17 Mayıs 2020 Pazar

BELGE-RÖPORTAJ | Ali Kaypakkaya ile İbrahim yoldaş hakkında söyleşi (1989)

AÇIKLAMA


Yeni Demokrasi dergisinde İbrahim Kaypakkaya yoldaş hakkında tüm devrimcilerin Ali Amca'sı, babası Ali Kaypakkaya ile yapılan bir röportajı ölümünün 47. yılı anısına, daha önceden 45. yılında Facebook sayfamızdan yaptığımız paylaşımı blog'a da koyuyoruz. Röportaj, tarafımızca (çeşitli noktalama ve yazım düzeltmeleri ile) transkribe edilmiştir.

- İbrahim Kaypakkaya yoldaş ölümsüzdür!
- 18 Mayıs'ı unutma!
- Yaşasın Halk Savaşı!

İbo'dan Demirdağ'a – Tarihimizden Öğreniyoruz
2020.05.18.

Kaynak: "İbrahim Kaypakkaya'nın Babasıyla Söyleşi". Yeni Demokrasi. Mayıs 1989. Yıl: 3. Sayı: 21. Sayfalar: 7, 8, 9, 30.

***

İBRAHİM KAYPAKKAYA'NIN BABASIYLA SÖYLEŞİ


Ali Kaypakkaya, Yeni Demokrasi dergisi muhabiri ile röportaj esnasında (1989)

YD — Kendinizi tanıtır mısınız?
- Ali Kaypakkaya, 1932 Çorum Sungurlu doğumluyum, 2'si kız 3 çocuklu bir ailenin erkek çocuğuyum. 12-13 yaşlarında babamı kaybettim. O yaşlarda aile sorumluluğu yüklenerek, önce çiftlik sahibi olarak, sonra inşaat ustalığı yaparak yaşamıma devam ettim. Maddi durumum bir köy yerine göre oldukça iyi denecek tarzdaydı. Ev, tarla, bahçe, inek, öküz vs. aldım. Bu arada çocuklarım yetişti. İbrahim en büyük çocuğumdu. Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nu kazanmıştı çok başarılı bir öğrenciydi. İstanbul'a gitti. Diğer çocuklarım da Sungurlu'da eğitimlerini yaptılar. Bir süre sonra köyü terk edip şehre geldim. Çocuklar tahsillerine buradan devam etti, bir sanat [zanaat?] sahibi olsunlar istiyordum. Şehirde de yaşamımız çeşitli karmaşıklıklar içinde geçti.

Çocuklarımın biri Avusturya'da, bir kızım Fransa'da, bir kızım hemşire, bir kızım sanat okulunu bitirdi, halen lise öğretmenliği yapıyor. Eşim öldükten sonra Karslı bir bayanla evlendim ondan da bir çocuğum var. O da Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nu bitiriyor bu sene.

YD — İbrahim Kaypakkaya'nın işkencede öldürülüşünün 16. yılına girmek üzereyiz. Eminim ki bizim bu biçimdeki hatırlatmamız duygusal anlamda bir acıyı tazelemeyecek, zira görüyorum ki başucunuzda onun büyük posterini bulundurmuş olmakla bu acıya ve onun önder olarak da yaşayışının devam ettiğine alışmış olduğunuzu tahmin ediyorum. Aslında sizden öğrenmek istediğimiz bir insan olarak çocukluğundan önderlik vasfına erişene dek geçen süredeki İbrahim'i öğrenmek istiyoruz.
- İbrahim'in annesi teyzemin kızıydı. Babam öldükten sonra onun da annesi ölmüştü, ikimiz de çok küçüktük. Onu evimize aldılar, büyüyünce bizi evlendirdiler. Evliliğimizden İbrahim oldu. Ancak ikimizin arasında bir "aile" ilişkisi olmadı. Sevgi-saygı yoktu. İbrahim iki yaşındayken ayrıldık. İbrahim'i büyüten, köyden evlendiğim ikinci eşimdi. İbrahim'e bütün emeği bu eşimle annem vermişti.
İbrahim çok zeki, emsalleri arasında toplumsal ilişkisi çok iyi olan bir çocuktu. Bizim köyümüzde okul olmadığından ilkokulu üç farklı köyde okudu. Okuldan eve geldiğinde hem mallarımızı güderdi hem de evde annesine yardım ederdi. Uysal bir çocuktu. İlkokuldan sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nu imtihanla kazandı. Son sınıfa kadar çok başarılı bir öğrenci olarak okulunu devam ettirdi. Köye döndüğünde ben köyde inşaat ustalığı yapıyordum, İbrahim de artık yiğitlenmişti. Annesiyle birlikte tarla biçer, öğer, çiftçiliğin her türlü işini o yapardı. Gayet de güzel tırpan biçerdi. Köyümüzün dışından gelen, köyümüzün dana çobanı Hasan Ağa vardı. Ona karşı büyük sevgisi vardı, her görüşte elini öper hatırını sorardı. O gittikten sonra "Baba" derdi, "işte eli öpülecek insan bunlar, kimseye karşı bir kötülük taşımaz, bunlar kimsenin hakkına tecavüz etmez, kimseyi incitmez, dürüst insanlar bunlar." derdi.
Toplumla ilişkisi gayet güzel olan bir çocuktu. Mesela onun akranları da vardı, çok sosyetik davranır, kadın-kız peşine takılır, zaman öldürürken İbrahim, kesinlikle bu tür davranmaktan uzak durur, köyün büyükleriyle ilişki kurar onlarla hasbıhal eder, onların dertlerini dinlemeyi fikirlerini almayı çok severdi.

YD — Peki İbrahim daha çocukken (ilkokul-ortaokul çağlarında) kendisiyle akranları arasındaki mukayesede: "Bu çocuk diğerinden farklıdır" dedirtti mi size?
- Farklı bir davranış... Köyün yaşlı insanları "Çavuş'un oğlu" derdi ona, "Allah eğer evlat verecekse İbiş Çavuş'un oğlu İbrahim gibi birini versin" diyorlardı. Çünkü İbrahim kendi yaşıtlarından ve köyündeki gençlikten farklıydı; yaşlı bir insan gibi, yıllanmış bir insan gibi davranıyordu. Çocuksu hiçbir hareketi yoktu.

YD — Şöyle soralım, ülkesi ve halkı için çabalayan, o yaşantısını paylaştığı halkının mutlu geleceği üzerine düşünen bir insan olduğunu ilk kez ne zaman ve hangi felsefeyle fark ettiniz?
- İbrahim'le birlikte zaman zaman kazalarda birlikte çalışıyorduk. O devirlerde Halk Partisi'ni destekliyordu, Demokrat Partisi'ne karşı Halk Partisi. Halk Partisi zamanında öşür vergisi vardı, Halk Partisi köylerden ekinlerimizi harman yerinden alıp götürmüşlerdi. Biz yaşlı köylüler Halk Partisi'ne gıcık oluyorduk ve Halk Partisi konusunda birbirimize sataşıyor ve uğraşıyorduk. İbrahim, "Demokrat Partisi'nin ülkeye yabancı sermayeyi soktuğunu, bunun bizim geleceğimiz için iyi bir şey olmadığını, sonumuzun kötü olacağını" falan söylüyordu. Ben ise bunun karşısında "HP'ne gıcık olduğumu, HP'sini sevmediğimi, çünkü onun yüzünden ekinlerimizin harmanda iken alıp götürüldüğünü" söylüyordum.Aramızdaki çelişkiler ilk zamanlarda bu idi. Fakat İbrahim, İstanbul'a gidişinden sonra tamamen bir değişikliğe uğramıştı. O zamanlar Çetin Altan'ın fikirlerini, sonra Mehmet Ali Aybar'ı falan savunuyordu. Sol iktidarın bu memleketi refaha götürebileceğini söylüyordu. Ben ise, HP'si dışındaki sol iktidarın ne olduğunu, neyi getirip neyi götüreceğini bilmediğim için karşı çıkamıyordum. "Onlar gelirse ne yapar?" diye sorduğumda İbrahim "onlar iktidara gelirse işçileri, emekçileri işverenlerin ayakları altından alacaklarını, onlara ezdirmeyeceklerini, onların da insanca yaşama haklarının olduğu, bir insan gibi yaşamaları gerektiğini" savunuyordu. Ve sonunda bu işte gide gide daha büyük değişikliklere uğradı. Köylere o zaman çıkan "İşçi-Köylü" gazetesi gönderiyordu. Hangi köyde akrabamız, tanıdığımız ya da merhaba dediğimiz birileri var, onların adresini alıp onlara gazete göndermeye başlamıştı. Gazetede kendi yazıları da vardı. Akşam ve Aydınlık'ta yazıları çıkmaya başlamıştı. Durum git gide, değişe değişe solun içinde bulunduğu duruma kadar geldi.

YD — İbrahim'le bu tür sorunları tartışırken sertleştiğiniz zamanlar oluyor muydu?
- Tabii tabii, tartıştığımız zaman sertleştiğimiz oluyordu. Fakat İbrahim'le tartışa tartışa, uğraşa uğraşa bir iktidarın insanın ne dinini, ne de imanını götüremeyeceğini, eğer insanda din-iman varsa var, yoksa yok olduğuna kanaat getirdi. İbrahim'e inandım. İnsanların her şeyi kendi yapabileceğine inandım ve görüşlerine katıldım, İbrahim'in görüşlerini benimsedim. Sempatim vardı. Şu durumda gücüm yetse ben de İbrahim'in yaptıklarını yaparım, açıkça söyleyeyim.

YD — Sizi kendi görüşlerine inandırana kadar, başında sizin hiç inanmadığınız görüşler, yeni fikirler savunması karşısında hiddetlendiğiniz zamanlar olmuştur. İbrahim'in bu kızgınlığa tepkisi nasıldı?
- İbrahim hiçbir zaman hiddetlenerek cevap vermedi. Ben hiddetlendiğim zaman o an için susar, tartışmayı orada durdururdu. Ortamını bulduğu zaman geri gelip tartışmayı aynı konu üzerinde sürdürürdü. Ben sinirlendiğim zaman "yok sen yanılıyorsun" diye bir şey söylemez, konuyu kapatır, uygun bir ortamda yine açardı.

YD — Köylülerle de aynı konularda tartışıyor muydu?
- Bütün köylülerle, çevre köylülerle aynı şeyi tartışıyordu. Fakat bazı köylüler "ya falancının oğlu çıkmış, bir devletin şeklini değiştirebileceğimizi söylüyor, şunu söylüyor, bunu söylüyor; olmaz böyle şey, kocaman devlet düzeni değişir miymiş?" gibi. Fakat son zamanlarda bayağı fikrini kitleye benimsetmişti, inandırmıştı. Nasıl ki beni inandırdı, onları da öyle inandırdı.

YD — Sosyal faaliyetleri nasıldı?
- İbrahim mandolin çalardı, güzel çalardı. Halaydan çok hoşlanırdı. Türkü çalardı. Hatta, ufakken bir gün davar güderken önündeki davara büvelek tutmuş, mal dağılmış yetişememiş. O sıra oturmuş elindeki değneği saz şekline getirerek Türkü söylemiş:
"Aşağıdan gelmiş bağdan sürü
Bizim mala kondu bunun yarısı
Sarı ineği yakaladı birisi
Aldı götürüyor bakın anneler"
O esnada orada çapa vuran kadınlar dinlemişler güzel güzel. Bu bir bölümdür aklımda kalan, köylüler bu türküyü uzun süre söyledi. Demek istediğim İbrahim'in sosyal-faaliyeti çoktu. Türkü söylemek, saz çalmak, hatta son zamanlarda milli kıyafet giyip Hasanoğlan'dan Ankara'ya gelip halay çektiğinde resimleri vardı. Fakat resimleri toplatıldı yakıldı, kayıp oldu; çok üzülüyorum o resimlerine.

YD — İbrahim'in arkadaşlarıyla gelip gittiği oluyor muydu? Arkadaşlık ilişkilerindeki farklılığı, sıcaklığı görebiliyor muydunuz?
- İbrahim'in arkadaşları bize karşı oldukça saygılıydı. Biz de İbrahim'in arkadaşlarını evlat gibi severdik, gelip kendi aileleri gibi yatı kalıyorlardı. İbrahim çok şakacıydı, zaten kendisi güler yüzlü biriydi, ancak son zamanlarda durgun görünüyordu; bayağı değişmişti. Şakacı, espri yapan bir gençti. Hatta bir gün köyden birisi gelip bana dedi ki: "Senin oğlunu çok seviyordum ama Samsun asfaltının kenarında arkadaşlarıyla birlikte halay tutup türkü söylediğini görünce yadırgadım, çocuksu bir hareket." dedi. Yani olgun biri olan İbrahim'in bu neşeli halini görünce yadırgamış. Ben de "Bu yaştaki genç birinin gülüp oynaması normaldir, niye ayıplıyorsun? Ben de aynı şeyi yapabilirdim..." falan dedim.

YD — Sevdiği bir kız var mıydı?
- Gönlünü kaptırdığı bir kız vardı, adı Mediha idi. Bu kızı köyün içinde kısaca "Mendil" diye çağırıyorlardı, gerçekten güzeldi; amcamın torunuydu. Bir gün bir düğün vardı eğlencede içki içilmiş, İbrahim de içmiş, sonra tutturmuş: "Mendil'i getirin" diye ağlıyormuş. Mendil vermişler göz yaşını silmek için, "hayır ben başka Mendil istiyorum" demiş. Eve geldiğimde rahmetli hanım bu kızı isteyelim diye söylendi. İbrahim hep Mendil üstüne türkü söylüyordu. Mediha'yı, kızı ben de seviyordum, iyi bir kızdı; kız da İbrahim'i çok istiyordu. İstemeye niyetlendikten sonra okulunu bitirsin diye vazgeçtik.

YD — İbrahim hiç açtı mı bu konuyu size?
- Annesine açmış, o zaman daha Hasanoğlan'daydı. İstanbul'a gittikten sonra bu durumlardan iyice uzaklaştı, başka şeylerle uğraştı. Köyleri dolaşmak, yeni yeni kişilerle tanışmak, İstanbul'da olup bitenleri aktarmak idi. 6. Filo'ya neden karşı gelinmesini propaganda ediyordu. sonra, yanında bir arkadaşla, Silivri'nin Değirmenköy'üne bir arazi işgaline gidiyor. Ağanın topraklarına saldırıp işgal etmişler, köylülere önderlik etmişler fakat onlardan biri gibi, bir köylü gibi, jandarmaya, kaymakama karşı köylüleri savunmuş. Vali, buna ve arkadaşına "siz köylü değilsiniz" demiş. "Tutuklayın bunları!" deyince köylüler karşı çıkmış, tutuklatmamışlar fakat yolda bunlara pusu kurmuşlar ve  tutuklamışlar. O zaman gazetede bir de bu olayı yazan bir yazısı çıkmıştı, "Silivri'nin Değirmenköy'ü hakkında" başlığıyla. Bu yazıdan dolayı da "kaba kuvveti övdü" diye dava açtılar.
Sonra, bir ara da, okul müdürü Ayhan Doğan'ın kafasına tabanca kabzasıyla vurdu diye 48 gün Sağmalcılar'da yattı; hatta gazetede de resimleri çıktı yanındaki arkadaşlarının kafası sarılı halde, sonra oradan da beraat etti.
Bunun üzerine okul disiplin kurulu da İbrahim'i belli bir süre okuldan uzaklaştırmıştı. Danıştay'a da dava açtık. Danıştay'a çağırmaları gerekiyordu, çağırmadılar; ta ki İbrahim Diyarbakır Tutukevi'ne düşene kadar. Tutukevine düştükten sonra okuldan çağrı geldi, "okula dönebilirsin" diye. Bunun altında yatan amaç şuydu, İbrahim'in o anda Diyarbakır'dan çıkıp okula gitmesi mümkün değildi. Bu durumda "biz çağırdık gelmedi" diyerek bize tazminat davası açacaklardı. Nitekim, öyle oldu. 11 bin liralık tazminat davası açtılar, ödemedim; uğraştık mahkemeye verdim, sonuçta 30.600 liraya hüküm verildi. İbrahim öldürüldükten sonra "elinize sağlık, iyi yaptınız" diye kendilerine ödedim.

YD — Öldürülmeden önce en son görüşmeniz nasıl olmuştu?
- En son gelişinde evde üç gün kaldı. Kalan kitaplarını bir dereye gömmüştü, çocuklar oynarken açığa çıkarmışlar, ona üzüldü. Üç gün sonra giderken "Oğlum, gel seni teslim edeyim" dedim (12 Mart olayı olmuştu). "Ölüm adım adım seni takip ediyor, tehlike senin peşinde..." gibi sözler, kesinlikle kabul etmedi, hüküm etmedi. Dedi ki bana (yanındaki kardeşinin boynunu okşayarak), "Senin gibi çok babalar oğullarını kaybetti, ben ise halen karşındayım, fakat yokluğuma alıştırmalısın kendini. Ben ölebilirim de, bak işte, aslan gibi oğlun var; üstelik benim gibi laf öğrenmiyor, sanat [zanaat?] öğreniyor." (gülümseyerek) dedi. Ben çaresiz diretmedim. Nasıl yazışabileceğimizi, haberleşebileceğimizi konuşalım dediğimde bana radyoyu göstererek "İşte bu kara kutu sana nerede olduğumu haber verecek, nerede olduğumu söyleyecek..." Yani öldürüleceğini biliyordu, sonucun ne olduğunu bile bile üzerine gitti.

YD — Bir de şöyle bir şey var, size İbrahim öldü dendiği zaman "İbrahim ölmez" demişsiniz. Bunu nasıl, hangi anlamda söylediniz; onun sahip olduğu düşüncelerin ölümsüzlüğü anlamında mı yoksa onun zorluklar karşısındaki direncini bildiğinizden hareketle mi?
- Hayır, o şöyle oldu; İbrahim'le ilgili saat beşte haber çıkmış, ben dinlemedim. Saat yedi oldu evdekilere "haberleri açın, haberleri dinleyelim" dediğimde açmadılar, "konuşuyoruz işte, sohbet ediyoruz, radyoya ne gerek var?" filan boğuntuya getirdiler ve öyle geçti. Saat dokuzda ben kendim açtım radyoyu ve Ali Haydar Yıldız'ın öldüğünü, İbrahim Kaypakkaya'nın da yaralı olarak üç gün yakalandığını özet haber olarak verdiler. O an ben kalktım evin içinde dönmeye başladım. "İbrahim bu kurşunla ölseydi daha iyiydi" dedim. "Niye öyle diyorsun" dediler, "çıkmadık candan ümit var" dediler. "İbrahim eğer bu kurşunla ölseydi bir defa ölecekti" dedim, "ama şimdi on defa öldürecekler, işkence yaparak öldürecekler" dedim, ve gerçekten de bu şekilde oldu. İbrahim ölmedi, işkencede öldürüldü.

YD — Ben şu anlamda sordum...
- Şimdi o anda bir baba olarak, ben açıkça söyleyeyim, duygusallık mertliği bozuyor. Bilhassa senin çocuğunsa karşındaki ölüm olayını yaşayan, mertliği, yiğitliği götürüyor. O anda babanın yiğitliği kalmıyor, gidiyor. "Neden orada İbrahim ölmez diye söylendim", aklıma nasıl geldiyse öyle söylemişimdir.

YD — İbrahim'i size anımsatan, ona benzeyen çocuğunuz var mı?
- Ben öyle birini tanımıyorum. Bilmiyorum, ilk çocuğum olduğundan mıdır, İbrahim'in değişik yapısından mıdır?.. Bana göre o bambaşka bir şeye sahipti. Öldüğü için mi o kadar değerlendi, ölmeden önce o kadar değerli miydi, bilmiyorum. Ama, değeri çok büyüktü benim yanımda, kesin olarak çok değerliydi.

YD — Bir noktayı daha öğrenmek istiyorum: İbrahim'in dışında birkaç çocuğun daha var, bunların İbrahim'in yolunda yürümelerini istiyor musun?
- Şimdi önce şunu söyleyeyim: İbrahim'in görüşlerine saygım var, sempatim var. Bunu açıkça söylüyorum, İbrahim öldürüldü, diğer çocuklarımın öldürülmesini istemiyorum.

YD — Hayır! Ölmesi anlamında değil, Mücadelesi...
- Mücadelesi... Şunu derim, İbrahim'in bir fikri var, bir inancı var; bu büyük bir topluluğa yayıldı, büyük bir topluluk bunu biliyor, tanıyor. Madem ki doğrudur, toplumun çizgisini geçmeden toplumu savunuyorsa, onlar da o kadar savunsunlar, İbrahim'in görüşlerini savunsunlar. Toplumun malı yapmadıysan, sen savunsan ne olacak ki? Bunu şunun için diyorum, İbrahim'den sonra köyümüze çok yoğun baskılar oldu, ölümler oldu. Köylüler dediler ki "bunlar hep sizin yüzünüzden oldu". Oysa İbrahim ailemiz için ölmedi ki, inandığı için öldü. Birisi, birinin uğrunda, "ben senin yolunda ölüyorum" diye ölmez; eğer güzel bir şeyi yaratma inancı varsa, bir şeye inanıyorsa ve o yolda ölmesi gerekiyorsa ölür. İbrahim de böyle bir şey için ölümü kabullendi. Hal böyle olunca, baskıya uğrayanların (köylülerimizin) "bu sizin yüzünüzden oluyor" demelerinin doğru bir tarafı yok; bizim bir suçumuz yok, fonksiyonumuz yoktu. Onlar öldüyse, onların çocukları öldüyse, öldürüldüyse, inandıkları için, kendi davaları için öldürülmüştür. Ama kültür seviyesi düşük bir toplum içerisindesin. Bunlar sanıyor ki "bu olayları-fikirleri bunlar getirdi". Yanlış, olayların-inançların nedeni var.

YD — Son bir soru, İbrahim Kaypakkaya'nın babası olmak size neler getirdi?
- İbrahim Kaypakkaya'nın babası olmaktan gurur duyuyorum. Fakat, İbrahim'in ölümü beni çok sarstı. Sadece beni değil, ailenin hepsini sarstı; bununla da kalmadı: şu hanım geldi (Ali Kaypakkaya'nın 3. eşi), 11 sene oldu geldiğinden bu yana çektiği sıkıntıyı, zulmü, polisin ve askerin baskısını, şu kapıdan girdiklerinde ne yaptıklarını, ne söylediklerini ondan dinleyebilirsin. Geceleri askerin, polisin, ellerinde tomsonlarla içeri girmesi, ortalığı dağıtması, bütün bunlar hanımın sütten kesilmesine neden oldu. Elif diye bir kızım var, üst üste ev baskını yapılınca çocuk neredeyse aklını oynatacaktı. Bütün bunlar aile üzerine önemli tesirler yaptı. Ama ben bunlara rağmen, inancı uğruna kendini feda eden oğlumla iftihar ediyorum. Bugünkü iktidara karşı onun düşüncesi olumsuzdur, ama büyük bir kitleye karşı da olumludur. Dünyaya baktığınızda, olumludur; bu şekilde bütün dünya savaşıyor. Ben demiyorum ki "İbrahim yanlış yola saptı-yanlış zemine bastı, yanlışlığından öldürüldü" demiyorum. Bunu bir sürü insan söylüyor, yok efendim "oğlun gidip makamında otururdu, oturmalıydı, ondan sonra düşüncelerini söylemeliydi, acele etti, bu bakımdan yanlış yaptı" diyorlar. Ama ben bunları kabul etmiyorum, o inandı, çok gördü ve inandığı yolda öldü; ama biz baskıdan kurtulamıyoruz.

YD — Sormadan söyleyeceğiniz bir şey?
- Teşekkür ederim.

YD — Biz de teşekkür ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder