOMUTANLIĞI 2. NO'LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

SELİMİYE
6. Kasım. 1974

ARKADAŞIMIZ İBRAHİM KAYPAKKAYA'NIN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMADIR.

Görülmekte olan bu davanın 1 no'lu sanığı olan yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA, heyetinizin ve iddia makamının da bildirdiği gibi ölüdür. İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölüm sebebi ile ilgili olarak bugüne kadar ne basında ne radyoda kamuoyuna, ne de onun mücadele arkadaşları ve kader ortakları olan bizlere, -mesele bazı parlamento üyeleri tarafından soru önergeleri ve basın yoluyla hükümete ve ilgili makamlara sunulduğu halde- hiçbir açıklama yapılmamıştır. Ancak şu anda bu davanın savcılık görevini yapan kişi, ikinci kere savcılık sorgusuna çağırdığı bazı arkadaşlara, birbirini tutmayan beyanları ile ve iddianamenin bazı bölümlerinde bir iki cümle ile, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tutuklu iken intihar ettiğini belirtmiştir. Ne var ki, gerek Diyarbakır'da bu davanın savcılık makamını işgal eden kişi tarafından cezaevinde ve MİT'te sorguya çekilen ve bir kısmı halen burada sanık olan kişilerin cezaevinde ve MİT'te karşılaştıkları olaylar, gerek savcı Yaşar DEĞERLİ'nin İstanbul'da ikinci kere sorguya çektiği arkadaşlarla aralarında geçen konuşmalar ve gerekse iddia makamını işgal eden bu kişinin görevi sırasında hakim sınıflara en büyük sadakatini gösteren aşırı gayretkeşlikleri, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın:

I – Kendisinin intihar etmediğini, öldürüldüğünü
II – Öldürme olayının askerî savcı Yaşar DEĞERLİ'nin başında bulunduğu bir ekip tarafından önce işkence edilerek sonra da kurşunlanarak yerine getirildiğini ortaya çıkarmıştır.

Kanaatımızca bu durum esasen bütün bu makamlarca da bilinmektedir. Çünkü bu davanın başında ve müteakip duruşmalarda ne zaman İbrahim KAYPAKKAYA ve onun ölüm lafı geçtiyse, heyetiniz olsun, askerî savcı olsun bu meseleyi geçiştirmeye ve örtbas etmeye çok büyük ve özel bir gayret gösterdiler ve göstermektedirler. Bu meseleyi örtbas etme gayretleri yalnız bu mahkemeninki ile kalmadı ve kalmıyor; bu konuda önce ilgili makamlara sonra da ondan bir sonuç alamamamız üzerine bu mahkemeye yazdığımız dilekçelere ve hatta kurunun yanında yaşında yanması misali mahkeme ile ilgili diğer başka dilekçelerimize elkonuldu. Bu durumu geçen duruşmaların birinde heyetinize de bildirmiştik. Halen de, malum cezaevi yöneticilerince alıkonan bu dilekçelerimiz verilmiş değildir ve verilmesi için yaptığımız yazılı ve sözlü müracaatlar da cevapsız bırakılmaktadır. Bütün bu durumlar ve davranışlar tesadüfî değildir. Muhatap olduğumuz bütün makamların bu konudaki sözbirliği etmişçesine ortak davranışları belirli bir amacın ve gayretin, deşildiği zaman altından Çapanoğlu çıkacak bir olayı elbirliğiyle örtbas etmek gayretinin ürünüdür.

Biz burada, devam eden bu örtbas etme gayretlerini bir yana bırakarak, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın intihar etmediğini ve başında iddia makamını işgal eden kişinin bulunduğu bir ekip tarafından kurşunlanarak öldürüldüğünü kanıtlayan deliller üzerinde durmak istiyoruz. 

I – İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş 24 Ocak 1973'de Tunceli'de yaralı olarak yakalandıktan sonra Diyarbakır askeri hastahanesine getirilmişti. 21 Nisan 1973 tarihinde de hastahaneden alınarak Diyarbakır Askerî Cezaevinin yanında ayrı bir binadaki üç no'lu hücreye konmuştur. İbrahim KAYPAKKAYA bu hücrelerde iken, yanındaki hücrelerde gözaltında bulunan Nuri YAMAN, Celal BOZATLI, Mehmet ALTINBAŞ ve Hasan ZENGİN tarafından görülmüştür. Bunlardan ayrı olarak İbrahim yine, hücrelere bitişik durumdaki gözaltı koğuşunda bulunan ve aynı davadan olup çoğunluğu şu anda burada olan arkadaşlar tarafından da üç no'lu hücrede iken çeşitli defalar görülmüş, hatta bu arkadaşlar bir subayın denetiminde İbrahim 'le birkaç defa da görüştürülmüşlerdir. İbrahim KAYPAKKAYA 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bu hücrede kalmış, aynı gün saat onda hücresinden alınarak götürülmüş ve bu durum yukarda adı geçen hücre arkadaşları tarafından yandaki gözaltı koğuşunda bulunanlarca görülmüştür. Bu gidişten üç gün sonra, askerî savcılıkta görevli erler arasında İbrahim KAYPAKKAYA'nın öldüğü söylentisi yayılmış ve bu söylenti cezaevindeki tutukluların kulağına kadar gelmiştir. Bunun üzerine tutuklular, cezaevi müdürlüğünde görevli subaylara, dolaşan ölüm haberinin doğru olup olmadığı, İbrahim KAYPAKAYA'nın nerede olduğunu sormuşlar, onlar da İbrahim KAYPAKKAYA'nın 16 Mayıs 1973 tarihinde komutanlıkça «sorgu» için istendiğini ve «sorgu» için gidişten iki gün sonra da hiç bir gerekçe gösterilmeden İbrahim KAYPAKKAYA'nın cezaevi müdürlüğündeki kaydının silinmesini bildiren bir telefon emri aldıklarını, bu konuda bundan başka bir şey bilmediklerini söylemişlerdir.

İbrahim'in hastaneden alınıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan hücreler bölümünün üç no'lu hücresinde 21 Nisan 1973 tarihinden 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bekletilmesinden ve 16 Mayıs 1973 günü bilinmeyen bir yere götürülmesinden iki gün sonra, askerî savcılığa ifade vermek üzere götürülen çeşitli suçtan gözaltında ve tutuklu bulunan kimselere askerî savcılıkta görevli erler, İbrahim KAYPAKKAYA'yı askerî savcılık binasının üst katında vücudunun kurşun yaralarıyla delik deşik bir durumda ve ölü olarak gördüklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde bulunan tutuklulardan otuzaltısı, bu durumun doğru olup olmadığını öğrenmek, doğru ise bu ölüm olayı hakkında koğuşturma yapılmasını istemek ve İbrahim KAYPAKKAYA'nın öldürüldüğü haberinin, savcılık, MİT (ki aslında bu ikisini ayırdetmek yanlıştır) ve cezaevinde görevli olanlar arasında ayyuka çıkmasına rağmen hiçbir resmî açıklama yapılmamasının nedenini öğrenmek amacıyla aşağıda metnini sunacağımız ortak dilekçeyi yazıp imzalayarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı'na vermişlerdir. Diyarbakır Sıkıyönetim Askerî Cezaevinde «29 Mayıs 1973» tarihine ve «1900-73/84» kayıt numarasına kayıtlı bu dilekçe aynen şöyledir:

Diyarbakır – Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı'na

Diyarbakır

1) Tutuklu İbrahim KAYPAKKAYA'nın 16.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak MİT'e götürüldüğü ve MİT'te yapılan işkencelerle öldürüldüğü.
2) Bu cinayet hadisesini Türkiye ve dünya kamuoyuna uyandıracağı tepkiden çekinilerek intihar süsü verilmek istendiği.
3) Bu cinayete ne kadar intihar süsü verilmek istenirse istensin bunun hiçbir zaman inandırıcı olmayacağı.
4) Zira
a) İbrahim KAYPAKKAYA'nın yaralı olarak yakalandıktan sonra hastahanede yaralı haliyle prangaya vurulduğu ve devamlı olarak kontrol altında bulundurulduğu, hastahaneden sonra da hücreye konulduğu, demir aksamlı hiçbir aletin, kemer ve ip kabilinden hiçbir şeyin yanında bulundurulmadığı ve tedbir mahiyetinde olarak aynı binada ve birkaç metre ötedeki tuvalete dahi götürülmediği ve hücresinde tuvalet ihtiyacını giderdiği.
b) Ayrıca İbrahim KAYPAKKAYA'nın 15.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak bir daha geri getirilmediği.
c) Zaten intihar süsü vermekte güçlük çeken faillerin 19.5.1973 tarihinde işlenen bu cinayeti yetkili mercilere duyurmaması ve kamuoyuna gerekli açıklamanın yapılmamasının, bu cinayetin en büyük kanıtı olduğu.
5) Bu hadiseden de anlaşılacağı gibi Diyarbakır – Siirt illeri sıkıyönetim tutukevindeki tutukluların Anayasa ve kanunlara aykırı olarak alınıp MİT'e götürüldüğü, dövüldüğü ve öldürüldüğü ve biz tutuklu olarak hayatlarımızın garanti altında bulundurulmadığı. Bunun kanunlara aykırı olduğu.

Bizler insanlık haysiyetine yaraşmayan bu hunharca davranışı kınar ve birer vatandaş olarak Anayasa, kanunlar ve İnsan Hakları Beyannamesi'ni ihlal ederek işlenen bu suçu, gerekli soruşturmanın yapılıp faillerinin gerekli cezalara çarptırılması için ihbar ediyoruz.

28.5.1973
Tutukevi kayıt no   : 1900-73/84
Tarih                        :    29.5.1973

II – Yukarda metnini verdiğimiz bu dilekçeye hiçbir cevap verilmemiş ve bir açıklama yapılmamıştır. Bu dilekçeden bir süre sonra, olayın ağır bir siyasî cinayet olması nedeniyle bütün ilgili makamlarca duyulması ve hatta siyasî parti yöneticilerinin ve parlamenterlerin kulağına gelmesi sonucu CHP Genel Sekreter yardımcısı Ferda Güley Bolu'da «İbrahim KAYPAKKAYA'nın işkenceyle öldürüldüğünden[»] bahsetmiş, İstanbul eski bağımsız milletvekili M. Ali Aybar aynı günlerde Başbakana ayrıntılı bir soru önergesi vermiş, açıklama yapılmasını istemiş ve bu haberler basında yeralmıştır. Bütün bunlara rağmen küçüğünden en sorumlusuna ve büyüğüne kadar hiçbir ilgili makam bu konuda tek kelime açıklama yapmamış, tam tersine bu konu örtbas edilmeye, geçiştirilmeye çalışılmıştır. Bu konun çeşitli şekillerde üstüne gidilmesine rağmen bu konuda ısrarlı suskunluğun anlamı çok açıktır. Açıklama yapması gerekenler, devlet mekanizmasının yönetiminde ve her türlü dizginleri ellerinde bulunduran kimselerdir. Bu makamların bu cinayet olayını tevile kaçarak, intihar süsü vererek bile olsa açıklamamaları, açıklayamamaları ve bu konudaki ısrarla susmaları, açıkça suçun ikrarıdır. Basının, radyonun ve kamuoyuna yönelik her türlü haber araçlarının, olaya intihar süsü verecek her türlü imkânın ellerinde olmasına rağmen bu makamların ısrarlı suskunlukları neyin ifadesidir? En küçük adi zabıta olaylarını bile binbir sahtekârlıkla ve düzenbazlıkla «anarşistler»in marifeti olarak günlerce kamuoyuna reklam edenler bu olay karşısında niçin susmaktadırlar?

III – Bu cinayet olayının diğer bir delili şudur: 16 Mayıs 1973 günü İbrahim KAYPAKKAYA hücresinden sorguya götürülmeden bir saat kadar önce, yandaki gözaltı koğuşunda adi bir suçtan dolayı tutulmakta olan Cemil OKTAY askerî savcılığa götürülmüştür; Cemil OKTAY, askerî savcılıkta, İbrahim KAYPAKKAYA'yı birtakım sivil şahıslar tarafından gözleri bağlı olarak askerî savcılık binasından çıkarılıp sivil bir otomobile bindirilirken görmüş ve bu durumu, gözaltı koğuşuna döndüğünde şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ve Seyithan DOKAY'a söylemiştir. Savcılıkta sonradan çıkan söylentiye göre de İbrahim KAYPAKKAYA götürüldüğü bu yerden kurşunlanarak getirilmiştir.

IV – 1973 Nisan'ının ilk haftasında İbrahim daha iyileşmeden ve hastahanedeyken, şimdi bu davada tutuklu olarak yargılanan Hasan İLTER ile yüzleştirilmek üzere askerî savcılığa getirilmiş, Hasan İLTER İbrahimle yüzleştirilebilmek için savcılık odasına alındığında savcı Yaşar DEĞERLİ ile İbrahim KAYPAKKAYA arasında geçen şu konuşmaya şahit olmuştur:

İ. KAYPAKKAYA: «Hakkımdaki bu ifadeleri arkadaşlara işkence ile imzalatıyorsunuz.»
Y. DEĞERLİ: «Tabi sizin gizli dünyanızı ortaya çıkaracak başka yol yok.»
İ. KAYPAKKAYA: «Arkadaşlara bu ifadeleri, beni idam ettirmek için zorla imzalatıyorsunuz.»
Y. DEĞERLİ: «Çok yakın bir zamanda sana gereken cezayı kendi elimizle vereceğiz.»

Bu konuşmalar neyi açıklamaktadır? Bu konuşmalar üzerine yorum yapmaya gerek var mıdır bilmiyorum? Bu konuşmalardan çıkan anlam açıktık ve bu konuşmalardan sonra meydana gelen katletme olayının baş sorumlusu da ortadadır. İbrahim'in intihar ettiği yalanını düzen ve yukarıdaki cümlelerin sahibi olan kişi ve bu konuşmayı okuyup duyan herkes de bilir ki, «kendisinin idam ettirilmesi için zorla ifadeler düzdürüldüğünden» bahseden, ölmemek için aylarca hastahanede ve hücrelerde her türlü baskı, işkence ve provakasyona karşı direnen bir kişi nasıl olur da yukarıdaki konuşmadan hemen sonra fikir değiştirip intihar eder? Üstelik bu kişi bir komünisttir ve intihar etmenin bir komünist için korkaklık ve proletarya davasına ihanet olduğunu söyleyen bir kişidir… Bu yalanlar ve sahtekârlık senaryoları çok acemice ve suçluluk telaşı içinde düzülmüştür.

V – 9 Temmuz 1973'de Selimiye'ye tekrar savcılık sorgusuna bu dava sanıklarından Yalçın BÜYÜKDAĞLI ile savcı Yaşar DEĞERLİ arasında geçen şu konuşma bile, bu konuşmayı okuyan veya duyan akıl mantık sahibi herkese hiçbir dedektiflik bilgisini gerektirmeyecek kadar açık bir biçimde «suçlunun kim?» olduğunu anlatmaktadır. Konuşma şöyle geçmiştir.

Y. BÜYÜKDAĞLI: «İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın öldüğü doğru mu?»
Y. DEĞERLİ: «İbrahim kendisi intihar etti biz öldürmedik. İntihar ettiği zaman da ben İstanbul'daydım, telgrafla haber aldım.»

Arkadaşın sorusuna ve savcı Yaşar DEĞERLİ'nin verdiği cevaba iki noktada dikkatinizi çekerim: Birincisi, arkadaş, İbrahim'in ölüp ölmediğini sormaktadır; savcı ise cevap olarak doğrudan doğruya «kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini» söylemektedir. Bir kere, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, ölümün nasıl olduğunu ve kimin öldürdüğünü sormamıştır. Sorduğu ölüm haberinin doğru olup olmadığıdır. Savcı Yaşar DEĞERLİ'nin, sorulmadığı halde İbrahim'i kendilerinin öldürmediğini, intihar ettiğini söylemesi suçluluk telaşının ve psikolojisinin söylettiği sözlerdir. İkincisi, suçluluk psikolojisinin verdiği dürtü ile şecaat arzederken sirkatini söyleyen savcının bu konuşmada suçluluğunu gizlemek için başvurduğu bir yalandır. Çünkü savcı Yaşar DEĞERLİ bu konuşmada İbrahim'in öldürüldüğü tarihte İstanbul'da olduğunu söylemiştir. Oysa savcı Yaşar DEĞERLİ İstanbul'a 1973 Haziran'ının ilk haftasında gelmiş olup, İbrahim ise 16-18 Mayıs tarihleri arasında, yani savcı Yaşar DEĞERLİ Diyarbakır'da iken öldürülmüştür. Savcı Yaşar DEĞERLİ'nin böyle bir yalana başvurması bile tek başına, İbrahim KAYPAKKAYA'nın Yaşar DEĞERLİ'nin başında olduğu bir cinayet şebekesi tarafından öldürüldüğünü açıklar.

VI – Ankara Sıkıyönetim'deki başka bir davası nedeni ile 1973 Mayıs ayı içerisinde Ankara Sıkıyönetim 3 no'lu cezaevinde bulunan Aslan KILIÇ'la, Diyarbakır'dan getirilen THKO sanıklarından Mustafa KARADAĞ arasında cezaevinde şu konuşma geçmiştir:

M. KARADAĞ: «Haberin var mı, İbrahim'i Diyarbakır'da öldürdüler.»
A. KILIÇ: «Haberim yok ama sen kesin olarak biliyor musun?»
M. KARADAĞ: «Ben de İbrahim'i ve ölüsünü görmedim. Haberi Diyarbakır askerî savcılığı ve erlerden duydum. Ayrıca MİT'te beni sorguya çeken ismini bilmediğim saçları dökük ve yüzbaşı rütbesinde bir hakim subay sorguya başlarken «daha geçen hafta burada konuşmayan birini gömdük. Aynı yolu tutarsan senin de akıbetinin bu olacağından şüphe etmemen için bu şahsın adını da sana söyleyeyim: Bu kişi İbrahim KAYPAKKAYA'dır ve tanırsın da. Şimdi adam gibi konuş» dedi.[»]

Bu konuşmada sözü edilen MİT görevlisi yüzbaşı rütbesindeki saçları dökük Hakim-subay Savcı Yaşar DEĞERLİ'dir. Nitekim Aslan KILIÇ arkadaş Ankara dönüşü, 1973 Temmuz ayında İstanbul'da tekrar askerî savcılığa götürüldüğünde savcı Yaşar DEĞERLİ ile arasında bu konuda şu konuşma geçmiştir:

A. KILIÇ: «İbrahim'i işkence ile öldürdünüz, ona söyletemediğiniz şeyleri benden mi almak istiyorsunuz?»
Y. DEĞERLİ: «İbrahim'i biz öldürmedik; tokyosuna koyduğu jiletle bileklerini keserek intihar etti. Hem sen bu haberi nereden duydun?»
A. KILIÇ: «Ankara'da THKO sanıklarından M. KARADAĞ'dan duydum.»
Y. DEĞERLİ: «Ha, evet M. KARADAĞ'ın sorgusunu ben yaptım; ama sana İbrahim'i bizim öldürdüğümüzü söylemekle yalan söylemiş. Fakat inanmıyorsan İbrahim'i nasıl tedavi edip iyileştirdiğimizi anlaman için sana hastahanede çekilmiş resimlerini göstereyim; (resimleri göstererek) bak! İbrahim'i şu halden bu hale getirdik. Biz İbrahim'i ölümden kurtardık; biliyorsun yakalandığında yaralı idi ve ayağı donmuştu. Hiç böyle ihtimam gösterenler onu öldürür mü?»

Son konuşmadan da bir kere daha anlaşılacağı üzere Y. DEĞERLİ tam bir suçluluk psikolojisi içerisindedir. Böyle bir telaşla haberin nasıl öğrenildiğini sormakta, sonra da kendisinin suçluluğunu isbat edercesine, İbrahim'e yaralı iken nasıl ihtimam gösterdiklerinden bahsetmekte, sorgulardaki canavarlığının açığa çıkmasını önlemek amacıyla kendisini şefkatli bir hastabakıcı rolüne sokmaktadır. Kaldı ki İbrahim'i öldürenler, onu, hasta iken babalarının hayrına ve Savcı Yaşar DEĞERLİ'nin göstermek istediği gibi şefkatli oldukları için değil, iyileştirip konuşturabilmek için tedavi etmişlerdir. Bu iyilik perilerinin ne denli şefkatli olduklarını bugün dünyada sağır sultan bile duymuştur. Hem, suçluluk psikolojisi içinde olmayan bir kimsenin İbrahim'i iyileştirmede özel gayret sarfettiğinden bahsetmesine, hiç yoktan kendini savunmaya kalkışmasına gerek yoktur.

Savcı Y. DEĞERLİ, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tokyosuna sakladığı jiletle bileklerini keserek intihar ettiği yalanını söylemiştir. Polis ve MİT'ten geçmiş herkes bilir ki, külotlara ve koltuk altlarına kadar aranılan, ayakkabıların bükülerek veya pençeleri kesilerek kontrol edildiği, mendil, ayakkabı bağı, gözlük, kemer ve toplu iğnenin bile hücreye girişte sanıkların üzerinden alındığı bu yerlere –önceden konmuş olsa bile- tokyoya jilet koyarak girilebileceğini söylemek düpedüz yalan söylemektir. Bunu söyleyen kişi kimi kandıracağını sanmaktadır? Ankara MİT'te, bir arkadaşın ayakkabısının pençesindeki lastiğin normalden biraz kalın olması yüzünden ayakkabı pençelerinin testere ile ikiye biçildiğini gözlerimizle gördük. Öte yandan, sünger olan sandaletlere önceden jilet bile konmuş olsa daha ilk büküşte içinde değil jilet, kağıt olup olmadığı bile anlaşılır. Kaldı ki, İbrahim KAYPAKKAYA intihar ettiği söylendiği güne kadar demire ve kelepçeye vurulmuş olarak ve sürekli gözetim altında bulundurularak askerî hapishanede ve gözaltı hücrelerinde kalmış, görevliler dışında hiçbir kimseyle görüş ve temasta bulunmamıştır. Değil hastahane ve gözaltı gibi yerlerde, hapishanelerde bile traş için dahi olsa jilet veya hiçbir kesici veya delici şeyin parçası bile verilmemekte, bunun için sık sık aramalar yapılmaktadır. Sürekli gözaltında ve bağlı olarak tutulan, hiç kimseyle teması olmayan İbrahim KAYPAKKAYA jileti nereden sağlamıştır acaba? Gökten zembille mi inmiştir jilet? Yüzümüze bu şekilde söylenen bu yalanlar suçluluk telaşı ile olsa gerek çok acemice hazırlanmıştır. Dosyadaki intihar kılıflarının ise ne tür uydurmalar olduğunu şu ana kadar öğrenebilmiş değiliz.

VII – Savcı Y. DEĞERLİ iddianamede «İbrahim KAYPAKKAYA'nın intiharından önce yapmış olduğumuz sorgusunda her ne kadar örgütsel faaliyetleri konusunda ketum davranmış ise de; …» diyerek, sorgulama sırasında öldürülen İbrahim yoldaşı bir polis ve MİT görevlisi gibi bizzat kendisinin sorguladığını belirtmekte, fakat İbrahim'in bu «ketum» davranışı karşısında kendisinin neler yaptığını açıklamamaktadır. Fakat polis ve MİT gibi yerlerde sorguda «ketum» davranışın sonucunun ne olduğunu bugün bilmeyen yoktur. Yukardaki cümleyi okuyan kime sorulsa, bu «ketum» davranış sahibinin sonunun ne olacağını daha sonucu öğrenmeden rahatlıkla söyleyebilir. İbrahim yoldaşın, hizmet ettiği efendileri adına –kendi deyimiyle- «menfur katlinin» baş aktörü Y. DEĞERLİ, bu cümleleri ile şecaat arzedeyim derken sirkatini söylemiştir.

VIII – Faşistler, daha yakalandığı ilk andan itibaren yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA'ya hunharca davranmışlardır.

Vartinik baskınından sıyrılarak, yarım saatlik bir yaya yürüyüşten sonra Barıkbaşı mezrasına gelen İbrahim KAYPAKKAYA birkaç gün sonra burada yakalanmıştır. Barıkbaşı'ndan Kutudere'ye kadar dört saatlik bir yol, arkadaşımıza yalın ayak olarak yürütülmüştür. Mirik köyü ile Gökçe köyü arasındaki dereden geçen buzlu çay kıvrılarak aktığı için beş altı defa yalın ayak geçirtilmiştir.

Yolda giden köylüler bu durumu diğer köylülere anlatmışlardır. Aynı baskından kaçan iki arkadaş buzlara gömüldükleri ve 48 saat dağda kaldıkları halde neden ayaklarını üşütmüyorlar da İbrahim KAYPAKKAYA yarım saatlik mesafede bulunan en yakın köye gittiği halde ayaklarını üşütüyor?

Üçüncü bir nokta olarak da iddianamede ark[a]daşımızın Barıkbaşı'ndan Gökçe'ye götürülürken yürümek istemediği ve karların üzerine yattığı belirtilmektedir. Bu hareketler bir kimsenin yalın ayak karlar üzerinde yürütülürken yapacağı hareketlerdir.

Arkadaşımızın ayak parmaklarının kesilmesinden üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK sorumludur ve bu, bizlere yapılan işkencelerin en alçakça olanlarından biridir.

IX – İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş bir komünisttir. [O çağımızın Marksizm-Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi'ni doğru bir şekilde kavramış ve onun ışığında Türkiye'nin tarihi ve sosyo-ekonomik yapısının tahlillerini ve izlenmesi gereken mücadele şekillerini doğru olarak saptamış, hayatının her dakikasını devrime adayarak, elde silah yılmadan kahramanca savaşarak, Türkiye halklarına önderlik etmiş gerçek bir Komünisttir. O, bir Komünistin her türlü şart altında, son nefesine dek yılmadan mücadele etmesi gerektiğine inanan ve bunu gerçekten son nefesine kadar uygulayan bir Komünisttir. Faşistler onu ancak vücudunda kurşun yaraları olduğu halde açlık, susuzluk ve amansız soğuğa karşı tek başına, her türlü savunma ve korunma imkânlarından yoksun olduğu bir anda yakalayabildiler ve İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş {–iddianamede de belirtildiği gibi-} faşist üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK'ten başlayarak, tüm faşist ve CIA'nın çömezi MİT'cilere, onların yardakçıları savcılara karşı dişe diş bir mücadeleye girişmiştir. (…)

… emperyalistlerin ve sosyal-emperyalistlerin -devrimleri ve kurtuluş mücadelelerini saptırarak, kendi yıkılışlarını geciktirmek için- bizzat kendileri yarattıkları ve körükledikleri revizyonist, Troçkist ve maceracı sağ ve «sol» oportünist akımların kol gezdiği ve hatta Mao Zedung Düşüncesi'nin bile revizyonizme, kuyrukçuluğa, pasifizme ve teslimiyetçiliğe paravana olarak kullanılmak istendiği bir ortamda, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA –bu revizyonist ve oportünist akımlarla tavizsiz mücadelesinin ve devrimci pratiğinin ateşi içinde– ülkemizin tarihi ve sosyo-ekonomik şartlarını, halkımızın kurtuluşu için verilmesi gereken mücadele biçimlerini, bunun gerektirdiği örgütlenme şekillerini Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi ışığında doğru olarak tahlil etmiş ve bunların pratiğine elde silah savaşarak katılmıştır.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş, III. Enternasyonal'in Leninist çizgisinin izleyicisi TKP'nin kurucusu ve önderi Mustafa SUPHİ yoldaştan sonra halkımızın yetiştirdiği ikinci büyük militan Komünist önderdir. Ve o (…) çağımızın Leninizmi olan Mao Zedung Düşüncesi'ne sıkı sıkıya bağlı TKP (M-L)'nin önderidir.]

(…)

O, bir komünistin intihar etmesinin korkaklık, proletaryanın davasına ihanet olduğu bilincinde olan ve bunu yoldaşlarına öğreten bir önderdir.

İntihar, ABD emperyalizminin, onların kompradorlarının ve toprak ağaları kliğinin temsilcisi savcı Yaşar DEĞERLİ'nin iddia ettiği gibi komünistlerin değil, faşist köpekler, işbirlikçiler ve halk düşmanları gibi korkakların halkımızın devrimci mücadelesinin zafere yaklaştığı günlerde seçecekleri bir tercih olacaktır. Stalin yoldaşın önderliğindeki Sovyet Kızıl Ordusu'nun Berlin'e girdiği gün gelmiş geçmiş en büyük faşist köpek Adolf HİTLER'di beynine kurşun sıkan!...

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş nazi işkence odalarının tavanına kanıyla «unutma ki sen bir komünistsin» diye yazarak falakaya her yatırılışında o yazıyı okuyup faşist cellatlara karşı direnen Dimitrov'ların, Naziler tarafından kurşuna dizilirken, Alman askerlerine «Ben sizin kurtuluşunuz için mücadele ettim, siz kurtuluşunuzu öldürüyorsunuz» diye bağıran Fransız Komünisti George POLIT[Z]ER'lerin, Nazi kurşunlarına karşı korkusuzca göğüs geren Ernest THELLMANN'ların ve ölümü "Yaşasın Ho Şi MİNH" diyerek göğüsleyen Vietnam kahramanlarının her türlü şart altında son nefeslerine dek sürdürdükleri mücadelelerinin izleyicisidir.

Canını proletaryanın ve halkların kurtuluşuna adamış komünistler, faşist zulüm ve baskılardan korkarak intihar etmezler. İntihar tercihini seçecek olanlar, bizzat halkın devrimci mücadelesinden korktukları için zulmeden faşist köpeklerdir!

İşte bütün bu somut gerçeklerden ötürüdür ki, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş intihar etmez ve etmemiştir. ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)

[İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölümü, Türkiye Komünist hareketi için şüphesiz ki büyük bir kayıptır. Ama O'nun öldürülüşü hiç bir zaman TKP (M-L)'nin ve onun önderlik ettiği halkımızın mücadelesini durduramaz. Aksine, sınıf kiniyle dolu olan bizlerin, Türkiye Komünistlerinin mücadelesini daha kararlı, daha şiddetli bir şekilde sürdürmesini sağlayacaktır.

Önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA'nın doğru çizgisi artık kitlelere mal olmuştur. Ve bu, devrim ateşinin potasıyla yoğrulacak daha nice İbrahim KAYPAKKAYA'ların doğuşunun mayası olacaktır.]"

[İmzası bulunanlar]

Tutuklu Sanıklar:
Arslan KILIÇ, Yalçın BÜYÜKDAĞLI, Muhsin CANİK, İbrahim GÜLGEÇ, Ayşe İSMAİL, İsmail ÖZBAY, Celâl ERDOĞMUŞ, İbrahim Halil AKYOL, Baki İŞÇİ, Muzaffer ORUÇOĞLU, Zeki ŞERİT, Nezihe BAHAR, Nizamettin KARAKOÇ, Ali ŞENCİ, Gürsel BEZEK, Fatma EREZ, Hüseyin TEKİN, İsmail ERDOĞAN, Ali TAŞYAPAN, Sami SARI, Davut KURUN, Engin GİRAY, Feryal SARIOĞULLARI, Kemal BAHAR, Ali TURAN, Musa SÖĞÜT, Mümtaz ÇELTİK, Hikmet ŞENSES, Süleyman YEŞİL, Güner ALAKOÇ, Ünsal ALANYA, Mukaddes ERDOĞDU, Seyithan DOKAY, Hayrettin İPEK, Hüseyin AÇIKGÖZ, İrfan ÇELİK.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder